• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

(BİR SONRAKİ) Dizisi ŞAUD 12: “Ruh Şu An Mevcut”

ŞAUD 12: “Ruh Şu An Mevcut”

KIRMIZI ÇEMBER MATERYALLERİ

(BİR SONRAKİ) Dizisi

ŞAUD 12: “Ruh Şu An Mevcut” – ADAMUS’un katılımıyla

Kanallık, Geoffrey Hoppe

Kırmızı Çembere sunulmuştur

2 Temmuz 2011

www.crimsoncircle.com –   http://kirmizicember.org

(Not: Çizimleri ve fotoğrafları görmek için lütfen PDF versiyonunu indirin)

Ben o Ben’im, hiç kuşkusuz, Egemen Alan’dan Adamus.

Sedona’daki toplantımızdan sonra St. Germain ile tümüyle bütünleşmiş haldeyim. Bütünleşmemi orada gerçekleştirmeyi seçtim. (kahkahalar)

Bu da bizi makyo’ya getiriyor, bugün makyo-metre ne gösteriyor? Salondaki makyo seviyesi ne? Yüksek mi? Alçak mı? Online makyo – hmm, şu kamera lütfen, Roy, bir süredin yoktun – (kameraya konuşur) online izleyen her biriniz için makyo seviyesi nasıl? Burada bulunan grubun seviyesinden biraz daha yüksek.

Makyo seviyesi. Hiç fena değil bugün. Hiç fena değil bugün. Onu soyuyor, netliğe, berraklığa iniyorsunuz, gerçek mesaja iniyorsunuz, kendine, Pete. Ve sonra Pete’in var olması sona erer, tanrıya şükür! Tanrıya şükür, çünkü o zaman Ben Ben’im varolur. Sana sataştığım için üzgünüm Pete, ama hep koridor tarafında oturuyorsun.

PETE: Bir nedenden ötürü!

ADAMUS: Böylece, bu güne, bu mesaja başlarken, derin bir nefes alalım Şambra. Ahh! Burada salonda ve aynı zamanda online izleyenlerde de iyi, iyi bir bilinç hakim.

Larry?

LARRY: Nasılsın?

ADAMUS: Ben iyiyim her zamanki gibi. Asıl sen nasılsın? Ve bana makyo (bir yanıt) verme.

LARRY: Daha iyi.

ADAMUS: Daha iyi. Bu iyi bir yanıt. Daha iyi. Pardon, bir dakika. (kapıdan çıkar gider) Daha iyi. Sanırım bir parti var! (dışarda mangallar ve masalar kurulmuştur) Sanırım Şambra bir kutlama yapacak, Ve sanırım ben pek takılmayacağım… hamburger’ler, gerçekten mi? Hamburgerler ve sosisler mi? (kahkahalar)

Pekâla Şambra… biraz kalırım. (içeri girer)

Neyi Çağırıyorsunuz?

Pekâla, sevgili Şambra, içinizden, hepinizin içinden gelen rezonans, çok basit, çok nettir. Şu anda neyi istiyor ya da çağırıyorsanız, tam olarak onu elde ediyorsunuz, yaşamınızdaki her şeyde. Bu toplantılarda çağrıda bulunduğunuz şey… (birinin şapkasını alır) teşekkür ederim. Tekrarlıyorum, keşke daha büyük kafası olan biri ara sıra bir şapka getirse.

Bu toplantılarda çağrıda bulunduğunuz şey, tam olarak elde ettiğiniz şeydir. St. Germain’i getirmek zamanı değildi. Zaman, eh, Adamus zamanıydı. Kişiye özel bir karışım olan Adamus – Şambra, sizler, sevgili Linda, Aaandrah ve On, tüm Crimson Circle öğretmenleri, ve tabii ki Cauldre’dan oluşan kişiye özel bir karışım – ve işte elde ettiğiniz budur. (şapkayla poz verir, kahkahalar) Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (alkışlar)

Böylece, sevgili Şambra… ha, teşekkür ederim. (şapkayı geri verir) Sevgili Şambra, içerde bazen zihni aldatan – zihin gerçekten şurada, şurada (kalpte) olanı anlamaz – aldatan ve kafa karışıklığı yaratan ne var? Ve siz o daha derin düzeyden çağrıda bulundunuz, ki o gerçekten şu şeyden (kafa) daha yüksek bir şarj taşır, seslendiniz ve dediniz ki, “Ben ilerlemek istiyorum. Genişlemek istiyorum. Tıkanmış bir makyo’dan, ağır, işlemden geçirmelere yönelik bir gerçeklikten çıkmak istiyorum. Ben ilerlemek istiyorum.” Ve çağrıda bulunduğunuz zaman, onu elde edersiniz.

Ve siz, hepiniz, neyi çağırdığınız hakkında şimdi daha net olmaya başlıyorsunuz. Kitap yazmak gibi bir alıştırmadan geçmen gerekir. (Az önce “The Acceptance Guidebook” – Kabul Etme Rehberi – adlı kitabını tanıtan Todd Schaafer’e hitap eder) Bu öyle pek de kitabın kendisiyle ilgili değildi; bu senin için, Üstat Todd, bazı eski şeyleri soyup atman için harika bir fırsattı. Sen, birçok yaşamın eski kimliklerini, keşfettiğin gibi makyo’yu, artık hayatında uygun olmayan eski gerçekleri, eski klişeleri soyup attın. Ve şimdi bunu başkalarıyla paylaşacak kadar cesursun, ve o kitap başkalarının yoluna bırakılacak, ve onlar da onu yaşamlarında eşzamanlı olarak tam doğru zamanda, doğru yerde bulacaklar.

Böylece siz çağırıyorsunuz, ve işte biz böyle bir şey elde ediyoruz, bu karışımı, bu mesajı, bu, şeyleri farklı yapmayı, Edith, ki bildiğin gibi, bazı insanlar bununla rezonansta olmayabiliyor. Farketmez. Farketmez. Bu daha iyi ya da daha kötü değildir. Bu sizin çağırdığınız şeydir. Bu yüzden, biz o biziz. İşte buradayız.

Pekâla! (Linda’ya bakar, kahkahalar, çünkü Linda, 4 Temmuz B.D. Bağımsızlık Günü şerefine Leydi Özgürlük (özgürlük anıtı) kılığına bürünmüştür)  Pek taşkınca!

EDITH: Evet!

ADAMUS: Sen, benim çıktığım o Fransız kadınların bazısına benziyorsun. (yoğun kahkahalar ve alkış)  Yoksa onların başından çıkan boynuzlara azıcık bir benzerlik mi farkediyorum? Bilmiyorum. Ama gerçekten güzel, (Linda ona “meşalesiyle” vurur) ve güzel… aracı olana (kanallık edene) vuramazsın.

LİNDA: Hayır, ben meşalemle seni kamçıladım.

ADAMUS: Özgürlük hakkında konuşalım, ve türlü kılıklara girip geldiğiniz için teşekkür ederiz – yani bunu yapmış olan az sayıdaki kişilere. O eski rollerden çıkıp da biraz eğlendiğiniz için teşekkür ederiz.

LİNDA: Kitabımda ne var?

ADAMUS: Hımmm… Adamus ödülleri!

LİNDA: Yaşasıııın!!! (“kitabındaki” Adamus ödüllerini gösterir)

ADAMUS: Kitabında ne yok? Para. Para.

LİNDA: Ahhh! Zavallı sen. Zavallı sen.

“Tarih”

ADAMUS: Pekâla, hazır sözünü etmişken, (bayram) bu kadar yaklaşmışken, biraz özgürlükten konuşalım. Ve benim… söylevime geçmeden önce size hatırlatmam gerekiyor ki, tarih, tüm zamanların en iyi kurgularından (hayal ürünlerinden) biridir.

LİNDA: Hı hıı.

ADAMUS: Var olduğunu duyduğum o gülme düğmesi nerede? (Linda’nın uzaktan kumandayı alıp da notlarına bakması kahkahalara neden olur) Yönergeleri okuması gerekiyor. Bu gerçekten düşük bir puan. Şunu tekrarlamama izin verin. Tarih, tüm zamanların en iyi kurgu masallarından biridir. (kahkahalar ve birisi gülme efektini devreye sokar) TV’nin en çok izlendiği saatlere daha pek hazır değilliz. Tüm zamanların en iyi kurgularından biri, çünkü tarih, eh, sizin tarihiniz, sizin bedenlenme (enkarnasyon) tarihiniz, aslında yok.

Herşeyden önce, geçenlerde Kuthumi’nin de Sedona’da pek güzel belirttiği gibi, o aslında Pitagoras değildi. (Soul Encounter: https://www.shaumbrashoppe.com/p-3434-kuthumi-and-ah-kir-rah-soul-encounter.aspx) Bu onun ruhunun soyudur, belki kuzeni ya da kardeşi, ama gerçekten Kuthumi değildi, ve o Pitagoras ya da Baltazar (çvr: İsa’nın doğumunu armağanlarıyla kutlamaya gelen üç bilgeden biri) ya da olduğu iddia edilen diğer kişilerden biri değildi. Bu lineerdir (doğrusal). Bu, ruhun lineer bir devamlılığıdır, ve gerçek ruh lineer biçimde devam etmez, ilerlemez.

Ruhun o veçheleriyle – bir akrabalık, bir aşinalık, ve gerçekten bazı sızıntılar vardır, çünkü onlar aynı ruh kaynağından gelmişlerdir –  bir ortaklığın, bir ilişkinin olduğunu söyleyebilirsiniz, ama Ah-Kir-Rah’nın Kuthumi’ye belirttiği gibi, o gerçekten siz değilsinizdir.

Sadece tek bir yaşam anlayışının – doğar, günah işler, ölür, cehenneme ya da neresiyse oraya gidersiniz (anlayışının) – ötesine geçmek harika bir şeydir. Bedenlemeleri, yeniden-bedenlenme kavramını düşünmeye başlamak bir kuantum sıçramasıdır. Yeniden-bedenlenmeyi ilk farkedişiniz nasıldı hatırlıyor musunuz? Ne kadar özgürleştirici, ne kadar güzel ve ne kurtuluştu, çünkü artık yalnızca tek bir şansa sahip değildiniz, 1400 ya da daha fazla şansa sahiptiniz. Bu kez doğrusunu yapamıyorsanız, bir dahaki sefere yapın (gibi).

Ama bir açıdan, Ah-Kir-Rah’ın belirttiği gibi, Kuthumi gerçekten o bedenlenmeler değildi. O yükü beraberinde taşımasına gerek yok. Ruhunuzun bedenlenmelerinin yükünü beraberinizde taşımanız için bir sebep yok. Ama evet, hoş hatıralar, bir yere gittiğinizde o (yerle ilgili) ilişkiyi hissetmek. Atina ya da Moskova’ya gidersiniz ve bir hatırlama duyusu sizi kaplar, ve dersiniz ki, “Burada bir geçmiş yaşamım oldu.” Eh, hayır, pek de değil. Ruhunuzun orada geçmiş bir yaşamı olmuştur. Sen, sevgilim, özgürsün. Sizler kesinlikle özgürsünüz. Bu inanılmazdır. Beraberinizde sürüklemek zorunda olduğunuz onca yüke sahip değilsiniz. Siz o sizsiniz.

Şöyle bir iddia olabilir – ve Gizem Okulları’nın bazısında bu iddia edildi – daha önceki bedenlenmeler (enkarnasyonlar) bu bedenlenmeye kadar oldukça lineerdi. Ama bu bedenlenme, Tobias’ın da belirttiği gibi, farklıdır. Bu o yaşamdır. Yaşamların bütünlenmesini gerçekleştirecek olan, ruhun veçhelerini geri getirecek, ruhun kendisi olacak, bu yaşamda o ruhun kendisi olacak veçhe, varlık, sizsiniz. O artık uzakta olmayacak. Artık ele geçmesi, yakalaması zor olmayacak. Artık geçmişinizin bazı karanlık yerlerinde saklı olmayacak. O buradadır. O hemen şu andır.

Varlığınızdan çağrıda bulunduğunuz zaman, zihniniz kelimeleri anlasın ya da anlamasın, ama ruhunuzun evrimine çağrıda bulunduğunuzda, onu elde edersiniz. Elde edersiniz. Bu her zaman bu veçhenin istediği ya da zihninizin beklediği şey olmayabilir, ve bazen biliyorum, ah, kafanız karışıyor, dehşete kapılıyor ve düş kırıklığına uğruyorsunuz, çünkü olacağını sandığınızdan farklı bir şey oluyor, ama olan tam olarak ihtiyacınız olandır. Tam olarak sizin seçtiğiniz şeydir. İşte budur, böyle toplanmamız, biraz gülebildiğimiz, ki… bu kendi başına bir mucizedir, ruhsal varlıkların yeniden gülmeyi öğrenmiş olmaları. Eğlenceli. (kahkahalar, Linda gülme efektini oynatmaya çalışır) Evet ya.

Ama tarihe geri gelelim. (gülme efekti sonunda devreye girer) Tarihe geri gelelim. Tarih en iyi masaldır, çünkü tüm unsurları içermez. Çoğu kez, sizin deyiminizle, muzaffer kişiler tarafından, alimler tarafından yazılır. Örneğin, Yeshua zamanıyla ilgili çok yanlış bilgi var. (Kanallık öncesi) gösterilen o “İncil’e karşılık Bildiriler – Bible vs. B.S.”in bazısına güldüm, çünkü öyle çok bilgi var ki, ve insanlar bunu fazlasıyla gerçek olarak alıyor.

Sakın bunu bu bilgilerin herhangi biriyle yapmayın. Herşeyden önce, size geri tepecektir. İkincisi, bu özle ilgilidir, kelimelerle değil. Bu hislerle, ışımayla ilgilidir, ayrıntılarla değil. Herhangi bir mesajın cümlelerini tam olarak alıntılamaya başlarsanız, gerçekten insanları sıkarsınız. Beni sıkıyorsunuz (duraklar, gülme efektini bekler), ve aslında kendinizi sıkarsınız. Benliğiniz tüm o didaktik (şeyleri) duymaktan hoşlanmaz… (gülme efekti oynar) Sanırım bugün sistemde bir duraklama var. (gülme efekti)

Neyse, biz lineer değiliz! Ha anladım. Onu istediğin an oynatmak için kendini özgür hisset. (kahkahalar, çünkü gülme efekti birkaç kez üstüste oynar)

Bunun tarihçesi… (“Aarrrgh! Aaaaarrrgh!!” diyen bir dia devreye girer)

LİNDA: Bunu ben yapmadım.

ADAMUS: Bu ülkenin tarihi kitaplarda yazılı olan değildir. Eh, bazısı kitaplarda yazılı, ama bu ülkenin, Amerika’nın gerçeği gerçekten kitaplarda yok. Pek de öyle herşey yolunda gitmemiş olurdu, ve sonuç olarak zaten farketmez.

Bu özel gün için giyindiğimize göre, özgürlükten söz ettiğimize göre ve bu sizin kutsal haftasonunuz olduğuna göre – ah, Amerikalılar bunu ne kadar da kutsal bir biçimde ele alıyorlar. (duraksaması ve Linda’nın gülme efektini oynatma çabası kahkahalara neden olur) Tamam, şunu elinden alalım şimdi. (uzaktan kumandayı Linda’dan alıp Norma’ya verir, kahkahalar) Ona (Garret’e) verme! Hey Allah’ım! Tilki pusuda tavuk kümesini kolluyor, hayır! (artan kahkahalar)

Avrupa Tarihi

Bir bakalım, tarihe çabucak kısa bir göz atalım. Avrupa o zamanlar, eh, aslında anımsayabildiğim süre boyunca, kargaşa içindeydi. Ama Avrupa özellikle 1600’ler ve 1700’ler civarında karmaşa içindeydi. Bir dolu çatışmalar ve savaşlar, küçük, çok güçlü aileler birçok insanı ve yaşamını kontrol ediyordu, ve bu daha fazla süremezdi. Bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. Ama sistem değişmek istemiyordu. Sistem kendinden oldukça hoşnuttu, ama toprakların bilinci – gerek fiziksel topraklar gerekse o topraklarda yaşayan insanların bilinci – yorgundu ve tükenmişti, türlü nedenlerden ötürü, ki buna bu söylevimde değineceğim. Ama öncelikle bir çağ değişimi noktasına gelmişti, birikmiş (kümülatif) değişimlerini şimdi deneyimlediğiniz bir çağ değişimi.

Sonuç olarak, o zamanlar Avrupa’da pek de mevcut olmayan eril/dişil dengesinde bir değişimin olması gerekiyordu. Eril çok hakimdi, çok eril enerjiler vardı, hatta tanıdığım ve birlikte çalıştığım bazı kraliçelerde bile. Onlar her şeye rağmen çevrelerindeki erkeklerden oluşan meclis tarafından fazlasıyla kontrol ediliyorlardı.

Avrupa o zamanlar, biraz denge getirmek amacıyla çok çaba harcamamıza rağmen, o zamanki Avrupa yeni bir Ruh, Tanrı anlayışını kabul etmeyecekti. İlk günlerinde içtenlikle sevdiğim kilise, bunu yanlış anlamayın lütfen, onu içtenlikle sevmiştim, siz de öyle. Ben onun yaratılmasına yardımcı olan, Yeshua enerjisinin bu gezegene getirilmesine yardımcı olan grubun, büyük bir grubun parçasıydım. Ve sonra, ah, kilisenin kurulmasından beş, altıyüz yıl sonra, insanlığın yozlaşmasına, cinsel enerji virüsüne, ve özellikle de eril dengesizliğe neden olmaya başladı.

Kilise Avrupa’nın her yanında yerini sağlama aldı, politikada, finansta, kesinlikle sanatta – ki bu utanç vericiydi, çünkü daha önce de söylediğim gibi, sanat dünyayı kurtaracak. Gerçekten kurtaracak. Kilise hükümette ve tüm pazarlıklarda hakim (rol oynuyordu). Olan biten her şeyde kilisenin eli olduğundan emin olabilirdiniz, iyi ya da kötü. Ha, o zamanki yozlaşmanın bazısında ve suç işleyen grupların bazısında da payı vardı. Ellerini her türlü alışverişe, ve ürünlerin dağıtımına, ki bu aslında enerji dağılımıdır, sokmuşlardı. Yani bu sadece kutsal metinleri vaaz etmek değildi, ki bu metinler kesinlikle kutsaldı, tercüme edilmeden önceki haline gidecek olursanız, orada söylenmiş çok güzel şeyler var.

Yani orada, çözmekte zorlandığımız büyük bir dengesizlik hakimdi. Bu diğer güçlere karşı hep bir mücadele vardı; Beyaz Kardeşlik denen – ki aslında adı hiç bu olmadı, adı, Kardeşlik ya da Birlik idi – Özgür Masonlar ve diğerleri gibi grupların kurulma sebeplerinden biri de buydu. (a) İnsanlar gerçekten gizemleri araştırıp öğrenebilsinler ve (b) aslında kilisenin dışında bir iş bulabilsinler diye kuruldular. Sanki o zamanların özgür sendikası gibiydiler.

Ben kapsamlı şekilde Madam Pompadour, Almanya’da Maria Josepha, Fransa yörelerinin Margot’u, ve kraliyet ailelerinin çok, birçok dişi ya da hanım bireyleri gibi insanlarla çalıştım. Aslında birçoğu Gizem okulları’na katıldı – gizlice katıldı. Bunların çoğu o zamanlar Avrupa’da bedenlenmişti – 1600 sonları ve 1700’ler süresince – özellikle de Avrupa’da meydana gelen şeylerin dengesini değiştirmeye yardımcı olmak amacıyla kraliyet ailelerine, hakim (güçlü) poziyonlara bedenlenmişlerdi.

Onlar, sizler, ben, ve bunun üzerinde çalışan diğerleri, bunun olmayacağını, eski evi temizlemenin ve –Avrupa Evini – yeniden inşa etmenin daha zor olduğunu farkedince, yeni toprakları, aslında oluşturulmuş olan ve uzun, çok uzun zamandır korunan, ve Amerika denen özgür topraklar olduğunu farkettik.

Kimin keşfettiği önemli değil – Norveç – ama önemli olan şu ki… (kahkahalar) Önemli olan şu ki… Amaan, bu soru üzerinde sonsuza dek tartışacaklar. Önemli olan şu ki, yeni bir ülkenin, özgür bir ülkenin, Yeni Atlantis denilen bir ülkenin kurulmasının daha kolay olacağını farkettik. O dişil enerjilerin bazısını buraya getirmek daha kolaydı, ve o kadınların bazısı – demin değindiğim kadınlar – ve diğerlerinin bazısı bu ülkeyi oluşturmada tamamlayıcı  rol oynadılar.

Şimdi, tarih kitapları Bağımsızlık Bildirgesi’ni ve Anayasa’yı imzalayanlardan söz ediyor, ve bir dolu adamın adını biliyorsunuz. Onlar daha sonra geldiler. Onlar da – birçoğu – olan biteni anladı. Bunun yaratılmasına yardımcı olanların Avrupa’nın o kadınları, kralların eşleri ve prensesler ve baronlar ve kontlar olduğunu anladılar.

Amerika bir fener olacaktı. Sonuçta düyanın her yanından insanları kendine çekecekti. Bu ülkenin başarılı olmasının tek yolu, Avrupa’nın tüm ülkelerinden ve Afrika’dan ve Asya’dan ve sonunda şimdi Güney Amerika dediğiniz yerden insanların gelmesiydi. Ve yerlilerin olmasıydı, ve uzun zamandır Dünya’da bulunanların ve yeni gelenlerin olmasıydı. Ona pota (çok uluslu ülke) deniyor, ama onun o dengeye, burada o dişil enerji dengesine sahip olması gerekiyordu.

Ve hoşgörülü olması gerekiyordu, dini kuruluşlara karşı bile. Kiliseye karşı hoşgörülü olması gerekiyordu. Bizim, “Hayır, kiliseleri dışarda tutun” diyeceğimizi düşünürdünüz, çünkü eril dengesizlik ve bizim cinsel enerji virüsü dediğimiz şeyle Avrupa’da onca soruna neden olanlar onlardır.

Amerikan Tarihi

Böylece bu muhteşem ülke kuruldu, ve Mayflower’dan önce buraya gelen çok insan oldu. (çvr: Mayflower, 1620’lerde ilk göçmenleri İngiltere’den Amerika kıtasına getiren tarihi geminin adı) O insanlar hakkında yazılmadı. Bu ülkeyi enerjisel olarak hazırlamak için gelen çok insan oldu. Bazılarınıza anılar geliyor olabilir, çünkü ruhunuzun o zamanlar bir enkarnasyonu olmuş olabilir. Tıpkı, daha herhangi bir canlının yaşamadığı zamanlarda meleksel varlıkların Dünya’ya gelmesi gibi. Meleksel varlıklar buraya gelip tohum attılar. Yani, tarih kitaplarının sözünü ettiği zamandan çok önce gruplar Amerika’ya gelip onu tohumladılar.

Onlar yerlilerle konuştular, İlk Ulus’un insanlarıyla, sizin Kızılderili dediklerinizle bu yeni Atlantis’i burada yaratmayı konuştular. Yerliler tam olarak anladılar. Bu onların soyunun ve bir nesilden ötekine geçirdikleri tarihlerinin bir parçasıydı, “Bir gün bu harika topraklar dünyanın her yanından insanlara evsahipliği yapacak, yüksek bilinçli insanlara, insanlığın yeni dönemine, yeni çağına geçişi anlayan insanlara.” Ve yerlilerle yapılan orijinal anlaşmalar iyi niyetli ve hakkaniyetliydi, adil ve açıkyürekliydi.

Maalesef sonradan anlaşıldı ki, yerlilerin bazısı aslında, kabul ettikleri üzere topraklarını vermek istemiyordu. Anasaziler – onlardan söz edelim – onlar bir noktada bu toprakların, özgürlük ülkesini kuracağını uman ve dünyanın her yanından gelen insanları barındıracağını anlıyorlardı. Ve onlar gidiverdiler, hepsi aynı anda – puf! Ha, buna bir, eh, salgının sebep olduğunu söyleyebilirdiniz – farketmez. Bunun bir ana gemi olduğunu söyleyebilirdiniz – büyük bir olasılıkla değildi. Ne derseniz deyin, tarih ne derse desin, aslında gerçekten farketmez. Ama onlar anladılar, ve birçoğu, sizin ilk göçmenler diyeceğiniz insanlar olarak bu topraklara yeniden bedenlendiler.

Bu topraklar dişil ve eril enerjilerin, her ikisinin çok sağlıklı bir dengesiyle aşılanmıştı. Özgürlük prensipleriyle, her bir kişiye özgürlük ilkesiyle kurulmuştu. Evet, biliyorum, oraya ulaşmanın, kadınların seçme/seçilme hakkının yüzlerce yıl aldığını iddia edebilirsiniz. Farketmedi, çünkü kadınlar gerçekten etkiliydi… ya da şöyle mi desem, tanrıça, dişilik, bu ülkenin temelini oluşturan etkiydi.

Böylece insanlar buraya geldi ve bu büyük miktarlarda özgürlükle kuruldu. Ve biz özgürlükten daha önceki bazı mesajlarımızda söz ettik. İnsanlar gerçekten özgürlük istiyor mu? Tartışılır. Ama ülkenin kuruluş zamanında, evet, istiyorlardı.

Böylece, sevgili Şambra, bu ülke, bu özgürlüğün ne olabileceğini tüm diğer ülkelere, tüm Avrupa’ya, Afrika’ya, Asya’ya, dünyanın her yerine ışıyacak bir fener ya da ışık sütunu olarak tasarlanmıştı.

Bu ülkenin bolca kaynaklara sahip olacağı önceden biliniyordu, para, sizin güç diyeceğiniz şeye – ama bu aslında sadece kendinize hizmet edecek enerjiyi çekmektir – ve dünya savaşları ve başka  olaylar gibi Dünya’nın en karanlık, en karanlık zamanlarında bu ülkenin güçlü olacağı, güçlü kalacağı biliniyordu. İnsanlığın bazı en karanlık bölgeleri için ışık olarak kalacaktı. Hatta dışardan, dış boyutlardan varlıklar müdahale etmeye kalktığında bile güçlü kalacaktı.

Bu ülke, özünde, bu rolü bir gün salıvereceğini biliyordu. Bu gezegen üzerinde tek bir kuvvetli güce ihtiyaç kalmayacaktı, muazzam miktarda bolluk ya da güce sahip olan tek yer olması gerekmeyecekti, ve şu anda olan da tam olarak budur.

Yeni Atlantis çalışıyor. Biliyorum, birçoğunuz bu ülkenin nereye gittiğini, bu ekonomik sorunların neden (yaşandığını) merak ediyorsunuz. Eh, ekonomi, dünyanın her yerinde bir sorun, çoklukla. Ve benim gülesim geliyor; geçenlerde birisi sordu, dünya ekonomisinin çöktüğünü öngördüm mü diye. Çöktü bile. Güzel yanı bu. Çöktü! Bu günlerde hiçbir dayanağı yok, belki güven dışında, ve insanlar güvenmez haldeler.

Dünya ekonomisinin gerçek dokusu birkaç yıl önce parçalandı. Ve ilginç olan, bunun hâlâ devam ediyor olması. Sizler hâlâ devam ediyorsunuz. Bu, büyük hasara neden olarak herşeyi harab eden o Bunalım dönemi gibi değil. Şaşırtıcı olan bu. Ekonomi parçalandı ve biz buradayız. Çünkü bilinç ilerlemeyi seçiyor, daha önce sahip olduğu yapıya ihtiyacı yok. Bazı insanların iddia ettiği gibi, komün-ist bir yapıya – komünist bir yapıya – ihtiyacı yok. Tam bir çöküşe ihtiyacı yok. O çöktü, ve işte burada!

Bu kendiniz için iyi bir benzetmedir. Siz çöktünüz, ve hâlâ buradasınız. Mümkün olan her şekilde çöktünüz – zihinsel, fiziksel, ruhsal olarak – ama yine de içinizde, ruhunuzla olan ilişkinizde, yaşama arzunuz ve tutkunuzda şimdi öylesine azimle devam eden bir şey var ki, yola devam ediyor. Bu inanılmaz.

Bu ilginç bir teori – şeyler çökebilir ama yine de devam edebilir. Çoğu fizik ve mantık (kuralına) aykırı, ama çok, çok da gerçek. Önünüzdeki birkaç yıl boyunca, ister kişisel olarak sizin ya da grupların ya da ulusların ya da dünyanın, aslında nasıl çökebileceğini izleyin. Başka bir deyişle, eski kimlik yapısı yıkılıyor, özdeşleşme yıkılıyor. Ama gerçek kimlik, gerçek hakikat, yaşamayı sürdürüyor. Ah! Bu çok güzel bir şey.

Böylece, sevgili Şambra, bununla birlikte derin bir nefes alalım.

Şimdi, bunların tümünü aklınızda tutun. Biz burada noktaları birleştireceğiz, çünkü bunların hepsi birbirine bağlanıyor.

Atlantis Tarihi

Biz şimdi Atlantis’e geri gideceğiz. Atlantis. Oraya geri gideceğiz, çünkü Atlantis temelde insanlığın ikinci dönemini (çağını) temsil ediyordu. Lemurya ilkiydi, Atlantis ikincisi.

Atlantis toplumu gerçekten bir Tanrı kavramına (anlayışına) sahip değildi. Onlar Kaynağı arıyorlardı, ama sizin ruhsal diyeceğiniz anlamda değil. O büyük varlıkla ilgili hiçbir anlayış yoktu. Onlar tılsımı arıyorlardı. Kutsalı arıyorlardı. İksiri arıyorlardı, ve birçok Atlantisli hâlâ, bugüne kadar, bunu yapmayı sürdürüyor. Ve sizler, sevgili Atlantisliler, zaman zaman kendinizi aynı kapanın içinde buldunuz. Onlar bu tek şeyi arıyorlardı, birkaç naddeyi nasıl karıştırıp da yaşamın temel kaynağına ulaşabilirlerdi, bu ister… onlar bunun sularda ya da belli yiyeceklerde olduğunu düşünüyorlardı. Ve gözlerini gökyüzüne dikmeye başlamışlardı – siz gözlerinizi gökyüzüne dikmeye başlamıştınız – ve dediniz ki, “Oralarda olmalı, çünkü onu burada bulamadık. Oralarda bir yerlerde bu büyülü gökyüzünde, gecenin yıldızlarında olmalı,” ve onlar, aslında, bir dolu ilginç şey yapmaya başladılar. Esas astronomi ve astrolojiler Atlantis’ten çıkmadır.

Ama onlar bu yıldız arayışlarını sürdürürken, yine Kaynağı ararken – ve zaman gelmişti, çağın evrimleşme zamanıydı – şeyler çığrından çıkmaya başladı. Atlantis’te şeyler çökmeye başladı. Şimdi, buna, eh, Azura Timu* nun ve savaşların ve cinsel enerji dengesizliğinin neden olduğunu söyleyebilirsiniz. O şeyler yanıt (karşılık) olarak geldi, tıpkı şeylerin size yanıt (karşılık) olarak gelmesi gibi. O şeyler, bilincin çağrısına karşılık olarak geldi, sonraki evrimi, sonraki spirali, sonraki büyük adımı çağıran, “Daha fazlası olmalı, o (daha fazla olan) şeyle bütünleşme, çalışma, onu olma zamanı geldi. O nedir?” diyen adımı çağıran o içsel çağrının karşılığı olarak geldi.

(* Tobias “Yükselen Atlantis” adlı konuşmasında uzun uzadıya Azura Timu’dan söz eder: https://www.shaumbrashoppe.com/p-99-wound-of-isis-series.aspx)

Eh, Atlantis düştü, nedeni ne olursa olsun – savaşlar, hava koşulları, yıkım, asteroitler, bütün bunların geri kalanı. Düştü. Herşey bir anda olmadı, ama ıstıraplıydı. Çok, çok ıstıraplıydı. Çoğunuz o ıstıraptan geçtiniz, ama hâlâ ondan arta kalan bir acı var, çünkü orası uzun süre gerçekten sevdiğiniz topraklar oldu.

Atlantis komünal bir topluluğun yeriydi, yani bu, birlikte yaşadığınız anlamına geliyor. Bireysellik yoktu. Benzersizlik, eşsizlik söz konusu değildi. Çocuklarınız topluluk tarafından büyütülüyordu. Tek bir büyük kibuts gibiydi. Öhö öhö, artık komiklik yapmıyoruz, değil mi? Ama bu komikti. Tek bir büyük ko … (gülme efekti oynar) Tek bir büyük komün.

Bu parçalanmaya başladığında – iyi nedenlerden ötürü, kötüye gitmeye, çürümeye başladığında – Atlantisliler, geride kalan insanlar, orayı terk edip yer altına indiler. Gerçekten indiler. O zamanlar Dünya yüzeyinde hayatta kalabilen çok, çok az insan vardı. Yangınlar ve seller ve fırtınalar yüzünden ortalık yamandı … biraz şimdiye benzer bir durum hakimdi. Çok yamandı. Zordu. Yaratıklar, hayvanlar kudurmuştu. İnsanların hayvanlarla olan dokusu, enerjisel yapısı çürümüştü. Hayvanlar insanlara saldırdı ve tersi de oldu. Pek de güzel zamanlar değildi. Geride kalanların çoğu yer altına indi.

Şimdi, burada ilginç bir mecaz var. Yer altı, elbette, sandılar ki – sandınız ki – saklanılacak yerdi. Bazılarınız oranın kristal kaynağa, toplumun devam etmesini sağlayan kristallerin içindeki enerjiye, daha yakın olduğunu düşündü. Siz ise her tarafa hatları çekilmiş elektriğe sahipsiniz – oldukça güzel. Öhö, bu iğnelemek oluyor.

LİNDA: Ha, ha, ha.

ADAMUS: Atlantisliler kristalleri kullandılar, böylece yer altına indiler. Onlar zaten zaman zaman yer altına inmeye alışıktılar, çünkü onlara gerekli enerji oradan geliyordu. Onlar yer altına indiler, ama buradaki mecaz, sembolizm çok, çok önemlidir, çünkü o bir dönemin evrimiydi. Onlar yanıt için gözlerini yıldızlara dikmişlerdi. Oysa gerçek olma, ayakların yere basma, Gaia ile bağlantı kurma zamanıydı.

Lemurya’nın sorunlarından biri de, fiziksel beden içindeki ruhun çok hafif ve hava gibi olması ve kendini burada tutamamasıydı, topraklanamamasıydı, ve bu Atlantis’te bile devam etti. Şimdi, yer altına inmek gerçekten Gaia ile o bağlantıyı kurdu. İnsanların çoklukla yer altında yaşadığı yıllar on binleri buldu, ve doğru zaman geldiğinde, ortaya çıkmaya başladılar. Piramitler bundan ötürüdür. Yukarı çıkma biçimi buydu. Piramitler bir tür korunma ve barınaktı. Aynı zamanda bir tür enerjisel odak noktasıydı.

Piramitler, benim sevgili dostlarım, çoğunlukla – hepsi değil ama çoğu – yer altından yukarı doğru inşa edilmiştir. Tarih diyor ki, “Eh, hayır. Kayaları, erkeklerden oluşan gruplar için bile fazla büyük olan kayaları alıp binlerce ya da yüzbinlerce kilometre çekmek zorunda kaldılar.” Onlar piramitleri yer altından yukarı doğru inşa ettiler. Yerin içindeki kristal yapılaşmalarda yine de yeterli enerji kaynakları vardı, artı, yer altındaki doğal enerji kaynakları – termal kaynaklar, ısı kaynakları, basınç kaynakları – yerden yukarı onları inşa etmek o kadar da zor değildi.

Ve şimdilerde açığa çıkan ilginç şeyler var, şimdi giderek daha fazla piramidin yerin altında derinlerde gömülü olduğunu buluyorlar. Eh, onları örten sadece çöl kumları değildi. Birçoğu… onların yer altından yukarı doğru inşa edildiğini bulacaklar. Bunların arasından geçen inanılmaz bir tünel sistemi vardı. Yer altında geçen o 10.000, 20.000 yıl boyunca yapılacak başka ne vardı ki? Daha fazla tünel inşa etmek, bilirsiniz, bağlanmak. Yerin altında, ürünleri, malları bir noktadan ötekine taşıyan büyük nehirler vardı.

Bitkiler … diyorsunuz ki, “Ama aşağısı karanlık.” Hayır, değildi, çünkü hâlâ yeterli kristalin enerji vardı – hâlâ da biraz var – ve o enerji güzel bir aydınlık, istikrarlı bir aydınlık, aslına bakarsınız, açıkçası güneşten daha güzel bir aydınlık sağlıyordu. Bu bir ışımaydı. Güneşin çok kaba bir ışığı ve kaba enerjisel etkileri var. Bu kristal yapılar çok güzeldi. Ve onlar ayrıca… Atlantisliler, istedikleri her şeyi oluşturmak amacıyla bunları nasıl kullanacaklarını biliyordu. Bu onların enerji kaynağı idi. Yiyecek yetiştirebiliyorlardı. Ha ve bunların bazısıyla şifa gerçekleştirebiliyorlardı.

Orada fazla kristalin enerji kalmadı, bu Dünya’nın merkezindeki kocaman bir kristal dışında. Orada erimiş lavlar yok; Dünya merkezinde devasa bir kristal var. Hâlâ orada. Bu iyi bir şey. Sizlerin burada olmanızı sağlayan odur.

Pekâla, konuya geri dönelim. Kristallerdeki enerjiler uzun zaman önce ayrılmaya başladılar, ve hepsi de uygundur, çünkü bunu insanlar istedi. Bu enerjiler, siz kötü olduğunuz ve onlar sizden hoşlanmadığı için ayrılmış değiller. Bu uygundu. Geçişti, çünkü sonuçta, sevgili David, sevgili Penny ve Edith – sevgili Edith’im, ha, bugün bir öpücük (Edith’i öper) – çünkü sonuçta bu, onun burada olduğunu farketmekle ilgilidir. O burada. Ya da, hiçlik onu buraya çekiyor. Ben Ben’im onu kendine çekiyor.

Yakın Tarih

Peki, sonraki adım, insanlar yer altından ortaya çıkmaya başlar. Bu başlarda travmatikti, zordu. Aslında çok güzel şeyler vardı… orada, aşağıda bahçeler vardı. Çok güzel bahçeler vardı. Bu muhteşem bahçelerin bazısını sonradan yeniden yaratmaya çalıştılar. Babil bahçeleri, yer altındaki bazı çok güzel, inanılmaz bahçelerin doğrudan kopyası olmaya çalışıyordu.

Şimdi (türlü fikirlere) kapılıp da eve gidip bir kürek alıp kazmaya başlamanız gerektiğini düşünmeyin. (kahkahalar) Bu, hemen burada, hemen şimdi yaşamakla ilgilidir. Az önce birkaçınızı duydum da, evet. Daha iyi bir pazarlamacı olsaydım özel bir Adamus küreği ile çıkagelirdim… makyonuz için. (kahkahalar)

LİNDA: Ha, ha, ha, ha, ha.

ADAMUS: (güler) Zorlu bir izleyici.

Pekâla, sevgili Şambra, şimdi, çağın değiştiğini, Atlantis çağından çıkıp Mesih çağına – (Christos) kristal çağına, İsa çağına – geçildiğini anlayın, böylece tüm bu değişimler bunun bir parçasıydı. Mesih çağı, Tanrı, Ruh, Kaynak kavramını, ama Kaynağın da bir yer ya da bir şey olmadığını, Kaynağın hep var olduğunu, Kaynağın siz olduğunu anlamaya başlamakla ilgiliydi.

Böylece Tanrı, Ruh kavramı tomurculanmaya başladı, ve yüzeyde yaşayanlar, insanların yapmaya yatkın olduğu üzere, tek bir Tanrı anlayışı ile yetinmediler. Herşeyin tanrısını yaratmaya başladılar – gökyüzü tanrısı, su tanrısı, ateş, kuş, ayı, balık tanrısı, aklınıza gelebilecek herşey için bir tanrı yaratılmıştı. Bu Dünya üzerinde hâlâ 100.000’in üzerinde tanrıya tapınan dinler var.

Şimdi, burada tüm o tanrılara tapabilecek ve onların gönlünü hoş edebilecek tek bir insan bile yok, çünkü, bildiğiniz gibi, tanrılar kaypaktır ve fazlasıyla tapınılmak isterler. Gün içerisinde tüm o 100.000 için yeterince zaman yok, ve hepsine birden tapınmaya kalktığınızda da bundan pek mutlu olmuyorlar. Bu pek onurlandırıcı olmuyor. Bugün benim ne kadar komik olduğuma ve sizin de hiç komik olmadığınıza inanamıyorum. (kahkahalar)

Böylece insanlar bu çok, çok tanrıları geliştirmeye, onların bir çoğuna tapınmaya başladı. Ve bir anlamda haklıydılar, çünkü bir kuş bilinci var. Bir ağaç bilinci var. Bir karınca bilinci var. Herhangi bir türü alın, ve orada bağlantı kurabileceğiniz bir grup bilinci ya da kolektif bilinç vardır. Ama o bir tanrı değildir, deyim yerindeyse, ve tapınılmayı gereksinmez. Ateş, bilinç tarafından tezahür ettirilmiş bir enerjidir. Bilince karşılık gelen bir enerjidir. Tüm enerji karşılık verir ve türlü farklı biçimlerde tezahür eder.

En sonunda şahane bir Atlantisli – büyük bir Atlantisli, tam bir lider oldu ve Atlantis günlerinizden birçoğunuzun tanıdığı – Abram – İbrahim (Abraham) – adındaki Atlantisli  gelip şöyle dedi, “Şu tanrıların hepsini parçalayalım ve tek bir Tanrı’ya dönelim.” Onun anlayışı çok berrak, çok netti, ve aslında oldukça da haklıydı. Dedi ki, “Hadi şu kavramı anlayalım ki…” – sanırım esas kavramın Panteizm (Tümtanrıcılık) olduğu söylenebilir, ve bu tek bir Tanrı’yla ilgiliydi – yalnızca tek bir Kaynak vardır – ve bu güzeldi, taa ki çok, çok, çok yıllar sonra insanlar bu anlayışı karmakarışık hale getirene kadar. Çünkü İbrahim, ki bu arada, dünyadaki ana dinlerin çoğu buradan türemiştir – Müslümanlık, Musevilik, Hıristiyanlık – İbrahim, tek bir Tanrı olduğu anlayışına sahipti, ve bu Tanrı yaşayan bir Tanrı’ydı, gerçek bir Tanrı, ve Tanrı herşeyin Tanrı’sıydı.

İnsanoğlu bunu sonradan çarpıttı ve onu başka bir yerde olan bir Tanrı yerine koydu, oysa olması gereken bu değildi. Kiliseler şöyle demeye başladı, “Hayır,Tanrı – tek Tanrı, kesinlikle; bu hepimizin işini kolaylaştırır – ama o Tanrı başka bir yerde. Tanrı cennette bir yerde, burada değil.” Bu gerçekten bu çağın değişimlerini bir açıdan dengeden çıkardı. Bir başka açıdan ise insanlara bazı güzel deneyimler sundu, ama bugüne kadar Tanrı oralarda bir yerlerde kaldı.

Artık böyle olamaz. Artık böyle olamaz, çünkü bu yeni çağ, bizim Yeni Enerji çağı dediğimiz çağ evrimden geçerken, biçimlenirken, başka bir yerde olan bir Tanrı’ya sahip olamazsınız. O Tanrı’yı yuvaya getirmek zorundasınız. O Tanrı’yı buraya getirmek zorundasınız, ve şu anda gezegeninizde olan da tam olarak budur.

Şimdiki Çağ

Eğer tüm karışıklığı, tüm o felsefi makyo’yu, politik ve ekonomik tartışmaları temizleyip kenara koymak istiyorsanız, bunu gerçekten tek bir temel şeye indirgeyebilirsiniz. Bu çağın evrimi “Ben Tanrı’yım”la ilgilidir, hemen burada var olan Tanrı, başka bir yerlerde yaşayan değil, Dünya üzerinde tezahür etmiş olan ve burayı arşınlayan Tanrı.

Bu sadece dini ya da ruhsal bir akım (eğilim) değildir. Nitekim onu ruhsal ya da dini dergilerden çıkartalım. Bu olmakta olan bir bilinç akımıdır. Dinlerle hiçbir ilgisi yoktur. Dinler ondan pek hoşlanmaz. Dinler, insanların onları gerçekleştirme eğilimi gösterdiği şekliyle, kendi sistemlerine çok kapılırlar. Ona çok yakalanırlar, ve sonra da (işin içine) gücü katarlar. Başka bir deyişle, belli insanlar ve gruplar, kuruluşlar gücü elinde tutuyor, ve hiçbir şeyin buna müdahale etmesini istemiyorlar. Eh, maalesef, bir gücün yapılandığı (oluştuğu) her sefer, o er ya da geç aşağı inecektir. Ve bu iyi bir şeydir.

Kontrol ve genelde güçle – çünkü kontrol ve güç elele giderler – bir şey yarattığınız her sefer, o çökecek, parçalanacaktır. Bir şeyi özgürce ve bağımsızca yarattığınız her sefer, bir şey yarattığınız ve ona mutlak özgürlük verdiğiniz her sefer, ruhunuzun ve canınızın size verdiği özgürlüğün aynını verdiğiniz her sefer, o da gelişecek ve evrimleşecektir.

Ve bir şey yarattığınız her sefer – bir kitap ya da proje ya da herhangi bir şey, kendinize yeni bir kimlik vs – ve o şeye özgürlük verdiğinizde, o en zor fırtınaları atlatabilir. Mutlak kaosu atlatabilir. Diğer her yapılaşmanın çöküşünü atlatabilir – aslında, bir anlamda, bu tür durumlarda daha bile iyidir – çünkü Ruh’un özgür bir ifadesidir. Özgürlüğe sahiptir. İnayete, erdeme sahiptir.

Böylece, eğer kendi yaşamınızı, kendi yaratımlarınızı ya da kendi Ben Ben’im’liğinizi merak ediyorsanız, bunu hatırlayın. Bu, Kihak 99 Grubu ile gerçekleştirdiğimiz bir şey. Onlar daha bunu bilmiyorlar ama.

Böylece, sevgili Şambra, bu ruhsal ya da dinsel bir çağ değişimi değildir. Bu bir bilinç değişimidir. Ve eğer dönüp insanlık tarihine bakacak olursanız, bu sonuçta, Tanrı’nın, Ruh’un hemen burada var olduğunun nihayet anlaşılmasıyla ilgilidir.

Doğruyu söylemek gerekirse, sevgili Şambra, o yaşayan bir Tanrı’dır. Bu, yaratılmasına yardımcı olduğunuz o çağdır, ve Dünya üzerindeki birçok insan, bir dolu grup bundan hiç hoşlanmıyor. Ha, bunun siz olduğunu ille de biliyor değiller. Sizin uçarı bir yeni-çağcı olduğunuzu düşünüyorlar. Bırakın öyle düşünsünler. Bırakın, çünkü değilsiniz. Hiç değilsiniz. Biz bu yüzden makyo hakkında – yani gerçek olmayan şeylerin bazısı ve modası geçmiş bazı süslemelerden kurtulmak hakkında – konuşuyoruz.

Bilincin bu evrimi, (yani) yaşayan Tanrı’nın Dünya’da var olması, tam olarak meydana gelen, olan şeydir. Ve dünyada olan bitenlere bir göz atabilirsiniz, temelde yatan şey budur. Olanların altında yatan hareket ya da sebep budur. Bunu ekonomiyle, politikayla, psikolojiyle ilişkilendirebilirsiniz.

Sizler, benim sevgili dostlarım, farklı bir şeye çağrıda bulundunuz. Temelde dediniz ki, “Ben gelişmeye hazırım, ve neye mâl olacağı umurumda değil.” Bunu bir daha asla söylemeyin. Önce bir pazarlık edin. (kahkahalar) dediniz ki, “bir şey için hazırım,” ve böylece Kuthumi ya da Tobias, benim gibi varlıklar ve bazı başka haberciler size yanıt olarak geldi. Biz haberciler değiliz. Biz sadece… biz açıklığa kavuşturanlarız, tüm olduğumuz bu. Biz açıklığa kavuşturanlarız. Biz, Şaud denen bu inanılmaz şey aracılığıyla, zihninizin görmenize izin vermediği kendi berraklığınızın, kendi netliğinizin kelimelere dökülmesine yardımcı oluyoruz.

Zihnin Ötesi

Sizin, evrim spiralinin bu öncü kanadında içinden geçtiğiniz şey, zihnin ötesine nasıl geçileceğini öğrenmektir. Eğer bunu sınırlayacak olursak, zihin bir anlamda tanrı olurdu.

Biliyor musunuz, Cauldre’nın az önce söylediğini açmam gerekiyor. Zihin, standart olarak, tanrı oldu. Ama öte yandan, Tanrı’yla yapılan en büyük çatışmalar, yine zihinde meydana geliyor. Bu sanki bir çelişki. İnsanlar (bir yandan) zihni yüce kılarken, (bir yandan da) zihin ve Ruh’la bu muazzam çatışmayı sürdürüyor. Bu yüzden çoğu insan aydınlanma atılımlarına sahip olmuyor, olamıyor. En sonunda sürekli bir aamyo ânına dönüşen o aamyo anlarına sahip olamıyorlar.

Beyinlerinde tıkanıp kalıyorlar. Muazzam bir meydan savaşı var – ve bu, zihnin kendi bölgesi için savaştığı, zaten aslında zihinsel olan bir Tanrı’ya karşı savaştığı bir meydan – bunların hepsi olageliyor. Ve siz çağrıda bulunup dediniz ki, “Zamanı geldi. Biz – Ben – farklı bir şey istiyorum.” Biz de bunun üzerine karşılık verdik. Konuşmalarımda en çok vurgulamak istediğim şey, sizlerle burada olduğum sürece – zihinden çıkmaktır. Siz zihninizden çıktığınızda, ben de giderim. Ne güzel bir anlaşma.

LİNDA: Hmmm.

ADAMUS: Hayır, sizinle şimdi kurduğum bağlantı biçiminden uzaklaşırım, bunu yapmaya – gerçekleştirdiğimiz bu rutine – gerek kalmaz, çünkü birdenbire kendinize öylesine güvenirsiniz ki, bu ayrılığa ihtiyacınız kalmaz. Ve bu hâlâ budur – bir ayrılıktır. Bir noktada onunla mutlak biçimde bütünleşirsiniz.

Güzel bir örnek (verelim): Çoğunuz Tobias’la bütünleştiniz. Çoğunuz Tobias’la bütünleşti. Şimdi, Tobias ruhu olan bir varlıktır, bu açıktır, ve şu anda Sam olarak bir ifadeyi yaşamaktadır. Ama bu öze … gözleri kapalı iskemlede oturan ve pohpohlanmış kutsal mesajlar veren Tobias’a ihtiyacınız kalmadı. (bazı gülüşmeler) Kalmadı. Tobias size, ihtiyacınız olduğu şekilde karşılık verdi. Görmek ve algılamak için on yıl önce buna ihtiyacınız vardı. Bugünse ben geliyorum. (güler) Bu biraz farklı.

Böylece konumuza geri dönelim. Benim en büyük sorunum, sizinle zihnin ötesine geçmeyi amaçlayan çalışmalardır. Ve bu zorlu (bir iş). Gerçekten zorlu. Günün birinde kendinizi benim yerime koyun, çünkü zihin tutunuyor ve zihin herşeyi anlamaya çalışıyor. Ve zihnin ötesine kaydığınız anlar var ama, o zaman da anında geri çekiyorsunuz. Diyorsunuz ki, “Aman Tanrım, aklımı kaybediyorum.” Evet ya! İşte biz bunun için buradayız. Herşey bununla ilgili.

Bazılarınız zihnin ötesine gitmekten çok korkuyor, çünkü orada ne olduğunu bilmiyorsunuz. Zihnin ötesindeki o karanlıkta ne olduğunu bilmiyorsunuz. Ve duydun, hipnotize oldun, sevgilim (bir izleyiciye hitaben). Ah, onlar hipnotize edildiler. Ha, siz o kadar değil, ama insanlar şöyle bir anlayışa hipnotize edildiler, eğer kendinizi Tanrı ve din ve İsa ve tüm o diğer makyo’larla doldurmazsanız, o zaman boş bir kap haline gelirsiniz… (izleyiciler, “Şeytan için” der) ben söylemedim bu kelimeyi, siz söylediniz. Şeytan. Ve, yine, önceki dialara bakarsanız – İncil ya da Bildiriler – orada İncil’de Şeytan’a çok, çok, çok az değiniliyor. Gerçekten. Lusifer. Lusifer, ışık meleği, aloo?! Ama saptırıldı ve çarpıtıldı.

Yani zihnin ötesine geçmekle ilgili bir korku var, çünkü o zaman hipnotize edilmiştiniz ince- … kitle hipnozu, yapması çok kolay. (birisine hipnotik bir surat takınması kahkahalara neden olur) Yapması çok kolay, çünkü zihin bir… o hipnoz için gübredir. Zihin gübreli topraktır, hazırdır. Ah, hipnotize edilmeyi öyle çok istiyor ki. Neden biliyor musunuz? Çünkü kendine tahammül edemiyor. Gerçekten edemiyor – en azından gelişip geldiği bu noktada. Böylece kendini hipnoza karşı savunmasız hale getiriyor ki kendiyle uğraşması gerekmesin. Yani … o hipnoza çok elverişli.

LİNDA: Bu komik miydi?

ADAMUS: Hayır. Onlar bunun komik olduğunu düşündüler. Ben değil.

Pekâla, zihnin ötesine geçince – ne olur? O karanlıkta, o boşlukta, o hiçlikte ne var? Zihin bunu derin derin düşünemez. Sorun burada. Zihin bunu düşünmeye bile başlayamaz, böylece bir çizgi çeker ve, “Orada hiçbir şey yok. Orası varoluş-suzluk. Son. Yok oluş; ölüm, ya da daha da kötüsü, sadece hiçliğe gitmek” der.

Hayır! Zihnin ötesinde deneyim vardır, potansiyel, seçim, yaşamak vardır. Zihnin ötesinde olan budur.

Böylece benim işim – buraya çağırılma nedenim – zihninizden çıkmanıza yardımcı olmaktır. Ben bunu bir dolu, eh, büyük bir klas ve ustalıkla gerçekleştiriyorum. (kahkahalar) Ben bunu … (gülme efekti) bununla, bazılarınızın maskaralık dediği şeyle yapıyorum.

Neden maskaralık? Eh, herşeyden önce, Cauldre gözlerini kapatmış şekilde burada oturacak ve sadece bir seremoni sunacak olsaydım, hepiniz derin bir uykuya dalardınız. Ben sizin çok mevcut olmanızı istiyorum. Neden? Neden? Çünkü – ve ben tişörtleri, şapkaları, bu konudaki araba stikerlerini görmek istiyorum (tahtaya yazar) – bu bir ‘Ruh Şu An Mevcut’ çağı.

Ruh Şu An Mevcut

Ruh şu an mevcuttur. Bu, kolayca akılda kalan küçük bir cümledir. Ruh şu an Mevcut. Bunu göremiyor musun, Sart? Evet? Tişörtler? Evet ya. Ruh şu an Mevcut. Çağ bu. Bütünleşme çağı. Şunu güvenebileceğim birine vereyim. (uzaktan kumandayı Linda’dan almaya çalışır, kahkahalar)

Bu, Ruh’u buraya Dünya’ya bu yaşamda, bu bedende, bu Şimdi ânında getirme çağı. Mevcut. Ruh şu an mevcut. Mevcut demek, şu an demektir. Daha sonra değil, onu inceleyip öğrenmek değil, onun peşinde olmak değil. Ruh bu salonda mevcut halde.

Şimdi, zihin diyor ki, “Eh, ben daha pek Ruh değilim. Pek hazır değilim. Başka bir şey olmalı.” Eh o zaman bu dinamiği oluşturursunuz, çünkü buradan (kafadan) gelen budur. Onu oluşturursunuz, ve böylece hep o bir sonraki şey söz konusu olur. Hep o bekleme olur. Bunu zihniniz oluşturur, çünkü zihin Ruh’un şu an mevcut olmasını kavrayamaz. Neden? Çünkü kontrolünü kaybeder, yok olacağını düşünür.

Onu aslında kontrol etmeye programladınız. Bunu az çok ona teslim ettiniz. Dediniz ki, “Şeylerin icabına sen bak. Ben gidip uzun bir uyku çekeceğim.” Ama şimdi, lanet olsun, uyanıyorsunuz. Uyanıyorsunuz. Zihin o kadar karman çorman oldu ki ne yapacağını bilmiyor. Uyanıyor ve daha fazlasını istiyorsunuz. Oysa zihne yönetimin onda olduğu, kontrolün onda olduğu söylenmişti. O şimdi hipnotize halde, taa Atlantis zamanından beri, ama insanlığın şu son 50 yılında, tam anlamıyla, tüm Atlantis zamanlarını birleştirdiğinizde, ve Dünya üzerindeki tüm zamanları birleştirdiğinizde (ortaya çıkan zamanda gerçekleştirilen hipnozdan) çok daha fazla hipnoz var; muazzam bir programlama sürüp gidiyor.

Peki bundan nasıl çıkarsınız? Kendinize nasıl ulaşır da zihinden çıkarsınız?

Bundan size, Gizem Okulları’na söz ettiğim gibi, zihninizden nasıl çıkacağınızı çözmeye, anlamaya kalkmayın. Bunu yapamazsınız. Kendinden nasıl çıkacağını anlamak ya da çözmek isteyen yine zihindir, ve o hep kendi içinde kalacaktır. Kalacaktır. Kesinlikle kendi içinde spiraller çizecektir. Çılgınca mutlu olacaktır, çünkü meşguldür, çünkü yapacak bir faaliyeti vardır. Şeyleri anlamaya, çözmeye çalışıyordur. Kendi kuyruğunu kovalayacaktır, ve günün sonunda, bitip tükenmiş bir halde diyecektir ki, “Gördün mü? Ben gerçekten bu konuda çok çalışıyorum. Övgüyü hak ediyorum.” Hayır! Sen vurulmayı hak ediyorsun! (kahkahalar) Sen, buna bir son verilmeyi hak ediyorsun. Ne demişler? Buda’yı sokakta görecek olsan, öldür! (Linda nefesini tutar) Kesin…

KERRI: Evet ya!

ADAMUS: Kesinlikle. Kesinlikle. Neden? Tek bir kelime. “m” ile başlıyor. (izleyiciler “Makyo!” der) Makyo! Makyo ve zihin; her ikisi de “m” ile başlıyor (makyo & mind).

Ruh şu an mevcut halde. Çağ bu, ve sizin yaşamaya başladığınız da budur. Ama bunu düşünerek gerçekleştiremezsiniz. Biz aslında size bundan nasıl geçeceğinizi öğretemeyiz. Ve aslında, bunu denemiyoruz bile. Buraya geliyoruz – biz, ben, diğerleri – bazı kelimeler söylüyoruz ve umarım bazı enerjiler geçip size ulaşıyordur. Umarım size ulaşan bir şey vardır. Dünya üzerinde yaşayan, Şimdi ânında mevcut olan ruhun zamanıdır.

Biimsel çevrelerde bugünlerde çok şey konuşuluyor. Onlar, şu inanılmaz keşifle – inanılmaz keşifle – ortaya çıkmaya başlıyorlar, yani herşeyin içinde yaşam gücü olduğu açığa çıkıyor. Herşeyde bilinç vardır. Bu aslında doğru değil. Pardon.

Örneğin onlar bir ışık fotonunda bile bilinç olduğundan söz ediyorlar, çünkü bilimsel deneylerde şimdi fotonları görüyorlar – minicik, minicik, minicik partiküller, temelde fiziksel olmayan partiküller – ve şaşıp kalıyorlar, çünkü bir an o partikül orada oluyor, sonraki an yok oluyor. Peki nereye gidiyor? Hemen yan kapıya, bir sonraki boyuta. Bunun, burada şu kapıdan çıkıp gitmekten hiç farkı yok … bunu bize gösterir miydin, Todd? Kapıdan çıkıp gider miydin? (Todd kapıdan çıkar) Güzel. Ve sonra biraz daha uzağa git. (kahkahalar)

LİNDA: Todd, Todd, Todd.

ADAMUS: Hıh, yeni-gelenler. (yoğun kahkahalar) Onlar (yeni olanlar) hep sıranın koridor tarafında oturuyorlar. Yeni-gelenler.

LİNDA: Üzgünüm. (Todd’un karısına hitaben)

ADAMUS: Böylece bu foton partikülleri gidip… (Todd’un karısı onu almaya gider) Cesur! Ve sevecen! (yoğun kahkahalar) Sen de mi oraya çıkmak istiyorsun?

Böylece… (hanımın kapıyı açamaması üzerine kıs kıs güler) Gördünüz mü? Dikkat dağıldı. Biz bundan geçen ay söz ettik. Küçük bir dikkat dağılımı, ah, işte o zaman daha kolay gelebilir ve … evet, yani teşekkür ederiz. Teşekkür ederiz. (Todd’un geri gelmesi üzerine izleyiciler alkışlar)

Böylece bu foton partikülleri gerçekliğe girip çıkıyormuş gibi görünüyorlar. Peki gerçeklik nedir? Onlar sadece bir sonraki boyutsal hale, bir sonraki gerçekliğe kayıveriyorlar. Bu, bir nefes almak kadar kolaydır. Ve Aandrah’nın gerçekleştirdiği çalışma nefes almakla ilgilidir. Diğer boyuta kayar ya da genişlersiniz. Tekil bir boyutta olmanın anlamı yok, bir dakikaya kadar bundan söz edeceğiz.

Böylece soru şu oluyor; bu fotonlar ya da herhangi bir atomaltı partikül, aslında bilince sahip mi? Hayır, hayır, hayır, değiller. Değiller. Onlar sizin bilincinize yanıt veriyorlar, ve bilimcilerin şu anda biraz yanıldıkları nokta da bu. Diyorlar ki, “Ha, bilinç ve ışık var. Biz bunu daha önce hiç bilmiyorduk, çünkü ben burada durduğum ve deneylerimi yaptığım zaman, bu fotonların gelip gittiğini ve garip şeyler yaptığını görüyorum. Onların bilinci olmalı.”

Hayır. Sizler, insanlar, bilince sahiptir. Diğer herşey bilince bir yanıttır. Herşey. Herşey. Başka insanlar (da mı), evet, ama bir an için onları kenara koyun. Diğer herşey, hayvan alemi, bitki alemi dahil, bunların hepsi sizin bilincinize yanıttır. Onları siz yarattınız. Bilinciniz çokboyutlu bir mıknatıs gibidir. Kendine çeker ve iter. Sağlamlaştırır, söker atar. Bu sürekli olagelir. Hemen şuradan geliyordur (birisini işaret eder).

LİNDA: Bu alkışa değer mi? (Adamus başını “Hayır” anlamında sallar) Değil mi?

ADAMUS: Hayır.

LİNDA: Ha.

ADAMUS: Böylece, sevgili dostlar, bilinç sürekli olarak bir şeyleri içeri getirir, bir şeyleri dışarı çıkartır. Şu anda benim söylediğim, Ruh’un mevcut halde olduğudur. Siz mevcut haldesiniz. Bu, nihayet bu çağda kendinize yaşayan bir Tanrı olma iznini vermenizle ilgilidir. Kavramsal bir Tanrı değil, zihinsel bir Tanrı değil, ama Ruh’un hemen burada mevcut olması. Bu çağın evrimi/gelişimi tümüyle budur.

Birçok insan sizinle tartışacaktır. Onlar sahip oldukları şeyi savunacaktır. Sizinle dalga geçecek, alay edeceklerdir, “Hah! Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsin?” Ama biliyor musunuz, er ya da geç size gelecekler – ha, ve bu şimdiden itibaren birçok yaşam sonra olabilir – ve sizin net olduğunuz şeyi, ışıdığınız, dışarıya yaydığınız şeyi tam olarak anlayacaklar.

Bazen kendinizden kuşku duyuyorsunuz. Hayır, değiştirin. Neredeyse her zaman kendinizden kuşku duyuyorsunuz. Ama haklısınız. Doğrusunuz. Doğru yoldasınız. Tam olarak nelerin olup bittiği hakkında sezgisel bir anlayışa sahipsiniz. Kuşku duyan zihindir. Zihin o zaman süzülüyor ve kirleniyor, ve geri çekilmeye çalışıyor, ve o zaman da siz gerçekten mutsuz oluyorsunuz. Kendinizi berbat hissediyorsunuz. Enerji düzeyleriniz kötü oluyor, sanki herşey parçalanıyormuş gibi görünüyor, o kuşku yüzünden. Ben bugün buna girmeyeceğim, aamyo hakkında zaten konuştuk.

Ama siz doğru yoldasınız. Hiç kuşkusuz, gerçekten, kesinlikle gerçekten, ve komik olan şu ki, bunu biliyorsunuz. Biz burada böyle oturduğumuz zaman, sizi daha fazla makyo ile doldurmak yerine, makyo’yu soyup atmaya çalışıyoruz. Burada kafayı işin içine sokmak yerine, maskaralık yapıyoruz ki nihayet devam etmenizi sağlayabilelim, “Biliyordum! Ben bunu hep bildim! Lanet olsun! Neden kendimden kuşku duydum ki?” Kuşkulanmaktan vazgeçtiğiniz an, bu çok daha kolay, çok daha eğlenceli hale gelecek.

‘Ruh şu an Mevcut’un kesinlikle keyfini çıkarmaktan sizi alıkoyan nedir? Onu arabanızın arkasında kocaman bir stiker olarak göremediniz mi? Ruh Şu An Mevcuttur – o anda giden arabada. Tişörtünüzde – Ruh Şu Anda Mevcuttur, o iğrenç tişörtünüzü giymiş bu bedende. Ruh şu an Mevcuttur, hemen beyninizin üstündeki o beyzbol kasketinde – “Ruh şimdi beynimde mevcut. Beynimin Ruh’u itip uzaklaştırmasına ihtiyacım yok.” Ruh, bu güzel Şimdi ânında mevcuttur.

Peki, soru şu, buradan oraya nasıl gidersiniz? O sıçrama nedir? Eh, aslında gerçekten (böyle bir sıçrama) yok. Peki sonra ne yapacağız? Ruh’u beden içinde nasıl mevcut kılarsınız? Sizler yeni bilincin öncülerisiniz, ancak yine de tam gaz yaşamıyorsunuz, hâlâ yüksek çözünürlükte yaşamıyorsunuz. Onun birazını her gün azar azar özümsüyor, bazı eski engelleri aşıyorsunuz, ama bunu nasıl yaşarsınız? Eh, siz … (birisi “Nefes” der) Nefes alırsınız! Onu bütünlersiniz! Onu bütünlersiniz.

Bütünleştirme

Şimdi, ben mektuplar aldım – ruhsal mektuplar, enerjisel mektuplar – “Ben nefes yapıyorum, ama hiçbir şey olmuyor” diyen. Yanlış. Yanlış. Ve nasıl nefes aldığınıza ya da ne kadar nefes yaptığınıza ya da yapmadığınıza kaygılanmayın bile. Bir şey oluyor. Zihin bunu ille de görüyor olamayabilir, çünkü zihin Ruh’u hiç göremez. Zihnin Ruh ile bir deneyimi olacaktır, ama onun (Ruh’un) senin yaşamında meydana gelen, bedeninde meydana gelen çalışmalarını algılayamaz, Mary.

Bu garip bir şeydir. Diyorsunuz ki, “Eh, ben nefes alıyorum ama hiçbir şey olmuyor.” Eh, oluyor. Olan hemen orada, ama onu görmek için kendinize izin vermiyorsunuz. Ve bu oluyor. Yaşamınızdaki saçmalıkları silkip atıyor, ki istediğiniz az çok buydu. (kahkahalar) Ve bu direkt bir etkidir, ki bundan bir dakikaya kadar söz edeceğiz. Peki ama bunu nasıl gerçekleştirirsiniz? Bütünlenme. Mutlak bütünlenme.

Bu, Ruh’u şu anki mevcut âna bütünlemekle ilgilidir. Bu, nefes aracılığıyla, sadece bir an durup, sadece o arayı verip, Ruh’un, sizin, hayatınızda mevcut olmasına – geçmişte değil, gelecekte değil, başka bir zamanda değil – hiç kuşku duymadan izin vermek aracılığıyla Ruh’u yürekten davet etmekle ilgilidir. Hiç kuşku duymadan. Hâlâ içinizde, herşeyden kuşku duymanız gerektiğini söyleyen o mekanizma, o hipnotize edilmiş mekanizma var. Onu analiz etmek zorundasınız, sanki bilgisayarınızdaki bir yazılım virüsü gibi, “herşeyi kontrol etmem gerekiyor.” Hayır gerekmiyor. Ve diyorsunuz ki, “Yaa evet, ya aptalca bir şey yaparsam?” Onun aptalca olduğunu kim yargılayacak?

Ve bazılarınızda şöyle bir eski program var… (abartılı şekilde göz kırpar) dur, bunu bir kez de kamera için yapayım (yeniden göz kırpar) …  bazılarınızda olan ve “Ben şunu şunu yapamam, çünkü ya aptalca bir şey yaparsam” diyen o eski programlama. Orada eski kayıtlarınız var.

Bazılarınızda o kayıtlar epeydir devam ediyor. Bazıları, sürekli bir yanlış arıyor, bunu diğer insanlara göre daha fazla yapıyor. Biz bundan Sedona’daki Simya Okulu’nda söz ettik. Sürekli bir tarama hali. Sürekli… bu bir hipnozdur – “Bir şeyin yanlış olduğuna inanmak zorundayım,” böylece beyniniz sürekli tarayıp duruyor. Her yellendiğinizde, yanlış bir şey var diye kaygılanıyorsunuz. Bu doğaldır! (kahkahalar)

LİNDA: Pardon? Neydi bu?

ADAMUS: Bu insana ait bir kelime değil miydi? (gülme efekti oynar) Her gaz salıverişinizde, endişeleniyorsunuz. Görüyor musun, bu kulağa aynı güzellikte gelmedi. Evet, geğirmek. Gaz çıkarma, diyorum ben buna hep. Dizinizde küçük bir ağrı olduğu her sefer ya da bir şeyi hatırlamadığınızda – ah, şeyleri hatırlamadığınız o anları kutsayın, kesinlikle doğru yoldasınızdır – ama o zaman kaygılanıyorsunuz, çünkü o yazılım devrededir. O yazılımı kapatabilir misiniz. Kesinlikle kapatabilirsiniz.

Böylece şimdi, “Bunu nasıl gerçekleştiririz? Nasıl gerçekleştiririz” dediğimiz noktaya geliyoruz. Bütünleme. Nasıl bütünlersiniz? Sadece derin bir nefes alırsınız. İçinde bulunduğunuz ânın tadını çıkartırsınız. Onu düşünmekten vazgeçersiniz. Sadece güvenli alanda olmanıza izin verirsiniz. Koşmaya gerek yok … herkes şimdi, “yanlış olan ne” ya da “kuşkulanmam gereken şey nedir” diyen o zihin taramalarını kapatsın. Onları sadece kapatıverin. Ben Aandrah’nın öne gelmesini isteyeceğim, ve biz biraz müzik çalacağız, sadece güzel olduğu için, küçük bir dikkat dağıtıcısı, ve biraz bütünlenme gerçekleştirelim. Ruh şu an mevcut.

Bu arada, Ruh’un içeriye gelmesini talep etmenize gerek yok. Ruh kapıda bekliyor, uzun süredir. Tanrısallığınız, sadece davet etmenizi bekliyor, ama siz evin içinde çılgın bir şapkacı gibi koşturup, “Ne yanlış? Ne yanlış? Ne yanlış? Ben kapıda şu varoluşu hissediyorum, yanlış bir şey olmalı. Gelip beni götürecekler” deyip duruyorsunuz. Hayır! O sadece içeri gelmek isteyen ruhunuzdur.

Ve sonra, bunu duyduğunuz zaman, “Hazır mıyım, bilmiyorum. Herşeyi temizleyebildim mi bilmiyorum. Bilmiyorum … evim derli toplu mu? Konukları içeri alabilir miyim? Çay yapmam gerekiyor mu? Ne…” diyorsunuz. Ah! Sevgili insanlar, derin bir nefes alın ve sadece Aandrah ile bütünleşin.

Aandrah, sende. (bazı alkışlar)

(MÜZİK BAŞLAR – “Lemurian Home Coming” Anders Holte – http://www.shaumbrashoppe.com/p-1509-lemurian-homecoming.aspx)

AANDRAH: Bu an size ait. O sizin yaratımınız. Alıp kabul etmeye istekli misiniz?

Şimdi sizi, bedeninizin gevşediğini hissederken, buna izin vermeye davet ediyorum. İzin verin.

Bunu sadece hissedin. Müziğin sizi nasıl (içinizde) aşağılara, aşağılara indirebildiğini farkedin. Daha derine, daha derine. Aşağı inin.

Bu müzik nefesle (Mısır’da) Kral Odası’nda yaratıldı. Sizin içinizde muazzam bir oda var. Şimdi orada oturur musunuz … derinlikte … özün derinliklerinde. Bunu hissedin … bu nefis, mükemmel yeri … derin ve sakin. Burnunuzdan nefes alırken, aşağıya akın … taa aşağıya.

Bunu hissedin, çünkü sizin havuzunuzda, sizin özünüzde, huzur var. Zihnin hayal edebileceğinin ötesinde bir huzur. Sükunet. O sükunette, Ruh sizi bekliyor.

Her bir nefesi alıp kabul etmeye gönüllü müsünüz, derinlere aksın, derinlere, derinlere, derinlere…

Sadece alıp kabul edin. Sadece alın … bu sevgi sağanağını … şefkat sağanağını.

İstekli misiniz? İstekli misiniz? Salıverin. Salıverin. Sükunet … sükunet … çünkü beden alıp kabul ederek,  kendi ruhunuzu okşayarak ve sonra salıvererek nefes alabilir.

Nefes alın ve kabul edin. Nefes alın ve salıverin. Bu aşk ilişkisinin gelişmesine izin verin.

Nefes alın, çünkü Ruh burada çevrenizde ve sizinle. Bunu hissedin … bu büyük aşkı.

Şimdi çok derin nefesler alın. Yumuşakça … yumuşakça … yumuşakça. Daha derine ve daha derine. Bunu … sizi okşamak isteyeni hissederek.

Nefes alın … nefes verin … çünkü her bir nefes bir davettir … Ruh’un gelmesine davettir. Olduğum herşey … olduğumuz herşey.

Nefes alın ve kabul edin. Derine, derine … sizin mucizenizin derinliklerine.

Her seferinde bir nefes. Her seferinde bir nefes … akan bir titreşim, yaşayan bir öz haline gelin, insan ve Ruh, öylesine birleşmiş, öylesine mükemmel.

Beni mi soluyorsun, sevgili Ruh? Ben mi seni soluyorum?

Derinlerde … derinlerde oturuyorum, benim özümde, çünkü biz her nefesi birlikte alıyoruz … bizim kokumuzu.

Bu tanrısal yaratımın, siz ve sizin bu özünüzün kokusunu alıp kabul etmeye istekli misiniz?

Evet, evet.

ADAMUS: Şimdi Aandrah, bu bir süredir derin derin düşündüğün bir şeydi, mm, bunu yapmaya hazır olduğundan pek emin değilim. Pekâla, diyelim ki, böyle ilerlemiş bir grupla, aydınlanmış bir grupla, nasıl nefes yaparsın, kelimeler olmadan nasıl nefes yaparsın?

Bunu burada denemene izin vereceğim. Müzik devam edecek. Ha, sana birkaç ipucu vereceğim. Bu gözlerde gerçekleştirilir. Jestlerle (işaretler, el kol hareketleri) gerçekleştirilir. Bedendeki nefes hareketiyle gerçekleştirilir, ama kelimeler olmadan.

Peki devam et.

(Aandrah sessizce bazı jestler yapar, müzik devam eder)

Ve şimdi, müzik olmadan, kelimeler ve müzik olmadan bir grupla birlikte nasıl nefes alırsın? Bu, bu grupla oldukça kolay.

(Aandrah grupla birlikte nefes alırken uzun bir sessizlik olur)

Çok güzel, büyülü bir an. Teşekkür ederiz.

Ah. Ah, görüyor musunuz, Şimdi ânında mevcut olan bilincin – Ruh’un – kelimeler kullanmaya ihtiyacı yok. Ha, kelimeler bazen iyidir. İnsanlar onları duymayı gereksiniyor. Aandrah son zamanlarda bunu merak ediyordu. Kelimelerin ötesine nasıl geçersin? Müziğin ötesine nasıl geçersin?

Eh, özellikle aydınlanmış bir grupla birlikte olduğunda, ama bu herkesle de gerçekleştirilebilir, kelimelere gerek yoktur. Bilinç başka bilinçlere doğrudan yanıt vermeye başlar, o anda herhangi bir enerjiyi çağırmaya bile gerek yoktur. O büyülü bir an haline gelir. Enerjiyi bile çağırmaya kalkmazsın. Hiçbir şey yapmaya çalışmazsın. Enerji, nefesi, bilinçten bilince (olan iletişimi) onurlandırarak ve ona saygı göstererek bir kenarda durur.

Mm, bu şaşırtıcı bir şey oldu. Birdenbire Aandrah sizinle, siz de onunla birlikte nefes aldınız, tek bir kelimenin edilmesi gerekmedi. Herhangi bir enerjiye ya da maskaralığa ya da başka bir şeye gerek yoktu. Müzik yoktu.

Bu çok güzel bir şeydir. İşte bu, Ruh’un o an mevcut olmasıdır, tüm o şamataya gerek kalmadığında, o karmaşıklığı soyup attığınızda, netliğe, berraklığa girdiğinizde. Ah! Teşekkür ederim, sevgilim. (Adamus derin bir nefes alır)

Derin nefes, ahhh. Aşıp gidin.

Dışarıya Ne Yayıyorsunuz?

Bir sonraki (konu), berraklık, netlik. Ben bundan daha önce söz ettim, ve size soracağım, mesajınız nedir? Mesajınız nedir? Dışarıya ne gönderiyorsunuz? Oraya ne yayılıyor? Paul, nasıl bir mesaj iletiyor, ışıyor, aktarıyorsun?

PAUL: Herşey yolunda.

ADAMUS: Herşey yolunda. Yolunda mı? (Paul evet anlamında başını sallar) Güzel. Güzel. Aslında buna inanıyorum.

Şu anda dışarıya ne yaydığınızda net olmak önemli, çünkü bu oturumun başında söylediğim gibi, elde ettiğiniz şeylere bir bakın. Elde ettiğiniz şeylere bir bakın. Bu(nlar) yanlış falan değil. Tam olarak dışarıya yaydığınızı, ilettiğinizi, geri alıyorsunuz.

Ama dışarıya ilettiğiniz, ağzınız ve kelimeleriniz vasıtasıyla yayılmıyor. Doğrusunu isterseniz, insanca kelimelerin çoğu gerçekten anlamsız. İnsanların konuşmalarına ve söyledikleri şeylere kulak verdiğimde, hiçbir şey söylemiyorlar. Bu sadece o zihinsel döngü, şu dönüp duran şey, alanı doldurma, oraya bir makyo yerleştirirlerse – sadece ruhsal şeyler bile değil, herhangi bir şey – onu sadece ifade ederlerse, bilirsiniz işte, kelimeleri söylemekle sanki iyi bir iş çıkarttıklarını düşünüyorlar.

Böylece size soruyorum, dışarıya ne koyuyor, ne iletiyorsunuz? Neyi ifade ediyorsunuz? Buradan (kalp) gelen şey ne – buradan (kafa) değil, ama şuradan (kalpten) ne geliyor? Kendi sözlerinizi dinlemeye başlayın ve sonra da susun. (kahkahalar) Konuşmaktan vazgeçin.

Öyle çok gevezelik ediliyor ki. Ve gevezeliklerin çoğu, makyo dışında, nedir biliyor musunuz? Öyküler. Öykülerin ne olduğunu biliyor musunuz? Geçmiş. Biliyorsunuz, öyküler işlemden geçirilmeyi talep eder. Öyküler enerji çalar. Eski öyküler, kurban olma öyküleri, bunlar fazlasıyla sürüp gidiyor. İlle de sizde değil belki ama çoğu insanda, çok saçmalık sürüp gidiyor.

Dışarıya nasıl bir mesaj ilettiğinizin berraklığı ya da netliği olmadığında, bir varsayım moduna giriyorsunuz. Ve hak ettiğiniz şeyi alıyorsunuz, ki bu da fazla değil. Fazlasını hak etmiyor, ve  elde etmiyorsunuz. Bu komik olabilirdi ama … Çünkü zihin gevezeliğini sürdürüyor. Konuşmadığınızda bile, net olmayan, çokça bulanık, karışık olan bir gevezelik zihinde devam ediyor, ve Gizem Okulları’nda gerçekleştirmeye çalıştığımız şeylerden biri de, biraz netlik kazanmaktır. Bu her zaman kolay değil, ama temel şeylere inebilmek. Ve çoğu kez de biz temel şeylere inmeye çalışırken insanlar hâlâ kendi makyo’larında oluyorlar. Ve onlara bir Adamus ödülü vereceğimi düşünerek makyo demeçlerle geliyorlar, ve sonra (ödülü) alamıyorlar.

Ama, sevgili Şambra … (Linda’ya döner) Bu kostümünle bugün bir ödül alman gerekirdi. Evet. Evet ya. (alkışlar) Evet.

Böylece, çoğu zaman aslında net bile değilsiniz, ve bunu düşündüğünüz zaman daha da karışık ya da bulanık bir hal alıyor. Ama dışarıya ışıdığınız şey budur, ve şeyleri yaşamınıza çeken budur.

Pekâla, dışarıya ne yayıyorsun, Bonnie?

BONNIE: Işık olmasını isterim.

ADAMUS: Hayır, onun ne olmasını istediğin değil; sen ne yayıyorsun? Ve mikrofona ihtiyacımız olacak. Bir an için Bonnie ile uğraşacağız.

Pekâla, dışarıya ne yayıyorsun? Ne olmasını istediğin değil, ama şu anda ne iletiyorsun? Diyelim ki ben sadece bir varlığım ve insanca kelimeleri hiç anlamıyorum. Benim için onların hiçbir anlamı yok. Çok uzaklardaki bir gezegenden geliyorum. Enerjisel olarak ne iletiyorsun? Bilincin vasıtasıyla ne iletiyorsun?

BONNIE: Peki, eğer ışık değilse, aydınlıktır.

ADAMUS: Şu anda bunu mu iletiyorsun? Ben bir uzaylı olsaydım, hiç Dünya’da bulunmamış, ve seni göremiyor, duyamıyor olsaydım, hissedeceğim bu mudur? Sadece senin özünü hissediyor olsaydım; onun aydınlığını mı (hissederdim)? Ve yaşamındaki herşeyin aydınlık olduğunu mu.

BONNIE: Ben… ee evet.

ADAMUS: Makyo. Üzgünüm, ama öyle. Bu, ve eğer sen burada çıplak olamayacaksan başka nerede çıplak olabilirsin ki? Birçok insanın…

LİNDA: Gerçekten mi? Bunun cevabını istiyor musun? (kahkahalar)

ADAMUS: Ve Bonnie, bu özellikle sen değil, ama bir dolu insan dışarıya korku yerleştiriyor. Bu sürekli iletiliyor, korku ve çelişki, korku ve engeller, kuşkular ve özdeğer eksikliği.

Şimdi zihnin düşünüyor olabilir, “Evet, ama ben üniversiteye gittim ve doktora yaptım, ve harika bir işim ve ailem var.” Onlar senden nefret ediyor. (kahkahalar) Yani zihnin seni aldatıyor. Senin gerçekte yaydığın şey – sen değil, ama insanların yaymaya yatkın olduğu şey – bu tür bir korku, güvensizliktir. Üstelik bu iyi günde yayılan şeyler. Çoğu zaman sadece anlamsız, karmakarışık laflar yayıyorlar. Dışarı yayılan sadece bu çarpıtma, bu enerjisel çarpıtma oluyor, çünkü onların bilinçleri bozulmuş, çarpıtılmış halde. Dışarıya ne yaydıklarından en ufak bir fikirleri yok, onun için de sadece bozulmuş, çarpıtılmış şeyleri yayıyorlar. Bu sanki sürekli dışarıya giden bir sinyal gibi, anlamsız, ama zaman ve mekân işgal ediyor, ve emiyor … enerjiyi saptırıyor. Enerjiyi emmiyor, ama saptırıyor.

Böylece, dışarıya gerçekten yaydığın nedir? Bonnie, ben seninkini her yerde görebiliyorum. Her yerde hissedebiliyorum. Sana söylememi ister misin?

BONNIE: Evet.

ADAMUS: Arzu. Arzu. Senin öyle sevecen arzuların var ki. Öyle büyük arzuların var ki, üstelik sen olsan buna ışık arzuları derdin. Ama senin dışarıya yaydığın şey, arzu. Üzgünüm, ama bir muhtaçlık hali – ve sen bu konuda tek değilsin, salon bu insanlarla dolu – ama bir tamam-olmama hali… yaşamından daha fazlasını elde etme arzusu.

Bunu yapabileceğimizi sen bana söyledin. Sen bunu benden istedin. Bugün seni seçmeyeyim diye bana neredeyse sus payı ödeyecektin. (kahkahalar) Üzgünüm. Gerçekten büyük miktarlarda olmadığı sürece rüşvet almıyorum.

Pekâla, o arzu. Ve sen izliyor – bana çok kızabilirsin, gözlerini kapat, istediğin şeyi yap – ama yaşamındaki saatlerin ve dakikaların geçip gitmesini izliyor ve diyorsun ki, “Lanet olsun, buraya bir amaçla geldim, ve o amacı bulmaya çok zaman, çok para harcadım, peki o şimdi nerede? Ne zaman gelecek? Onu nihayet anlamam için ölüm döşeğinde mi olmam gerekiyor?”

Yani Bonnie, sen arzu yayıyorsun. Arzu yayıyorsun. Ve bunun ne olduğunu farkettiğini anlarsan – zihinsel olmadan – onu aslında tamamlanmış olma haline dönüştürebilirsin. Aslında ruhun şu anda yaşamında mevcut olmasına sahip olabilirsin. Bunun, Ruh’la tamamlanmamış romantik bir ilişki, uzak bir ilişki olması gerekmiyor. Bu hemen burada, hemen şimdi olabilir.

Pekâla, mikrofonu geri verebilirsin, ya da onu bana atabilirsin.

Dışarıya ne yayıyorsun, Kerri? Benim buradan geleceğimi biliyordun ve dedin ki, “Adamus, lütfen bu tarafa gel ve benimle konuş.” Dedin ki, “Benim kapımda beliriver.” İşte geldim sevgilim. Buradan nereye gideceğiz?

KERRI: Ben… herhalde güvensizlik.

ADAMUS: Güvensizlik.

KERRI: Evet.

ADAMUS: Evet. Bırak da hissedeyim. Bu bir … öncelikli şey bu değil. Birincil şey senin … sen kendine güvenmiyorsun. Şu dinamik güce sahipsin ve onu serbest bırakmaya korkuyorsun. Onun tüm dünyayı ve insanlığı ve arkadaşlarını ve diğer herkesi yok edeceğinden korkuyorsun. Onun için de kendini geri tutuyor ve bir dolu başka bahane buluyorsun, ama gerçekte dışarıya yaydığın şey, “Ben kendimi frenleyeceğim. Kendimi baskı altında tutacağım.” Ve onun için de kendini frenliyorsun ve elde ettiğin de tam olarak bu – hiçbir şey – çünkü kendini tutuyorsun. Peki onun çıkmasına izin verseydin ne olurdu?

KERRI: Nasıl peki?

ADAMUS: Farketmez diyerek! Umurumda değil (diyerek). İstediğin şekilde. Ben… ben …

KERRI: Ben ölesiye yorgunum zaten! Biliyor musun, gerçekten?! (birisi “İşte geliyor. Dikkat et” der, kahkahalar) Bu sanki, siktir git, tamam mı (demek) gibi!? Siktir git! Bu boku duymaktan bıktım! Geri tutmak istemiyorum, ama sanki, hele önce diğer herşeyi bir halledeyim de öyle (gibi hissediyorum)…

ADAMUS: Neden?

KERRI: Bilmiyorum. Bilmiyorum.

ADAMUS: Korkuyor musun?

KERRI: Of!

ADAMUS: Pısırıklık mı. Hayır, ben burada onu kızgınlık yoluyla çıkarmana yardım ediyorum. Bana gerçekten çok kızmanı sağlıyorum.

KERRI: Gerçekten sinirimi tepeme çıkarttın! Demek istiyorum ki…

ADAMUS: Hayır, yalancıktan öfkeliymiş gibi yapıyorsun. Öfkeyi taklit ediyorsun.

KERRI: Kendimi geri tutuyorum ama. Tutuyorum.

ADAMUS: Evet ya, görüyor musunuz? Kendini geri tutuyor. Onu gerçekten serbet bırakmak istiyor. Bir saniye ayağa kalkar mısın lütfen?  Bunu yapacağımızı biliyorsun. Onu burada salabilir misin? Burası en kolay yer. Ve bana mikrofonu ver, çünkü bu acıtabilir. (kahkahalar) Sadece bırak çıksın, Kerri, herkesin önünde. Sadece bırak çıksın. Onu frenleme.

KERRI: (bağırır) Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa! (izleyiciler onaylar ve alkışlar)

ADAMUS: Biraz pısırıkça. Evet. Ah, siz kolayına kaçıyorsunuz, sevgili dostlar. Bu iyi değildi. Bu bir… hadi gel, buradan, çıksın gitsin. Onu bir kez salıverdin mi, biraz da öfkeyle mizahı birleştirerek salıverdinmi, kendini frenlemeye artık gerek kalmaz. Hadi bırak çıksın.

KERRI: Yani bu yeterince güçlü değil miydi? Ama bana gerçekten güçlü geldi. (izleyicilerden bazısı, sadece avaz avaz bağır, der)

Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!

Üzgünüm!

ADAMUS: Hayır, hayır, hayır. Bu… Joe diyor ki, bunu yaklaşık ayda bir kez duyuyormuş. (kahkahalar)

KERRI: Hayır, o kutsal.

ADAMUS: Hadi şunu gerçekten yapalım. Seninle birlikte yapmamı ister misin? Gerçekten?

KERRI: Hı hııı.

ADAMUS: Tamam. Pekâla. (birisi, “hepimiz yapalım” der) Hadi hep birlikte yapalım! Kesinlikle. Üçe kadar sayınca – bir, iki, üç… (herkes bağırmaya başlar) Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!

Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa

Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa! Daha iyi. Daha iyi. Güzel. Güzel, teşekkür ederiz. Teşekkür ederiz. (izleyiciler onaylar ve alkışlar)

Pekâla, sevgili dostlar… teşekkür ederiz. Teşekkür ederiz. Gördünüz mü, burada (kafa) olmak yerine, ki öyle olmaya yatkınsınız, biliyorsunuz, sadece… bırakırsınız çıkar. Onu avaz avaz salıverirsiniz. Ve özellikle de… herşeyi frenlemeye çalışıyorsunuz. Dışarıya yaydığınız şeyin özü bu ve tam olarak bunu elde ediyorsunuz – geri tutma. Geri tutma.

Gerçek şu ki, çok da uzun olmayan bir süre önce dediniz ki, “Yaşamım koca bir geri tutuş gibi. Herşey şu bekleme, gelişmeme sürecinde.” Bırakın çıksın.

Böylece, sevgili Şambra, dışarıya ne yayıyorsunuz? Orada ne var? Burada (kafa) olan değil, o netlik ne?

Şimdi, bunu gerçekten bir ya da iki kelimeye indirgeyebilirsiniz, ve ne olduğunu bilirsiniz. Şimdi, buna zihninizle yaklaşmaya, yolunuzu düşünerek bulmaya çalışırsanız, olmayacaktır. Kendinize soruyorsunuz, Ben Ben’im’i, “Nedir?” Bırakın gitsin, yanıt size gelecektir. Size sizin yanıtınız gelecektir.

O nedir? Dışarıya korku mu yerleştiriyorsunuz? Geri tutma mı? Arzu mu? Bu çok basit kavramlardan herhangi birini mi. Dışarıya ne yayıyorsunuz?

Şu anda bu önemlidir – ve ben sizi ne kadar kışkırtmam gerekiyorsa o kadar kışkırtacağım – dışarıya neyin gittiği hakkında net olmak önemlidir, çünkü o sadece dışarıya gitmiyor; buraya da giriyor. İçinizde olup bitiyor. Dışarıya giden o frenleme, ya da arzu mesajının aynısı, şu anda tüm Bilinç Bedeninizde de meydana geliyor. O bunu duyuyor. Bunu duyuyor. Ve mesaj budur. O küçük zihin mesajlarını almıyor. Duymuyor … Bilinç Bedeniniz sizin kelimelerinizi duymuyor. Hiç. O şuradan gelen hissi alıyor.

Böylece, kendiniz için oraya ne yerleştiriyorsunuz? Ve bir kez bu konuda gerçekten net olmaya başladığınızda ve bunu aslında seçebileceğinizi anladığınızda – bunun varsayımla gerçekleşmesi gerekmiyor ve dışarıya iletilenin de o karmaşık, anlamsız lafları eden varlık olması gerekmiyor – enerjisel olarak çok verimli, etkin olmaya başlarsınız.

Şu anda, bazen açıklanamaz işler ve oraya buraya saptırılmış enerjiler yüzünden muazzam miktarda enerji tüketiyorsunuz. Bu sanki çok tıkalı olup da aslında hiç akmayan bir otoyol gibi. Her yöne giden arabalar, ansızın bitiveren yollar, aynı noktada aynı zamanda kesişen yollar. Az çok buna benziyor. Enerjisel bir karmakarışıklık.

Gerçekten, gerçekten, gerçekten, gerçekten net olmaya başladığınızda, onu traşlamaya başladığınızda, Todd’un sözünü ettiği gibi bir kitapla, makyo’yu çıkartarak, dışarıya gerçekten yerleştirdiğiniz şey nedir? Ve bu kendinize karşı katı olmak ya da kendinizi yargılamakla ilgili değildir. Bu, kendinizin farkında olmaktır, çünkü o az sayıda sözcüklere indirgeyebileceğiniz şey, tam olarak her bir parçanızın duyduğu şeydir. Ruh’un şu an mevcut olmamasına neden olan şey tam olarak budur. Ruh’un kendini geri çekmesine sebep olan ya da Ruh’u bir mesafede tutan, tam olarak budur, çünkü bir parçanız şunu yayıyor, “Ben hazır değilim. Hazır değilim. Hazır değilim. Hazır değilim.” Bu hipnoz gibi. Sonra her bir parçanız da buna uygun olarak yanıt veriyor ve buna inanmaya başlıyor. Sonunda o çok kısıtlı, tamamlanmamış, gerçekleşmemiş hayatı, ve şu anda aşmak istediğiniz bir hayatı boyluyorsunuz.

Berraklık, Netlik

Bütün bunlarda bir mesaj var. O netliğe ulaştıkça – “Aslında ne iletiyorum?” – onu değiştirebilirsiniz. Onu değiştirebilirsiniz. Buradan (kafa) değil, ama buradan (kalp). Burası (kafa) az çok işin içindedir, ama siz hissi değiştirirsiniz.

Ben Aandrah’nın burada o nefesi kelimeler olmadan yapmasını istedim, çünkü kelimelere ihtiyacınız yoktu. Birden onunla birlikte, ya da o sizinle birlikte nefes almaya başladınız, nefesleriniz birleşti. Netliğinizi ve dışarıya ne yaydığınızı anlamak da aynı şekildedir.

Örneğin, diğer insanlara, çevrenizdeki dünyaya, ve kendinize “arzu” mesajını yayıyor olabilirsiniz. Bunu bir kez farkettiniz mi, “Hayır” deyin. O arzu mesajını hissedin. O belli bir, sanırım melankolik diyeceğiniz hisse sahiptir, ama bir süre sonra eskimeye başlar. Arzunun doğası, sizin sanırım sahte bir aşk ilişkisi dediğiniz türdendir ya da duyusaldır, ama bir süre sonra çok can sıkıcı olur.

Yani ne iletmek istiyorsunuz? Gerçekten ne hissedeceksiniz? Bu, arzu yerine tamamlanmışlık (ya da kendini gerçekleştirme) hali olabilir. Ve bunu hissederseniz – düşünmek değil, bin kez bir kağıda yazmak değil, etrafta koşuşturup herkese bundan söz etmek değil – ama hissetmek, “Tamamlanmışlık nedir? Ruh’un hayatımda mevcut olması nedir? Bu nasıl bir his?” İşte o zaman olmaya başlar.

O zaman zihniniz bile az çok bunu kabul etmeye ve “Bu oldukça güzel” demeye başlar. Ve zihin bunu yaptığı zaman, o zaman zihin Bilinç Bedeniyle bütünlenmeye başlar. Ve ansızın net olmaya başlarsınız, ve birdenbire kendinize çektiğiniz de bu olmaya başlar – tatmin olmuş herşey, tamamlanmış herşey, sadece o dans için, o kutlama için burada olan herşey. Eksik olduğu ve düzeltilmesi, değiştirilmesi gerektiği için burada olmayan, sadece varoluş içindeki Ruh olduğu için burada olan.

Çokluk

Kont St. Germain olduğum yaşamımda, deniyordu ki, ve bu genelde doğruydu, bir elimle bir mektup yazabiliyor, diğer elimle bir müzik parçasını, bir senfoni ya da operayı notaya geçirebiliyor, iki ya da üç kişiyle de sohbet edebiliyormuşum, üstelik (bunların hepsini de) uyurken yapıyormuşum.

LİNDA: Yani sen bir kadındın. (yoğun kahkahalar ve alkış)

ADAMUS: Bırakmadın ki bitireyim… hiç şikayet etmeden.

LİNDA: Aaaaaa! Aaaaaaaa! Aaaaaaaaaa! Aaaaaaaaa!

(izleyiciler hem güler hem yuhalar)

ADAMUS: Yuhalamanız gerekmiyor… o kumandada yuhalama düğmesi yok. Şunu demek istedim, bunların hepsini yaşamımın her ânının mutlak keyfini çıkartarak (gerçekleştirmişim). Ve bu kısmen, genelde doğruydu.

İşte buradasınız, çok tekil, bazen belki ikili varlıklarsınız. Arabayı sürerken cep telefonunuzla konuşabiliyorsunuz, ki bazen buna şaşıyorum. Ama bir ya da iki iş yapabiliyorsunuz – telefonda konuşurken yemek yapabiliyorsunuz. Belki bilgisayarınızda bir şeyler yazarken müzik dinleyebiliyorsunuz. Neden? Neden? Çünkü o şekilde programlanmıştınız, çünkü enerji hatları, akış, Bilinç Bedeninizdeki enerji dağılımı o şekilde oluşturulmuştu.

Bu yanlıştır. Aynı anda birçok şey yapamamanız için hiçbir neden yok. Şimdi, belli fiziksel kısıtlamalar var, ama belki de yoktur.

Böylece, sevgili Şambra, bunların hepsini toparlayacak olursak, bugünkü konuşmamızın ana fikri, sizin çoklu-yeteneklere sahip çok-boyutlu varlıklar olduğunuz, ama kendinizi geri tuttuğunuzdur. Sadece tek bir şeyi burada, öbür şeyi orada yapıyorsunuz. Zaman ve mekânı devreye soktunuz ve bunların hepsini şimdi parçalamak zamanıdır. Öteye geçmek zamanı. Çok şeyi (aynı anda) yapmaya başlayabileceğinizi farketmek zamanı.

Pekâla, ev ödevi. Ben Şambra’ya sık sık ev ödevi vermiyorum, ama ev ödevi. Birçok şeyi (aynı anda) yapmaya çalışın. Eve gidin, arkadaşlarınızla çalışın, bir grupla çalışın, bunun sadece kişisel bir şey olması gerekmiyor. Aynı anda kaç şey yapabilirsiniz?

Örneğin bu gece, bir yandan sohbet ederken ve sosinizi yerken, bir yandan da dans edebiliyor musunuz? Şimdi zihin diyor ki, “Eh, herşeyden önce, bunu yapmamalıyım. İkincisi, belki yapamam.” Ama kesinlikle yapabilirsiniz. Siz bu Yeni Enerjide olmak istiyorsunuz. İstiyorsunuz ki… Ruh şu an mevcut. Ruh’un aynı zamanda sadece bir ya da iki şey yapmaya ihtiyacı yok.

Bu başlarda pek yapılamaz ya da kullanışsız gelecektir. Her iki elle yazmaya ya da bir elle (bilgisayarda) bir şey yazarken öbür elle tümüyle farklı bir şey yapmaya çalışın. Başlarda çok garip gelecektir, ama er ya da geç Tobias’ın sözünü ettiği o “haa” ânına ulaşacak, ve yaşamın çok sınırlanmış, çok kısıtlanmış, çok dualite içinde yaşamak olduğunu farkedeceksiniz. Artık böyle olması gerekmiyor. Tüm o şeyleri aynı anda yapmanın ne kadar eğlenceli olacağını bir hayal edin.

İşin sırrı şu. O şeyi yaparken düşünemezsiniz, yoksa iş görmeyecektir. Onu düşünecek olursanız, ve “Ben dikkatimin yarısını şuna ve çeyreğini buraya ve diğer çeyreğini de oraya vereceğim” demeye çalışırsanız dağılacaktır. Bu iş görmez. Zihin programlanmış, aynı zamanda sadece bir-iki şey yapmaya hipnotize edilmiştir.

Gerçek şu ki siz şu anda çok şey yapıyorsunuz. Sadece burada oturmuş beni izlediğinizi, yuhaladığınızı düşünüyorsunuz, ama aslında çok şey gerçekleştiriyorsunuz. Elbette gözleriniz farkındalıkta, ve iskemlelerde oturuyorsunuz, bedeninizin bir kısmı bedeninizin dengesini koruyor, bilirsiniz, iskemlede dik oturmanızı sağlıyor. Yani tüm bu faaliyetler var.

Bir dolu başka faaliyet de sürüyor. Bilinç çalışması var. Şu anda spiral şeklinde genişleme çalışması gerçekleşiyor. Şu anda bazı salıvermeler gerçekleşiyor. Bazı kısımlarınız şu anda başka potansiyelleri araştırıyor; şu anda yarının potansiyellerini araştırıyorsunuz. Sadece bunların farkında değilsiniz. Yani siz çoklu işler görüyorsunuz.

Ve onunla birazcık oynarsanız – aynı zamanda hem (bilgisayarda) hem de (kağıda vs) yazmaya ya da iki, üç, dört farklı şey yapmaya çalışın – bu size garip gelecek ve herhalde bana yine söveceksiniz. Ama birdenbire birçok şeyin olageldiğini ve yapabileceğiniz çok daha fazla şey olduğunu farkedeceksiniz. Enerjilerinizle çok daha verimli, etkili hale gelebilirsiniz. O zaman o gerçekten muhteşem yaratılarınız için, ya da sadece mutlu olmak için, Dünya’da Ruh ile birlikte tam bir mutluluk içinde var olmak için, o enerjileri özgürleştirebilirsiniz. Bir şey yapmanız gerekmediğini farkedersiniz. Benzetme şu, nefes almak için kelimelere bile ihtiyacınız yok. Bazen, belki bir şeyleri harekete geçirmeye yardımcı olur, ama sonra kelimeleri bile bırakabilir ve düşünmeyi salıverebilirsiniz.

Böylece, sevgili dostlar, kutlama zamanınız geldi. Sevgilim (Linda’ya hitap eder), bugün çok çekici görünüyorsun. Evet, evet. (alkış) Ve şunu da söylemem gerekir ki, o muhteşem hanımefendinin tasarımcısı seni görseydi çok etkilenirdi. (ekrana bir havai fişek gösterisi gelir) Frederic Bartholdi, Özgürlük Anıtı’nın mimarı, yaptıklarından etkilenir ve onur duyardı. (alkış)

Böylece, sevgili dostlar, büyük bir kutlama yapın. Ve hatırlayın, tüm yaratımda her şey yolunda.

Ve öyledir.