• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

(BİR SONRAKİ) Dizisi ŞAUD 7: “Özgürlük Açmazı”

ŞAUD 7: “Özgürlük Açmazı”

KIRMIZI ÇEMBER MATERYALLERİ

(BİR SONRAKİ) Dizisi

ŞAUD 7: “Özgürlük Açmazı”

ADAMUS’un katılımıyla, Kanallık, Geoffrey Hoppe

Kırmızı Çembere sunulmuştur

5 Şubat 2011

www.crimsoncircle.com –   http://kirmizicember.org



Ben o Ben’im.

Ben o Ben’im, ama ben kimim? Hmm! (kahkahalar) Böyle bir soru. Böyle bir soru.

Ben kimim? Ben rol yapan Cauldre, nam-ı diğer Geoffrey Hoppe miyim? O asla bu şekilde rol yapmaz.

Ben kimim? Güzel soru. Ben Saint Germain miyim? Geçmişte Saint Germain ile çalışmış olanlarınız açıkçası bundan kuşku duyuyor ve sorguluyor.

Ben Adamus muyum?

Ben kimim? Ben Linda mıyım? Bazı günler evet.

Sevgili Şambra, Ben o Ben’im. Ve ben Adamus’um, ve ben Saint Germain’im, ve ben Geoffrey ve Linda ve tek tek her birinizim. Ben sizin geleceğinizim. Beni çağırdınız, onun için uzak bir zamandan, gelecekteki potansiyel bir zamandan geldim, küçük metal bir gemiyle değil, ama belki bir ışık içinde. Sadece belki.

Ben sizin geçmişinizim, kısmen sizleri önceden tanıdığım için, kısmen sizi bildiğim ve geçmişinizi bildiğim için. O veçheleri ve bedenlenmeleri biliyorum. Böylece ben sizin geçmişinizim, ve bu en zorlu olandır.

Ben rüyalarınızım. Kuşkularınızım. Korkularınızım. Ben sizim. (durur ve birisinin not defterine neler çizdiğine bakar) Hmm, güzel. Gösterebilir miyim? Evet küçük kırık bir yumurta. Ne kadar da özel. Bayıldım.

Ben sizim. Ben Şambra’yım. Ben enerjiyim, şu anda dünyada uyanmaya başlayıp da farklı bir yanıt arayanların bilinciyim. Ben Adamus’um, gerçekten de. Ben Saint Germain’im. Ama herşeyden çok, ben tek tek her birinizim, çünkü öğrenci çağrıda bulunduğu zaman, içindeki öğretmen ortaya çıkar.

Ben sizim. Ben kafanızda duyup da pek emin olmadığınız kelimelerim. Ben sizin sezginizim. Onunla zaten bağlantı kuruyorum. Ben geleceğin potansiyelleriyim. Ben, sizi tekrar tekrar taciz etmeyi sürdüren o geçmişim. Ben o Ben’im. Tek tek her biriniz için buradayım, yolun her bir adımında.

Bu alışılmadık bir grup – bugün burada bulunanlar, bizi dinlemekte, daha sonra okuyacak olanlar – alışılmadık bir grup, çünkü sizler ne istediğinizi biliyorsunuz, ama bu sonradan bulutlanıyor ve karışıklaşıyor ve bulanıklaşıyor. Siz nereye gittiğinizi tam olarak biliyorsunuz – kendinize, egemenliğinize, bağımsızlığınıza (gidiyorsunuz) – ama yolda giderken bu bazen birazcık bunaltıcı ve kafa karıştırıcı bir hal alıyor. O zaman kendinizi ortaya çıkartıyorsunuz bir Yükselmiş Üstat biçiminde… bu terimden çok hoşlanmıyorum. Başka bir insan üzerinden kendinizi ortaya çıkartıyorsunuz, mesaj vermek ya da kanallık yapmak denen bu işlemin olmasına izin verecek bir insan üzerinden. Ama bildiğiniz gibi, o sizsiniz. O sizsiniz.

Bugün bazılarınız merak ediyor, önünüzde duran bu varlık da kim? Bu bir maskeli balo mu? Bir oyun mu? Kısmen. Kısmen, çünkü, bakın, siz yanıtlara sahipsiniz. Onlara güvenmiyorsunuz, tüm o seslerden kafanız çok karışıyor, kendi veçheleriniz sizinle eğleniyor, kafanızı karıştırıyor, böylece siz de kanallık denen bu şeyi yapan bir insanı ortaya çıkartıyorsunuz, ama o aslında sizsiniz.

Sonunda buna ihtiyacınız kalmayacak. Sonunda ben bu şekilde burada olmayacağım. Burada oturan siz olacaksınız. Grupların önünde duran, konuşan, siz olacaksınız. Bunu kendi sesinizle, kendi bilgeliğinizle gerçekleştireceksiniz. Biraz korkutucu. Biraz korkutucu. Ama aamyo ânına girmenize izin verir, ona nefesinizi üfler, onu hissederseniz – korkutucu değildir. Bilgelik zaten orada. Yanıtlar zaten orada. O insan o kuşkudan kurtulduğunda ancak, insanoğlu bu tür bir gösteriye, ben buna gösteri diyeceğim, bu tür bir güvenceye ihtiyaç duymaktan vazgeçtiğinde, işte siz o zaman bunu gerçekleştireceksiniz.

O gün, meleklerin kutlama yapacağı gün olacak. Kutlayacaklar çünkü o zaman benim bu kadar sık buralara gelmem gerekmeyecek, ve kutlayacaklar çünkü bu, insanlık büyük bir adım attı demek olacak. Gerçekten de başka bir insana güvenebiliyor olacaklar. Bir insanın kusurlarla ve korkularla dolu olması gerekmediğini anlayabiliyor olacaklar. Bir insan aynı zamanda hem tanrısal hem de insan olabilir, ve Yeryüzünde yürüyebilir.

Böylece öğrenci çağrıda bulunduğunda, içinizdeki öğretmen de ortaya çıkar. Ben o öğretmen değilim. Ben sadece bir aktörüm. Sadece bir aktör – sizin kelimelerinizi oynuyorum, sizin korkularınızı oynuyorum, sizin kendi erken gelişmişliğinizi oynuyorum – hepsi bu. Sadece kovboy gibi giyinmiş bir aktör. (kamera için poz alır) Böylece… evet, evet. O zorunlu fotoğrafı çektirmem gerekiyor. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim.

İnteraktif Spiritüellik

Pekâla, sevgili Şambra, burada olmakta olan, özel bir şey. İnteraktif (etkileşimli, birbirini etkileyen) spiritüellik. (birisinin şapkasını alır) Az çok oturdu, öyle değil mi! (kahkahalar) İnteraktif spiritüellik. Bu farklı, çünkü çoğu insan hâlâ gidip de bir vaizi dinlemeye alışık, belki gözleri kapalı kanallık yapan birini dinlemeye alışık, sadece dinlemeye alışık. Ama burada bir etkileşime sahibiz, çünkü bu sizin gösteriniz. Bu sizin hayatınız. Sizin deneyiminiz. Bazı insanlar gerçekten bunu kaldıramıyor. Kuşku duyuyorlar. “Peki ama, bunun spiritüel olması gerekmiyor muydu? Hepinizin om-laması ya da zikir yapması ya da oradaki bir varlığa saygı dolu bir övgü düzmesi gerekmiyor muydu?” Hiç de değil. Bu interaktiftir. Daha önce de söylediğim gibi, sizler spiritüel korsanlarsınız. Off! Off! (kahkahalar) Evet, evet. Off! Teşekkür ederim. (şapkayı geri verir) Teşekkür ederim.

Pekâla, sevgili Şambra, evet, geçen ay öğrendiğimiz gibi, dışarıda bundan hoşlanmayan, insanların kurallara sahip olması gerektiğini, saygılı olması gerektiğini, ve kendi tapınma biçimlerini uygulamaları gerektiğini hisseden insanlar ve gruplar var. Şambra gibi bir grup insanın nasıl bu kadar kanun tanımaz olabileceğini anlayamıyorlar. (birisi “Evet!” diye bağırır, kahkahalar ve tezahürat) Ve onlar için bu şu anda iş görmüyor. Sizin için, görüyor. Ah, zaman zaman (herşey) biraz karman çorman oluyor. İster insan biçimi içinde böyle bir toplantıda olalım, ister öbür taraftaki bir toplantıda, zaman zaman (ortalık) biraz karışıyor. Ama bu iyi bir şeydir. Düş kırıklıklarınızı, duygularınızı ifade etmenize izin veriyorsunuz. Onları baskılamaya kalkmamayı, bir modele ya da kalıba uydurmaya çalışmamayı öğrendiniz.

Ah, bu, egemen olmanın başlangıcıdır. Eğer kızgınsanız, kızgın olmanıza izin vermek. Eğer mutluysanız, gülmenize izin vermek. Eğer üzgünseniz, o kederi yaşamak. Her ne hissediyorsanız onu hissetmek, artık yapay bir kalıp, gerçekten hakiki olmayan bir kişilik yaratmaya çalışmamak.

Böylece, dünyanın her yanındaki, bu gezegenin her yanındaki insanlarla bağlantı kurduğumuz bu aamyo ânında derin bir nefes alalım.

Hadi derin bir nefes alalım…

(duraklama)

Cauldre’nın az önce değindiği gibi, siz şu anda herşeyi hissediyorsunuz, ve önemli olan neyin size ait olduğunu neyin olmadığını saptamaktır. Gaia’dan neler hissediyorsunuz? Çünkü Gaia, Ekvador’da keşfettiğimiz gibi, gerçekten değişiyor, salıveriyor.

Bu ay Mısır’daki ayaklanmalarda sadece birkaç bin ya da belki onbin, yüzbin ya da daha fazla insan ayaklanmıyor. Mısır’daki Eski Enerji tapınakların duvarlarından, topraktan, havadan salıveriliyor. Orada derin ve güçlü olan atalardan kalma karma, aile karması, aynı aileye tekrar ve tekrar ve tekrar bedenlenmek, hepsi salıveriliyor. Toprağa gömülü milyonlarcası, milyonlarcası ve milyonlarcası şimdi yüzeye çıkıyor ve salıveriliyor.

Bu ilginç bir olgu (fenomen). Toprakta ruh enerjileri var – bu günlerde Dünya’da fiziksel bir bedenlemeye sahip olmayan eski enkarnasyonlar, bunlar biraz daha kolay salınabilir – ama binlerce ve binlerce ve binlerce yıldır toprakta, tapınaklarda, duvarlarda tıkanıp kalmış olanlar şimdi yüzeye çıkıyorlar. Haberlerde gördükleriniz buzdağının sadece ucu. Şimdilerde gitmekte olan, (orayı) terk etmekte olan milyonlarca varlığı görmüyorsunuz. Onlar başka alemlerde kendilerini yeniden bir araya topluyorlar. Ruhları öylesine parçalanmıştı ki – bir parçası burada, bir parçası toprakta, Yakın Dünya boyutlarında dolanıp duruyorlardı – ve onlar şimdi kendilerini yeniden bir araya topluyorlar.

Daha zor olan durumlar ise geçmiş yaşamında, diyelim Mısır’da yaşamış ve şimdi aynı zamanda yine fiziksel bir bedenlenmeye sahip olan varlıklarla ilgili. Onların enerjilerinin ya da bilincinin bir bölümü toprakta gömülüydü; şimdiyse o fiziksel bedenlenme kendisinin kadim ruhsal enerjisiyle bağlantı kuruyor, böylece o ruh enerjisi için gitmek zorlaşıyor. Ve bugünkü insan bedenlenmesiyle eski veçheler arasında bir tür çatışma meydana geliyor. Eski veçheler gitmek istiyor, ama bugünkü bedenlenme diyor ki, “Ben daha hazır değilim. Bu topraklara bağlıyım. Aileme ve işime bağlıyım. Ne kadar berbat olursa olsun ben ona bağlıyım.” Bu eski bir gelenektir, Tanrı’ya şükredin ki – yani kendinize şükredin ki… (Adamus güler) bu bir şakaydı. (bazı gülüşmeler) – sizler geleneklerden, eski kalıplardan kopuyorsunuz. Birçok durumda bunu gerçekleştirmek zordur, çünkü, eh, eski kalıplar ve gelenekler rahattır. Ayrıca bir dolu suçluluk duygusu da içine örülmüştür – zaman içinde birlikte yolculuk ettiğiniz ve bu yüzden onlara bağlı olduğunuz aile üyelerinin suçluluk duygusu – ama o eski geleneğin büyük bir bölümünü salıvermeyi öğreniyorsunuz.

Bu yıl izleyin. Zaten gördünüz. Bunun dünyaya nasıl yayıldığını izleyin. Bu Tunus’ta ve Mısır’da ve Ürdün’de oldu ve hükmetmenin ve gücün ve yapılanmanın ve geleneğin eski kuvvetleriydi. Onlar diyor ki, “Biz bunu hep böyle yaptık. Şimdi neden değiştirelim ki?” Ama buna adeta engel olamıyorlar.

Buna adeta engel olamıyorlar, çünkü birisi dünyanın her yanına yolculuk etti, gruplarla buluştu, egemenlikten, bağımsızlıktan söz etti, kendini özgürleştirmekten söz etti, ve topraktaki, lahitlerdeki, tapınaklardaki enerjiler bunu hissedip de “Salıverilmek zamanı geldi” dediği zaman, bunu gerçekleştirirler. Gerçekleştirirler. Böylece alt akıntılardaki bu devasa enerjiler salıveriliyor, gidiyorlar, onlar kendilerine, kendi gerçek doğalarına geri dönüyorlar. Bunun Dünya’ya dağıldığını göreceksiniz. Birisi her yere yolculuk edip bu eski, sıkışıp kalmış enerjilere (artık) gidebileceklerini söyledi. Peki bu kim olabilir? Bazı grupların size biraz sinirlenmesine hâlâ şaşıyor musunuz? Ben hiç şaşmıyorum.

İnsanlar Ne İstiyor?

Böylece bugün bir… (Cauldre’nın, üzerinde bir futbol takımının logosu olan içecek kutusuna bakar) Eski gelenek, olamaz. (kahkahalar) Ve Linda, mikrofon ve Adamus Ödülleriyle hazır olursan lütfen. Biz bugün biraz spiritüel sosyoloji yapacağız.

Evet, burası bir sınıf, böylece…

LINDA: Ben hazırım.

ADAMUS: Pekâla, bir an için kitle bilincini hissetmenizi istiyorum. Kitle bilincini hissedin. Insanları. İnsanların arzularını. İnsan zihnini. Bir an için kitle bilincini hissedin.

Derin bir nefes alın. Oraya gitmenize izin verin, zihninize değil, kalbinize.

(duraklama)

Kitle bilincini hissedin. (bir pencereden geçer) Bugün dışarıda güzel kar var. O kitle bilinci nasıl hissediliyor? (odadan çıkması üzerine izleyiciler tepki verir) Sessizlik, sessizlik; burası bir sınıf. İnsan bilinci.

(duraklama)

Pekâla, kitle bilinci neye benziyor? Ne hissediyorsunuz? İnsanlar ne istiyor? (yeniden görünür, başında bir şapka vardır) Onun (Geoffrey) bir kovboy gibi giyindiğini görüyorum, bari bir kovboy gibi de şapkam olsun.

Pekâla, insanlar gerçekten ne istiyor? Kim yanıtlayacak. Linda mikrofonu alıp gönüllüleri seçecek.

LINDA: Elinizi kaldırmazsanız ben seçeceğim. Ha güzel.

ADAMUS: İnsanlar ne istiyor?

ŞAMBRA 1 (hanım): Sevgi.

ADAMUS: Sevgi.

LINDA: Sev-v-g-i.

ADAMUS: Sevgi. Sevgi mi istiyorsun, sevgilim?

ŞAMBRA 1: Baş edebileceğim kadarını.

ADAMUS: Ah, ah! Gel bana. (onu kucaklar, kahkahalar) Evet, insanlar sevgi istiyor. Sevgi garip bir şey. Ben aslında bu kelimeden hoşlanmıyorum, çünkü beslenme anlamına gelmeye başladı. Görev ve kontrol, çokça kontrol anlamına gelmeye başladı. Kaçınızın şöyle diyen ana-babanız oldu, “Seni seviyorum – tutsağım benim! – ama… bunu seni sevdiğim için yapıyorum.” Kaçınızın şöyle diyen eşleri ya da partnerleri oldu, “Seni seviyorum, bu yüzden benim için bir şey yapman gerekiyor.” Peki, güzel, sevgi. Sonraki?

LINDA: Bu bir Ödül hak ediyor mu?

ADAMUS: Sana söylerim. (kahkahalar)

LINDA: Ha, teşekkür ederim.

VINCE: Kontrol. Biz borçları, kabahatleri kontrol etmek istiyoruz. Durumu kontrol etmek istiyoruz.

ADAMUS: Kontrol. Mükemmel. Kontrol. Bu garip. İnsanlar hem kontrolden nefret ediyor hem de kontrole bayılıyor. Aşk-nefret ilişkisi, ve biz bir dakikaya kadar bundan söz edeceğiz, ama evet, çokça kontrol. Evet.

ŞAMBRA 3 (hanım): Özgürlük.

ADAMUS: Özgürlük. Güzel. Başka? İnsanlar gerçekten ne arzuluyor? Neye doğru çabalıyorlar? (birisi “barış/huzur” der) Barış, huzur. Evet. Barış, huzur. Elizabeth.

ELIZABETH: Güvenlik.

ADAMUS: Güvenlik.

ELIZABETH: Güvenlik. Sadece kendilerini güvende hissetmek istiyorlar.

ADAMUS: Güzel. Sonraki?

LINDA: Sart’ın bilge irfanına ihtiyacımız var.

SART: Yeni bir Cadillac. (yoğun kahkahalar)

ADAMUS: Bebelerin ağzından. Cadillac. Güzel, güzel. Bu bir mecaz – eğlenceli ama bir mecaz – hayatta biraz daha iyi bir şey istemek. Daha büyük, daha güçlü insanlar olmayı istemek. Kesinlikle. Linda mikrofonu getirecek. Evet.

ALAYA: Ben insanların bilmek istediğini hissediyorum. Biliş istiyorlar. Bilmek.

ADAMUS: Biliş. Gerçekten de.

ŞAMBRA 4: Geleceği bilmek istiyorlar, ne olacağını.

ADAMUS: Haa, geleceği okumak istiyorlar. (bazı gülüşmeler) Evet ya. Neler olacağını bilmeye nasıl da bayılıyorlar. (tahtaya yazar) Ben buna geleceği okumak diyeceğim. Kulağa kehanetten daha basit geliyor. Kehanet (sözü) kulağa biraz daha sofistike, karmaşık geliyor.

Hayır, insanlar gerçekten bilmek istiyor. Neden yıldız fallarını (horoskop) okuyorlar? Neden, söyledikleri doğru değil de daha çok yanlış çıkan falcılara, okuma yapan psişik insanlara gidiyorlar? Hepiniz daha sezgiselsiniz, ve aslında okuma yapan o insanlardan spiritüel sezgisellik bağlamında daha mantıklısınız. Neler olacağını anlamak için çok akıllı olmanız gerekmiyor. Ben sizin için bir okuma yapabilir ve aşkınızı kaybedeceğinizi, düş kırıklıkları yaşayacağınızı, yaşamınızda sorunlar olacağını söyleyebilirdim, sonra da şeyler olurdu. Bunu yapmak çok kolay, çünkü bunlar insan doğasının kalıpları. Evet, ve sonra siz zengin ve ünlü olursunuz ve… evet, evet. Peki, sonraki.

DANIEL: Birçok insan kurtarılmak istiyor. Kurtuluş.

ADAMUS: Kurtuluş. Mükemmel. Ben bu noktada bir dakika için geleceğin okunmasına geri geleceğim.

Peki, ortalama bir insan geleceği gerçekten bilseydi ne yapardı? – herşeyden önce, belirlenmiş bir gelecek olduğunu varsayardı, ki yok. Sorunun bir bölümü buradan kaynaklanıyor. Ama diyelim ki bunun haritasını çıkartabiliyor ve birisine hayatının sonraki beş yılı boyunca neler olacağını tam olarak söyleyebiliyoruz. Bununla başa çıkabilirler mi? Hayır. Hayır. (birisi, “Genellikle bir yerden patlak verir” der) Bir yerden patlak verir, ve sonra da zaten olmaz. Ve o zaman da kesinlikle doğru olmayan bir şey onaylanmış olur – yani bir yazgının olduğu, herşeyin zaten planlı oldu ve gerçekleştiği, oysa değildir.

Ruh bu kadar gaddar değil. Tanrı böyle çarpık bir mizah anlayışına sahip değil. Ruh tek tek her birimize kesin egemenlik, kesin bir seçim yapma hakkı verdi. Ama garip bir nedenden ötürü ortalama insan, bir tür genel bir yapının, yukarıda bir tür bir plan olduğuna inanmaktan hoşlanıyor. Yok. Ben onu aradım. Yok. Geleceğin kayıtlarını tutan öyle büyük bir salon falan yok. Olacakların tüm bilinen bilgisini içeren öyle büyük bir gezegen falan yok. Yukarıda oturup da Dünya gezegeninde ya da başka herhangi bir yerde bundan sonra neler olacağını belirleyen öyle yargılayıcı bir melekler grubu yok. Ben her yere baktım ve hemen buradan başka geleceği içeren hiçbir yer bulamadım. Gelecek sizsiniz. Hepsi hemen burada. Hepsi hemen burada. (Edith, “Bizim seçimimiz” der) Sizin seçiminiz. Kesinlikle. Sonraki.

EDITH: Bu korkutucu.

ADAMUS: Korkutucudur! Evet.

LULU: İnsanlar hayatta kalmak istiyor.

ADAMUS: Onlar hayatta kalmak istiyor. Kesinlikle. Bu en temel güdülerden biri. Lemurya uygarlığında öyle bir noktaya gelindi ki, fiziksel maddeye bedenlenmiş olan insan melekler gerçekten hayatta kalmak istemediler. Burada olmak isteyip istemediklerini bilmiyorlardı. Ama Atlantis çağında bu tümüyle farklı bir kavram haline geldi – hayatta kalmak.

Hayatta kalmanın (sağ kalmanın) yiyecek anlamına geldiği açık. Hayatta kalmak sevgi anlamına geliyor. Hayatta kalmak yalın gereksinimler, sizi dışsal unsurlardan korur. Ama insanlar tarım konusunda daha üretken olmaya başladıkça, şimdi… ben bundan daha önce söz ettim – Dünya üzerinde yiyecek kıtlığı yok, hiç yok. Bunu gazetelerde okuduğunuzda, inanmayın. Yiyeceğin dağıtımında sorun var, politik sorunlar var, ama insanlar şu anda olağanüstü miktarlarda yiyeceği çok küçük, küçücük bir toprak parçasında yetiştirebilirler. Tarım ürünlerinde çokça kontrol meydana geliyor. Tohumların, şimdi gerçekleştirdiklerinden çok daha fazla büyüme yeteneği var, ama tohumlar insanın kişisel ve insanların toplu bilincine tepki veriyor, ve böylece, tıpkı insanlar gibi, onlar da yalnızca bu kadar üretiyorlar. Sizin DNA’nızı, enerjinizi, özünüzü içereceklerdir. Gübrelemek zorunda kalmadan olağanüstü güzel ekinler elde edersiniz, bitki böceklerine ve kuraklığa ve diğer unsurlara daha dirençlidirler. Yiyecek sorun değil.

Böylece insanlar hayatta kalmaya odaklı, ki bu da kendi içinde ilginç, çünkü bu modern çağda hayatta kalmak gerçekten oldukça kolay. Herşey var. Tüm araçlar, enerji, teknoloji – hepsi var. Ama o esirgeniyor. Hayatta kalma birçok ülkede, bu ülke dahil, sadaka verir gibi dağıtılıyor, yani sadece yeterince. Sadece yeterince. Atın önündeki havuç (gibi).

Sadece yeterince’den fazlası var. Ben şu öyküleri duyduğumda – “Dünyanın enerjisi tükeniyor” – gerçekten mi? Gerçekten mi? Tükenmiyor. Petrol tükeniyor olabilir, ama insanların petrolden vazgeçme zamanı zaten gelmedi mi? Daha basit olan o kadar çok teknoloji var ki. Soğuk füzyon bunlardan biri. Ve lütfen bana güneş ve rüzgar hakkında ders vermeye kalkmayın. Bu çok antika. Çok eski. Şu anda piyasaya çıkan öyle teknolojiler var ki, gerçekten sistemi altüst edecekler. Şu anda laboratuvar tezgâhlarında durup da yakın gelecekte ortaya çıkacak yeni teknolojiler var – sizin yakın geleceğinizde, benim değil; benim yakın geleceğim sonraki 500 yıldır, sizin yakın geleceğinizde – bu dünya tüm gereksinimlerini ve tüm üretimleri ve tüm insanları destekleyecek enerjiye fazlasıyla sahip olacak.

Bu dünya giyim için yeterli malzemeye sahip. Evleri ısıtmak için yeterli enerjiye sahip. İhtiyacı olan herşeye sahip. Yani bu hipnotik katman oraya yerleştirilmiş durumda – ve bazen siz, dostlarım, ona inanıyorsunuz – yani yeterince olmadığına. Yokluk çekeceğiz (diyorsunuz)… tuvalet kağıdının yokluğunu – uzun süre mutlu olmanızı sağlayacak kadar tuvalet kağıdı olduğunu garanti ederim. (kahkahalar)

Pekâla, evet, hayatta kalmak, ve ben durup özellikle şu maddeye işaret ediyorum (geleceği okumak), çünkü bu şu anda manipüle ediliyor; para yapmak isteyen, kontrolü elinde tutmak isteyen, insanları korkutmak isteyen insanlar tarafından manipüle ediliyor. Bunu yapmanın en kolay yollarından biri şunu demektir, “Yokluk çekeceğiz.” Oysa hiçbir yokluk yok. Lütfen buna inanın. Kendi hayatınızda buna inanın. Hiçbir şeyin yokluğunu çekmek zorunda değilsiniz. Hiçbir şeyin.

Ben bundan Sedona’daki atölye çalışmamızda daha çok söz edeceğim, enerjilere nasıl emredileceğinden, enerjiye nasıl simya uygulanabileceğinden. Enerji bir biçimden ötekine ve ötekine geçer durur, ve her insan tarafından dönüştürülebilir ya da değiştirilebilir ya da simyadan geçirilebilir. Ama kendinize inanmanız ve güvenmeniz gerekir, ve Merlin olduğunuzu farketmeniz gerekir. Merlin sadece enerjiyi alır ve onu bir halden ötekine değiştirirdi. Böylece asla hayatta kalmakla ilgili kaygılanmayalım, bu ama Şambra için geçerli.

En kötüsü nedir? En kötüsü – ölürsünüz! Evet, en kötüsü ölürsünüz, biz gelir bu tarafta büyük bir parti yaparız, ve sonra bir seçime sahip olursunuz, dahası için geri gitmek istiyor musunuz?

Bunu  daha önce söyledim, ama bazı yeni kişiler için ya da gelecekte bunu okuyacak olanlar için yeniden söylemek istiyorum. Ölmek, doğmaktan çok daha kolaydır. Sizler binlerce kez öldünüz, ve genellikle bilinciniz aslında siz ölmeden önce, birkaç gün önce ayrılır.

Şimdi, fiziksel varlığınız ve zihniniz hâlâ çalışıyordur. Çoğu insan hiçbir şeyden şüphelenmez, ama siz gitmeden önce gidersiniz. Ve eğer, “Hayır, bu bir araba kazası ya da âni bir kalp krizi” diye düşünecek olursanız; hayır, hayır, hayır. Zaten gitmişinizdir. O noktada gerçekten sadece fiilen devam ediyorsunuzdur. Bedeniniz hâlâ işlevini sürdürüyordur. Hayati organlar hâlâ oradadır ve siz az çok otomatik pilotta iş görürsünüz, ama zaten gitmişinizdir. Yeterince akıllı olduğunuz için, “gitmeden önce ayrıl”mayı bilecek kadar sık gerçekleştirdiniz bunu – yani öteye geçmeyi. (kahkahalar) Bu da bir başka tişört olur. Evet. Evet. Kimse neden söz ettiğinizi anlamayacak, yani bu… Evet, GK. Ah, Geleceği Kazan. Bu komikti.

Pekâla, sevgili Şambra, biz bazı şeyleri listeledik, bir ya da iki yorum daha alalım. İnsan bilinci: insanlar genelde gerçekten ne istiyor? Evet. Bu arada, ben sizin sözlerinizden esinleniyorum.

ŞAMBRA 8 (hanım): Eh, onlar hep sosyalleşmek istiyorlar.

ADAMUS: Sosyalleşmek. Evet, bu güzel. Bir topluluk istiyorlar. Topluluk. Topluluk yazabilir miyim?

ŞAMBRA 8: Evet.

ADAMUS: Güzel. Zaten öyle yazacaktım. Peki, topluluk, evet, ve bu da çok ilginç bir olgu. Ve aslında, bir açıdan ruhunuzun antitezi. Topluluk (olgusu) Atlantis zamanında çok önem kazandı – herşey için Atlantis’i suçladığımdan değil, ama bundan güzel filmler ve kitaplar çıkar. Yani Atlantis’te herşey çok toplumsal, ortak hale gelmişti. Hepiniz birlikte yaşıyor ve herşeyi paylaşıyordunuz – yemekleri, işi, çocukları, aileleri. Bu sanki işlevsel olmayan tek bir büyük aile gibiydi.

İnsanlar yalnız olmaktan korkuyordu, çünkü dışarda ya da içlerinde ne olduğunu anlamıyorlardı. Böylece (içlerine odaklanmak yerine) dikkatleri dağılsın diye komünal oluyorlardı. Komünal olmak (topluluğun bir üyesi olmak) bir noktaya kadar iyi idi, çünkü insanların işbirliği yapmasını sağlıyordu… birçok iyi şey yapıldı. Bu komikti. Evet. Yani işe yaramadı.

Böylece komünal olmak bir noktaya kadar iyi idi, ama bireyselliği yok ediyordu. Komünal olmak, birbirine yardımcı olmanın iyi bir yoluydu, ama aynı zamanda kitle bilinci ya da uç noktalarda hipnoz dediğimiz şeyin gelişmesine de katkıda bulundu, bir komün ya da topluluk içinde zihni psişik olarak ve enerjisel ve mekanik olarak programlamak çok daha kolaydır. Böylece siz sonraki 100.000, 150.000 yılı, bundan çıkmak için harcadınız, ve ben bir komün halinde birlikte yaşamaktan söz ettiğiniz zamanlar şaşıp kalıyorum. Bunun ne kadar süreceğini biliyor musunuz? Bir öğleden sonra kadar. (kahkahalar) Çünkü siz, Şambra, kendi egemenliğinizin ve kendi bireyselliğinizin peşindesiniz, buna can atıyorsunuz.

Şimdi, geçenlerde sizinki gibi yeni bir topluluk türünden söz ettim. Burada kurallar yok. Birlikte yaşamıyorsunuz. Kendi başınıza bağımsız egemen varlıklar olmayı öğreniyorsunuz, ama öykülerinizi birbirinizle paylaşıyorsunuz. Deneyimlerinizi paylaşıyorsunuz. Ve ister ayda bir kez bir araya gelin ister her altı ayda bir, o topluluk bir amaca hizmet ediyor. Ama komünler, o tür bir şey, hayır.

Sosyal etkileşim bir noktaya kadar iyidir. Sosyal etkileşimlerde şöyle bir yatkınlık söz konusu… tamam, bunun bir sosyal parçası var, ama benim gözlemlediğim, muazzam bir beslenme enerjisinin olduğu. Bu, insanların kabul görme ihtiyacından kaynaklanıyor.

İnsanlar kendilerini kabul etmiyorlar, onun için de bunu başka insanlarda, toplumda arıyorlar. Herşeyden önce kendi ana-babalarından kabul görmek istiyorlar; öğretmenlerinden; yaşıtlarından, arkadaşlarından. Kabulü dışarıda arıyorlar çünkü içlerinden gelmiyor.

Bir insanı gerçekten nasıl mutlu edeceğinizi bilmek ister misiniz? Onları kabul edin. Kabul sözcükleri söyleyin. Onay ve kabulün anlamı maaş çekinden daha fazladır. İnsanlar daha fazla maaş almaktan söz edip duruyorlar. Onları onaylayıp kabul edin; bunun anlamı çok, çok daha fazla. Çok daha fazla. Yani evet, topluluğa, kabule, dostluğa ihtiyaç var. İnsanların genelde hâlâ yalnız kalmaktan ödü patlıyor.

Bir ilginç olgu daha, biz Yükseliş Rüya Yürüyüşü sınıfını yaparken, katılımcıların karşılaştığı en büyük açmazlardan biri egemen olmak. Bizim Üçüncü Çemberiniz dediğimiz – ki bu tümüyle kendi-kendine-yetmekle igili bir mecaz – şeyi olmanın açmazı, ikilemidir, ve biz sınıfta bu noktaya geldiğimiz zaman, katılımcılar büyük bir seçim yapmak zorunda kalır, ve çoğu bu seçimi yapmıyor. Çoğu bu seçimi sallantıda bırakıyor, ama o onlara geri gelir. Ve onlar diyor ki, “Üçüncü Çemberde, ben oyum. Ben o Ben’im. Her gün ne yapıyorum? Ne yapıyorum? Arkadaşlarım kimler? Birlikte takılacağım başka Yükselmiş Üstatlar var mı? Hangi sorunları işlemden geçiriyorum ya da hallediyorum?” Buna katılan insanlar diyor ki, “Bu gerçekten kulağa sıkıcı geliyor. Sanırım yükselişimi bir 20 yaşam falan daha erteleyeceğim. Ben sadece insan olmamı mükemmelleştirmeye çalışayım.”

Ama gerçekten, kendinizi bir kez anladığınızda, takdir ettiğinizde, ve bir kez Ben’im’i anladığınızda, sıkılmakla ya da başka insanlarla ya da ne yapacağınızla ilgili kaygılanmanız gerekmeyecek. Zaman tümüyle bir yanılsama halini alır. Ve acaba, sadece kendinize aşık olduğunuzu ve bunun yeterli olduğunu hayal edebilir misiniz? Dışsal yansımalara, dışsal enerjilere ihtiyacınız olmadığını? Sonsuza kadar sadece kendinizle olmayı hayal edebilir misiniz? “Hayır, olamaz!” (bunu komik bir sesle söyler ve güler) Bana ve Kuthumi’ye ve diğerlerine meydan okuyan şeylerden biri de bu, çünkü siz o örtücü-katmana sahipsiniz. Bunu hiç hayal bile edemezsiniz. “Kim, ben sonsuza kadar benimle mi olacağım? Tartışacak kimse olmayacak mı? Birlikte gülecek kimse olmayacak mı? Hiçbir hedefin olmaması mı? Hiçbir amacın olmaması mı?” Ve sonra geri çekiliyorsunuz. Diyorsunuz ki, “Hm, belki de Adamus’un söylediklerinin o bölümüne inanmıyorum. Kulağa gerçekten sıkıcı geliyor. Orada, öbür tarafta bir faaliyetin olması gerekir. Herhangi bir şeyin. Güzel bir futbol maçı, ne olursa.

Böylece biz şu anda insan bilincinde hakim olan, insanların istediği on şey listeledik. Ve, elbette, daha bir dolusu var, ama bunlar aslında özetlemeye başlıyor.

Ben en önemli şey olarak neyi görüyorum? Söyleyeceğim, ve lütfen Adamus Ödüllerini şimdi hazır edelim. (Linda’ya hitaben) Buraya öne gelebilirsin.

LINDA: Peki efendim.

ADAMUS: Pekâla – ve bu belki de Dünya’da devam eden en büyük akımlardan biri, herhalde şeylerin bu şekilde meydana gelme nedenlerinden biri, ama aynı zamanda şu anki anlaşmazlıkların ve tıkalı enerjilerin de en büyük nedenlerinden biri – özgürlük.

LINDA: Aa.

ADAMUS: Adamus Ödülü. Evet. Pekâla, özgürlük. Ve bu o kadar açık ki, öylesine açık ki. (Linda Şambra 3’e Adamus Ödülünü verir) Teşekkür ederiz. (izleyiciler alkışlar) Ve bunların hepsi aslında doğru yanıtlar, ama benim bugün üzerinde konuşmak istediğim, özgürlük.

Özgürlük

Şu anda haberlerde ne görüyorsunuz? Özgürlüğe duyulan arzuyu. Herhangi bir meleksel varlık, doğası gereği, sonsuza kadar kısıtlanamaz ya da sınırlanamaz ya da kontrol edilemez. Er ya da geç içerdeki bir şey ortaya çıkar ve, “Ben özgürlük istiyorum” der. Bu aslında pek insandan değil de daha çok ruhtan gelir, ve ben bir dakikaya bundan söz edeceğim, ama onlar özgürlük isterler. İçerden bir şey yükselir, özellikle de onu başka insanlarda duyumsamaya ve hissetmeye başladıklarında. Bunu kendi çevrelerindeki havada hissetmeye başlarlar.

Aslında, Dünya – fiziksel Dünya – çok güzel bir biçimde şu anda özgürleşmeye başladı. Gaia, tıpkı herhangi biriniz gibi bir ruhtur, ruhu olan bir varlık – ruhu olan muhteşem bir varlık – fiziksel Dünya’nın sorumluluğunu üstlenmiş bir varlık. Ama onun bile zamanı doldu. O, buraya yapmak üzere geldiği şeyi tamamladı – yani bu Dünya’yı yaşayan bir gezegen, yaşanan bir alan haline getirdi. Ve bu tamamlandı. Gaia şimdi suyunu, havasını salıveriyor – o şekilde değil. (bazı kahkahalar) Suyu, havayı, ağaçları, balıkları, hayvanları teslim ediyor. Yani Gaia bile o özgürlüğü istiyor. Peki Dünya’daki insanlar ya da Dünya topraklarına gömülmüş olup da hâlâ Dünya’yı karışlayan, da denebilir, insanlar ansızın bunu havada duyumsarsa ne olur?

Özgürlük şu anda eşi benzeri görülmemiş şekilde bütün dünyaya yayılıyor. Ve biz onun üzerinde çalışmaya başlamıştık – yani biz hep onun üzerinde çalıştık – ama 1700’lerde tüm Avrupa’da özgürlük için büyük bir itilim oldu. Ve ah, bu benim ve birçoğunuzun işin içinde olduğu zorlu bir şeydi – Avrupa krallardan, kraliyet ailesinden, kontlardan, şövalyelerden, ve enerjileri kontrol ve manipüle edenlerden nasıl özgürleşecekti. Ve biz özgür bir Avrupa oluşturmaya çalıştık, ayrıca birçok politik sınırları özgürleştirmeye, eski enerjileri, bazı eski anlaşmazlıkları özgürleştirmeye çalıştık.

Ve şeyler pek de iyi yürümeyince, biz – biz derken benim o zamanlar birlikte çalıştığım düzenler, benim, birçoğunuzun – biz Amerika denen o yeri oluşturduk… ona Yeni Atlantis deniyordu, özgür Atlantis, özgür ülke – ayrıca Avustralya’yı da – özgür ülkeler olarak.

Ve çağrı yapıldığında birçoğunuz uzun, çok uzun zamandır Dünya’da görülmemiş yeni bir özgürlük biçimini deneyimlemek için buraya geldiniz. Bu bir dereceye kadar iş gördü. Şimdi bir sonraki özgürlük düzeyine geçiyoruz, ve bu tam anlamıyla bütün dünyaya yayılıyor. Ve insanlar özgürlüğü, içlerinde özgürlük arzusunu hissediyor, çünkü temel ihtiyaçlarının çoğuna sahipler. Hayatta kalabiliyorlar, ve bazılarının gerçekten de Cadillac’ları var. (kahkahalar)

Yani şu anda bu özgürlük bütün dünyaya yayılıyor. Peki bu neden özgürleşmek? Neden özgürleşmekti? Mikrofon?

LINDA: Sorun değil.

ADAMUS: Bugün hızlı olman gerekiyor.

LINDA: Aa tabii!

ADAMUS: O basit, basit yanıt. (birisi, “kontrol” der) Ne tür bir kontrol? (birisi “hükümet” der) Hükümet, vergiler.

LINDA: Mikrofonu kullanmalarını istiyor musun istemiyor musun?

ADAMUS: E koşman gerek! Evet. Elleri kaldırın, koş. (kahkahalar) Devam et.

MARC: Baskı.

ADAMUS: Baskı. Özellikle de ne tür bir baskı?

MARC: Dini.

ADAMUS: Dini, kesinlikle. Şimdi, buna bir yorumda bulunacağım. Benim dinle ilgili duruşum ya da tutumum sorgulandı, ve bu dinin ruhsal/spiritüel doğasıyla ilgili değildir, ama dinin kontrolcü doğasıyla ilgilidir. İnsan gruplarını din yoluyla kontrol etmek diğer herşeyden daha kolaydır. Bu yüzden de bu şu anda Dünya’da baskın. Bu yüzden de böyle zamanlarda dinler aslında daha da güçlenmeye çalışıyorlar. Birini kendi inançlarıyla korkutmak ya da kontrol etmek daha kolaydır, ve bu, burada yapmadığımız bir şeydir. Tek inanç… tek odak, herşeyin içinizde olduğudur, ve bu zorlu bir inanç ya da odaktır. Ama kesinlikle, dini inançlar.

Ve hepiniz bunu zaten biliyorsunuz, ama burada Dünya üzerinde meydana gelen savaşların altında yatan enerji nedir? Din! Bu savaşlar Tanrı adına, cennetin sancağı altında yapılıyor. Din. Şu anda Mısır’daki ve diğer ülkelerin bazısındaki durum, birçok dava, sonunda dine bağlanacak. Din, hükümetten daha güçlüdür, çünkü inançlarla uğraşır, ve insanlar fanatik bir hale gelir. Ve aslında insanlar organize olmuş ruhsal inançları, organize olmuş dini yapıları tercih ederlerdi, bir hükümet yapısındansa ona daha çok ihtiyaç duyuyorlar. Böylece aslında hükümetlerle dinlerin arası uzun zamandır açıktı – bazen garip bir arkadaşlık kuruyor, bazen de birbirlerine tamamen karşıt oluyorlardı – çünkü sonuçta dini kontrol hükümetten daha kuvvetlidir.

Peki, başka? Neden özgürleşmek?

LINDA: Mikrofon bende.

PATRICIA: Korku.

ADAMUS: Korkudan özgürleşmek. Evet, ve özellikle de ne tür bir korku?

PATRICIA: Her türlü.

ADAMUS: Her türlü mü? Bana üç tanesini söyle.

PATRICIA: Endişe, ki bu hayatta kalmakla bağlantılı olabilir.

ADAMUS: Evet.

PATRICIA: Onaylanma ihtiyacından özgürleşmek…

ADAMUS: Evet.

PATRICIA: … ki bu da hayatta kalmakla bağlantılı olabilir.

ADAMUS: Kesinlikle.

PATRICIA: Düşünceden özgürleşmek.

ADAMUS: Düşünce. Güzel, mükemmel. Peki, korkudan özgürleşmek. Bir dolu korku var ve korkunun her türlüsü var – kendini incitme korkusu; sahip olduğun herşeyi kaybetme korkusu. Bu arada, burada bulunanlarınızın bazısı bu konuda deneyimli. Siz herşeyinizi kaybettiniz, ve hâlâ buradasınız. Aslında herşeyi kaybetmediniz; sadece bazı eski algıları kaybettiniz. Peki, korkudan özgürleşmek. Kendi düşüncelerinden korkmak devasa ve güçlü bir şey.

En büyük korkulardan biri, başka bir hayatta yaşadığınız ıstıraplı, zor ya da meydan okuyucu şeylerin tekrarlanmasıdır. Bazılarınız ateşten korkuyor. Eh, direğe bağlanıp yakıldınız, yani bundan tekrar korkacağınız açık. Bazılarınız boynu vurulacak diye korkuyor – ne korkunç bir şey – çünkü bu daha önce oldu. Ya da hastalık korkusu. Bunlar veçhelerdir. Bunlar yeniden ortaya fırlayan eski öykülerdir. Yani evet, tamam. Birkaç tane daha alalım. Özgürlük. İnsanlar özgür olmak için ne istiyor?

LINDA: Koş, Forrest, koş! (kahkahalar)

MARY: Kendi gerçeğini konuşma özgürlüğü.

ADAMUS: Kendi gerçeğini konuşmak, evet, kesinlikle. Bundan birkaç dakikaya kadar söz edeceğim. Bu ilginç bir nokta. Bazı ülkelerde özgür konuşma hakkı garanti edilmiş durumda. Çoğu insan bunu hiç kullanmıyor. Ve sanıyorlar ki, özgürce konuşmak sadece birisine (bir el işareti yapar) diyebilmek ya da inançlarını ifade etmek. Doğrusu çok az insan özgürce konuşuyor. Nasıl konuşulacağını bilmiyorlar. Bu kendi başına bir sınıf konusu. Kendi başına bir tartışma konusu.

Çoğu insanın ağzından kafasındaki konuşmalar çıkabiliyor, ve çıkanın yüzde 90’ı da saçma sapan şeyler ya da çöp. Bu beyinlerinden geliyor. Beyin, kendi konuşmasını duymaktan hoşlanır, çünkü o zaman, beyin kendini duyduğu zaman, kendi kimliğini pekiştirir. Beyniniz sizin konuştuğunuzu duyarsa, “Gerçekten de akıllı olmalıyım, ve bu yüzden varım, çünkü kendimi konuşurken duyabiliyorum. Bu yüzden de beynim gerçek” dersiniz. Oysa çoğu çöptür. Gerçek konuşma kalpten gelir. Zihni içerir ve Bilinç Bedenini de içerir, ama kalpten gelir.

Biliyor musunuz, birisinin konuşmasını dinlerken, eğer bu kalpten geliyorsa esin vericidir, çünkü konuşmanın manyetik etkisini bedeninizde hissedebilirsiniz. Birisi kalpten konuştuğunda bunun kimyasal etkisini bedeninizin içinde hissedebilirsiniz. Ama eğer beyinden geliyorsa? (esner, kahkahalar) Ve sizi meşgul eder, bağlarlar. Sizi beyinden-beyine durumuyla bağlarlar, ve sizi de kendileri kadar zihinsel kılmaya çalışırlar, ve genellikle söylenenin tek bir kelimesini bile anlamadan çıkar gidersiniz, ya da bir tür çekişme yaşadığınızı, ya da sizin enerjinizi çaldıklarını hissedersiniz. Böylece, evet. Tamam, özgürlük.

Çok Önemli Bir Soru

İnsanlar özgürlük peşindeler. Doğası gereği her ruhu olan meleksel varlığın eninde sonunda özgürlüğe sahip olması gerekir. Eninde sonunda. Bugün bu grup ve dinleyen herkese soracağım soru… ve bu çok önemli bir soru, çünkü Dünya’nın nereye gittiğiyle, bu gezegenin buradan sonra nereye gittiğiyle çok ilgili. Ama şu anda tasarlanan, inşa halinde olan yeni Dünyalar üzerinde de çok büyük bir etkisi var, çünkü Dünya nasıl giderse tüm diğer Dünyalar da öyle gider. Bu tek Dünya’nın, insan (olma) deneyiminin peşinde olan tüm meleksel varlıkları kaldırması ya da misafir etmesi mümkün değil. Ve tüm meleksel varlıkların da yükselişe giden yolda insan deneyiminden geçmesi gerekiyor. Bu… buna (yükselişi gerçekleştirmenin) en kolay yolu denebilir. Gerçi çok kolay değil, ama yükselişin yolu bu – tümüyle bedenlenmek, tümüyle kendi içine girmek – böylece meleksi bir biçim içinde gazımsı bir madde falan değilsinizdir; siz aslında bunu yaşıyor ve deneyimliyorsunuz. Melekler gerçekten deneyimleyemiyor. Gerçekten deneyimleyemezler. Onlar – bunu nasıl söylerdiniz – şeyleri az çok duyumsayabilirler. Ama sadece burada Dünya’da, ve daha sonra da yeni Dünyalar’da yaşam deneyimlenebilir.

Böylece soru şu oluyor – ve bu çok önemli bir soru, ve umarım yanıtı sizdedir çünkü bende değil – insanlar özgürlüğe hazır mı? Evet diyorsunuz ama… çünkü sezgisel olarak diyorsunuz ki, “Eh, herkesin özgürlük hakkı olmalı,” ve bu doğru olabilir. Ama benim sorduğum şu, insanlar hazır mı, hemen şimdi, bu bölgede, bu zamanda.

Şimdi bir an için yeniden kitle bilincini hissedin. Kitle bilincini hissedin. Özgürlüğe hazırlar mı? (birisi “Hayır” der)

EDITH: Eh, sanki hazır olmak zorundalar gibi görünüyor.

ADAMUS: Mikrofon lütfen.

LINDA: Seve seve.

ADAMUS: Evet, pardon. Edith, evrendeki herkesin söyleyeceklerini duymasını istiyoruz.

EDITH: Özgürlüğe hazır olmak zorundalar gibi görünüyor.

ADAMUS: Belki, ya da değiller.

EDITH: Eh, özgürlükle nasıl başa çıkacaklarını öğrenemezlerse ortalık kesin duman olur.

ADAMUS: Güzel bir gözlem, ama biz şu anda Dünya’da… Tobias buna bir ayrılık noktası derdi, oradayız. Bu yüzden gerilimi hissediyorsunuz. Bu yüzden herşey belirsiz, muallakta görünüyor.

Peki, insanlar hazır mı – başka yorumu olan? – insanlar özgürlük için hazır mı? Ben sizlerden söz etmiyorum, insanlıktan söz ediyorum.

JOANNE: Ben olduklarına inanmıyorum. Onların kontrolden hoşlandığını düşünüyorum. Kendilerine güvenmek istemediklerini düşünüyorum, onun için de ne yapacaklarını hep bir başkasının söylemesini istiyorlar. Yani farklı bir özgürlük düzeyini istiyor olabilirler.

ADAMUS: Evet.

JOANNE: Çünkü şu anda bulundukları yerde, Mısır’da olduğu gibi, başka bir şey istediklerini biliyorlar.

ADAMUS: Aynen.

JOANNE: Ve ona bu şekilde ulaşacaklar.

ADAMUS: Güzel bir nokta. Bir şey istediklerini biliyorlar. Mısır’ı örnek olarak kullanacağız, çünkü ben orada yaşadım ve oraya gitmek üzereydim. Ama ellerine ne geçecek? Önümüzdeki birkaç ayda neler olacak? Ve biz bu yüzden bunu bugün tartışıyoruz, çünkü burada gerçekleştirdiğimiz bile bilinci açıyor. Pekâla, Vince?

VINCE: Bir şey elde edecekler, ama acaba dine dayalı bir yönetim (teokrasi) gibi farklı bir kontrol biçimi mi olacak?

ADAMUS: Evet. Yani pastadan onlara kaç dilim düşecek misali.

VINCE: Bu onlara kalmış.

ADAMUS: Onlara kalmış. Ama benim sorduğum da bu. Sezgisel olarak bir hisset. Neler olacak?

VINCE: Sanırım bir deneyim yaşayacaklar. (izleyicilerden ve Adamus’tan yoğun kahkahalar yükselir)

ADAMUS: Gelecek ay buraya sen çıkacaksın (öne gelip sen konuşacaksın)! (kahkahalar) Yaşayacaklar.

Başka var mı? Neler olacak… sezgisel olarak, Mısır’da neler olacak, ve bu bağlamda birçok başka ülkede? Biz özgürlükten söz ediyoruz. Peki, evet?

KERRI: Benim bir yanıtım vardı ve sen sonra soruyu değiştirdin. Ama diyecektim ki, o zaman sorumluluk alman gerekir ve birçok insan da bunu yapmak istemiyor.

ADAMUS: Çok parlak… hak ettin bir…

KERRI: Parlak olduğumu biliyorum, ama teşekkürler.

ADAMUS: Bir Adamus Ödülü hak ettin, kesinlikle.

Pekâla, soru özgürlük. Özgürlük şimdi yeni bir anlam kazanıyor. Bu, sorumlulukla ilgili. Kaç insan kendi yaşamından sorumlu olmaya istekli? (izleyiciler “fazla değil” der) Fazla değil. Fazla değil. Kaçı, kendi işlerini onlar adına yapsın diye sırtını hükümetine dayıyor, başka bir deyişle, sadece yeterince yiyecekleri olmasını,  sadece üzerinde zarzor yolculuk edebilecek kadar iyi yollar, ama koca bir ordunun olmasını da sağlama almak. Bu önemli. Bu şakaydı. (kahkahalar) Bunu okuyan ve buna gerçekten inanan biri var.

Yani kaç kişi kendi sağlığının sorumluluğunu almaya hazır? Kendi sağlığının! Ve soru şu, siz hazır mısınız? Hazır mısınız? Genelde evet, ama hâlâ kuşku var. Hâlâ kuşku var, ama ister doktora gidin ister Standart Teknoloji uygulayın, aynı şeydir. Sorumluluk alıyorsunuzdur. O sizin bedeniniz. Sizin bedeniniz, ama yine de birçok insan buna inanmıyor. O zaman da bir dolu insan bedeniyle bir başkasının ilgilenmesini talep ediyor.

Sorumluluk, eh, ana-babanızı suçlamaktan vazgeçmek demek. Kendinizi eğitirsiniz. Şu anda eğitimle ilgili sorunlardan bir tanesi de eğitimin başka bir şeye dönüşmüş olması, ve insanlar artık kendilerini nasıl eğiteceklerini bilmiyorlar. Ebeveynler okulları suçluyor, ama ebeveynlerin dönüp kendilerine ve oğullarına ve kızlarına bakmaları gerekiyor.

İnsanlar bolluklarının sorumluluğunu almıyor. Hükümete öfkeleniyor ve, “Daha fazla ekmeğimiz olmalı” diyorlar. O zaman git ve yetiştir ve yap, ya da yiyecek yeme zorunluluğundan ya da bu kadar çok yeme alışkanlığından kendini kurtar.

Peki, bu mükemmel bir yanıt – sorumluluk. Benim ilgimi çekense, belki de en önemli şeyin sorumluluğu, ki bu da ruhunuzdur. Çoğu kez bu sorumluluk bir rahibe ya da hahama ya da kiliseye ya da tapınağa yükleniyor. Bir camiye ya da her türlü başka şeye yükleniyor. İnsanlar, nasıl sorumluluk alacaklarını ve kendi ruhlarını hissetmeyi unuttular.

Ve birisi diyor ki, “Ama bu kitapta yazılı, onun için buna uymak gerekir.” Biliyor musunuz, böylesi daha kolay, tembelcedir, ve özgür değildir. Yani insanların özgürlük istemelerine şaşıyorum. Gerçekten ne istediklerini biliyorlar mı? Hayır. Hayır. Sadece biraz daha fazla ekmek mi istiyorlar? İşlerinde birazcık daha fazla maaş almak ve insani şeyler için birazcık daha fazla özgürlük mü istiyorlar? Kesinlikle.

Böylece soruyu yeniden gündeme getiriyorum, çünkü bu muazzam bir soru, ve dünyanın her yanında olan da bu. Çin’de oluyor. Hindistan’da oluyor, Ortadoğu’da ve hemen burada, sizin daha gelişmiş diyeceğiniz ülkelerde oluyor. Ama insanlar hâlâ bir işe gitmek zorundaysa, gelirlerini ancak belli zamanlarda bir işe giderek sağlıyorlarsa, hiçbir yerde buna gelişmiş bir ülke denemez.

Şimdi, burada bulunanların çoğu işsiz oldu. Başka bir deyişle, siz kendi işinizi yarattınız. Şimdi özgürsünüz. Çok çalışıyorsunuz, ama bu sizin tutkunuz ve seçiminiz. Yani bu yapı olduğu sürece gerçekten özgürlük yoktur. Ve ben bunu, gelecek birkaç yıl içinde neler olacağını izleyin diye söylüyorum. Bu özgürlük dalgası bütün dünyayı sarmaya başlayacak. Ve oldukça aşikâr alanlara sızmaya başlayacak – diktatörle yönetilen ülkelere, politik olarak kontrol edilen ülkelere. Sonra başka bir çember yaratarak Dünya’yı süpürecek ve bir kırbaç darbesi gibi, aşırı ve sınırlı spiritüel dini inançlara sahip ve hakiki dini özgürlükten yoksun olan ülkelerde patlayacak.

Bunun neye benzediğini biliyorsunuz. Yakın zamana kadar, hatta şimdi bile, inançlarınız yüzünden size gülünüyor, ve inançlarınızdan ötürü kendi aileniz ve arkadaşlarınız, öncelikle ve büyük bir olasılıkla hükümet, muhtemelen gecenin bir yarısı kapınızı çalacak ve size işkence edecek korkusu, hâlâ altta yatıyor. Birisi şöyle diyecek korkusu, “Seni izliyorduk. Seni takip ediyorduk. Bizimle gel.” Ve bu, bu arada, olmayacak, ama hâlâ altta yatan bu korku var.

Sonra bu, bu özgürlük çağrısı, dünyanın her yanında devam edecek, dönüp duracak, ve insanların gerçekten özgürlüğe sahip olup olmadıklarını düşünmelerini sağlamaya başlayacak. Ha, bu hızla büyüyecek. İnsanlar işlerine bakıp gerçekten özgürlüğe sahip olup olmadıklarına bakmaya başlayacaklar. Ailelerine bakmaya başlayacaklar. Kendilerine, veçhelerine bakmaya başlayacaklar. Bu herhalde en zor olanlardan biri. Siz oradan geçtiniz, ama çoğu insan, veçhelerinden özgürleşmeyi, geçmişinden özgürleşmeyi, kendinden özgürleşmeyi daha sadece anlamaya başlayabilmek için çok yaşamdan geçecek.

Pekâla, konuya geri dönelim. Böylece şimdilerde meydana gelen bu özgürlük çağrısı – bazen duygusal, çılgınca, dramatik biçimde yapılan bu özgürlük çağrısı –  dünyada döner de döner durur. Peki sonra ne olur? İnsanlar, özgürlüğün gerçekten ne anlama geldiğini farkeder.

Şimdi, bir tarafa doğru bir dönme hareketi olduğunda nasıl olur bilirsiniz, sonra ansızın öbür tarafa dönen bir hareket olur: ikisi birbiriyle çarpışmaya başlar. İşte şimdi elinizde bir enerji vardır. Şimdi sizin enerjiniz vardır. Dünyanın geri kalanının başı derttedir, ama sizin enerjiniz vardır. (kahkahalar) Ve o sadece enerjidir. Ve, Cauldre’nın onayıyla, küçük bir öykü anlatacağım. Yok, onaylamıyor, ama ben yine de anlatacağım. (kahkahalar)

Pekâla, Mısır’la ve oraya büyük bir grubu götürmekle ilgili kaygıların, ve elbette o büyük grup için verilmiş sözler ve üstlenilmiş görevler, sorumluluklar, para sorunları ve diğer herşeyin ortasında kalan Cauldre biraz, hadi buna korku diyelim, ya da aşırı korkuya kapıldı. İyi nefes alamadı. Gerçekten şimdi bedenini ve zihnini ve diğer her bir kısımlarını bölmeye başladı ve büyük bir karmaşaya girdi. Birçoğunuz, hayatınızdaki durumlara dayanarak Cauldre’nın bu haliyle ilişki kurabilir.

Ve böylece, çoğunuz gibi, o da unuttu. Temel şeyleri unuttu – derin bir nefes almayı. Aşırı korku içinde olduğunuz zaman bunu yapmak zordur ama yapmak da önemlidir. İşte böyle zamanlarda bunu yapmak istersiniz. Böyle zamanlarda biraz şarkı söylemeniz gerekir. Biraz tonlama yapmanız ve o enerjilerin sizden akıp gitmesine izin vermeniz gerekir. Onlar sıkışıp kalıyor. Bu yüzden korkuya kapılıyorsunuz. Onları SALIVERMEK istersiniz. (çok yüksek sesle söyler) Onları AÇMAK istersiniz. Panik ve terör ve korku içindeyken bunu yapmak zordur. Ama yapmak için de iyi bir zamandır.

Ve sonra Cauldre onun sadece enerji olduğunu unuttu. Nefesinle içine çek! Gerçi kaosun ve travmanın ya da depresyonun ya da herhangi bir şeyin tam ortasındayken yapmak isteyeceğiniz en son şey budur. (Ama) Onu nefesinizle içinize çekin! İçinize emin!

Böylece hafifçe Cauldre’ya vurmam (birisine bir tokat atar, kahkahalar) ve şöyle demem gerekti, “Onu nefesinle içine al!” çünkü otomatik bir tepki oluyor – onu uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz. Ya onu görmezden gelmeye ya ondan kurtulmaya ya da başka şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Ama hayır, onu nefesinizle içinize çekin. Ha, ve başta acıtır. O anda duygusal, fiziksel olarak acı vericidir. Aslında yapmak istediğiniz son şey onu nefesle içinize almaktır ama, en iyisi budur. Onu içinize emersiniz. Nefesle içinize alırsınız. Evet, Mısır’daki tüm kaosu ve tüm travmayı nefesinizle içinize alırsınız. Bu, olana onay ya da kabul veriyorsunuz anlamına gelmez. Bu, onun sadece enerji olduğunu farkettiniz demektir. Sadece enerji.

Yani onu nefesle içinize alırsınız – ah, bu herşey için uygulanabilecek iyi bir şeydir – sonra da salıverirsiniz. Onu dönüştürdüğünüzü farkedersiniz. Bunu düşünmeniz gerekmiyor. Enerjinin şimdi size hizmet edeceğini farkedersiniz, ve bu durumda da olacak olan tam budur.

Böylece, sevgili Şambra, tüm bu kargaşa, tüm bu dönüp duran şeyler olmakta. Özgürlük talep eden insanlar var, ama onu almaya başladıklarında – yani maaşın azıcık artmasının ve yiyeceğin azıcık artmasının ötesine geçildiğinde, ya da sadece insana ait temel ihtiyaçların ötesine geçildiğinde – o zaman ne olacak? Ve siz biliyorsunuz – ve ben soruyu size soruyorum, çünkü her biriniz bununla karşılaştınız – egemenliği birdenbire derin derin düşünmeye başladığınızda ne olur? Birdenbire sizin de Tanrı olduğunuzu anladığınızda, seçimlerin gerçeklik halini aldığını anladığınızda, ne olur? Nefesiniz kesilir! Nefesiniz kesilir. Bu sanki, “Ben bu kadar da özgürlük istememiştim” gibidir. (kahkahalar) “Ben sadece hayatın biraz daha kolay olmasını istemiştim.”

Hayır, ve bunu lütfen hatırlayın. Özgürlük, ya hep ya hiç önermesidir, kesinlikle, çünkü kısmi özgürlük yoktur. O hâlâ tutsaklık ve kısıtlılıktır. Ancak tümüyle özgür olduğunuzda özgürsünüzdür. Ve, benim sevgili dostlarım, Dünya’da karşılaşacağınız şey budur.

Biraz özgürlük isteyen varlıklar ve bu yolda saldırganlaşanlar ya da herşeyi yapacak hale gelenler – kendini yakmak, her neye mâl olursa – insanların çoğu biraz özgürlük isterken… Onlar özgürlüğü seçim sandığına gitmek ve istedikleri insanı seçmek için istiyorlar. O özgürlüğü kendi işlerini seçmek için istiyorlar. O özgürlüğü bazı temel şeyler için istiyorlar. Ama gerçek özgürlüğe, ruhun özgürlüğüne, herşeyi – ölümü, hayatı, herşeyi – aşan özgürlüğe çoğu insan hazır değil ne yazık ki. İş buna geldiğinde çoğu insan kendiyle çarpışacak. Ve o zaman olacak olan şudur, doğal bir geri  gitme, ya da geri gitmeye çalışma eğilimi başgösterir, ki hepiniz bunu biliyorsunuz, hepiniz bunu deneyimlediniz.

Sonra biraz bunun özgürlüğü, biraz şunun özgürlüğü, biraz burada kontrol, biraz şurada kontrol derken ipin ucu kaçar ve kontrole geri dönülür, bu ister hükümet ister din olsun. Ve bu, şu anda bu açmazdan geçen bazı ülkeler için büyük bir olasılık. Büyük bir ihtimalle bir kontrol biçiminin yerine başka bir tanesini koyacaklar. Ve onlar – neydi o kelimemiz? Onlara bu arada biraz şaklabanlık edilecek ve ekmek verilecek – iyi hissetmeleri sağlanacak, bir futbol maçı, biraz bira – ve özgürlüğe sahip olduklarını sanacaklar.

Ama ruhlarındaki bir şey buna inanmayacaktır. İnsan veçhe geçici olarak pasifize edilmiştir, ama ruhlarındaki bir şey buna inanmayacaktır. Ve şimdi ‘özgürlük’ teriminin ne anlama geldiği hakkında daha da sinirlenecek, daha depresif olacak ve daha da kaybolacaklardır. Peki sonra ne yaparlar? Kendilerini hipnoz battaniyelerine sararlar. Kendilerini aldatırlar, ve derler ki, “Belki yarın daha iyi olur,” ya da “Belki çocuklarımın zamanında daha iyi olur.” Bu makyo’dur. Makyo’dur.

Özgürlük için Yeni Potansiyeller

Pekâla, sevgili dostlar, bunu gündeme getiriyorum çünkü her biriniz bununla karşılaştınız, ve size bir dakikaya kadar bir şey yönelteceğim. Siz muazzam bir etki yaratma potansiyeline sahipsiniz, yani özgürlükle ilgili şu anda dünyadaki birçok insan tarafından görülmeyen potansiyeller anlamında. Kendi içinizde ona dalan sizsiniz. Gerçekten nasıl özgür olunacağını öğrenmekte olanlar sizsiniz, ve bilinciniz aracılığıyla onu oraya, o ülkelere, o insanlara yerleştirebilirsiniz. Enerjilerin dönüp dolaşması gerekmesin diye, o insanların özgürlüğün gerçekte ne olduğunun daha büyük anlayışına sahip olmalarına yardım edebilirsiniz. Enerjilerin çarpışması gerekmiyor. Gerçek özgürlüğün ne olduğu hakkında insanların ansızın nefeslerinin kesilmesi gerekmiyor.

Bu dini bir şey değil. Spiritüel bir şey bile değil. Ama bu şu, ruhun gerçek özgürlüğü nedir? Ve siz bunu düşünürken, biz bunu bir grup olarak düşünürken, dışarıya yeni bir potansiyel koyarız. Biz herhangi bir insanı ya da herhangi bir ülkeyi bir şeye ya da diğer bir şeye inandırmaya çalışmıyoruz. Ama şu anda bir dakikamızı ayırıp, gerçek özgürlük potansiyelini tam anlamıyla genişletebiliriz, böylece onu seçenler için, oraya gitmeye gönüllü olanlar için, o kendi gerçeklikleri olur.

Ben sizin kendi özgürlüğünüzü, öğrendiklerinizi, kendi özgürleşme yolunuzu hissetmenizi istiyorum. Ha, ve siz salıverip durdunuz, sürekli salıverdiniz. Özgürlüğe kavuşmanıza yardımcı olan tüm katmanları (hissedin).

Daha önce bulunduğunuz o kitle bilincine geri gidin.

(duraklama)

Özgürlükle ilgili bilgeliğinizi nefesinizle içinize alın.

(uzun bir duraklama)

Özgürlükle ilgili kalbinizden geleni paylaşmanıza izin verin. Gerçek özgürlük.

(duraklama)

Egemenlik…

(duraklama)

Kontrolsüzlük…

(duraklama)

Onun içine nefesinizi üfleyin.

Ona nefesinizi üfleyin.

(duraklama)

Şu anda kafalarınızın nasıl hemen gevezeliğe başladığını duyabiliyorum, size şöyle diyorlar, “Ben özgürlük hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Yaşamıma bir bak.” Ah, evet, özgürlüğü bal gibi biliyorsunuz. Özgürlük, içinizdeki çok derin bir yerden gelir.

(duraklama)

Pekâla, derin bir nefes alalım. Sizler, benim sevgili dostlarım, bazı eşi benzeri görülmemiş potansiyeller yaratıyorsunuz. Gerisi artık başkalarına kalmış. Gerisi onlara kalmış, ne seçiyorlar? Hangi yöne gidiyorlar?

Kendi Özgürlüğünüz

Peki, şimdi bu enerjinin genişlemesine izin verelim. Bırakın gitsin. Onu kotrol etmeye hiç gerek yok. Biraz da sizin özgürlüğünüzden söz edelim. Sizin özgürlüğünüzden.

Pekâla, dediğim gibi, özgürlük bir ya hep ya hiç şeyidir, ama ona doğru ya da onun içine bir yolculuk yaparsınız. Hadi, sizin yaşamınızda belki de o kadar özgür olmayan ya da sizi özgür olmaktan alıkoyan şeylere bir bakalım. Linda, mikrofon lütfen?

LINDA: Seve seve.

ADAMUS: Sizi özgür olmaktan ne alıkoyuyor?

JANE: Beden sorunları, sağlık.

ADAMUS: Beden sorunları. Evet, beden. Kesinlikle, ve bu, çok zor ve meydan okuyan bir şey, ama değil. Bedeninin ve zihninin ve ruhunun ayrı olduğuna inanmaya devam ettiğin sürece, büyük bir olasılıkla beden sorunların olacak. Sen bir Bilinç Bedeni’sin. Sen bütünlendin. Senin Bilinç Bedenin benim ruh için (kullandığım) kelime. Tümü sensin. Ama beden ayrı tutulduğunda ve ruh ayrı tutulduğunda ve zihin, sorunlar olacaktır, çünkü onlar – senin bu kısımların – özgürlük istiyorlar. Bedenin – sadece seninki değil – ama beden özgürlük istiyor. O kontrol edildi, manipüle edildi, kabul edilmedi – kabulsüzlük gördü – istismar edildi, travmatize edildi her açıdan. O ifade özgürlüğü istiyor.

O kendini iyileştirmek istiyor, ama izin vermiyorsunuz. O, DNA’nın kendini yeniden-yapma işleminden geçmek istiyor, ve DNA kendini manyetik ve kimyasal olarak yeniden-yapar. Kendini sadece daha fazla sarmallarla yeniden-yapmakla kalmaz, bedeni, zihni ve ruhu bir Bilinç Bedenine bütünleme biçimini de, ve Yerküreye bağlanma biçimini de ve başka şeyleri de yeniden-yapar.

Ama siz bedeninizin bildiği şeyi yapmasına izin vermiyorsunuz. Şu dietleri yapıyorsunuz, evet ya . Dinlemiyorsunuz. Bedeniniz gerçekten kendini iyileştirmek istiyor. Bunu yapma özgürlüğünü ona ne zaman vereceksiniz? Güzel. Peki. Beden. Evet?

CHRISTY: Güven ya da o yüzden yoksunluk.

ADAMUS: O yüzden yoksunluk. Evet, güven yoksunluğu özgürlüğü kesinlikle boğacaktır. Kesinlikle. Sonraki.

MARTY: Kötü alışkanlıklar. Biz kendi başımıza seçme hakkına sahip olduğumuzu düşünüyor ve buna küçük bir ara veriyoruz, ama…

ADAMUS: Kötü alışkanlıklar. Bu ilginç bir tane. Ve kötü alışkanlıklar seni özgür olmadığına inandıracak. Peki nedir kötü alışkanlıklar? Kötü alışkanlığın ne olduğuna dair bana birkaç örnek ver. Senin kötü alışkanlıkların neler?

MARTY: Aa, uyuşturucu yoluyla kaçmayı seçiyorsan ya da, bilirsin işte, günlük yaşamın gerçeklerinden kaçmayı seçiyorsan.

ADAMUS: Evet. Peki, kötü alışkanlıklar – sigara içmek, alkol almak, uyuşturucular, seks.

MARTY: Doğru. Hı-hı.

ADAMUS: Zevk.

MARTY: Aynen, evet. (kahkahalar)

ADAMUS: Çok güzel.

MARTY: Ve bu aslında senin özgürlüğünü boğuyor.

ADAMUS: Yiyecek. Koca bir liste çıkartabiliriz. Bunlar çok, çok basittir, ve (aslında) eski programlanmalardır. Daha önce de söz ettik, ama, azıcık bir zevke programlandığında insanın gerçekten ağır ve uzun işlerde çalıştırılabildiği Atlantis’te keşfedilmişti. Yani tam anlamıyla enerjisel bir merkez ki hemen şuradaydı… (Adamus karnın alt bölgesini gösterir, sonra izleyiciler daha iyi görebilsin diye sandalyenin üzerine çıkar, kahkahalar) Tam bu bölgeye enerjisel olarak, az çok mekanik ve psişik olarak yerleştirilmişti. Ve Atlantis’in seçkin kişileri, insanları uzun ve ağır işlerde çalıştırmak için bunu kullanıyorlardı, çünkü günün sonunda insanlar azıcık bir zevk alıyorlardı, azıcık bir zevk.

Ve bu zevk merkezi hâlâ orada, siz kendinizi ondan özgürleştirene kadar (da orada olacak). Ve ara sıra azıcık bir zevk alacaksınız diye, itaat eder, kurallara uyar, ağır çalışır, geri kalan tüm şeyleri yaparsınız. Ve bu sonra çok çarpık bir hal alır ve kötü bir insan olduğunuzu düşünürsünüz, kötü alışkanlıklarınızın olduğunu, hiç kuvvetli olmadığınızı ya da kendinizi kontrol edemediğinizi düşünürsün. Herşey o şekilde tasarlanmıştı, yani şu alışkanlıklarınız yüzünden kendinizi kendinizle ilgili kötü hissedesiniz diye.

Kötü alışkanlık yoktur. Siz hiçbir şeye bağımlı değilsiniz. İnanın bana. Ve biliyorum, bazılarınız bu konuda benimle tartışmak isteyecek, ve ben bu tartışmaya girmeyeceğim, ama tütüne bağımlı olabileceğinizi düşünüyorsunuz. Olamazsınız. Olamazsınız.

LINDA: Öyle mi! (kahkahalar)

ADAMUS: Kesinlikle olamazsınız! Alkol, seks, bunlar hemen orada başlayan tetikleyici şeyler ve sonra da beyninize gider, ve sonra dersiniz ki, “Ben bağımlıyım, bu yüzden kusurluyum, bu yüzden de daha kuvvetli ya da iyi olana kadar ıstırap çekmeyi sürdürmem gerekir. Gidip kendime bir kurtarıcı bulmam gerekiyor. Sigara içtiğim için ben de Tanrı nasıl olabilirim?!”

Bunun üstesinden gelin. Üstesinden gelin. Ben bir dolu küp gibi sarhoş olmuş Yükselmiş Üstat tanıdım. (kahkahalar) Ama siz kendinize bu suçluluk duygusunu yüklüyorsunuz, “Yanlış olan bir şey var. Ben bir sapığım,” ben değil, ama siz. “Ben bir sapığım. Fazla yiyorum. Çok az yiyorum.” Bunların hepsi o programlanmanın bir parçasıydı, bu yüzden, özgür değilsiniz; bu yüzden ona inanıyorsunuz. Tüm o saçmalıklara inanıyorsunuz, oysa onu bırakıvermek çok kolay.

Ama soru şu, hazır mısınız? Kendi özgürlüğünüze hazır mısınız? Size az önce Dünya (insanları) için sordum bu soruyu, ama belki de aslında sizin için soruyordum. Hazır mısınız?

Özgür olmaktan sizi ne alıkoyuyor? Söyleyeyim. Veçheler. Ah, o küçük – ben şimdi bizim o gri ya da karanlık veçheler diye tanımladıklarımızdan, o ayrı tutulanlardan söz ediyorum – o küçük yaratıklar! Onlar hamam böcekleri gibiler. Zararlı böcek gibiler, ve o kadar kolay saklanabiliyorlar ki. Siz ölürsünüz onlar hâlâ yaşarlar, ve geri gelirler. Nükleer bir faciada sağ kalan hamam böcekleri gibiler. Hâlâ oradalar. Dünya sona erdiğinde hamam böcekleri tarafından ele geçirilecek. Veçheleriniz, birçok açıdan, sizin hamam böceklerinizdir. (kahkahalar) O ayrı tutulanlar. Onlar sizi özgür olmaktan alıkoyuyor. Sizi manipüle ediyor. O küçük lafları kafanıza sokuyorlar. Değerli olmadığınızı söylüyorlar.

Bunu yapmalarına siz izin veriyorsunuz. Cinayetten paçayı kurtarmalarına siz izin veriyorsunuz, tam anlamıyla, çünkü kendi özgürlüğünüzden ve kendi özgür iradenizden vazgeçtiniz. Bilinçli, bilinçsiz, onu teslim ettiniz. Ve onu bir kiliseye ya da hükümete teslim etmiyorsanız, veçhelerinize ediyorsunuz. Onu feda ediyor, teslim ediyorsunuz!

Onun için soruyorum size, özgür olmaya hazır mısınız? (izleyiciler bağırır, “Evet!”)

SART: Hepsi sana yalan söylüyor! (Adamus ve izleyiciler çok gülerler)

ADAMUS: Kanal olana kanal olmaktan vazgeç! Bu çok kafa karıştırıcı! (kahkahalar) Önce kim geldi?!

Bunu söylüyorsunuz. Bunu söylüyorsunuz ama, az önce kitle bilincine bakmanızı istediğimde, aslında bir anlamda kendi içinize bakıyordunuz. Ve ben bugün sizi zorluyorum, umarım. Umarım sizi rahatsız ediyorumdur. Umarım şu anda saatlerinizi izliyor ya da uyuyormuş gibi davranıyorsunuzdur, çünkü bu önemli – sizin için, dünya için. Onun (dünyanın) belki hiç umurunda değil, ama bundan niçin söz ettiğimizi söyleyeyim – çünkü siz istediniz. Bunu siz istediniz. Siz kendi özgürlüğünüzü bilmek istediniz, sizi durduranın ne olduğunu, engelleyenin ne olduğunu bilmek istediniz.

Özgürlük yoksunluğunuz bazı eski inançlar(dan kaynaklanıyor), ama bunların büyük bir bölümü ya eriyip gitti ya da sökülüp alındı. Özgürlük yoksunluğunun çokça kısmı ise hâlâ özgüven yoksunluğudur. Biz aamyo’dan söz ediyoruz, ama aamyo’nun ne olduğunu gerçekten anlıyor musunuz? Belki burada (kafa), ama burası (kalp) aamyo’ya hazır mı? Hayır. Hayır. Yaklaşıyorsunuz, ama ben aamyo dediğim zaman, bu o kendine duyulan tam güvendir, ve artık bedeninizle ilgili kaygılanmazsınız. Bedeninizin kendi iyileştirmesine izin verirsiniz. Herşeyi düşünüp taşınmaya çalışmak sizi kaygılandırmaz.

Düşünmeyi bıraktığınızda, ben de sizinle birlikte kutlayacağım, sabaha kadar sizinle dans edip içeceğim. Ve, “Düşünmeyi bırakın” demem kulağa küfür gibi geliyor, çünkü şöyle diyorsunuz, “Tüm sahip olduğum bu. Düşünmeyi bırakırsam ne olur? Şeytan (beni) ele geçirir!” Aa, buna bayılıyorum, “şeytan.” Böylece tetikte olmanız gerekiyor. Hep düşünmeniz gerekiyor. O sizin kalbiniz değil. O eski bir beyin. Veçheler sızıp beyine girdiler. Beyini kullanıyorlar, ve kitle bilinci de bunu yapıyor ve tüm o diğer hipnotik makyo da bunu yapıyor – beyini kullanıyor.

Gerçekten düşünmeyi bıraktığınızda özgür olacaksınız.

Ve biliyorum bu biraz zorlu, çünkü zihniniz “İyi de, düşünmeyi nasıl durdururum?” demeye çalışıyor. Eh, o sizin zihniniz, besbelli. (kahkahalar) Düşünmeyi sürdürmenizi istiyor. Düşünmeyi sürdüresiniz diye zorluyor. Düşünmeyi sürdüresiniz diye herşeyi yapar. Ama düşünmeyi bıraktığınızda, kendinize o denli güvendiğinizde, Bilinç Bedeninize geri gelirsiniz, ruhunuza. Ve siz daha o denli kendinize güvenmiyorsunuz, onun için de özgür değilsiniz. Ama oraya geliyorsunuz. Ve sizinle birlikte geçirdiğim zaman içerisinde yapabileceğim bir şey varsa, o da sizi kızdırmak ve yüreklendirmek ve sataşmak ve kendinize güvenip de özgürleşmenizi sağlayacak herşeyi yapmaktır.

Neden? Çünkü bunu siz istediniz. Yoksa umurumda bile olmazdı. Çıldıracak kadar çok istiyorsunuz bunu, ama sonra ben size özgürlüğün ve sizi bundan alıkoyanın ne olduğunu söylediğimde, bazılarınız kızıyor ve zavallı Cauldre ve Linda tüm o epostaları alıyor.

Size karşı Ruhunuz

Pekâla, sevgili Şambra, özgürlüğünüzle ilgili başka bir durumumuz daha var. Ruhunuzla aranız açık. Ruhunuzla aranız açık. Ruhunuz özgürlük istiyor, ama siz istemiyorsunuz. Bu kendi kişisel özgürlük arzunuz, ruhunuzdan geliyor. Sizden – beyninizden – gelmiyor. İnsan veçhesi özgürlük yoksunluğuna öyle koşullanmış ki, temelde bunu kabul etmiş, ama ruhunuz çağrıda bulunuyor. Sizin tamamınız, Bilinç Bedeni, kalbiniz, adına her ne demek isterseniz, o özgürlük istiyor.

Ve siz onu alıkoyuyorsunuz, ve o kızgın. Ruhunuzu özgürlüğe sahip olmaktan alıkoyuyorsunuz, çünkü siz ruhunuzun bir parçasısınız ve onun özgürlüğe sahip olmasına izin vermiyorsunuz. Ruhunuzun ne kadar kızgın olduğunu hayal edebilir misiniz? Ruhunuzu alıkoyuyorsunuz, çünkü siz şu insan halindesiniz, özgürlükten yoksun, ve aslında özgürlük yoksunluğunu da kabul ediyorsunuz.

Öte yandan, özgürlük yoksunluğunuz için, dolaylı olarak ruhunuzu suçluyorsunuz. Ruhunuzu suçluyorsunuz. Biliyorum, çünkü sizin şöyle dediğinizi duyuyorum, “Eh bu biraz da tanrısal plan olmalı. Üzerinde hiçbir etkimin olmadığı şeyleri manipüle eden ve yöneten, insan benliğimin ruhum denen bir amiri olmalı. Ve bu yüzden ruh, kontrol eden bir varlık, ve bir gün onunla buluşabilir ve onunla yeniden birleşebilirim, ama bu ne piç kurusu bir ruh ki bana bunları yapıyor! Yaşamımda neler olacağını ruhun tam olarak yazması gerekirdi. Ruhun, o kötü şeylerin bana olmasını engellemesi gerekirdi, benim o kahrolası ruhum.” Ve bu, özgürlüğe sahip olmamak için bir başka bahane daha olur. Bunun için ruhunuzu suçluyorsunuz, ve ruhunuz size çok kızgın! Bu iyi bir durum değil. (kahkahalar)

Bu bir anlaşmazlık, bir çatışmadır, benim sevgili dostlarım, ve buna gülebildiğinize memnun oldum. Ona gülebilmeniz gerekir. Ama bu çok doğru. Çok, çok doğru. Ruhunuzla süregelen bir savaş halindesiniz. Siz onu suçluyorsunuz. O sizi suçluyor. Peki ne yapacağız? Yanıt nedir?

Size, şimdiye kadarki yanıt neydi söyleyeyim, ve ben sizi bunda zorlayacağım. Ben sizi, şimdiye-kadarki-yanıt’ın ötesine geçmeniz için zorlayacağım. Yanıt şuydu, “Ben insani yollarıma/tarzlarıma geri dönüvereceğim ve ne olacağını göreceğim. Yarın ne olacağını göreceğim. Belki uyanırım ve bir de bakarım ki, ruhum ve ben yeniden arkadaş olmuşuz…” Siz bunu çok, birçok yaşam boyunca denediniz. Pek de iyi iş görmez.

Peki ne olacak? Evet.

PATRICIA: Sorumluluğu ruha vermek.

ADAMUS: Sorumluluğu ruha vermek.

LINDA: Bu mudur?! (kahkahalar, birisi “bana uyar!” der)

ADAMUS: Evet, ama neden sorumluluğu İsa’ya vermiyoruz. (izleyiciler söylenir) Neden sorumluluğu Tanrı’ya vermiyoruz? (daha fazla söylenirler) Neden… bir şey söyleyeyim. Hadi inkâr…

PATRICIA: Sorumluluğa kendimize verelim.

ADAMUS: Haa, sorumluluğu kendimize verelim! Çünkü siz ruhunuzsunuz ve, basitleştirilmiş biçimde, yanıt budur. Siz ruhunuzsunuz; sadece o olduğunuzu düşünmüyorsunuz. Onu, tıpkı bedeninizi ve zihninizi ve özünüzü ayrı tuttuğunuz gibi ayrı gördünüz. Özünüzü, ruhunuzu başka bir yere yerleştirdiniz ve sonsuzlukla ve cennetle ilgili tüm o öykülere inandınız. Ve yeterince bilge olmanıza rağmen hâlâ oraya geri gidiyorsunuz. Sonsuzluktan söz eden o küçük, dırdırcı, dindar veçheye hâlâ sahipsiniz. Bazen cennette güzel bir oda kapmaya çalışıyorsunuz. (kahkahalar) Böylece, beden/zihin/öz/gnost/diğer herşeyde bir bölünme olduğu sürece, insan benliğiniz ve veçhelerinizde bir bölünme olduğu sürece, onlar bu tür çatışmalar içinde ve hatta ara sıra birbirleriyle savaş halinde bile olacaklardır.

Onun siz olduğunuzu farkettiğiniz an, ruhunuz olursunuz – oldukça korkutucu, öyle değil mi? Siz onun daha muhteşem bir şey olmasını istiyorsunuz. Onun büyük ve büyülü olmasını istiyorsunuz. Aslında onun bir tür amir olmasını istiyorsunuz. Onun, duvarların ötesini görebilen ve zihinleri okuyabilen ve geleceği söyleyebilen ve bu tür şeylerin hepsini yapabilen koca kanatlı şu büyüğün de büyüğünden de büyüğünden de büyük varlık olmasını istiyorsunuz. Oysa öyle değil. Evet, ne yazık ki. (kahkahalar) Ve siz, “İyi de, o zaman bunu neden yapıyoruz!” diyorsunuz. Çünkü zihin onu uygun şekilde manipüle ederek ruhu oldukça büyük ve karmaşık bir hale soktu, çünkü, anlıyor musunuz, zihnin sevdiği şey budur. Zihin büyüklük sever. Karmaşıklık sever. Bu onu önemli hissettirir. Ama alttan alta zihniniz özgürlük için bağırıyor. Artık baş edemiyor. Bu iyi bir şey.

Şu anda Dünya’da öyle çok enerji var ki, olan biten öyle çok şey var ki, zihin aşırı yükleniyor ve kendi tarzında avaz avaz bağırıyor. Özgürlük istiyor. Ama zihnin özgürlüğünü o ölümle bağdaştırıyor, oysa gerçekten o şekilde değildir. Zihin bütünlenir. Bedenle, ruhla, özle, her neyse hepsiyle karışır, kaynaşır ve sizin kendi bir’liğiniz haline gelir. Egemenliğiniz. Özgürlüğünüz. Siz.

Böylece, sevgili dostlar, kendinize konuşmak zamanıdır. Kendinize beden/zihin/öz olarak konuşun. Her bir parçanız kendi özgürlüğünü istiyor. Her bir parçanız bütünlenmenin olmasını istiyor. Artık hiçbir parça diğerini kontrol etmek istemiyor. Artık hiçbir parça gerçekten, hakikaten bu ayrılığı istemiyor, ve bunun hemen burada başladığı açıktır. Bu o amir ruhla başlamaz, çünkü hemen burada olan sizsiniz. Bu, bu bütünlenmeye, bu egemenliğe, kendinize bu bir olma hali için izin verdiğiniz şu anda başlar.

Ben sizden bir an için kendi kişisel özgürlüğünüzü hissetmenizi isteyeceğim…

(duraklama)

Beden, zihin, öz, gnost’un eski anlayışını nasıl aştığınızı (hissedin)…

(duraklama)

Özgürlük sizin doğuştan gelen hakkınızdır, ruhunuzun hakkı ve sizin insan hakkınızdır, ve dünyanın her yanında ve Gaia’nın kendisinde de bu özgürlük ayaklanması meydana gelirken, ben size soruyorum, hazır mısınız? Onu düşünmeyin, değişiklik olsun diye. Onu düşünmeyin; sadece hissedin.

(duraklama)

Makyo’yu aşın.

(duraklama)

Bu Ben’dir. Bu Ben’im’dir.

(duraklama)

Hadi derin bir nefes alalım…

Gerçek Özgürlük

Varlığınızın doğası, doğası gereği, siz özgürsünüz. Bu sadece biraz çarpıtıldı, biraz kapana kısıldı. Benim en büyük sevincim kendilerini özgür kılmaya çalışan insanlarla çalışmak, çünkü, öyküyü duymuş olabileceğiniz gibi, ben kendi kristal zindanımda 100.000 yıl kapana kısılı kalmıştım. Gerçekten. Ve eğer bu öyküyü duymadıysanız seve seve tekrar anlatırım. (kahkahalar)

Ama sevgili dostlar, bu benim sevincim, ve insanlar, bireyler özgür olmak istedikleri zaman bunu duyumsayabiliyorum. Eski biçimlerden, tarzlardan bıktıklarını, ama gerçek özgürlükle ilgili korkularını ve kuşkularını da duyumsayabiliyorum. Ve genelde olan şudur, bu insanlar bir orta ya da nötr duruş üstleniyorlar. Özgürlük arzusunu hissetmeyi sürdürmelerine izin veriyorlar, ama olmasına aslında izin vermiyorlar. Aslında her gün, yaşamlarında belki de özgürlükle ilgili bir keşif yapacaklarını düşünerek uyanıyorlar, ama onlara küçük ve önemsiz ya da gerçekten anlamsız özgürlükler veren bir yolu takip ediyorlar.

Biz burada gerçek özgürlükten, gerçek egemenlikten söz ediyoruz. Bu, bazı şeylerden vazgeçersiniz anlamına gelir. Bu, şeyler değişecek anlamına gelir, besbelli. Bu, insanlığınız, her ne kadar özgürlük istese de, belli şeyler neden oluyor diye yakınacak ve bilmek isteyecek anlamına gelir. Ama nefes aldıkça, bunların hepsinin sizin tarafınızdan yaratıldığını farkedersiniz. Hepsi gerçek anlamda özgür olma işleminin parçasıdır – eğer özgürlük istiyorsanız. Eğer gerçekten özgürlük istiyorsanız.

Ben hâlâ Dünya’nın, genel olarak insanların, çoğunluğun özgürlük isteyip istemediğini sorguluyorum. Bilmiyorum. Onların daha fazla zevk istediklerini düşünüyorum. Birazcık daha konfor istediklerini düşünüyorum, ve birazcık daha kabul görmek istediklerini düşünüyorum. Ama özgürlük? Bilmiyorum.

Siz, sevgili Şambra, özgürlük için herşeyi göze aldınız, onun için herşeyi göze aldınız. Yaşamlardır onun peşindesiniz, ama bazı eski engellere çarpıp duruyorsunuz – sorumluluk için gerçekten hazır olup olmadığınızı merak eden, ve gerçekten kendinize güvenip güvenemeyeceğinizi merak eden veçhelere (çarpıyorsunuz). Tüm tarihsel kanıtlar, kendinize güvenemediğiniz gerçeğine işaret ediyor. Eski programlanmaların, eski altyapının ve deneyimlerin tümü, “Bunu her yaptığımda kazık yiyorum” diyor.

Peki ne olur? Gider yeni ve farklı olduğunu düşündüğünüz bir şeyi dener ve tepetaklak aynı kalıpların içine düşersiniz. Sonra da bazı parçalarınız, “Gördün mü, sana demiştim” der. Veçheleriniz o sözleri çok iyi bilirler – “Gördün mü, sana demiştim. Yine berbat ettin.”

Ama, sevgili Şambra, şu anda burada bütün bir varlık olarak, ruhu olan bir varlık olarak, Tanrı olarak otururken, o özgürlük seçimini yapabilirsiniz, istiyorsanız tabii. Ya da bekleyebilirsiniz. Biz bu konuşmayı bir sonraki yaşamınızda yaparız.

Nereden Başlamalı

Eğer biraz özgürlük deneyimlemeye başlamak istiyorsanız, şimdi ila bir sonraki toplantımız arasındaki zamanda yapabileceğiniz pratik şeyler var. Kendinizi özgürleştirmek için en kolay olanlardan biriyle çalışın, zamanla – bu o kadar kolay ki, çocuk oyuncağı. Zaman. Zamanlara kilitlisiniz, Dünya’da zaman kullanıyorsunuz, ama bir dakikanın bir dakika olduğuna inanıyorsunuz. Onun belirlenmiş bir enerji dalgasıyla çözüldüğüne ya da boşaldığına inanıyorsunuz. Oysa öyle değildir.

Zaman bir yanılsamadır, ama muazzam bir araçtır. Eğer burada Dünya’daysanız zaman harika bir şeydir. Eğer insanlarla (bir şeyi) koordine etmeye çalışıyorsanız zaman harika bir şeydir. Biyolojiniz için bile zaman harika bir şeydir, bir noktaya kadar. Ama o öte yandan bir zindandır. Sizi özgürlükten de alıkoyar. Zaman-merkezli olursunuz. Herşey zaman üzerine kurulur. Zihin zamanı sever çünkü düzenlidir, organizedir. Çok sistematiktir. Kalıplar içindedir.

Gerçek özgürlüğünüze, zamanı aşarak başlayabilirsiniz. Ve bu arada, bu, zamanı aslında bir araç olarak kullanabileceğiniz bir durum, ama onun ötesine geçersiniz. Zaman, daha uzun  zaman orada olacak (kahkahalar) insanlar onu hâlâ kullanıyor, ama diyelim ki büyük bir projeniz, bir göreviniz var, ve zamana bakıyor ve, “Bunu yetiştirmem mümkün değil” diyorsunuz. Evet yetiştirebilirsiniz. Zamanı aşarsınız. Zamanı unutursunuz. Enerjinin böyle sistematik olarak boşaldığını ya da çözüldüğünü unutursunuz. O zaman saatinden kurtulur ve, eh bu zaman değildir ama bir sonsuzluk halidir, bir açık-olma hali, ona girersiniz, ve bununla neler yaratmaya başladığınıza şaşar kalırsınız.

Eğer bir randevunuza geç kaldıysanız, zamanın ötesine geçin. Lütfen bunu yanlış anlamayın. Siz zamanı manipüle etmiyorsunuz. Bu manipülasyon olur. Siz zamanı aşıyorsunuz. Kendinizi zamandan özgürleştiriyorsunuz. Ah, ansızın özgür olduğunuzu farketmenizin bedeniniz, zihniniz, özünüz, Bilinç Bedeni’niz üzerinde çok derin bir etkisi olacak. Bu yeni bir kalıp ya da yeni bir… kalıp değil, Cauldre, ama içinizde yeni bir enerjisel dinamik oluşturacak, ve bu dinamik, “Ben özgür olabilirim” diyecek. Zaman, kendi özgürlüğünüzü geri kazanmak için yapabileceğiniz şeylerin içinde en kolay olanlardan biridir aslında.

Peki ne yaparsınız? Eh, eğer zamanı içeren bir olay varsa, derin bir nefes alır ve buradan (kalp) zamansız olma seçimini yaparsınız, ve saate de bakmazsınız. Zamanı genişletmeye ya da kısaltmaya çalışmazsınız. Bu manipülasyondur. Siz zamanın dışına çıkarsınız.

Bu gelecek ay boyunca bununla çalışmanızı, oynamanızı, deneyimlemenizi öneriyorum. Size özgürlüğün bir lezzetini tattıracaktır .

Pekâla, sevgili Şambra, derin bir nefes alalım.

Bugün çok çalışma yaptık. Bilinç Bedenleriniz bunun etkisini bu gece ve yarın hissedecek. Çok çalışma yaptık. Birkaç kez dünyanın etrafında döndük. Potansiyeller açtık. Özgürlükten söz ettik, ve onu yuvaya, size geri getirdik – kendi özgürlüğünüzü, kendi benliğinizi.

Böylece, sevgili Şambra, dolu dolu bir oturumu, faal bir ayı daha geride bıraktık, ve daha niceleri olacak. Ve bunların tümü dünyanın her yanında, ister Mısır’da ister kendi kalbinizde olmaya devam ederken, sadece derin bir nefes alın. Onunla ilgili kaygılanmaktan vazgeçin.

Birisinin dediği gibi, “Yükselişinizde gevşeyin.” Yaşamın keyfine varın. Başka birisine verebileceğiniz en büyük armağan, yaşamın keyfini çıkartmaktır.

Derin bir nefes alın ve tüm yaratımda herşeyin yolunda olduğunu hatırlayın.

Ben o Ben’im, size sevinç içinde hizmette bulunan Adamus.

Ve öyledir.