• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

Oturma (Benching) Sanatı Dizisi Şaud: 2

Kırmızı Çember Materyalleri

 

Oturma (Benching) Sanatı Dizisi 

 

Şaud 2 

 

Geoffrey Hoppe tarafından yapılan ADAMUS SAINT-GERMAIN kanallığı ile 

 

6 Kasım 2021 Crimson Circle'a sunulmuştur.

 

www.crimsoncircle.com        




Ben benim, Egemen alandan Adamus.

 

Şambra evine hoşgeldiniz. Sevgili Şambra, Eve hoşgeldiniz. Nerede olduğunuzun, benim nerede olduğumun bir önemi yok, biz bu evdeyiz.

 

Şu anda bütün enerjiler bu evin üzerinde, Şambranın üzerinde, sizin üzerinizde, sizin yolculuğunuz üzerinde odaklanmış durumda.Tüm bilinç burada. Bizler burada yine bir şaud için beraberiz. Hımm.

 

Nerede olursanız olun, kim olursanız olun, şu anda her ne yapıyor olursanız olun, sizin burda olmanız uygun ve yerindedir.

 

Bütün bunlar, sizin burada olmanız, enerjinin kodlanması vasıtasıyla seçilmiş şeylerdi, ancak bu kod sizin nasıl burada olacağınızı belirlemez. Bu kod “Burada olacaksınız” der. Cauldre'nin burada olup, benden bu mesajları getiriyor olması kazaen olan bir şey değil.  Eesa'nın Linda'sının da burada, onun yanında oturması rastgele olan bir şey değil. Onların personelinin, Kırmızı Çember ekibinin de burada olup, Şambraya verilen bu hizmete servis vermesi de  kazaen olan bir şey değil. Kaza değil. Rastlantıların olması mümkün değildir. Bunlar bir rastlantı sonucu değildir. Siz buranın en dış kenarında durup, arada sırada buraya bir göz atıyor olsanız bile, bu rastgele bir şey değil, hem de hiç değil. Sizin burda olmanız kodlama ve tasarım sonucunda olan bir şeydir.

 

Şimdi bizim yapmamız gereken şeyler var, çok belirli şeyler. Bir süre önce de söylediğim gibi, bu sadece sizin gerçekleştirmenizi yapmanız ile ilgili bir şey de değildir. Bu zaten belirlenmiştir. Bu yüzden bunun üzerine çok fazla yoğunlaşmıyorum. Arada sırada derin bir nefes almak ve izin vermek için hatırlatmalar yapıyorum, ancak zaten bu (gerçekleştirme) zaten olacak bir şeydi. 

 

Bizler şu anda, Şambra diye adlandırılan bir grup olarak burada, bu gezegendeyiz; bu arada Şambra çok güzel bir terim. Bu arada, sizlerin ve bizlerin bu uzun yıllar boyunca yaptığımız çalışmalar neticesinde, Şambra  gerçekten bir varlığa dönüşmüştür. Ruhu olan bir varlığa değil ama bir varlığa dönüşmüştür. Burada olmanız hiçbir şekilde rastlantı değildir.

 

Sıklıkla kendi kendinize şunu dediğinizi veya düşündüğünüzü duyuyorum: “Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, Niye burada olduğumu bilmiyorum, Benim amacım ne? Nasıl oluyor da tutkuyla yapacağım bir işim yok? Nasıl oluyor da bir sürü şey için bir tutkum yok? Nasıl oluyor da başka insanlarla beraber olmak ilgimi çekmiyor?  Neden bazen dümeni olmayan bir gemi gibi hissediyorum?” Çünkü buraya kadar gelmek, kendi içinde uzun süreler beklemeyi barındırıyor da ondan. Bu, Makineler Zamanında burada olmak için, yeni bedeniyle, yeni zihniyle, yeni bilinciyle ve yeni düşünceleriyle gezegendeki bu yeni insan türünün olduğu bu zamanda olabilmek için; toplumun, kitle bilincinin ve diğer bütün unsurların yapması gerekenleri yapabilmesi için uzun bir bekleme evresi oldu.

 

Bu yüzden buradasınız. Bunu siz seçtiniz. Bizler sizi tutup, yatağınızdan sürükleyip yanımızda getirmedik. (Adamus kıkırdar). Bu zamanda burada olmayı siz seçtiniz. Arada sırada zihnin oraya buraya kaydığını, merak ettiğini ve düşüncelere daldığını, şüphe ettiğini ve sorguladığını, biliyorum. Bunda bir sorun yok. Zihin bunu yapa gelmiştir zaten. Belki, bunu da değiştirmeye başlayabiliriz.

 

Tam şu anda hissedin, bu sizin seçiminiz. Buna sizin -bir tür – ruhunuzun alın yazısı diyebiliriz, o öyle bir alın yazısı ki . . . evet istediğiniz zaman onu bırakabilirsiniz (buradan ayrıla bilirdiniz -Kırmızı Çember’den) Bazı şambralar bunu yaptı, onlar ayrıldı ve bazıları henüz geri gelmedi. Birçoğu ise geri geldi çünkü onlar, olayın dersler ile ilgili olmadığının farkına vardılar. Ögretmekle de ilgili değil (olmadığının  farkına vardılar). Çünkü olan, burada yapılan herşeyi izlemekle, veya her bir çalışmaya, Şaud'a, Bulut Sınıflarına ve diğer bütün o şeylere katılmak zorunda olmakla ilgili bir şey değil. Çünkü bizler, burada, gezegende tam şu anda Üstatlar olarak varolmanın ortak bağıyla buradayız. Mızıldayan, tatmin edilmemiş insanlar olarak değil, Üstatlar olarak. Ve ister farkında ol, ister olma, sen bir Üstatsın. Ama belki hâlâ içinde bir parça var, bu parça şüphe ediyor, oyunlar oynuyor, ama gerçekten sen Üstatsın. Gerçekten öylesin, aksi takdirde burada olmazdın, ve ben de burda olmazdım.

 

Biraz hissedin şimdi. Geri gelme sebebinizi, burada bu zamanda olma sebebinizi hissedin. Sizi buraya getiren yolu bir hissedin. Bazen çok uzun, zorluklarla dolu bir yol, ama bunun sonucunda da hikayeleriniz oluştu. Bir sürü hikayeniz var.

 

Sizi buraya getiren, ruha ait kaderi hissedin. Ve biz burada gezegeni dönüştürmeye çalışmayacağız. Herkesi değiştirmeye çalışmayacağız. Gerek yok. Bunu yapma arzusu da yok. Ah, şefkatin gerçek tanımı;  olan her şeyi kabul etmektir ve bu başkalarını da içerir. Onların yapmayı seçtikleri şeyleri yapmalarına izin vermektir, aynen sizin yapmayı seçtiğiniz şeyleri yapmanıza izin verilmesi gibi. Bazen maceracı, bazen çok hüzünlü, zor ve acı verici, diğer zamanlar da güzel ve coşkulu.. Ama sizler yaptıklarınızı kendiniz için siz seçtiniz ve böylelikle, diğerlerinin de aynısını yapabilmelerine izin verirsiniz. Bu gerçek şefkatin göstergesidir.

 

Bizler insanlara kitaplar dağıtıp, onlara içindeki mukaddes yazıları, bilgileri okumaları gerektiğini söylemiyoruz. Bizler burada, sadece bankta oturmak için varız, ışığımızı yaymak, aydınlatmak için, çünkü insanların henüz görmediği o kadar çok potansiyel var ki. Onlar çok kısıtlı bir realite içinde yaşamaktadırlar. Henüz görmüyorlar. Ama bildiğiniz gibi, ışıklar açılınca, sizin ışığınız dünyaya ışımaya başlayınca, o zaman onlar da görecektir. Ondan sonrası da onlara kalmış. Seçsinler veya seçmesinler farketmez. Bizler sadece burada parktaki bankımızda oturacağız, benim durumumda ise bir bar taburesinde, biraz kahve içeceğiz, benim durumumda ise oldukça lezzetli bir kahve.

 

Şimdi derin bir nefes alalım.

 

Hızlandı mı? Hızlandı mı? Ben sevgili Linda'yı bir şeylerin hızlandığı konusunda konuşurken duyuyorum. Bunu, biz ne zaman bir çalışma yapsak, veya bir kurs versek veya Şaud yapsak veya bu son günlerde yaptığımız herhangi bir şeyden, bir Bulut Sınıfından sonra duyuyorum, ve insanlar her şey hızlandı, çok yoğun, çok hızlı şu anda diyorlar. Kesinlikle doğru. İnsanlığın hızını biz belirliyoruz, ondan biraz daha hızlı gidiyoruz aslında ve insanlık şu anda her konuda hızlanmış durumda ve bu da sıklıkla kafa karıştırıcı, tutarsız ve karmakarışık bir görüntü vermektedir. Ama aslında öyle değil. Gerçekten öyle değil. Bu sadece bir değişim.  Herşey kuantum hızında değişiyorken bu olur. O zaman da insanlar, olanı biteni anlamlandırmakta, anlamakta zorlanırlar. Akılları başlarından gider. Anlayamazlar.  Bunu tanımlayacak kelimelere sahip değildirler. Bunu ilişkilendirebilecekleri bir şey de yoktur, olanı biteni, geçmişte olan bir şeyle ilişkilendirebilecekleri bir deneyim yoktur, her şey çok hızlı gitmekte ve bu da oldukça kafa karıştırıcıdır.

 

Dünyadaki adaletsizlikler karşısında çığlık atan insanlar var, ki çok adaletsizlik var, kesinlikle adaletsizlikler var olmaya devam edecektir. Hatta bazı yönleriyle, adaletsizliğe uğrayanlarla uğramayanlar, bunu isteyenlerle istemeyenler arasındaki uçurum da büyüyecektir. Ama işin özü şu ki; bütün bu kargaşa, hareketlilik, bir amaca hizmet eder. Gerçekten bir amaca hizmet eder.

 

Sizler ne yapabilirsiniz? Derin bir nefes alabilirsiniz ve buraya kadar gelmeyi başardığınızın farkına varabilirsiniz. Kendinizi bunun için alkışlayın. Buraya kadar gelebildiniz. Kendi kendinize “Şu anda ne yapıyor olmalıyım” diye soruyorsunuz. Hiçbir şey.  Bir şeyler yapmakla ilgili yapmanız gereken her şeyi yaptınız. Yapılacak her şeyi yaptınız. Kendi ana sayfanıza bu deyimi yazabilirsiniz.  Bir şeyler yapmakla ilgili yapmanız gereken her şeyi yaptınız. Ve şimdi şu anda gezegende olan diğer yükselmiş üstatlara katılma, hayattan zevk alma ve ışığınızı yayma vakti gerçekten geldi. Daha önce kendiniz için yapmadığınız şeyleri yapın. Cesur ve cüretkar olun, kalıbın dışına çıkın. Daha önce kendiniz için yapmadığınız şeyleri yapın. Ama diyorsunuz ki “Evet ama, şu anda gezegen için burada olmalıyım ve ışığımı yaymalıyım”. Ve evet bu da, kendiniz için bir şeyler yaptığınızda, hayattan keyif aldığınızda ve kendi acılarınıza - eziyete- bir son verdiğinizde olur.

 

Ama siz şu anda burada kendi seçiminizle bulunuyorsunuz ve burada, aynı kafadaki  insanlarla berabersiniz. Sıkı sıkı bağlanmış bir toplum veya komün veya birlik veya buna benzer bir şekilde beraber değilsiniz.  Diğerleriyle, kadim dostlarınızla (*), bir tür bağlantı halinde, beraberlik ve dostluk içinde berabersiniz. Burada Kadim/eski derken, gerçekten çok çok eski demek istiyorum, yani Atlantis kadar eski, Yeshua zamanları kadar eski, mukaddes kitaplar zamanı kadar eski, gizem okulları kadar eski demek istiyorum. Burda eski dostlarla berabersiniz, ve şimdi zamanı geldi. Rahatça oturup, bir fincan kahve içmeye, bir bardak şarap içmeye ya da ne isterseniz onu yapmaya hak kazandınız. Bir şeyler yapıyor olmanıza gerek yok. Yapılacak her şeyi yaptınız, şimdi artık sadece burada olmak kaldı geriye.

 

* Celsenin başında çalan Eski Dostlar  “Old Friends” şarkısına gönderme yapmakta.

 

Şimdi celsemize başlamadan önce biraz vakit ayırıp, bu gerçeği kabul edebilir misiniz? Buna izin verebilir misiniz? Yapılacak her şeyi yaptınız ve şimdi varmanız gereken yere ulaştınız. Şimdi kendi üstatlığınızın tadını çıkarma zamanı. Oh, bu arada kendi enerjinizin kendinize hizmet etmesinin nasıl bir şey olduğunu daha da fazla öğreneceksiniz, daha da çok deneyimleyeceksiniz.

 

Burada, Makineler Zamanında tam olarak yapmaya geldiğiniz şeyi yaparak, sadece ışığı açarak bir Üstat olmanıza izin verebilir misiniz? Çok fazla bir iş değil bu. Sadece ışığı açmak, rahatça oturmak, ve sonra seyretmek, gözlemlemek. Eğer yapmanız gereken bir şey olup da onu yapmanız gerekseydi, o tek şey, belki de gözlemlemek olurdu.  Şu anda bu alçak duvarın arkasında durup seyretmek büyüleyici bir şey. Seyretmek büyüleyici.

 

Bugün daha sonra sizinle bankta oturma merabı yapacağım, ve bu sadece bankta oturma olacak. Demek istediğim şu ki, çok kolay bir şey bu. Bir sürü eğitime ihtiyacınız yok. Sadece bankta oturmak. Kıçını bir banka veya bir iskemleye koyarsın ya da her ne varsa elinin altında ona koyarsın, en sevdiğin içeceği ve atıştırmalığı alırsın, birkaç derin nefes alırsın, istersen bir müzik koyarsın, ve oturursun, yani ışığının dünyaya yayılışına izin verirsin. Bu oldukça basit bir şey. Sonra neler olduğunu gözlemle.

 

Bu Şambra evinde, bankta oturma Merabh’ını yaptıktan sonraki göreceli kısa bir zaman içerisinde dünyada neler olacağını gözlemleyin. Bundan yaklaşık iki hafta-15 günlük bir süre içerisinde neler olacağını gözlemleyin.  Daha erken de olabilir, daha sonra da olabilir. Sizler de “Ama zaten bir şeyler olacaktı” diyebilirsiniz. Olanlara dikkatle bakın, büyük değişimleri, gerçek değişimleri arayın. Ve her ay, biz beraber bu Merabh’ları yaptıkça ve bu bankta oturmalarımızı yaptıkça  şablonları ve sonrasında dünyada neler olacağını fark etmeye başlayın. 

 

Ve tekrar söyleyeyim, dünyayı değiştirmeye çalışmıyoruz. Bu ayrıca zor bir oyundur da, çünkü dünya da böyle bir şeye atlayacaktır. Sen eğer “Ben seni değiştirmeye çalışacağım” dersen, dünya da sana “Kabul, sen beni değiştirmeye çalış, ben de seni değiştirmeye çalışacağım. Kabul,  hadi görelim, hadi görelim, bakalım kim kazanacak” diyecektir. Yok, biz bunu yapmıyoruz. Sadece en sevdiğin içeceği alıyorsun, en sevdigin park bankında oturuyorsun. Ve bazılarınız için de üzgünüm – bu Bankta Oturma Sanatı Serimize bazı yerlerde kış aylarının başlangıç döneminde başlamış olduk – ama üstüne kalın bir şeyler giy, kazak falan giy, ya da git bir kafede otur, istiyorsan evde otur. Arada sırada evden çıkmak iyidir, git bir kafede otur. Arabanın içinde otur ve orada bankta oturma işini yap. Kaloriferi aç  veya ne gerekiyorsa onu yap, ama şu an ışığını yayma ve gözlemleme zamanıdır. Eğer bir şey yapman gerekiyorsa, gezegende neler oluyor onu gözlemle. Belki de birileri bizim için bunun kaydını tutar, bu tarihte şu saud oldu vb. 

 

Şimdi derin bir nefes alalım.

 

Burada olmanızın bir sebebi var. Bu, büyük önemli bir işte çalışmak veya dünyayı değiştirmek veya kendin için görkemli bir kimlik oluşturmak değil. Burada sadece bir Üstat olarak bulunuyorsun. Bu bile kendi başına güzel bir hikaye, sadece nasıl buraya geldiğin değil, aynı zamanda “Bu dünyaya, tam şu anda bir Üstat olmak üzere geldim, ve işte burdayım”.

 

Şimdi derin bir nefes alalım.

 

Hızlandı mı? Kesinlikle. Herşey hızlandı hatta . . . - sevgili Linda bugün çok hoş gözüküyorsun. 

 

LINDA: Hm, teşekkür ederim

 

ADAMUS: Vay be.

 

LINDA: Her zaman yakışıklısın.

 

ADAMUS: Teşekkür ederim. Hâlâ bu Havai gömleklerini giymeye alışamadım ama bir müddet sonra alışırım. 

 

LINDA: Rahat kıyafetler.

 

ADAMUS: Rahat. Mark Twain bile bu tür kıyafetler giymemişti.

 

LINDA: Oh.

 

ADAMUS: Hayır, her zaman kravat takmıştı. Neyse, şimdi sevgili Linda, bildiğin gibi bizim son Şaudlarımız  ve toplantılarımız ve çalışmalarımız bayağı hızlı ama sizi zorlayacak kadar da hızlı değil.

 

LINDA: Değil.

 

ADAMUS: Belki bu sizi etkiliyor. Sen iletişim içindeki Üstatlar çalışmasından sonra nasıl etkilendin?

 

LINDA: Çok genişletici ve perspektifi dönüştüren bir şeydi ve bunu yapmaya devam ediyorsun, sanki şey gibi oluyor, şey gibi olduğunu düşünüyorsun . . . 

 

ADAMUS: O yüzden bana büyük paralar ödeniyor.

 

LINDA: Biliyorum. Ve o yüzden – yani biliyorsun, şey yani, şeyi düşünüyorum, bunun sonu nereye varacak (nereye kadar gidecek) ve ondan sonra daha da ileri gidiyor.

 

ADAMUS: Daha da ileri gidiyor. Eğer bunların hepsi “ Hay allah yaa, hep aynı şey, 10 senedir bir şey değişmedi” gibi olsaydı, hayal kırıklığına uğrar mıydın?

 

LINDA: Hala burada olmazdım.

 

ADAMUS: Hâlâ burada olmazdın. Tamam. Ama evet hızlandı ve bizim yaptığımız gibi çok yoğun bir celseden sonra herşey çok güzeldi.

 

LINDA: Muhteşem.

 

ADAMUS: Bazen bedeni etkiler, özellikle, çünkü beden hakkında konuşuyorduk, fiziki beden hakkında ve ışık bedeni hakkında.  Farkına varacağınız bir şey de, bazen çok yorucu olduğu, ama gerçekte olmakta olan şu;  bir süreliğine hareketsiz olmanız gerekir, uyumanız veya dinlenmeniz veya sürekli bir şeyler yapmaya bir süreliğine ara vermeniz gerekir.

 

LINDA: Benim kendimi çok kötü hissettiğimi itiraf etmemi mi istiyorsun . . . 

 

ADAMUS: Senden bişey istemiyorum (Linda kahkaha atar)  telkin tohumlarını ekiyorum.

 

LINDA: (kıkırdayarak) çok kötü hissediyorum.

 

ADAMUS: Kendini kötü hissediyordun ve iletişimde olan Üstatlara katılan diğer birçoğu da öyle hissediyordu. Bu seni etkiler, o yüzden arada sırada git havuzun kenarında otur veya git yatakta uzan. Her zaman gidip kendi yatağınızda uzanmanızı da tavsiye etmiyorum, çünkü yatakta da bir enerji izi oluşur. (Kendi yatağın) değişmek, uyumlanmak, bilinci dönüştürmekten ziyade, daha çok uyumak içindir.

 

LINDA: Ben yorganın altına girmedim, o yüzden . . . 

 

ADAMUS: Haa tamam o zaman ...

 

LINDA: Tabii tabii ne demezsin

 

ADAMUS: Tabii tabii.

 

LINDA: Tabii tabii. (Adamus kıkırdar).

 

ADAMUS: Neyse, Her şey kesinlikle hızlanıyor.  Her şey daha hızlı gidiyor, ama ...

 

LINDA: Ama hoş bir sekilde.

 

ADAMUS: Eğer öyle olmasaydı sıkılırdık zaten, eğer sıkışıp kalsaydık, hiçbir şey olmuyor olsaydı.

 

LINDA: O zaman işe yaramazdı.

 

ADAMUS: O kadar işe yaramazdı, evet.

 



Bir Hikaye

 

Hadi şimdi Şaud'umuza başlayalım, küçük bir hikayeyle başlamak istiyorum. Bu çook çok uzun bir zaman önce gerçekleşmiş bir hikaye. Bu Giuseppe'nin hikayesi, çok parlak ve kabiliyetli olan heykeltraş Giuseppe'nin hikayesi.

 

Giuseppe bronz heykeller yapmayı severdi. Bronz da bildiğiniz gibi bakır ve kalayın karışımından elde edilir, ve bronzla çalışmak göreceli olarak mermer, taş ve benzeri malzemelerle çalışmaktan daha kolaydır. Ama Giuseppe her şeyi yaratmayı seviyordu. Küçük bronz heykeller yapmaya başladı, daha sonra bu heykeller gittikçe büyüdü. Gerçek boyutlarda heykeller yapmaya başladı ve ünü en büyük heykeltraş olarak her yere yayıldı.

 

Bir gün “Şimdi ben başyapıtımı yapmak istiyorum, Tanrı’nın muhteşem bir heykelini yapmak istiyorum. Tanrı’nın.“ dedi. Ve tabii ki o günlerde herkes Tanrı’yı yaşlı bir adam olarak algılardı. Heykeli tasarladı. 5 metre yüksekliğindeydi. Uzun (yüksek) bir heykeldi, bilinen tarihte birisinin yapmaya teşebbüs ettiği en uzun heykeldi. Ve Tanrı’nın tasarlanması üzerinde uzun bir süre çalıştı, ve tabii ki, o bir adama benziyordu, bildiğiniz gibi, ve o zamandan bu yana da, bu (algı) da çok fazla değişmedi.  İnsanlar Tanrı’yı hâlâ büyük yaşlı bir adamla ilişkilendirirler. Ama o (Giuseppe) bu muhteşem güzelliği yarattı, her bir küçük detaya özen göstererek, neredeyse takıntılı bir şekilde, çıraklarına, onlar bir hata yaptıklarında veya işi karıştırdıklarında ciddi zor zamanlar yaşatarak, çünkü o, (Giuseppe) bu heykelin, çağlar boyunca ayakta kalıp, Tanrı’yı onurlandırmasını istiyordu. Belki de insanlara, Tanrı’nın her zaman burada olduğunu göstermek istiyordu. Tanrı sadece göklerde bir yerde değil, aynı zamanda Dünya üzerinde bir heykel olarak da vardı.

 

Sonra, erimiş bronzu, kalıbın içine dökme vakti geldi. Biliyorsunuz kalıplara.  Sevgili Linda, sen metallerle çalıştın. O gün geldi çattı.  Kocaman bir tekne içinde erimiş bronzu karıştırdılar. Ateş çok şiddetli yanarken, ateşin ısısından dolayı sıvılaşmış bronz fokurdarken, her şey kalıbın ilk parçasına dökülmek üzere hazırdı.

 

Tam bu aşamada, Giuseppe her küçük detay üzerinde yoğunlaşırken, o andaki erimiş bronzun tam kıvamını görmek istedi, bronz doğru sıcaklıkta mıydı, diğer her şey yolunda mıydı, görselliği artırmak için (karışımın) içine katılan renklendiriciler doğru kıvamda mıydı. Bunları görmek için, içinde eritilmiş bronzun olduğu alttan ısıtılan kazanın tepesinden eğilip, kontrol ederken (Linda irkilir), biraz fazla ileriye gitti.

 

LINDA: Aman!

 

ADAMUS: Erimiş bronz teknesinin içine düştü.

 

Şimdi hikayenin burada biteceğini düşünebilirsiniz, ama hayır, tabii ki de hayır. Bu bir Adamus hikayesi. Hikaye devam ediyor.

 

Vücudu, bu sıcak sıvı bronza değdiği anda eridi. Yanmadı, sadece eridi ve hemen bronzun içinde küçük kristalciklere dönüştü. Kendini kristalize etti. Ve işin ilginç tarafı da şu; zavallı Giuseppe'nin o anda pişeceğini ya da kızaracağını düşünebilirsiniz, ama öyle olmadı. O şimdi bu erimiş bronzun içindeydi ve o kendisini hissedebiliyordu. Kendini duyabiliyordu. Farkındaydı. Isı derisini yakmıyordu çünkü hiç derisi kalmamıştı. Hepsi kristalleşmişti. Ancak bu arada, kendisi de, bu deneyimin tam ortasındaydı, bu sıvı haldeki, az sonra Tanrı olacak şeyin içindeydi.

 

Çıraklar meşguldü ve dikkatleri başka yerdeydi. Bir sürü işleri vardı. Öncesinde Giuseppe onlara bir sürü talimat vermişti, neyin tam doğru zamanda yapılacağını, her şeyin en doğru şekilde nasıl yapılacağının talimatlarını. O yüzden Giuseppe'nin nerede olduğuna fazla aldırmadan- belki tuvalete gitmiş olacağını düşündüler – erimiş bronzu kalıba döktüler, sonra diğer yarısını döktüler ve ikisini birleştirip donmasını beklemeye koyuldular. Ve işte burda Giuseppe kendi heykelinin içine dökülmüştü.

 

Bronz soğudu, kalıbı çıkarttılar ve bu çok çok uzun Tanrı heykelinin güzelliğine hayranlıkla baktılar, ve sadece döküm bir heykel olarak değil de, gerçekte nasıl göründüğünü şaşkınlık ve hayranlıkla izlediler. O kadar büyüktü ki, ve çok güçlü gözüküyordu, kendi otoritesinin ve gücünün çok farkında gözüküyordu.

 

Heykelin üzerinde son rötuşları yapmaya başladılar, orada burada kalmış pürüzleri düzelttiler, orasına burasına son rötuşları yaptılar, ama kimse Giuseppe nerede diye sorma zahmetine katlanmadı. Ve heykel, bir insan ordusu tarafından köy meydanına taşınıp, orada daha önce yapılmış kaidesinin üzerine dikilmeden önce, birkaç gün daha burada bekledi, ve şimdi Giuseppe bu heykelin içindeydi ve kelimenin tam anlamıyla bronz ile bütünleşmişti. Kendi kendini duyabiliyordu. Kendi kendini hissedebiliyordu. Başkalarının konuştuklarını duyabiliyordu, ve nasıl oluyor da hiç kimsenin “Giuseppe nerde, Giuseppe nerede?” diye sormadığını merak ediyordu. Ama, tabii, kasabada herkes onun kadınlara düşkün olduğunu biliyordu. Onun belki de genç bir kadınla kaçtığını, belki de hiçbir zaman geri gelmeyeceğini düşündüler. Bu güzel heykeli yerine dikmek zaten onların işiydi ve öyle de yaptılar.

 

Ve şimdi köye ve köyün insanlarına bakan, içinde Giuseppe'nin bulunduğu, içine hapsolduğu, çıkamadığı bu Tanrı heykeli vardı. Bağırmaya çalıştı ama kimse duymadı. İçinden ittirerek çıkmaya çalıştı ama bronz çok dayanıklıydı. Hiçbir şey işe yaramıyordu “Şimdi ne olacak? Giuseppe için bundan sonra ne var? diye merak etti.

Çok uzun süre bile geçmeden halk Giuseppe'yi unutmaya başladı. Yine herkes onun kasabayı birisiyle veya bir şeyle terk ettiğini düşündü, kim bilir? Ama çok kısa süre içinde köy halkı her gün gelip bu Tanrı heykeline saygılarını sunmaya başladılar, ama bilmiyorlardı ki Giuseppe onlara bakıyordu, onları hissedebiliyordu, onları görebiliyordu, onları duyabiliyordu.

 

Ve sonra, kuşaklar boyunca insanlar bu Tanrı heykelini takdir ettiler. Çok uzak yerlerden bu eseri görmeye geldiler ve çok geçmeden onu yapan sanatçının kim olduğunu unuttular. O sadece Tanrıydı. Daha sonra sağda solda, bu heykelin bir gün orada kendi kendine beliriverdiğine ve ilginç özellikleri olduğuna dair söylentiler çıkmaya başladı. Sadece bronzdan yapılmış olmasına rağmen, zaman zaman canlı gibi görünüyordu. Bazıları geceleri onun ışık yaydığını iddia ediyorlardı. Bazıları ondan birtakım seslerin geldiğini iddia ediyorlardı.

 

Kuşaklar boyunca insanlar bu Tanrı heykeli önünde geçit yaptılar (Çn: Tavaf etmek gibi.). Bütün bu süre boyunca Giuseppe onlara bakıp, bir gün bu heykelin dışına çıkıp çıkamayacağını merak ediyordu.

 

Bir süre sonra Giuseppe heykelin dokusuyla o kadar bütünleşti ki, heykelin kendisi oldu. Artık Giuseppe yoktu. Sadece orada bir heykel vardı. Kim olduğunu unuttu. Bir süre sonra kendi ismini unuttu. Şimdi o artık sadece heykeldi ve orada tüm o gelip geçenlerin takdirini almak için ve ona tapınmaları için durup duruyordu.

 

Seneler ve birçok kuşaklar sonrasında, artık çevresel etkiler heykel üzerinde etkilerini göstermeye başlamıştı – rüzgarlar, yağmurlar, fırtınalar, özellikle de güvercinler. Ve yavaş yavaş Giuseppe tarafından yaratılan bu tanrı heykeli aşınmaya başladı. Bir müddet sonra, yapıldıktan sonraki ilk 100. senesinde barındırdığı cazibeyi kaybetmişti. Eskiyip kirlenmeye başlamıştı. Başka yerlerden ziyarete gelenler gelmeyi kesmişti. Köy halkı ona tapınmayı ve dualarının cevap bulmasını istemek için gelmeyi kesmişti. Artık tamamen unutulmuştu. Etrafını çalılar bürümeye başlamış, ağaçlar boyunu geçmeye başlamıştı, ve sonunda heykel, Giuseppe içinde hapsolmuş bir şekilde tamamen unutulup gitmişti.

 

Ve bir gün, bin yıl veya daha uzun bir süre sonra, bu tanrı heykeli, köyün tepesinde öylece dururken, ancak tamamen unutulmuşken, büyük bir fırtına çıktı. Ufuktan belirip büyük bir hortum olarak geldi, ve köyün içinden geçti, doğrudan Giuseppe tarafından yapılan tanrı heykeline ulaştı, doğrudan ona gitti. Tabii heykel şimdi bayağı yıpranmış durumdaydı, üstünde delikler vardı, üzerindeki detayların çoğunu kaybetmişti, rengi atmıştı, hiçbir şeye benzemiyordu. Oldukça sıkıcı bir görüntüsü vardı ve bu hortum doğrudan onun üstüne geldi, onu yere devirdi, binlerce parçaya böldü.

 

Ve o anda tüm bu arbede Giuseppe'yi uyandırdı. Bin yıldan fazla zamandır kendi yaptığı heykelin içinde hapis kaldıktan sonra, bu olanlar onu uyandırdı. Ve uyanınca, kim olmuş olduğunun farkında değildi, ama çok çok uzun süredir bu heykelin içinde sıkışıp kaldığını biliyordu. Uyandığında üzerine neredeyse bir korku çöktü;  “Ben şimdi kimim? Ben artık bu heykel değilim. Ben artık Tanrı heykeli değilim. Ben şimdi kimim? Özgürüm ama bu ne anlama geliyor? Özgürlüğüm ile ne yapacağım? Ben artık bu heykelin içinde hapsolmuş değilim. Bu heykel şimdi paramparça, her yere saçılmış durumda. Ama ben kimim? Artık bir kimliğim yok.”

 

Sonra Giuseppe içinden gelen bir tür ses duydu, o ses “Sen Tanrısın, hah! Bin seneyi aşkın bir süredir bir heykel rolünü oynadın, şimdi git ve yaşa. Sen Tanrısın” dedi. Ve Giuseppe “Zaten başka bir seçeneğim de yok, çünkü kim olmuş olduğumu hatırlamıyorum. Artık bir kimlik duygum yok. Bu heykelin içinde hapsolmuştum ve kim olduğumu unuttum. O yüzden yollara koyulabilirim. Özgürlük ne anlama geliyor bilmiyorum. Özgür olduğumu biliyorum, ama bu ne anlama geliyor?”

 

Giuseppe, ayni Kuthumi gibi, yürümeye başladı. Deneyimlemeye başladı, ve yavaş yavaş Giuseppe olduğuna dair hafızasının bir kısmı geri gelmeye başladı, geri geldi, daha sonra geçmiş yaşamları olduğunu öğreneceği anıları da geri geldi. Yavaş yavaş kendisini ünlü heykeltraş Giuseppe kimliğinin içinde katılaştırdığının farkına varmaya başladı. Kendisini o kadar dar, katı bir kimlik içine hapsetmişti ki, özgür olmayı ve ifade etme yeteneğini unutmuştu. İstediği her anda, istediği her biçimde yaratabileceğini unutmuştu, kendisini, kendi içine, bu büyük heykeltraş kimliğinin içine öyle hapsetmişti ki, bu, onun kendi kendini, kendi yaptığı heykelin içine hapsetmek olarak tezahür etti.

 

Böylelikle yürüdü, yürüdü, seyahat etti, insanlarla tanıştı, ve bütün bu süre zarfında yeniden katılaşmış bir kimlik inşa etmeye direndi. Kimlikler üstlenmesine izin verdi. Kendi suretlerinin tadını çıkardı ama tek bir kimliğin içine yeniden hapsolmaya direndi. Oh, hayır, Tanrı heykelinin içinde geçen bin yıldan sonra mı, asla.

 

Şimdi bunun ne kadar eğlenceli olduğunun farkına vardı. Bir gün bir şey olup, ertesi gün başka bir şey olabilirdi. Fırıncı olabilirdi.Sanatçı olabilirdi. Siyasetçi olabilirdi. İstediği her şey olabilirdi.Köyden köye yürüyen, hayatın keyfini çıkaran, diğer insanlarla konuşan bir varlık olabilirdi.  Bir kimliğin içine hapsolmanın ne kadar kolay olduğunun farkına vardı. İçindeki gerçek Tanrı “Sen bu kimliklerin tümüsün, istediğin her şeyi (olabilirsin),  Ve evet, bir tanesinin içine derinlemesine girebilirsin. Sanki bir heykelin içindeymişsin gibi kendini hapsedebilirsin, ama her zaman özgürsün, her zaman kendin için istediğin yeni kimliği yaratmakta özgürsün” dedi.

 

İşte bu heykeltraş Giuseppe'nin hikayesi. Benim hapsolduğum kendi hikayem (Linda güler) kadar iyi bir hikaye değil, (Linda'ya) Lafı buraya getireceğimi biliyordun (Linda kıkırdar). Benim, kristal hapishanenin içinde sıkışıp kalma hikayem kadar iyi bir hikaye değil, ama ona benzer bir şey, bugünkü konumuza bizi getiren bir hikaye.



Kimlik

 

Farkına varacağınız şeylerden birisi de, size şu anda olmakta olan veya bir süredir olagelen şeyin, kendiniz için yaratıp, kesip biçip, şekillendirdiğiniz, ve sonrasında içine sıkışıp kaldığınız kimlik duygusunun parçalanıyor olmasıdır. Artık bu (kimlik) yaşlanıyor. Birçok etkiye, hava, yağmur, rüzgar, fırtına, diğer insanlar, can sıkıntısı, depresyon ve aklınıza ne gelirse, bunlara maruz kalageldi. Ancak bu eski heykel, sizin heykeliniz, soluklaşmaya başlıyor ve bu bazıları için korkutucu. Gerçekten korkutucu. Siz, çok çok uzun bir süredir bu heykelin, bu fiziki bedenin, zihninizin ve kimliğinizin içinde olageldiniz. Korkuyorsunuz! Oh bazılarınızın entellektüel olarak “Yok, bunların hepsi çok iyi” dediğinizi biliyorum, ama iş o aşamaya geldiğinde içinde biraz korku barındırır. “Benim bütün kimliklerim paramparça olursa sonra ne olacak?” ve sonra buna direnç gösterirsiniz.

 

Onu korumaya çalışırsınız, ama eninde sonunda bu işe yaramaz. O fırtına, o hortum sizi bulacak, çünkü bu sizsiniz. Ruhunuz – ve ejderha “Oo yok yok yok yok gerçek özgürlüğün zamanı geldi” der, “Sadece bu kimlik olmadığının farkına varma zamanı geldi. Bu kimlik bir yere kadar tamam, ancak sen bundan çok daha fazlasısın. Ve eğer biz onu parçalamalıysak, parçalarına ayırmalıysak, seni, o içine zorla tıkılmış olduğun heykelin dışına çıkarmalıysak, bu iyi bir şeydir, çünkü biz biliyoruz ki, eninde sonunda – eninde sonunda –  sen, kimliğini, kendi tezahürünü, diğer varlıklarla nasıl ilişki içinde olduğunu, istediğin her zaman değiştirebilecek yetiye sahip, gerçekten özgür bir varlık olmak istiyorsun. İşte bu sihirdir. Bu sihirbazdır, Merlindir. Belki de “Ben benim” den başka, tek bir kimliğin içine hapsolmuş (bir varlık) değil. Ancak “Ben Benim” bir tanım değildir. O bilinçtir. O bir heykel değildir. O serbestçe akan havadır.

Bütün bunları size söylüyorum çünkü ben sizinle çalışıyorum, sizi izliyorum. Ve tabiki Kuthumi de bir kenarından sizinle bir sürü çalışma yapıyor – bu arada biz (Ben ve Kuthumi) haftada en az bir kere konuşuyoruz, “Şambra nasıl? Ne yapıyorlar? Kuthumi, sen ne algılıyorsun? Hangi aşamadalar? “ Ve ikimiz de, şu anda olmakta olanın kimliklerin çözülmesi, paramparça olması olduğunun farkındayız, ve bu korkutucu. Ve siz de ona yapışmaya, tutunmaya çalışıyorsunuz. Kimliği tahkim etmeye (sağlamlaştırmaya- güçlendirmeye) çalışıyorsunuz. Bunu yapmak zorunda değilsiniz. Derin bir nefes alın ve onu bırakın gitsin. Bu onun öldüğü anlamına gelmez. Bu, artık sizin, birçok başka ifade şekillerine, birçok farklı kimliklere açık olduğunuz anlamına gelir. Ve bu vehçelerden dolayı da kafa karışıklığı v.b. şeyler yaşayacağım diye endişe etmenize gerek yoktur. Ama şimdi ifade etme-dışa vurma, değişme, yeniden kimlik oluşturma veya ikili kimliklenme özgürlüğü zamanı geldi. 

 

Şu sıralar gezegen üzerinde insanlarin kendilerini şu, bu, yok bilmem ne diye tanımlama konuşmalarını duyuyorum, cinsiyet değiştiren olarak tanımlama, asker olarak tanımlama, bilmem ne olarak tanımlama. Biz şimdi burada, bu tanımları açıyoruz. Tanımınızda/kimliğinizde niye tekil olasınız ki? Ve niye sahte tanrılara dayalı bir kimlik yaratasınız ki? Niye belki bir süreliğine deneyimlemesi eğlenceli olan şeyler üzerine kimlikler yaratasınız ki, ama şimdi bunları bırakma zamanı ve tamamen özgür olma zamanı.

 

Bu oldukça büyük bir değişim, ve bizler birçoğunuzdaki bu çift-kimliklenmeye (tanımlamaya) ya da yeniden kimliklenmeye (tanımlanmaya) olan direnci hissedebiliyoruz, çünkü eski kimlik parçalanacaktır. Ejderha bunun gerçekleşmesinde yardımcı oldu, onun parçalanmasında, ejderhanın orada olduğunun farkındasınız- ejderha sizsiniz- Ejderha, sizler birçok şey olabilesiniz diye orada – Merlin olabilesiniz diye, gezegende insan olabilesiniz diye, birçok açıdan bir çocuk olabilesiniz diye, sanatçı olabilesiniz diye, istediğiniz herhangi bir şey olabilesiniz diye – ve bunların hepsini olabilirsiniz. Ve gezegende Merlin olmanın güzel tarafı budur. Tek bir kimliğin şeklinin içine hapsolmuş değilsiniz.

 

Sürücü belgenizi nazik polis memuruna göstermek dışında, isminizin de artık bir önemi yok. Artık isim o kadar önemli değil. Başarılarınızın listesi, diplomalarınız ya da başarısızlıklarınızın, sizin kimliğinizi sekillendiren her ne ise artık onların bir önemi yok. Bunlar onu şekillendirmede yardımcı oldular. Bunlar, onu adeta bir spirituel bir bronzun içinde katılaştırdılar, ancak simdi Giuseppe’nin heykelin içinden serbest kalması gibi bunları bırakıp özgür olmanın vakti geldi.

 

Derin bir nefes alın yaratmış olduğunuz, yontmuş olduğunuz bu kimliğin güzelliğini hissedin. Bu güzelligi takdir edin. Onun da Tanrı olduğunu takdir edin, ama aynı Giuseppe'de olduğu gibi, o heykelin içine, sadece tek bir kimliğin içine hapsolmayalım. Burada söylenmek istenen şey, sizler şimdi çoklu-kimlik oluyorsunuz ve bu da başlangıçta biraz tuhaf hissettirecektir. Sanki kendiniz için sağlam bir zemini, sağlam bir temeli arıyor gibi hissedeceksiniz, “Denge noktam neresi”? Endişe etmeyin. Şu anda bedeniniz, zihniniz, ruhunuz  arasında bulunduğunuz yerde her şey yoluna girecektir.

 

Eğer tam şu anda Şambra üzerinde iz bırakacağım bir şey olsaydı – ki birçok değişik yönden öyle de yapmaya çalıştım– o da şu olurdu: tam şu anda  kendiniz için heykeller yoğurmayı, yontmayı bırakın, hatta kendinizi bir  Üstat olarak bile şekillendirmeye çalışmayın. Bazılarınız, ah bazılarınız hâlâ öyle yapmaya çalışıyor. “Şimdi Üstat nedir? Onu tanımlayalım. Sonra onu bronzun içine dökelim” demeye çalışıyorsunuz. Öyle olmuyor o işler. Üstat çok akışkan bir seydir. Üstat zamanda yolculuk yapar. Üstat uzay/mekanın ötesindedir. Üstat kendi tanımına ihtiyaç duymaz. Sadece “Ben’im, Ben Varım” Üstat için yeterlidir. Üstat, nasıl giysiler giyecek veya nasıl konuşacak ve bunlar gibi şeyler için kendini tanımlamaya gerek duymaz. O gerçek anlamda tanımsızdır.

 

Onunla oynayabilirsiniz, eğlenebilirsiniz, şık giyinme günleri (kostüm günleri) yapabilirsiniz, değişik yerlere seyahat edebilirsiniz, değişik şeyler yapabilirsiniz. Tam şu anda Giuseppe gibi kendi tanımınıza kapılıp kalmayın, çünkü o (tanım) değişiyor. Yeni bir tanım üzerinde çalışmayın. Kendiniz için yeni bir tanım üzerinde çalışmayın. buna ihtiyacınız da yok. Kendi kendine gelişir o. Kendi kendine ışıldar. Eğer şu anda yapılması gereken bir şey varsa, o da deneyimlemektir. Bazen bu, yataktan kalkmak ve evden dışarı çıkmak anlamına gelir. Git yeni sen'i deneyimle, yarattığınız yeni kimlikleri, çoğul kimlikleri deneyimle. Git bunları deneyimle.

 

Şimdi derin bir nefes alalım ve bunları hissedelim. Bu üzerinde çalışmanız gereken bir şey değil. Ben sadece şu anda hayatlarınızda neler olduğunu size rapor ediyorum, neden hissettiklerinizi hissediyorsunuz, neden bazen içinde bulunageldiğiniz bu eski heykelden kurtulmak istiyorsunuz, hatta neredeyse o hortumun size gelmesini umut ediyorsunuz. Neredeyse onun size gelmesini arzu ediyorsunuz. Ve ben size bu hortumu hayatınıza girmesi için kendinizin yarattığını söylemeye kadar götürebilirim.  Bu eski heykelin içinde bu kadar uzun süre kaldıktan sonra, içinde sıkışıp kaldıktan sonra, çünkü bildiğiniz gibi hava koşulları, rüzgar ve yağmur tek başına bunu hızlı bir şekilde yapmak için yeterli değildi, o yüzden bunu (hortum-tornado) kendiniz yaratıyorsunuz. O yüzden diyorsunuz ki “Hortumu getir, bu eski insan kimliğinin dışına atlamaya hazırım”.

 

Aslında bu bir gereklilik. İnsanların şu anda içinde bulunduğu evrimleşme sürecinde- bunu (evrimleşmeyi) yapma biçiminiz sebebiyle- bu heykelden özgürleşmeniz, onun paramparça olmasını gerçekleştirmeniz bir zarurettir. Bunun acı vermesi gerekmez. Coşkulu olabilir, ancak kendinizi çoklu seviyelerde deneyimleyebilmeniz için bundan özgürleşmeniz neredeyse bir zarurettir. Evet, kimlikler yaratabilirsiniz, onlarla oynayabilirsiniz, ama bunları bronzun içine döküp katılaştırmayın.

 

Şimdi kendinizin olduğu bütün için, olduğunuz her şey için, birçok kimlik için derin bir nefes alalım ve bunları deneyimlemeye başlayalım.

 

Evet, dışarı çıkıp başka insanlarla beraber olduğunuzda, bir mağazaya gittiğinizde, yaratıcı bir proje yürütürken veya her ne yapıyor olursanız olun, onu yaparken, bu eski kimliğinizin o sıkışmışlık halinde orada olması gerekmediğini görmeye başlayacaksınız.

 

Bazı insanlar bir kimlikleri olmamasından korkarlar (endişe duyarlar) Demek istediğim, birçok insan için mesela “Tamam, önümüzdeki Pazar günü herkesin kimliğini (kimlik aidiyetini) elinden alacağız” desek, bu insanların çoğu için zorlayıcı bir şey olurdu, deyim yerindeyse çılgına dönerlerdi, çünkü bu kimlikle kendilerini derinden tanımlamışlardır. İçinde çok katılaşmışlardır. Kendilerini ilişkilendirdikleri şey odur. Sabah yataktan kalktıklarında devreye soktukları şey odur, bütün gün ilintili oldukları şey odur. Sonra da yakınırlar, şikayet ederler ancak bir kimlik olmadan da kendilerini kayıp hissederler.

 

Siz, Şambra, sizin bir kimliğe ihtiyacınız yok. Onlarla eğlenebilirsiniz, ama bir kimliğe ihtiyacınız yok. Basitçe söylersek :”Ben Ben’im. Şimdi, bu şimdi an’ında ne yapmayı seçiyorum”?

 

Şimdi derin bir nefes alalım.

 

Tam şu anda birçoğunuzun içinden geçtiği durum bu ve heykel kırılana kadar bu devam edecek, ve aynı Giuseppe gibi, kendinizi özgürleştireceksiniz, ama, o zaman o özgürlük anında “Bu özgürlükle ne yapacağımı bilmiyorum” diyorsunuz, sonra gerisin geriye heykelin içine atlamak istiyorsunuz, ama bunu yapamazsınız. Her şeyin, yok olan eski insan kimliği de dahil mükemmel olduğunun farkına varırsınız,  ve böylece gerçekte olduğunuz her şeyi idrak edebilirsiniz.

 

Evet, devam edelim. Derin bir nefes alalım, her şeyin yerli yerine oturması için biraz duralım. Derin bir nefes, bir fincan kahve (Adamus bir yudum kahve içer) Oh!



Bilince karşı Düşünce

 

Şimdi programımıza devam edelim. Büyük bir soru var “Bilinç ve düşünce arasında ne fark var”? Bunu bir nebze burada, Ahmyo Villa'daki son toplantımızda konuştuk. Bilinç ve düşünce arasında ne fark var? Bu anlatması biraz zor bir şey, Linda bunu tahtaya yazar mısın, en tepeye bir başlık gibi “Bilince karşı Düşünce”.

 

LINDA: Tamam.

 

ADAMUS: Bu biraz zor bir şey çünkü ikisi de yakın bir biçimde pozisyonlanmışlar, ancak her ikisi de çok çok farklılar. Şimdi yapmak istediğim şey bunların arasındaki farkı anlamanıza yardımcı olmak.

 

Sık sık ikisi birbiriyle karışır, sonrasında da siz her şeyi, bir düşünce olarak sınıflandırırsınız (kategorize edersiniz) ve sonra düşüncelere, bilince verdiğinizden farklı bir tepki verirsiniz.

 

Nedir bilinç ile düşünce arasındaki fark? Ben bunu, şu çok çok basit ve hatırlanması kolay açıklamaya indirgedim. Hatırlanması kolay şeyleri yapmayı seviyorum. Sevgili Linda, son zamanlardaki bir çalışmamızda, hani sen her zaman kelimeleri kullanmayı istemediğini söylemiştin, orada nasıl da “kolay-hatırla” çalışması yapmıştık, hatırla. Şu anda enerjetik olarak iletişim kurduğunuz için kelimeler cok sınırlı kalıyor. Ben, her şeyi kelimelerle tanımlamak zorunda olmamak için, çok çok kolay hafızada kalacak şu mükemmel küçük deyimi icat etmiştim. O da şuydu, sen ne olduğunu hatırlıyor musun?

 

Tabii hatırlıyorsun, (Linda) söylemek istemiyor. Kelimeler kaka olabilir (Çn; İngilizce de words (kelime) – turds(kaka) sözcükleri kafiyeli).

 

LINDA: Söylemek istemedim onu. (Adamus kıkırdar)

 

ADAMUS: Bu kadar basit.

 

LINDA: Söylemek istemedim onu.

 

ADAMUS: Evet. Kelimeler kaka olabilir, ve ne zaman ki…..

 

LINDA: Söylemek istemedim onu.

 

ADAMUS: Ve sonra size kakanın (turd) antik Yunan'dan gelen bir kelime ve anlamının pis ve …… Ne? Ne?

 

LINDA: Uydurdun onu.



ADAMUS: Uydurdum. Tamamen uydurdum. Ama çalışmadaki katılımcılara da söylediğim gibi, ne zaman ağzınızdan “Amann, kelimeleri kullanmamak çok zor, ben enerji iletişimi içindeyken zihnim kelimelere kayıyor, ben kelimelere kayıyorum” sözcükleri dökülse, bu dediğimi hiçbir zaman unutmayacaksınız. Ben size “Evet, kelimelere gerçekten ihtiyacınız yok” diyorum. Kelimeler kaka olabilir. Kelimeler, açık ve doğal ifadeye engel olabilirler, ama burada tahtaya yazdırmak istediğim şey bu değildi.

 

Bilinç ile düşünce arasındaki farkı nasıl anlarız, çok basit; Üç nokta yanyana. 4 nokta, evet bir, iki, üç, dört. Şimdi sen tahtaya dört tane kocaman nokta koy bakalım. 4 nokta.

 

Şimdi, normal olarak üç nokta yanyana – birazdan Linda'ya yazdıracağım- üç noktadan oluşur (Bundan sonra Adamus üç noktanın ingilizce dilinde iki şekilde yazılması üzerine biraz konuşuyor; Ellipsis ve Ellipses), ancak biz kendimize hatırlatma olarak ve bu işaretin başka kullanımlarından ayırmak üzere, dört nokta kullanacağız. Nokta nokta nokta. Tahtaya yazar mısın “Ellipses”. 

 

LINDA: Ellipses, tamam yazdım.

 

ADAMUS: Her iki kelimeyi de yazabilirsin  – “ellipsis” …

 

LINDA: Hemen altına mı?

 

ADAMUS: Evet. Ellipsis ve ellipses, Bir cümle parçasının-ifadenin sonuna gelen nokta nokta nokta noktayı tanımlayan ingilizce kelime. Ve bu da, bilinç ile düşünce arasındaki farkı anlama biçimidir (Linda doğru yazmaya çalışırken iç geçirir), bilinç ve düşünce. Sorun yok. Yazması zor bir kelime. İki L ile yazılıyor. Şimdi, ellipses ve ellipsis, birazdan anlatmaya başlayacağım, Lindanın yazmasını bekliyorum.

 

LINDA: Sonu “ses” ile biteni mi “sis” ile biteni mi istiyorsun?

 

ADAMUS: S-e-s. Sanki gizli bir şaka gibi. Ellipses. Ellipses normal olarak üç nokta, ama biz dört kullanacağız. Ellipses. Bir sonraki sayfa lütfen.

 

Şimdi, bilinç ve düşünce arasındaki farkı anlamaya yardımcı olsun diye, bilinç “Ben Ben'im . . . ., yaz kızım :) bunu tahtaya, “Ben Ben'im”, dört nokta. Bu bilinçtir.  Demek istediğim, kelimelere dökülmüş halidir, doğru, ama aşırı tanımlanmış bir şekilde değil, ve sonundaki dört nokta da, git deneyimle anlamındadır. Tanımlanmamış. Açık uçlu.  Bu herhangi bir şeye ve deneyime dönüşebilecek bir histir. “Ben Ben'im” ve dört nokta.

 

Öte yandan düşünce birçok şey olabilir. Tanımlamak gerekirse şöyle bir şey dersiniz– şimdi (Linda'ya) yazmana gerek yok, aklıma şu geldi, “Ben kim olduğumdan emin değilim”. Bu bir düşünce. Veya”ben Giuseppe'im, heykeltraşım”. Bu bir düşüncedir. Ben 66 yaşındayım ve kendimi iyi hissediyorum” bu bir düşüncedir. Bunlar düşüncelerdir ve sonları birer noktayla biter. “Ben gezegende bir insanım” nokta. Bu da tamam. Bunda bir sorun yok, ancak bilinç açık uçludur. O, “Ben Ben'im” sonrasında üç nokta. Bu bir şekilde bilinci anlatır.

 

Bilinç ve düşünce arasındaki fark, üç nokta ile bir nokta arasındaki farktır. 

 

Daha fazla bir sürü var. “Ben varım….” Bunu tahtaya yazar mısın. Bu -dört noktalı olarak- bu bilinç. “Ben varım….” bu bir histir. Çok fazla tanıma da ihtiyacı yoktur.

 

LINDA: Ellipses?

 

ADAMUS: Evet. Çok fazla tanıma ihtiyacı yoktur. O bilinçtir. “Ben varım….” Eğer bu düşünce formuna girmiş olsaydı, o zaman “Ben burada ne yapıyorum acaba” dan “Kendimi insan bedeni içinde hissediyorum” veya “Acaba ne kadar var olacağım” kadar gider. Bunların hepsi düşüncelerdir.

 

Enerjik olarak aradaki farkı hissedin. “Ben varım….” ve bunun düşüncesi “Acaba öldüğümde kaç yaşında olacağım”, bu bir düşüncedir. Bu kötü bir şey değil, herhangi bi rşey değil. Ancak bilinç ile düşünce arasındaki farkı anlamak, kendini bir Üstat olarak anlamakla, kendini bir insan olarak anlamak arasındaki farktır.

 

Tahtaya şunu da yazalım “Güzel bir gün…. Güzel bir gün….” Bu bilinçtir, ve sonunda ellipses (4) nokta var.  “Güzel bir gün….” Sabah yataktan kalkarsın, dışarı çıkarsın, ve bunun en etkili (en yüksek potansiyelinde) halinde bu kelimelere bile ihtiyacın yok. Burada bu kelimeleri kullanıyorum. Siz ise sadece (4) noktayı kullanabilirsiniz. Gün için derin bir nefes alabilirsiniz – (4) nokta, Nokta nokta nokta nokta. Devam edecek. Daha fazlası gelecek. Deneyimlenecek.  “Güzel bir gün….” bu bilinçtir. Bu bir histir.

Bunun yanında düşünce ise şöyle bir seydir “Bugun çok güneşli”, “Acaba günün kalanında ne yapacağım”. “Acaba bugün fırtına olacak mı”.”Bugün sıcak olacak”. Bunlar hep düşünceler ve bunda bir problem yok.

 

O zaman “Bugün güzel bir gün….” bilinçtir. “Kendim için bir şey yapacağım.” düşüncedir. Bunun işleyişi böyledir.  Bilinç ve düşünce arasındaki fark, noktalar arasındaki farktır = açık uçlu nokta nokta nokta nokta ve cümle sonundaki tek nokta.

Düşünceler bir yapıya sahiptir. Düşünceler geçicidir. Düşünceler heykeller gibidir. Tanımlanmışlardır, ve sonlarında tek nokta vardır. Onun (düşüncenin) sonu budur (noktadır).

 

Beyninizde her gün ve her zaman bir sürü düşünce vardır. Tam şu anda biz konuşurken bile- şöyle düşünceleriniz var “Bunu anladım mı? Bunu anlamak istiyor muyum?” veya “Vay, bu çok zekiceydi Adamus”. Bunlar hep düşünce.

Olayın özü bilinç – ki “Bugün güzel bir gün….” gibi kelimelere bile ihtiyacınız yok, bilinç sadece “Bu ….” nokta nokta nokta nokta gibi bir şeydir. Bunu tahtaya yazalım “Bu ….” - burada başka bir şey katmaya bile calışmıyorsunuz. Küçücük bir şey koymak yeterlidir. “Bugün güzel bir gün….” bu iyi, bu bilinçlidir. Ama eninde sonunda o, “Bu…., Bu….” olacaktır, ve sonra bunu hissedeceksiniz, deneyimleyeceksiniz. Hissiyati deneyimleyeceksiniz ve sonra dışarı çıkıp, bunu fiziki ve zihni olarak deneyimleyeceksiniz.

 

“Bu….”. Ancak şu sıralarda, bunun içine birkaç kelime daha katabilirsiniz. “Bugün güzel bir gün….”. Derin bir nefes al ve onu hisset. Bu bilinçtir. Bu farkındalıktır.

 

Bu konuyu gündeme getirdim çünkü sıklıkla düşünce ve bilinç arasındaki ince farkı görmek zordur. “Hangi parçam bilinçtir? Bilinç beyinde serebral korteksten geçen ve oradan yayılıp tüm parçalarımla bağlantı ve iletişim kuran bir şey mi?” Hayır. Bu düşüncedir -ya!- ve beynin serebral korteksinde başlamaz. Beynin bu parçası bilinci bir güzel alır ve (küttt!!) onu dümdüz yapar ve düşüncelere ve kelimelere döker.

 

Bilinç. Nerede bu bilinç? Her yerde. Senin olduğun her yerde. Öyle olmak zorunda, aksi takdirde hiçbir şey olmazdı. Burada olmasaydın, hiçbir şey olmazdı. O yüzden bilinç her yerdedir. Sadece beyinde veya bedende değil. Onların içindedir, ve aynı zamanda her yerdedir. Bilinç yer kaplamaz, zamanın herhangi bir türüyle senkronize değildir. Sadece buradadır. Bilinç “Bu…. Ben….” dir.

 

Öte yandan düşünceler tanımlanmıştır, sıklıkla yargılayıcıdır, sıklıkla sözde daha etkin bir iletişim sağlamak için  kelimelere dökülür. Kimliği yapılandıran düşüncelerdir. Bunu ayrı bir sayfaya yazalım, “Kimliği yapılandıran düşüncelerdir”. Bilinç kimlikler yapılandırmaz, ancak sizi olduğunuz şey yapan ve kimlikleri yapılandıran düşüncelerdir. Sizi nev-i şahsınıza münhasır bir birey ve gezegende karmaşık bir varlık yapar.

 

Bunlar hep düşüncelerdir– mesela “Ben şu yaştayım”, “Bugün iyi hissetmiyorum”, ”Bir sürü işim var”, “Bir sonraki Şaud’u sabırsızlıkla bekliyorum” bunların hepsi düşüncelerdir. Bazıları iyi (düşünceler) bazıları o kadar da iyi olmayanlar. Ve sizlerde bütün bu düşüncelerin kafanızın içinde vik vik vik konuşmasına alışıksınız ve bunların bilinç olduğunu düşünüyorsunuz. Bunların siz olduğunu düşünüyorsunuz. Ama değil. Bunlar sadece düşüncelerdir. Bunlar sadece düşüncelerdir ve şu anda bunlardan, beyninizin içinde gelip geçen bunlardan sizde bir sürü var. 

 

Siz bilinçsiniz. Siz bilinçsiniz. “Ben Ben'im…. Bugün güzel bir gün….Yemeğim çok lezzetli olmuş ….” Bu bilinçtir. Bu farkındalıktır. Ve bu sık sık düşüncelere de girer, “Bu domatesler gerçekten taptaze. Bu balık iyi terbiyelenmiş. Bu pasta çok tatlı ve lezzetli”.

 

Bunlar düşüncelerdir, bilinç ise “Yediğim yemeğin enerjisiyle böylesine bağlantılı olmam çok hoşuma gidiyor ….” Bu bilinçtir, sonuna konan dört noktasıyla beraber. Neticede her ne kadar ben o (bilinç) sadece “Ben…. Bu….” bunlar bilinçtir demiş olsam da, insanlar daha fazla kelimelere ihtiyaç duyar.

 

Şimdi bilinci hissedelim. O belirli bir yerde bulunmaz, beyninizden gelmez ve düşünceler değildir. Basitçe söylersek “Bu…. Ben…. Bu….” Bu farkındalıktır.

Bilinç, kendi kendine, hiçbir zaman bir kimlik yaratmaz. Cok akışkandır, açıktır, akıcıdır. Cümlenin sonunda gelen nokta nokta nokta noktadır. Devam eder. Durmaz. Akar. Bir bilinç duyusundan diğerine akar, bir farkındalıktan diğerine akar. Çok çok açık uçludur. Sen bilinçsin.

 

Ve bilinç ne yapmanız gerektiğini asla söylemez. Bilinç sadece sizin ne yaptığınızın farkındadır. Bilinç bir kimlik yaratmaz.

 

Bilinç, gerçek sensin. Düşünmez. Düşünmeye ihtiyacı yoktur. Sadece “Ben Ben'im ….” dir. Bilinç içteki gerçek cevaplardır, sizin içinizdeki.  Beyninizin içinden geçen düşünceler, özellikle de bir sorunu çözmeye (bir şeyi anlamaya) çalışırken ve sonrasında birbirleriyle çelişen düşünceler ortaya çıktığında, işte bütün bunlar düşüncelerdir.

 

Bilincinize geri gelin, “Ben Ben'im….” nokta nokta nokta nokta, bu “Ben Ben'im…. şimdi gideyim ve bunu deneyimleyeyim.” anlamına gelir. Ama Giuseppe'de olduğu gibi, içinde sıkışıp kalmayalım. Düşüncelerin içine girelim, deneyimin içine girelim. Bunun coşkusunun içine girelim, eğer isterseniz eziyetinin içine girelim. Farketmez. İçine atlayalım, ama (hatırlayın) bu (4) noktadır. Devamlılıktır.

 

Şimdi siz, düşüncelerin de sürekli devam ettiğini söyleyebilirsiniz, ama onlar ard arda gelen düşüncelerdir, sonu noktayla biten cümlelerdir ve zihin gibi tanımlanmış ve yapılandırılmışlardır.

 

Zihin düşünceler üretir. Zihin bilinci, sonucunda sizin kimliğinizi şekillendirecek olan düşünceleri üretecek şekilde algılar, çok sınırlı bir şekilde algılar. Ve bunda, siz ta ki onun içinde katılaşıp kalana kadar bir sorun yoktur.

 

Zihindeki düşünceler - zihin ilginç bir olgudur ve buradan ileriye giderken bu konu çok önemlidir-  ve ben bütün bunları, şu anda sizin zihniniz değiştiği için gündeme getiriyorum. Sizler düşünce temelli zihinsel yapılandırılmış bir realiteden, daha çok bilince dönük bir realiteye geri geliyorsunuz. Daha fazla bilince ve Sizin Olduğunuz Tüm'e – küçük sen'e değil – geri geliyorsunuz.

 

Zihin oldukça yapılandırılmış bir şeydir. Döküm bir heykel gibidir. Kendisini belirli bir ifadenin içinde katılaştırır ve oradan hareket etmez. Zihin böyledir. Ancak zihinle ilgili -özellikle şu anda- önemli olan şey, onun (zihnin) söz dinler olmasıdır. Linda bunu şunun altına yazar mısın. Bunlar çok zekice söylenmiş sözler/terimlerdir. Zihin söz dinler.

 

LINDA: (fısıldar) Tamam.

 

ADAMUS: Zihin kendine söylenen şeyi yapıyor – düşünceler üretmek. Bir realite şekillendirmek, bir kimliğin içinde kalmak. Sizin bir parçanız ona (zihne) bunu yapmasını söyledi, ve zihin de çok çok itaatkar, kendine söyleneni yapacaktır ve onu aşırı uçlara götürerek yapacaktır. Takıntılı bir biçimde yapacaktır.

 

LINDA: Nokta mı, üç nokta mı?

 

ADAMUS: Hiçbir şeye gerek yok.  hiçbir şeye gerek yok.

 

Zihin çok söz dinler. Şu anda, bilinciniz daha çok farkındalığına geldiğinden dolayı, olan şey zihninizin söz dinlemeye başlaması ve “artık  düşüncelerimizi oluşturma, realite oluşturma yollarımızı değiştirme zamanı geldi. Şimdi büyük ışık ve büyük resim olan bilincin gelme vakti geldi”. Sonra düşünceler, hemen işe koyulur, bu realitenin yaratılmasına - onu aşırı tanımlamadan- başlar.  Şu anda zihin, her ne kadar direniyor gibi görünse de, çok söz dinleyen bir haldedir, Ve “ben değişim için hazırım” der.

 

Şimdi, kendi zihninizi, kendi beyninizi biraz hisseder misiniz? Biliyorsunuz, şu anda yüzlerce milyar nöron ateşlenmiş durumda. Neredeyse hayal etmesi bile zor bunu. Ama zihin, basitçe söylersek, karşılık veren bir mekanizmadır. Sizin yapmanızı istediğiniz şeyler için programladığınız bir bilgisayardır. Ve bu durumda da, gelmekte olan büyük şey “Bunun benim enerjim olduğunun ve onun bana hizmet etmek için burada olduğunun farkındayım” demektir ve sonrasında buna izin vermektir. Hâlbuki geçmişte durum şöyleydi; ”Bütün enerji bir başkasına ait ve ben de kendi payımı elde etmek durumundayım”.

 

Şimdi işler daha farklı ve zihin de buna alıştırıyor kendisini. Sizi duydu. Sizin “Evet olay budur, enerjinin bana hizmet etmesine hazırım” demenizi duydu. Birazcık zaman alsa da zihin uyumlanmaya başlayacaktır. İtaatkâr hale gelir ve şöyle der;”Aşina olmadığımız kavramlara kendimizi açacağız, onlara açılacağız ve onlarla uyumlanacağız, bize ait olan bu enerjiye açılacağız”, ve zihin buna göre kendini ayarlar. Zihin “Kendime ait tek bir kimliğe tutunup kalmayacağım, Ben, Ben olanın tümüyüm”der.

 

Zihin başta biraz yapılandırılmış olmakla beraber itaatkârdır ve der ki;” Tamam, bir kimliğe ihtiyacımız yok ama bana daha önce bir kimliğe ihtiyacımız olduğunu söylemiştin, ben de bir tane yarattım. Şimdi diyorsun ki bir kimliğe ihtiyacımız yok, tamam o zaman biz oldukça akışkan, açık ve esnek olacağız”.

 

Şu anda zihniniz ve beyniniz uyumlanıyor ve ayarlanıyor. Üzerinde çalışmanıza gerek yok. Onu zorlamanıza gerek yok. Zihinsel alıştırmalar vb yapmanıza gerek yok. Kendisi uyumlanıyor. Her zaman yapageldiği gibi şimdi de Üstad'a itaatkar hâle geliyor, ve burada Üstat sizsiniz.

 

Şimdi derin bir nefes alalım.

 

Şu anda içinden geçmekte olduğunuz şeyler – ki ben sizlerle içinde geçmekte olduğunuz şeyleri paylaşıyorum; bunu yapan sizin kendinizdir aslında, ben değilim– dediğim gibi içinden geçmekte olduğunuz değişimler, katılaşmış kimliklere duyulan ihtiyacın parçalanmasıdır. Siz artık bir heykel değilsiniz. Şimdi bilinç (ile düşünce) arasındaki farkı anlamak basittir. Bilinç aslında bir hissiyattır. Açık uçludur. (4) noktadır. Nokta nokta nokta noktadır. “Ben varım….Ben varım….Bugün güzel bir gün….Burada, bu makineler zamanında olmaktan memnunum….”. Şunu sorabilirsiniz “Bu düşünce mi, bilinç mi?” Bilince getir onu o zaman bilinç olur.

 

Düşünceler şöyle şeyler olacaktır “Buraya kadar gelebileceğimi hiç düşünmemiştim”. Veya “Beklediğim şey değil bu”. Veya “Bu makineler zamanı nedir?”. Ama öte yandan bilinç şöyle bir şeydir; ”Ben Buradayım…. Ben Buradayım….”. Ve bunun için bir düşünceye ihtiyacı yoktur.

 

Bilinç gerçek Sizsinizdir. Düşünceler ise onu deneyimleme ve uygulamanın yollarıdır. Ama onları (düşünceleri) bronzun içinde katılaştırmayalım.

 

Derin bir nefes alalım.

 

Zihniniz değişiyor. Şimdi saf bilinç ile -ki o farkındalıktır- diğer her şey -ki o da düşüncedir- arasındaki farkı anlamaya başlıyorsunuz. 

 

Bir şey seçtiğinizde neye başvurursunuz? Bir deneyime hazır olduğunuzda nereye gidersiniz? Bir değişim için hazır olduğunuzda nereye gidersiniz? Bilince gidersiniz.

 

“Ben olduğum tüm Ben'i seçiyorum….Ben mutluluğu seçiyorum….” Bu bilinçtir. Bu bir düşünce diyebilirsiniz, ama iş eninde sonunda bunun sonundaki (4) noktaya gelir. “Ben mutluluğu seçiyorum ….” ve o öyle olur, - veya “Ben mutluluğu seçiyorum.” Nokta. Bir noktayla sonlanır. Aradaki fark budur.

 

Bunun için, bu geçiş için şimdi derin bir nefes alalım. Bilincinizin ne olduğunu anlamaya derin bir nefes alalım, artık yeni kimlikler inşa etmenize gerek olmadığını anlamaya derin bir nefes alalım. Gerçekten ne iseniz o olmak için özgürsünüz, sadece bir heykelin içine sıkışıp kalmış değilsiniz. Şimdi bunu hissedin.

 

(beklenir)

 

Hmmm, bazılarınızın çok yaratıcı olmaya başladığını görüyorum. Evet (4) nokta kolyesi, sıra sıra dört pırlanta. Vay, bu  Linda’ydı  (ikisi de kıkırdar). İşte bunu, bu basit bağlamında düşünün. Üzerinde çok fazla düşünmeyin. “Şimdi  (Adamus) ne dedi?” Aradaki fark (4) nokta, nokta nokta nokta nokta. Bu bilinçtir. Buna karşın düşünce bir nokta ile sonlanır. Bu kadar basit.



Işığımızı Işımak – Merabh

 

Hadi bakalım, devam edelim. Yapacak işimiz var, şu anda gezegende olmamızın gerçek nedeni. Şimdi biraz bankta oturma yapacağız. Tüm enerjimizi toparlayalım. Biraz müzik koyalım ve buraya yapmaya geldiğimiz şeyi yapalım.

 

Şimdi, tabii ki, istediğiniz zaman kendi kendinize bankta oturma işini yapabilirsiniz. Umuyorum ki yapıyorsunuzdur. Bir disiplin haline gelmemeli. Eziyet veren bir şeye dönüşmemeli. Günün alışageldik rutininden ara verip yaptığınız bir şey olmalı….

 

(müzik başlar)

 

… ve dersiniz ki “Bankta oturma zamanı, ışığımı ışıma zamanı. Burada olma sebebim bu. Bu inanılmaz zamanda bu gezegene geldim, bunu yapmak için geldim.”

Ve bankta oturmanın güzelliği de, bir değişim yaratmaya çalışmıyor olmanızdır. Dünya barışını gözünüzde canlandırmaya çalışmıyorsunuz. Bazıları der ki “Evet ama bu iyi bir şey değil mi?” Bir yere kadar, ama ben diyorum ki şefkat daha önemlidir.

Şefkat kabul etmektir. Herkes kendi yolunda. Evet bazıları eziyet çekmeyi seçer. Bazıları istismarı seçer, uyuşturucu, alkoliklik, her neyse onu seçer. Bu onların seçimidir. Hazır olduklarında size geleceklerdir, kendilerine geleceklerdir, sizin ışığınızdan etkileneceklerdir. Onun dışında ellerinizi oradan çekin. Bırakın kendi seçtiklerini deneyimlesinler. Bu şefkattir.

 

Evet, şimdi burada bankta oturuyoruz. Bankta oturuyoruz. Eveeet, bir fincan kahve, belki atıştıracak bir şeyler.

 

Bankta oturmak meditasyon değildir.

 

Bankta oturmak meditasyon değildir. Birçok kişi zihinlerini sessizleştirmek için meditasyon yapar. Bilinç ve düşünce arasındaki farkı anlayana kadar onlara bol şans dileyeyim.

 

Bankta oturmak şunları söylemektir: “Tee :) buraya geldim. Buradayım. Bu gezegende bir Üstadım. Enerjinin bana hizmet etmesine izin veriyorum. Şimdi ben burada bir süreliğine oturacağım ve ışığımın ışımasına izin vereceğim. Bir süreliğine yaptığım her şeyi bırakacağım ve sadece ışığımın ışımasına izin vereceğim.

 

“Önce kendime ışıyacağım, bedenime”. Beden, evet beden. Daha bugün o konuya girmedik bile. Ona olmakta olan şey, ışık bedenine giriyor olmasıdır.

 

“Işığımı zihnime ışıyacağım. Bu başımın üzerinde konumlanmış itaatkâr şey, o ki çok uzun süredir bana itaat etti, cok uzun süredir bir heykel olageldi. Ve şimdi ben bilincimde çok netim ve böylelikle zihin itaat eder ve sonrasında açılır. ”Zihin çok itaatkârdir ve çok esnektir. Bazen bu iki şey yan yana gelmez ama zihin çok esnektir.

Biliyorum, “Adamus zihne karşı çok sertsin” dediğinizi biliyorum. Evet öyle olageldim. Şimdi biliyor musunuz, Şambra ile çalışmak bazen heykellerle konuşmak gibi bir şey oluyor. Dikkatinizi çekmek zorundaydım. Biraz o (size) gelen hortum/tornado gibi olmak zorundaydım. Ama şimdi madem bu kimlik, bu heykel yıkılıyor, artık zihin, Üstat olan size itaat etmek icin özgürdür.

 

Zihin artık enerjiyi değişik bir şekilde getirmekte özgürdür. Zihin artık kendi içinde farklı bir biçimde iletişim kurmakta, sadece nöronlara bağlı olmadan iletişim kurmakta özgürdür.

 

Bundan sonra her ne gelirse gelsin, zihin ona ayarlanmakta ve uyum sağlamakta özgürdür.

 

Artik bu karmaşık iletişim sistemi olan nevrotik nöron aktivitelerine ihtiyacı yoktur. İhtiyaci yoktur.

 

Önce ışığını kendine ışırsın, kendi bedenine, bir şeyleri değiştirmeye çalışmadan ama daha ziyade doğal evrimin gerçekleşmesine izin vererek.

 

Ve zihnine ışırsın, zihnini şekillendirmeye çalışarak değil, onu bir tür heykele dönüştürmeye çalışarak değil, daha ziyade ışığını ışıyarak ve “Sevgili zihin, o kadar çok potansiyel var ki, hadi onlara gidelim” diyerek.

 

Işığını bütün hayatına ışırsın, bir şeyler oluşturmaya çalışarak değil, bir şeyler yapmaya çalışarak değil, sadece ışığı ışıyarak.

 

Peki nedir bu ışık? Işık bilinçtir, farkındalıktır, düşünce öncesidir, (4) noktadır, nokta nokta nokta nokta.

 

Kendi ışığın sayesinde kendinin daha çok farkında oluyorsun, olduğun şeyin tümünün daha çok farkında, bu heykel olmadığının farkında.

 

Ve şimdi gelin ışığımızı bu dünyanın üzerine ışıyalım, bu gezegenin üzerine, bu fiziki gezegen Gaia'nin üzerine –  ki o şu anda buradan ayrılıyor, ama yine de işini yapıyor- tabiat üzerinde. Ne kadar güzel bir şey.

 

Bazı Yeni Dünya’lar üzerinde, bu gezegen üzerinde ki tabiat baz alınarak yaratılmış bazı bahçeleri görmelisiniz. Bu gezegenden ayrılıp Yeni Dünya’lara gidenlerin bir çoğu, yanlarında tabiatın güzelliklerini de götürmek istediler, oralarda ki bu bahçeler inanılmaz. Onlar, bu gezegendeki tabiatın öz kavramlarını yanlarında götürdüler, orada, Yeni Dünya’larda bunları hayata geçirdiler.

 

Siz zannediyorsunuz ki telefonlarınızda güzel doğa fotoğrafları var. Eğer oralara gitme niyetiniz varsa, Yeni Dünya’lara gidene kadar bir bekleyin.

 

Işığımızı dünyanın üzerine ışıyoruz, ve insanların şu anda her neyi seçtilerse onu yaptıklarının farkına varıyoruz.

 

Evet, bir çoğunuz onların kaybolduklarını veya acı çektiklerini söylüyorlar. Ama onları kurtarmaya çalışmak yerine bizler sadece “İşte bir başka potansiyel. İşte, burada yapabileceğin başka bir şey var. Kaybolmuş olmak zorunda değilsin. Acı çekmek zorunda değilsin. Enerji vampiri olmak zorunda değilsin. Güç simsarı olmak zorunda değilsin. İşte burada başka neler yapabileceğini gösteren bir ışık var” diyoruz.

 

Şimdi gelin ışığımızı gezegendeki bütün insanların üzerine ışıyalım. Onları herhangi bir şekilde etkilemeye çalışmadan, bir gündem olmadan, sadece ışığı ışıyalım. 

 

Kurtarmak için yapılan bir yardım değil bu. Bir yargı değil. Sadece “Eğer görmeyi seçersen, görebilmen için” demektir.

 

(beklenir)

 

Evet şimdi burada, Şambra Evinde toplandık, açık havada, ve tabii ki ışığımızı insanlığın üzerine ışıyoruz.

 

Şu anda yapmakta olduğumuz şeyden daha büyük bir hizmet olabilir mi? Daha büyük hizmet nasıl olabilir ki?

 

(beklenir)

 

Sizin daha önceki enerji çalışmalarınızı bıraktığınız yerden alıp, onu yürüten, başkaları var – gezegendeki enerji tutucuları, bir davanın işçileri. Fakirle fukarayla, ihtiyacı olanlarla ilgilenen onlar, ve evet buna da ihtiyaç var.

 

Sizin yaptığınız çalışmaları alıp, onları yürüten başkaları var, bu alem ile diğer alemler arasındaki çok önemli bağlantıları, insan ve tanrısal arasındaki bağları tutanlar var. Çok uzun sürelerdir buradalar, çook çok uzun zamandır, çoğunlukla  inzivada, bir yerlerde bu bağı tutarlar ve korurlar.

 

Geçmişte bir çoğunuz bu rollerde hizmet ettiniz, geçmiş yaşamlarınızda enerji tutucuları olarak, dava işçileri olarak. Ama şimdi – şimdi bu yaşamınızda buraya, en başından beri planladığınız şeyi yapmaya, bir Üstat olmaya, aydınlanmış bir Üstat olmaya geldiniz.

 

Şimdi ışığımızı tabiatın üzerine, bütün gökyüzüne, bütün gezegene ışıyoruz.

Gerçek anlamda gezegen için bundan daha büyük bir hediye olamaz, insanlık için daha büyük bir hediye olamaz.

 

Bizler misyonerler ve elçiler değiliz. Bu misyonerlik de ne ilginç bir şey. Yaptıkları işte ne kadar haklılıkları kendinden menkul (kendi kendini atama), herkese Tanrı'nın ve İsa Mesih'in kelamını getiriyorlar, hatta bunu istemeyenlere bile. Bu misyonerlik işinde büyük bir kendini en doğru görme durumu var, “Al. Bu kitabı oku”.

 

Misyonerler eğer gidip de insanlara “Biliyor musunuz, eğer değişim arıyorsanız, o zaten burada” demiş olsalardı, her şey ne kadar farklı olurdu. Ama bunun yerine onlar (insanlara) kitaplar, kurallar ve bir sürü şiddet getirdiler.

 

Yok, bizler misyoner değiliz. Elçi değiliz. Bizler sadece park bankında oturan Üstatlarız, diğerleri kendi büyük potansiyellerini – şimdi veya gelecekte – görebilsinler diye kendi ışığımızı ışıyoruz.

 

Bu işi seviyorum. Şu anda yapmakta olduğumuz şeyi seviyorum. Bütün bu geçmiş yıllarda yaptığımız konuşmalardan ve derslerden ve diğer her şeyden biraz daha kolay bu. Bunu seviyorum, sizlerle park bankında oturmayı seviyorum.

 

Bildiginiz gibi, ışığınızı ışımak o kadar zor bir şey değil, özellikle de ışığınızın ne olduğunu bildiğinizde. O (ışığınız) sizin bilincinizdir. Işığınız ve düşünceleriniz arasındakı farkı bildiğinizde, bilincinizle beyin aktiviteleriniz arasındaki farkı bildiğinizde, bu çok daha kolay olur.

 

Şimdi şunu söyleyeyim; bir dahaki sefere kremalı kahve yerine kapuçino isterim ve kruvasan, ve tabii ki hâlâ burada sizinle beraber olacağım, ışığımızı ışıyacağız.

 

Biliyor musunuz, (sizin alanınıza) yapılacak ihlallerin/tecavüzlerin tekrar geleceğinden endişe etmeden - ki geri gelmeyecekler - burada böyle gerçekten açılıp ışığınızı ışıyacak kadar güvende olmanız çok iyi hissettiriyor. Geri gelmeyecekler, neden? Çünkü herhangi bir şeyi değiştirmeye çalışmıyorsunuz. Sadece ışığı ışıyorsunuz.

 

Eğer sizin dünyaya ışığınızı ışımanıza cevaben gelen bir şey olsaydı, o da dünyanın kendi ışığını sizin üzerinize ışıyor olması olurdu. Bu sizin bir şeyi değiştirmeye çalışmanızdan çok daha farklı bir şeydir, çünkü o zaman enerji de doğal olarak sizi değiştirmeye çalışacaktır.

 

“Bu bayağı basit bir iş” diye düşünüyorsunuz, “Sadece burada, park bankında oturmak”. Ama buraya gelene kadar yapılması gerekenleri bir hatırlayın. Deneme yanılmaları, sıkıntıları, görünüşte girilen yanlış yolları, yanlış insanlarla girilen yanlış yolları. Buraya kadar gelmek bayağı bir zaman aldı.

 

Şimdi kolay, tabii. Ama ortalama bir insan için, onları buraya getirin park bankına oturtun, işi karmakarışık hâle getirecek bir yol mutlaka bulurlar, ve işi zor hâle getirirler.

 

Derin bir nefes alalım. Siz bir ışık ışıyorsunuz.

 

Biliyor musunuz, bu şekilde ışımak, doğaya baktığınızda ve hatta diğer insanlara baktığınızda, size herşey için yepyeni bir takdir/şükran hissi verir.

 

Size, kendinize ait yeni ve değişik bir intiba/izlenim verir.

 

Çünkü zihin düşüncelerle koşuşturup durmuyor ve her şeyin sonuna bir nokta koymaya çalışmıyor.

 

Daha fazla açıklık var. Daha fazla duyusallık var, çünkü şimdi bilinçten gelmektedir - “Ben Ben'im….” - çünkü artık dört noktalı ellipses var, tek nokta değil.

 

Aynı zamanda gözlemci de olun. Gözlemci olun. Tam şu anda değil, ama önümüzdeki bir iki hafta içinde. Gezegende neler oluyor? Ne değişti?

Önce “İyi ama bizimle bir ilgisi yok zaten olacak olan bir şeydi” diyeceksiniz. Ama biz bunlardan yeteri kadar yaparsak, veya kendi kendinize yaparsanız, o zaman “Bir şeyler gerçekten değişiyor” demeye başlayacaksınız.

 

Haberlerde “Bugün hiç beklenmedik bir şey oldu. Olayların olağan akışının dışında-kalıpların dışında, hiç beklenmedik bir şeyler oldu” diye söylediklerini duyduğunuzda gülümseyebilirsiniz ve siz de “Muhtemelen ışığımız biraz etkili oldu, bir değişime sebep oldu” diyebilirsiniz.

 

Yeni bir bilimsel keşif hakkında bir şeyler duyarsınız ve insanların “Vay, kimse böyle bir şey beklemiyordu. Bu biraz çılgınca. Hiç beklenmedik bir şeydi, geleneksel düşünce yöntemine tamamen meydan okuyor” dediğini duyarsınız.

 

İster bu cevaplar arayan bir bilim adamı olsun, ister eski sosyal yapılardaki bir değişim olsun, ister bir açılım olsun, böyle bir şey duyduğunuzda “Yepyeni, beklenmedik” bir şey, o zaman gülümseyin ve kendi omuzunuzu pışpışlayın ve deyin ki “Işık aydınlattığında böyle olur, ışık ışıdığında böyle olur” 

 

Sizler “Beklenmedik”, “Benzeri görülmemiş”, “Durup dururken”, “Tamamen farklı”, “Kuantum değişim” gibi kelimeler duymaya başladığınızda, o zaman gülümsemeye başlayın. Bütün bu bankta oturma eylemi, oof off bu çok efor gerektiren eylem, bak gezegene neler yapıyor.

 

Buraya, bu zamanda bunu yapmak için geldiniz.

 

Artık bunun kendi üzerinizde çalışmak ile ilgili bir şey olmadığının farkına vardınız. Gerek yok. Zaten de zahmetli bir iş.

 

Bu heykeltraşın durmadan heykel üzerinde çalışmasına benzer. Bırak onu. Heykeli kır. Burada Üstat olmak için bulunuyorsun, enerjinin sana hizmet etmesine izin vermek için ve ışığını ışımak için buradasın Bu kadar basit.

 

Eveeeet, bugun bayağı eğlenceli oldu. Artık gitmem lazım. Yükselmiş Üstatlar Kulübüne çıkıp, kristal küreme bakmak istiyorum. Bugün yaptıklarımızın etkisini görmek istiyorum, bizim Şambra grup oturma eylemimizin sonucunda olanları. Etkileri görmek istiyorum. Enerjilerin nasıl değiştiğini eğer değişiyorlarsa görmek istiyorum. Işığın nerede gerçek bir fark yarattığını görmek istiyorum.

 

Aynısını sen kendin için yap. Gözlerini ve kulaklarını açık tut. 

 

Hep beraber derin bir nefes alalım, vee her zaman olduğu gibi tüm yaratılışta her şeyin yolunda olduğunu hatırlayalım, özellikle sizin ışığınız ışıdığında.

 

Böylelikle dostlarım, Ben Egemen Alandan Adamus. Teşekkür ederim.

Çeviren: Onur Toplu