• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

Kanatlar Dizisi "Şaud 1"

Kanatlar Dizisi
Şaud 1

Adamus mesajı Geoffrey Hoppe kanallığı ile
5 Ağustos 2017'de Kırmızı Çember'e sunulmuştur.





Ben Ben'im Profesör Adamus Saint-Germain.

Benim sevgili dostlarım bugün başlayacağımız Kanatlar (Wings) dizimizin ilki olan toplantımız normalden biraz daha kısa sürebilir.

LINDA: (bir hediye paketi çıkarır) Bu sana Şambra'dan bir hediye...

ADAMUS: (lafını keser) Eh! Eh-eh! Bugün normale göre biraz daha kısa sürebilir. Bugün pek havamda değilim.

LINDA: Anladım! Ahh! (izleyiciler “ahh!” der)

ADAMUS: Akşamdan kalma durumu değil. Sadece havamda değilim. Bunu birazdan açıklayacağım ama biz şimdi başlayınca şakalarla bu havayı dağıtacağız. Hadi güzel, derin bir nefes alalım. (Adamus izleyicilerin verdikleri tepkiye güler)

Hayır, havam yerinde değil. Bunu birazdan açıklayacağım. Ama başlamadan önce şunu bilmek istiyorum - Linda mikrofon lütfen...

LINDA: Blavatsky'ye mi kanallık yapıyorsun? (kahkahalar)

İnsan mı Üstat mı?

ADAMUS: Bugün burada kim var? Bugün burada kim var? İnsan mı yoksa Üstat mı? Lütfen, seyircilere gidelim.

LINDA: Ahh! Tamam.

ADAMUS: Bugün burada kim var? Dediğim gibi havam pek yerinde değil, huysuzluğum üzerimde. Merhaba Edith.

LINDA: Gerçekten mi?

ADAMUS: Ne oldu? (bazı kıkırdamalar)

EDITH: Merhaba yakışıklı. Seni seviyorum.

ADAMUS: Geçene gece beni uyutmadın Edith.

EDITH: Güzel.

ADAMUS: Evet. Şikayetleriyle değil, hep o tatlı sohbetiyle. (birisiAah!” ve “Hey, hey!” der; Linda kıkırdar) Sevgili Edith bugün burada kim var? İnsan mı, Üstat mı, Edith?

EDITH: Her ikisi de.

ADAMUS: Her ikisi de? Yüzde kaç? Hangi oranda?

EDITH: Hım, yüzde doksan beş Üstat, yüzde beş insan.

ADAMUS: (Adamus öksürme taklidi yapar, bazı izleyiciler gülerler) Peki. Peki. Evet, biz bunu kayda alıp daha sonrası için saklayacağız. Peki. Evet. Üstat neden burada?

EDITH: Senden bir şeyler daha öğrenmek için.

ADAMUS: Öğrenecek bir şey yok. Öğrenecek bir şey yok. On sekiz yıl, 200'den fazla Şaud, çalıştayları toplasan 22 kitap doldurur. Öğrenecek bir şey yok Üstat. Sen neden buradasın? Bugün pek havamda olmadığımı söyledim.

EDITH: Evet, öyle. Bana bir ipucu verebilir misin?

ADAMUS: Hayır. (bazı kıkırdamalar) Üstat buradaysa, Üstadın ipucuna falan ihtiyacı olmaz.

EDITH: Şey, ben sadece seni dinlemek için buradayım o yüzden başka ne diyeceğimi bilmiyorum.

ADAMUS: İy, iyi. Ya da pek iyi değil aslında.

Sıradaki. Bugün burada kim var. Ben kimin burada olduğunu bilmek istiyorum, Üstat mı yoksa insan mı? Evet.

PATTI: Ben Buradayım Üstadım.

ADAMUS: Ben Buradayım.

PATTI: Evet.

ADAMUS: Şey, ağırlıklı olarak insan mı yoksa Üstat mı? Hangi oranda?

PATTI: Daha çok Üstat.

ADAMUS: Daha çok Üstat. Yüzde kaç? Hangi oranda?

PATTI: Yüzde doksan sekiz.

ADAMUS: (Adamus yeniden öksürür ve kadın kahkaha atar) Makyo zilimiz orada mı, ayyy! Yüzde doksan sekiz. O zaman Üstat sen neden buradasın?

PATTI: Dans etmek için.

ADAMUS: Dans etmek için. Nasıl olur da dans etmezsin?

PATTI: Ediyoruz ama.

ADAMUS: Kötü bir cevap değil. Vazgeçtim.

Sıradaki. Bugün burada kim var, insan mı yoksa Üstat mı? O tişörtün üzerinde ne yazıyor?

NAZAR (erkek): Ben resmen Sart’ın "Siktir git" kulübüne üyeyim.

ADAMUS: Anlamadım. Biliyordum, ben yedi farklı dili akıcı bir şekilde konuşuyordum... (Nazar tişörtün belli bir şekilde katlandığında "Siktir git" yazısı çıktığını gösterir, bazı kıkırdamalar)

NAZAR: Teşekkür ederim Sart. (kıkırdamalar artar)

ADAMUS: Dertlerime dert, sıkıntılarıma sıkıntı katmak için. Ben bugün pek havamda değilim ve bu giderek daha beter oluyor. Senin için ne anlamı var bunun?

NAZAR: Bu tişörtün mü?

ADAMUS: Evet, evet. Evet.

NAZAR: Açık olmak gerekirse bu benim hayatımın yeni sloganı.

ADAMUS: Yeni sloganın?

NAZAR: Evet.

ADAMUS: Peki. Bunu diyen insan mı yoksa Üstat mı?

NAZAR: (duraklar) Duruma bağlı diyebilirim.

ADAMUS: Evet. Şimdi bu durumda, ben ve sen kavga edecek düzeye gelmişken, Üstat, insan, bana...

NAZAR: Ah, sen öyle bakıyorsun. Peki.

ADAMUS: Öyle. Havamda değilim dedim. (birisi "yok artık" der, kahkahalar) Ve bu ikincide daha kötü olmaya başladı.

NAZAR: Evet, Üstat.

ADAMUS: Üstat.

NAZAR: Evet, Üstat.

ADAMUS: Üstat.

NAZAR: Kesinlikle.

ADAMUS: Bunu kabul edeceğim. Bunu kabul edeceğim. İnsan bana Sart gibi yapmamı söyleseydi, eh, hayır olmazdı. İnsanın bunun için bir nedeni ve hakkı yok; Üstat bunu gün boyunca yapabilir. Üstat olduğun için teşekkürler.

Sıradaki. Bugün burada kim var, insan mı yoksa Üstat mı? Bu akşam kaldığım zamandan daha kötüsü. Kim burada? İnsan, Üstat?

JANE: Üstat.

ADAMUS: Üstat. Ne oranda, yüzde kaç?

JANE: Yüzde yüz. Evet.

ADAMUS: Hım! Bunu derken gözlerin parladı. Neden? (kadın duraklar) Hafta boyunca nasıldı? İnsan mı yoksa Üstat mı?

JANE: Her ikisinden de biraz.

ADAMUS: Her ikisinden de çok.

JANE: Her ikisinden de çok.

ADAMUS: Evet. Üstadın burada olmasının sebebi ne? Neden?

JANE: Şu anda nasıl hissettiğim ile bağlantılı.

ADAMUS: Nasıl hissediyorsun?

JANE: Açık ve genişlemiş hissediyorum.

ADAMUS: Bu ne kadar sürecek?

JANE: Sürebildiği kadar. (bazı kıkırdamalar)

ADAMUS: Ben sana birazdan bunun beni neden gerçekten irite ettiğini anlatacağım. (bazı kıkırdamalar) Ve bu senin ile alakalı değil benim ile alakalı. Evet, sürdüğü kadar. Sürmediğinde ne oluyor? Dağıldığında hemen insan oluyorsun.

JANE: Evet ama şu anda...

ADAMUS: Öyle olunca ne yapacaksın?

JANE: Muhtemelen çökeceğim ve ağlayacağım.

ADAMUS: Tamam. Buradan devam edeceğim.

JANE: Evet.

ADAMUS: Evet. Ve sen çöktükten ve ağladıktan sonra ne oluyor?

JANE: Üstat geri geliyor ve ben izin veriyorum.

ADAMUS: Peki, güzel. Ben burada bir ara vereceğim. Bana göstermek istediğin neydi? (Linda'ya) Evet ve biz... sen düşün çünkü mikrofon belki sana gelir, insan mı, Üstat mı. Pakette ne var?

LINDA: 3 Auğustos, doğum günün kutlu olsun.

ADAMUS: Benim lanet doğum günümdü. Peki, güzel.

LINDA: Lanet doğum günün mü? (birisi "Ah, vay" der)

ADAMUS: Yani... (içinde iki tane kupa olan hediye paketini açar) Ah, harika. Hayır, şu gerçekten harika. (bazı alkışlar) Üzerindeki zambak modeli. Hadi bana doğum günü şarkısını söyleyin.

ADAMUS VE İZLEYİCİLER: (şarkı söylerler) Happy birthday to you. Happy birthday to you.

ADAMUS: Tamam yeterli. (Linda kıkırdar)

İZLEYİCİLER: (şarkıyı söylemeye devam ederler) Doğum günün kutlu olsun sevgili Adamus. Doğum günün kutlu olsun.

ADAMUS: Şarkı söyleyen insandı. (Linda güler) Bunlar harika. Teşekkür ederim.

LINDA: Donuk. (birisi "vay" der) Soğuk!

ADAMUS: Yapacak şeylerimiz var. Yapacak şeylerimiz var.

LINDA: Teşekkür ederim Alice. Teşekkür ederim Alice.

ADAMUS: Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Harikaydı. (bazıları alkışlar) Bugün benden iki puan aldın. Evet. Teşekkür ederim.

LINDA: Sanırım bu mikrofonu istediğini gösteriyor! (Linda güler)

ADAMUS: Mikrofonu istiyor! (bazı kahkahalar) Burada insan mı, Üstat mı oturuyor ve güzel hediye için bir kaz daha teşekkürler.

ALICE: Bir şey değil.

ADAMUS: Çok güzel.

ALICE: Bana seni hatırlattı. Bunu almalıydım.

ADAMUS: Onu biraz yakınlaştırabilir miyiz? Bir saniye dur. Biz film stüdyosunda olduğu gibi yapalım. (Alaice kamera zum yapınca kıkırdar) Harika. Ben kupayla gülümsüyorum. Hiç havamda değilim. Kafamı ona uzattım. İşte başlıyoruz. (Linda yine kahkaha atar ve izleyiciler gülerler) Teşekkür ederim. Peki. Devam edelim. Tamam hadi yine soralım. İnsan mı yoksa Üstat mı?

ALICE: Şu anda her ikisi de.

ADAMUS: Her ikisi.

ALICE: Muhtemelen yüzde elli elli.

ADAMUS: Yüzde elli-elli. Başka sözcükler ile ifade edecek olursak sen lanet olası bir karar veremiyorsun.

ALICE: Eh, hayır.

ADAMUS: (mimik yapar) Ehh, ööh!

ALICE: Evet, hayır.

ADAMUS: Elli, eh. Evet.

ALICE: Kesinlikle bugün diğer günlere göre insan daha ağırlıklı.

ADAMUS: Evet. Evet. Neden böyle?

ALICE: Ah, tabii. Arabada da bunu hissettim.

ADAMUS: Ne oldu?

ALICE: Tedirgin olmuştum.

ADAMUS: Tedirgin, evet.

ALICE: Ciddiyet var.

ADAMUS: Havada evet.

ALICE: Ağır bir şey var.

ADAMUS: Ağır, ciddi.

ALICE: Ne olduğunu bilmiyorum.

ADAMUS: Evet, burada bulunan grup...

ALICE: Üstadın bunu hissettiğini sanmıyorum, o zaman bu insan olmalı.

ADAMUS: Grubun enerjisinden dolayı mı?

ALICE: Ben Şambra diye hissettim

ADAMUS: Evet.

ALICE: Ve kitle bilinci değil.

ADAMUS: Evet, evet. Buradaki grup.

ALICE: Evet, olabilir.

ADAMUS: Evet, evet.

ALICE: Evet, neler oluyor? Sart'ın tişörtleri yüzünden. Onların lanet tişörtleri yüzünden.

ADAMUS: Onlar tabii bundan sonra senden nefret edecekler!

ALICE: Hehh! Hehh! Hehh!

ADAMUS: Evet, iyi yaptın...

ALICE: Hayır, kendim için dedim.

ADAMUS: Mükemmel bir gün ve aniden, "Ahh! Aman! Böyle bir hisse kapıldım." Evet.

ALICE: Mm hmm.

ADAMUS: Evet.

ALICE: Evet.

ADAMUS: Muhtemelen bugün burada bulunan yüzde iki insanı hissettin.

ALICE: Aaah! (Linda güler)

ADAMUS: Peki.

ALICE: Hehh! Hehh!

ADAMUS: Evet, güzel. Sıradaki ve sonuncu.

LINDA: Gönüllü olan var mı? Biraz korkutucu aslında.

ADAMUS: Hayır ve sen bugün ekipten de birilerini alabilirsin.

LINDA: Ah, ekipten de birilerini alabilirim.

ADAMUS: Tabii, tabii. Onlar da bunun bir parçası.

LINDA: Peki.

ADAMUS: Ah! Güzel, güzel. Bugün burada insan mı var yoksa Üstat mı?

LINDA: Mark, al.

ADAMUS: Evet, birinin senin kameranı devralması gerek.

JEAN: Devam et, cevapla.

ADAMUS: Evet, bugün doğum günün anlıyorum. Hadi senin için doğum günü şarkısı söyleyelim.

ADAMUS VE İZLEYİCİLER: Doğum günün kutlu olsun. Doğum günün kutlu olsun. Doğum günün kutlu olsun sevgili Gaelon …

ADAMUS: 22 yaşında olmak çok güzel.

İZLEYİCİLER: Doğum günün kutlu olsun.

ADAMUS: Peki. Güzel.

GAELON: Gerek yoktu. Teşekkür ederim.

ADAMUS: Evet, evet. Ama hoşuna gitti. Bu... evet. Bu, Kırmızı Çember'de bir yıl içinde gerçekleşen olayların içinde yer alacak. İnsan mı yoksa Üstat mı burada?

GAELON: Ben her ikisini de çok hissediyorum.

ADAMUS: Yüzde kaç?

GAELON: Hım… (duraklar ve içini çeker)

ADAMUS: Bir sayı uydur.

GAELON: Aslında her ikisinden yüzde 80.

ADAMUS: Yüzde seksen.

GAELON: Evet.

ADAMUS: Ah, bu aslında - bunu alıyorum. Evet, evet.

LINDA: İlginç bir matematik.

GAELON: Evet, kim kazanıyor? Şu anda kim kazanıyor?

GAELON: İnsan kazandığını sanıyor.

ADAMUS: İnsan kazandığını sanıyor. Peki. Dürüst cevap. Güzel cevap. Neden?

GAELON: Nasıl yani?

ADAMUS: İnsan ile Üstat arasındaki şeyi, bilirsin işte, neden insan kazanıyor? Burada hangisi mevcut?

GAELON: Çünkü öyle olsun istiyor.

ADAMUS: Çünkü o istiyor. Ah, ah. Küçük velet. Peki.

GAELON: Evet. (bazı kahkahalar)

ADAMUS: Güzel, evet. Güzel. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim.

Ben size şimdi neden pek havamda olmadığımı anlatacağım.

LINDA: Ah, hayır.

ADAMUS: Ve ben size şimdi diyorum, bu Şaudda iki önemli başlık var, bu Kanatlar dizimizin ilk Şaudu ve ben size bir numarayı ve iki numarayı anlatacağım ve sonra siz gün sonunda onların ne olduklarını unutacaksınız. İki basit konu ve siz onları büyük olasılıkla unutacaksınız. İşte biz bu neden ile Şaud tekrarlarını veriyoruz.

Adamus’ ın Havası

Benim bugün havamda olmamamın nedeni benim geçmiş ve gelecek veçhelerimden kaynaklanıyor ve onlar bana çemkiriyorlar ve onlar birbirlerine çemkiriyorlar ve hayat büyük bir karmaşa.

Şimdi - evet, bu korkunç değil mi? Bu, kavga eden ve bağıran çocuklar ile aynı odada bulunmak gibi bir şey. Siz şimdi muhtemelen, "Ama Adamus sen hayretler uyandıran Yükselmiş bir Üstatsın, muhtemelen en hayret verici olan sensin." diyorsunuzdur. Böyle dediğinizi biliyorum. (bazı kıkırdamalar)

SART: Ve akıllı!

ADAMUS: Ve akıllı evet ve her şey. Ve siz muhtemelen, "Sen Yükselmiş Üstat olduğun için biz senin hiç sorunun olmadığını sanıyorduk." diyorsunuzdur.

Ah! Burada çok önemli bir nokta var. Bu, o iki konudan biri değil ama çok önemli bir nokta. Çünkü sizin Farkındalığınıza izin vermiş olmanız, sizin gezegende bedenli bir Üstat olmanız, sizin, veçhelerinizin yarattığı kargaşayı duymayacaksınız anlamına gelmez. Onlar geçmişte değiller; onlar şu anda buradalar. Onlar gelecekte değiller; onlar şu anda buradalar.

Yani burada oturan sevgili Üstat - bunu söylediğim için üzgünüm ama yüzde yirmi Üstat, yüzde 80 insan olarak bulunan - Üstat, sen arada sırada bu gürültüyü ve kargaşayı duyacaksın ve bu yüzden senin yükselmiş kıçın arada bir yorulacak. Ve sen, evde, bağıran çocuklarıyla uğraşan bir anneye benzeyeceksin. Kaçmak isteyeceksin. Sen çocukları atmak veya sonsuza kadar bir kampa göndermek isteyeceksin. (kıkırdamalar artar) ve bunlar seni yoracaklar. Bu, olağandışı bir şey değil ve inkar edilmemeli de. Onlar gürültü yapıyorlar.

Şimdi ben size bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatacağım. Ben gecenin ortasında bir baş ağrısı ile uyandım. Ben gerçekte uyumuyorum ama bu hikayeyi tamamlıyor. Harfi harfine anlatıyorum, iflas edecek diye ağlayan bir veçhem var o an. "Ah! Bütün paramı kaybediyorum. Onlar benim her şeyimi alacaklar. Ben çok zeki biriyim ama iflas ediyorum. Ah, lütfen Tanrım kurtulmam için bana yardım et." Ve ben o Mark Twain diye bilinen yaşamımda dindar değildim. O her şeyi küçümserdi ama o alaycılık aniden iflas gibi küçük bir şeyle arınır çünkü o parasını çok iyi yönetemedi. Buradaki ipucunu yakalayın - para sadece enerjidir. O, iflas etti çünkü o enerjiyi yönetmiyordu.

Şimdi burada her şeyi en çok da saygınlığını kaybettiği için ağlıyor. Saygınlığını. O artık bayağı bir tanınmaya başlamıştı. Herkes çok parası var sanıyordu ama o parasını yönetemedi. O nedenle şu anda ağlıyor, "Ah sevgili Tanrım, kutsal bakire Meryem, Haçtaki İsa lütfen, lütfen, lütfen. Şu anda sadece küçük bir yardıma ihityacım var, sadece biraz kaynağa." Siz biliyorsunuz benim sevgili dostlarım, bu bazılarınıza tanıdık geliyor mu? "Lütfen! Ne gerekirse yaparım. Ben günah çıkaracağım. Yapmam gereken ne varsa yapacağım. Sadece yardıma ihtiyacım var."

Her şeyden önce salak Mark Twain bu Tanrı'nın umurunda bile değil. Tanrı, yüzüne nüfus etmiş gülümsemesiyle, “St. Germain'in parçası olan Mark Twain'e bak – St. Germain, Mark Twain birlikte iş görüyor. (bazı kıkırdamalar) - "Ama baksana. Neler oluyor baksana." diyor.

Şimdi siz o eski Mark'ın ince zeka, idrak yeteneği ve kuşkuculuğu ile kendine veya bana, "Hey, sen büyük adam! Sen! Yükselmiş Üstatlar Kulübü'nde o kadar meşgul olan, bütün dünyada tanınan, aslında yaptığın muazzam işlerden dolayı bütün evrende tanınan St. Germain biraz yardım etmeye ne dersin. Ben iflas edeceğim." diyeceğini sanıyorsunuzdur. Eğer o zaten kendi içinde olan bir şeyi açmış olsaydı ona biraz yardım edebilirdim. Fazla değil ama düşük faizli ve kısa vadeli bir kredi sağlayabilirdim. (kahkahalar) Ben ona birazcık yardım edebilirdim ve onu tümsekten atlatabilirdim. Sonra da onun birkaç ay sonra nasıl iflas ettiğini izlerdim çünkü gerçek yaratıcı ve gerçek Üstat her yaratımına ve her ifadesine özgürlük verir. Ben Mark Twain'e tutunmuyorum. Ben onun gündelik hayatına karışmıyorum. Kendisi yönetiyor. Evet, o, benim bir parçam. O, benim birliğimin bir parçası ama ben ona yaşamını dikte etmeyeceğim.

Şimdi, bu neredeyse kulağa bir anne baba-çocuk ilişkisi gibi geliyor ya da kayıtsız kalınan türden bir ilişki. Kesinlikle böyle değil. Buna gerçek şefkat deniliyor. Bir yaşam yaratmak, bir yaşama izin vermek ve sonra da ona, onu keşfetmesi ve deneyimlemesi için ve kendi hikayesi olması için izin vermek. Bu arada Üstat şimdi salonda biraz daha mevcut oldu - biz şimdi yaklaşık yüzde 24 Üstadız. Yavaş yavaş, çok fazla değil. Ben bugün yine her zamanki gibi cömertim.

Yani gerçek Üstat kendisinin her parçasına özgürlük tanır; kontrol etmeye çalışmaz, o yaşamı iyi hale getirmeye çalışmaz çünkü - buna daha sonra değineceğim - bunların hepsi sadece hikaye. O kadar.

Benim, beni deli eden, sonuna kadar irite eden başka bir veçhem daha var, başka bir yazar veçhem, bakın, ben de sizin gibi Dünya'da birçok hayat yaşadığım için insanın çıkardığı gürültüye, insanın sızlanmasına ve şikayet etmesine ve korkularına ve endişelerine (bazıları esner) ve esnemesine ve her şeyine, uyuklamasına maruz kalabilirim. Üstat geldiğinde insan uyuklar. Sorun değil.

Ama benim başka bir yazar veçhem daha var. Bilirsiniz işte, bende yazarlıkla ilgili bir şey vardı ve yazar olarak birkaç hayat geçirdim. Sizin Shakespeare diye bildiğiniz başka bir yazar. Shakespeare. Şimdi bu yazar kıçta bir acı. Yani o daha çok stres ve soruna neden oluyor demek istiyorum. Şimdi siz dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yazarlardan biri olan bu veçhenin çok sakin, barış içinde olduğunu düşüneceksinizdir ama öyle değil. Bu veçhe - ki ben onun neredeyse kendim olduğumu iddia etmeye cesaret ediyorum ama sanırım - bu veçhe yazılarını beğenmiyor. Ben ona, "Ne olursa olsun! Para kazanıyorsun. İnsanlar sana akın ediyor. Sen binlerce yıl tarihte yer alacaksın. Senin adına parkta yaz oyunları düzenlenecek ve sen yine de şikayet mi ediyorsun?" - bana hep böyle yapıyor - "Şikayet mi ediyorsun?" Şikayet ediyor o çünkü kendi yazılarını beğenmiyor. Yazılarını beğenmiyor! Sanırım birçok yaratıcı tip için geçerli bu. Onlar çok parlak bir şey yaratıyorlar ama herhangi bir nedenden dolayı onu beğenmiyorlar. Ya halka göstermek istemezler ya da yeterince iyi değildir ya da onun üzerinde daha fazla çalışmalılardır.

Shakespeare kendi yazılarını beğenmiyor çünkü onları kendi kalbinden geldiği için değil, daha ziyade halk için yazdığını düşünüyor. Onun gerçekte yazmak istedikler bunlar değil diyorum ama çok da güzel beceriyor. Büyük kitleleri etkiledi. Onlar onu ünlü yaptı ve ünlü yapmaya da devam edecek. O nedenle kendisi ile ilgili içsel bir hengameden geçiyor - "Gerçek şair olan ben kalbinden geleni mi yazmalı? Yoksa ticari amaçlar için mi yazmalıyım?"

Şimdi, bu, şöyle demek kadar basit bir şey, "Sevgili Şeyki (kahkahalar) her ikisini de yap. Her ikisini de yap! İnsanların kafasının karışacağını ya da senin ne demek istediğini anlamayacaklarını düşünüyorsan diğer istediğini takma isimle yaz. Başka bir isimle yaz. Kalbinden yaz." Ama o kendi kendine empoze ettiği duygusal, psikolojik bir çıkmazda ve açıkçası bu beni biraz yordu. Bu beni gerçekten yordu.

O şimdi bana elini uzatmıyor. O Tanrı'ya el uzatmıyor. Bunların hepsi onun içindeki yaralı içsel yazar ile alakalı ve o bunu takıntı haline getirmiş gidiyor, gidiyor.

Ve ben o gürültü ile yaşıyorum ve siz hayatınızın zor olduğunu düşünüyorsunuz, sizde de o gürültülerden var. Benim başka bir veçhem daha var. O, "Orijinal, 'Olmak ya da olmamak' veçhesi ki bu aslında inan ya da inanmadır. Ah, bu sözü ilk kez Shakespeare yazmadı. Bunu yazan benim Platon denilen veçhem. "Olmak ya da olmamak." Çok felsefi. Çok şeyle dolu...

Şimdi Platon çok, çok eski olsa da modern batı toplumunun gerçek tasarımcısı, gerçek uygulayıcısı olarak kabul edilir. O şimdi büyük bir çatışma içinde. Çok filozofik oluyor.

Benim size "bilmiyorum" dışında her şeyi söyleyebileceğinizi söylediğimi biliyorsunuz çünkü Platon beni hasta ediyor. "Bilmiyorum. Olmak ya da olmamak. Dünya siyah. Dünya beyaz." Bu beni Yükselmiş bir Üstat olarak çıldırtıyor. Siz bugünün zor olduğunu sanıyorsunuz, siz sorunlarınız var diye düşünüyorsunuz ama bende Üstat tarafından değil insan tarafından bu devamlı şikayet eden, sürekli kendi çıkmazlarına giren geçmiş yaşam ve gelecek yaşam veçheleri var. Ve izin verin anlatayım hangisi daha gürültücüdür insan mı yoksa Üstat mı? İnsan. İnsan sıkışmayı seviyor. Gerçekten, gerçekten, gerçekten. Yani Shakespeare. Hepiniz Shakespeare olmak istemez miydiniz? Tarihe geçmek istemez miydiniz? Ve o orada oturuyor, "Ah, kalbimden yazmıyorum. Ben halk için yazıyorum" Kapa çeneni. O zaman kalbinden yaz. Yani daha ne kadar basit olabilir?

Ve bilirsiniz işte, onlar bir ele, biraz sevgiye, biraz enerjiye ihtiyaç duyduklarında kendi özgür yüksek benliklerine gelmiyorlar. Onlar gezegendeki şanlı yükselişlerinin üzerinden henüz fazla zaman geçmemiş olan Yükselmiş Üstada gelmiyorlar. Hayır. Onlar kiliselere gidiyorlar. Onlar başka insanlara gidiyorlar. Onlar alkole, uyuşturuculara ya da bunun gibi şeylere gidiyorlar. Ben hep, "Her yer ama içerisi. Her yer ama kendin." derim.

O nedenle onu izliyorum. Cevap hemen orada dururken, ben, onun mızmızlanmasını, hayatla ilgili bütün sorunlarını izliyorum. Ben oralarda olduğumda onlar beni dinlemek istiyorlar mı? Onlar Adamus amcanın dediklerini (bazı kıkırdamalar) dinlemek istiyorlar mı: "Cevap çok basit." Onlar cevabı duymak istemiyorlar. Onlar oynadıkları oyun ile çok eğleniyorlar.

O nedenle ben bugün pek havamda değilim, son zamanlarda fazla uyumadım. Bu size tanıdık geliyor mu sevgili Üstatlar? (izleyiciler "evet" der)

Ve buradaki sizler ve online izleyen Üstatlar sadece düşünün siz şu anda temelde sadece tek bir insan veçhesi ile uğraşıyorsunuz. Benim düzinelerce veçhe ile uğraşmam gerekiyor. (birisi "Ay" der) Ahh! Ahh! ah. İşte ben bu nedenle pek havamda değilim. Ve ben şimdi sana soruyorum sevgili Üstat - biz şimdi yüzde 27'ye kadar çıktık, giderek daha iyi oluyor - ben sizden gerçekten kuş kafesinde neler olduğunu hissetmenizi istiyorum. Kuş kafesinde neler oluyor? Sizin içinizde neler oluyor?

Çok kargaşa var. Çok karışıklık var. Çok fazla sızlanma oluyor ve o insan veçhesi gerçekten de çok fazla, "Hadi net olayım. Hadi bazı cevapları bulup hareket edelim." demiyor. Orada çok curcuna var ve bu olmaya devam edecek. Bunlar son bulmayacak çünkü sizin şu anda varlığını sürdüren geçmiş yaşamlarınız ve gelecek yaşamlarınız var.

Yapacağın şey derin bir nefes almak sevgili Üstat. Bunlara tamamen kapılmayacaksın. İzin ver. İzin ver. Evet. Senin geçmiş yaşamların - sadece bu yaşamın değil, geçmiş ve gelecek yaşamların - gelip bir sürü curcuna yapıyor. Derin bir nefes al ve izin ver. Ve bir noktada, bu, geçmiş veya gelecek yaşamlardan birinin canına tak edecek ve "Tamam, Ben Ben'im ama ehh, tam anlamadım. O yüzden bana yardım et. Ben Ben'im, sonunda açıldım ve izin veriyorum. Sonunda dinlemeye hazırım." diyecektir. İşte o zaman, gerçekten o zaman, o geçmiş ya da gelecek yaşam veçhesi ile çalışabilirsin. Ve bunun danışmanlık vermek ile bir ilgisi yok. Bir süreç ile alakası yok. Veya bu, "Ah zavallı yazar Shakespeare." demek gibi bir şey değil. Bu, "Derin bir nefes al ve izin ver ile bugün konuşacağımız iki konu ile ilgili bir şey. Onlara böyle diyeceksiniz.

Bu arada siz, Üstat şimdi yüzde 30 burada, ulaşıyoruz; belki bugün yayın sonunda bu yüzde 50 olacak - siz Üstat olmak için çalışmayın, siz Üstat olmaya çabalamayın, siz sadece Üstada izin verin - derin bir nefes alın, bütün gürültüleri duyuyorsunuz, bütün şikayetleri ve geriye kalan her şeyi ve siz parktaki bankta oturun veya güzel bir sandalyede oturun, içinde kahveden başka bir içecek, belki şarap veya başka bir şey olduğu umuduyla harika kupanızdan bir yudum alın, derin bir nefes alın ve olmuş olduğunuz ve olacak olduğunuz her hikayeyi hissedin.

Ve aniden sanki frenleri yağlamış, vitesi yağlamış gibi olur. Siz aniden Üstat olarak derin bir nefes alırsınız ve siz devam etmekte olan bütün ilginç hikayeleri hissedersiniz. Ve aniden engel, sürtüşme, gerginlik ortadan kalkar. Ve aniden benim dün gece yaptığım gibi oturur ve varlığınızın çevirdiği filmi izlersiniz. O kadar. Siz bütünüyle içine dalmazsınız çünkü bakın Üstat her şeyi fark eder. Shakespeare hayranlık uyandıran şeyler yazdı. Mark Twain'in yazılarını seviyorum onlar da tarihte yerini aldı. Şimdi kaç varlık kendileriyle beraber bir Platon, bir Shakespeare ve bir Twain'i olduğunu söyleyebilir? Sadece arkanıza yaslanın ve rahatlayın ve hepsinin sadece çok harika hikayeler olduğunu fark edin.

Hadi bunu hemen şimdi yapalım. Hadi bunun için bir an ayıralım sevgili Üstat. Bu kadar kolay.

Evet, bu, büyük "ve". Bütün bu olanlar olmakta. Üstat bütün bu olanların kendisini çıkmaza sokmasına izin vermez. Aslında Üstat olanları gözlemlerken büyülenir. Bu sıradaki düzey. Bu bizim gittiğimiz yön. Bu sizin şimdi yaptığınız şey.

İşte havamı çabucak değiştiriyorum. Ben çab-... evet siz (kıkırdar) "Teşekkürler Tanrı" diyorsunuz." Bu benim bugün iyi olacağım alamına gelmez. Siz havanızın yerinde olmadığı bir gün nasıldır bilirsiniz değil mi? Sonra aniden sis ve karışıklık ve diğer şeyler kalkmaya başladığında şöyle olur, "Kahretsin! İyi bir ruh halinde olmak istemiyorum. Ben o kötü ruh haliyle çok eğleniyordum. Beni güldürmeyin. Beni gülümsetmeyin." Ben böyle bir noktada bulunuyorum. Modum yükseliyor ama bu durum benim hala biraz hoşuma gidiyor gibi biliyor musunuz? Ve ben biliyorum ki sizin de öyle.

Bu konuda Linda'dan bir yorum gelmiyor.

LINDA: Ben saklanıyorum. (kahkahalar)

ADAMUS: Linda saklanıyor. Hadi Linda'nın saklanmasını çekelim ve o tıpkı...

LINDA: (kıkırdar) Linda saklanıyor!

ADAMUS: Ve "Vay!" diyor. İzleyicilerin bulunduğu alanda bile değil, öyle saklanıyor. (Linda kıkırdar)

Örümcek Ağı

İnsan için, burada oturan insan için çok önemli bir şey. Hayatınızda bir şeyler yüzeye çıkmaya devam edecek. İnsanın korkuları var ve onlar basitçe arınmıyorlar. Onlar orada. Yani onlar sizin içinizde bir enerji damgası olarak varlar demek istiyorum. Korkular var, şüpheler var ve ben sizin korkuların ve şüphenin üstesinden gelmeye çalıştığınızı görüyorum.

Hayatınızda size meydan okuyan şeyler var ve ben sizin bu meydan okuyan şeyler üzerinde çalıştığınızı görüyorum. Ama ne oluyor biliyor musunuz? Sanki siz korkuya, bunun ne olduğunun bir önemi yok, sanki duygusal bir korkuya yakalanmışsınız gibi ama o orada; siz korkuya yakalanıyorsunuz ve bu tıpkı bir örümcek ağına yakalanmak gib bir şeydir. Ve o örümcek ağı korku ya da şüphe ya da belirsizlik ya da onun gibi bir şeydir. Siz o örümcek ağına yakalandınız.

Şimdi, örümcek sizi yakaladı. Şimdi sizin kendinizi korku veya şüphe veya yetersizlik örümceğinden korumanız, sakınmanız için bir mücadele, bir savaş var. Siz şimdi bir mücadeleye çekildiniz. Ama ben sana bir şey söyleyebilirim sevgili insan. Sen bir örümcek ağına takıldın. Orası örümceğin alanı. Örümcek o ağı senin için ördü ve örümcek senin mücadele edeceğini biliyor. Ve sen bir örümcek ağının içinde olduğunda neler olduğunu biliyorsun ve savaşmaya başlıyorsun ve ağa daha da dolaşıyorsun.

Örümcek zor da olsa kavgaya biraz enerji katıyor. Bunu yapması şart değil. Bu örümcek ağına yakalanmış olan insana sanki ona karşı savaşıyormuş görüntüsü veriyor. Ama gerçekte yapacak bir şey yok çünkü örümcek sizi zaten ele geçirdiğini biliyor. Siz örümcek ağının içindesiniz. Siz savaşmaya başladığınızda işiniz biter, yakalanmışsınızdır ve akşam yemeği olursunuz. (Adamus kıkırdar)

Ruh halim düzeliyor. Gülüyorum! (bazı kahkahalar) Ben şimdi gülüyorum. Daha iyi oluyor, çok daha iyi oluyor.

Bütün bunlar size insan bağlamında ne ifade ediyor? Birkaç şey. Siz o korkuya girdiğinizde ki gireceksiniz çünkü gezegende yaşıyorsunuz ve bedende yaşıyorsunuz; siz o korkuya veya o şüpheye veya her neyse o karışıklığa girdiğinizde, "Ben bir seçim yapamam. Ben ne yapacağımı bilmiyorum" derseniz yolu hep o şekilde gidersiniz. Siz kendinizi örümcek ağına girerken bulursanız ve bunun kaçınılmaz olduğunu bilirseniz, oraya girin. Durmayın, savaşmayın. Sorun üzerinde işlem yapmayın. Sorunu düşünerek aşmaya çalışmayın çünkü siz örümcek ağındasınız, yakalandınız. Kendinizi oradan aklınız ile çıkarmaya çabalamayın. Meditasyon yaparak oradan çıkmaya çalışmayın. Oradan çıkmanıza yardımcı olacak bir danışman aramayın çünkü böyle yaparak onları içinde bulunduğunuz kendi örümcek ağınıza çekersiniz. O kadar.

Siz korku veya şüphe veya belirsizlik veya bütünüyle karmakarışık bir hayatla yüz yüze geldiğinizi düşündüğünüzde derin bir nefes alın ve onun içinden geçin. Ona daha derinlemesine dalın. İnsan açısından bunun bir anlamı yoktur ama enerjisel bakımdan tamamen uygundur.

İnsan daha derine inmek istemez. O, gecenin ortasında o hisse, o dehşete, belli bir nedeni olmayan o anksiyeteye kapılır. Siz bunları yaşadınız. İnsan, "Ah, anksiyete. Ben ne yapacağım? Ben düşünerek işin içinden çıkmalıyım. Benim küçük, hoş bir basmakalıp söz bulmam gerek. Ben törensel bir dans ya da her neyse bir şey yapmalıyım." diye direnir.

Siz örümcek ağının içindesiniz. Siz şimdi mücadele ediyorsunuz ve bu eğlenceli bir şey çünkü siz, "Hayır, hayır! Ben spiritüelim. Ben kutsalım ve ben ilahi söylüyorum." diye düşünüyorsunuz. Siz örümcek ağına öyle bir kapılmışsınız ki farkında değilsiniz. Ve o örümcek sizin savaşacak bir şeyiniz olduğu izlenimini vermek için şimdi bir yumruk sallar, sonra da bütün yumruklarını sallar ama o sizi zaten ele geçirmiştir. Korku sizi ele geçirdi. Belirsizlik sizi ele geçirdi. Ve özellikle siz üstatlığın ve aydınlanmanın bu noktasına geldiğinizde yine korkular ve şüpheler olur ve siz, "Çocuklarıma ne olacak? Fiziksel bedenime ne olacak? Akıl sağlığımı kaybedecek miyim? İnsanlar ne düşünecek?" diye merak edersiniz.

Bunlar her yerde gezen örümcekler, anksiyeteler gibi şeyler. Siz onlarla savaşmayacaksınız. Siz onların üstesinden gelmeyeceksiniz. Gelemezsiniz çünkü o korkuları siz oluşturdunuz. O şüpheleri oluşturdunuz. Onlar aslında sizi, sizin onları tanıdığınızdan daha iyi tanıyorlar. Siz şimdi örümcek ağının içindesiniz ve öyle yaparak sadece ağa daha çok dolaşmış oluyorsunuz.

O halde ne yaparsınız? Derin bir nefes alırsınız ve kendinize ona tam olarak ve iyice dalma izni verirsiniz. Bunun bir önemi yok. Hiç yok. "Nasıl? Eğer ben kendime korkuya girme izni verirsem onun tarafından tüketilirim." Hayır çünkü siz tam olarak örümcek ağının merkezinden geçeceksiniz ama ilerlemeye devam edeceksiniz. Siz ne olduğunun hiçbir önemi yok herhangi bir korkunun, herhangi bir anksiyetenin, hayatınızdaki herhangi bir çıkmazın düm düz içinden geçeceksiniz. Siz derin bir nefes alacaksınız ve rüya kanatlarınızı takacaksınız ve onun tam içinden uçacaksınız. Siz direnç göstermeyeceksiniz veya değişiklik yapmaya çalışmayacaksınız veya mücadele etmeye çabalamayacaksınız veya oradan nasıl çıkarım diye düşünmeye çalışmayacaksınız. Siz sadece kanatlarınızı takıp devam edeceksiniz. O kadar.

Ve siz direkt o örümcek ağına yönlendiğinizde bir dehşet anı olacak ve sizin kanatlarınız var ve siz, "Ah, kahretsin Adamus! umarım bu konuda doğrusunu yaptım çünkü ben düpedüz şüphenin ve korkunun kalbine gidiyorum..." ve sonra ne olur?! Siz diğer tarafa geçersiniz. Siz tüm o şeylerin diğer tarafına geçersiniz. Örümcek ağı insan bilincidir, sizin bilinciniz. Siz şimdi diğer taraftasınızdır ve ardınıza bakıyorsunuzdur ve orada aslında gerçekten bir örümcek ağı olmadığını fark edersiniz. Siz korktuğunuz bütün korkuların gerçekte aslında hiç olmamış olduklarını fark edersiniz. Yani onları zihninizde, enerji alanınızda siz kurdunuz demek istiyorum. Onları siz kurdunuz. Şimdi onların diğer tarafındasınız. Orada bir mücadele yoktu ve şu anda orada olan şey şimdi sizin insan olarak sahip olduğunuz, şimdiye kadar pek mevcut olmayan bilgeliğin tatlı nektarıdır.

Siz benim Shakespeare ve Platon'a bilgelik nektarı mı verdiğimi sanıyorsunuz? Onlar onun ile ne yapacaklar? Onlar hayatlarını daha çok berbat edecekler. Onun için hayır. O nektar, o bilgelik örümcek ağı algısının dışındadır. O aslında gerçekten orada değildir.

Ben ne söylüyorum? Her şey ile mücadele etmeyi bırakın. John Kuderka daha önce benim nefesimi kesen bir açıklama yaptı ve benim John'a ve sağlık sorunları ile karşı karşıya kalanlara şunu söylemem gerekir, derin bir nefes alın ve ona izin verin. Mücadele etmeyin. Siz kanserle savaşmazsınız çünkü o anda örümcek ağının içindesinizdir. Siz onun içinden geçiyorsunuz. Siz kanatlarınızı takıp, "Artık umursamıyorum" der ve ağın içinden geçmeye devam edersiniz. Siz kanserle mücadele etmezsiniz. Siz basitçe onun içinden geçersiniz.

İzin vermek gibi. Ve ne olduğunun bir önemi yok, insanın neden korktuğunun bir önemi yok - artan kanser, olası bir ölüm, sağlık yaratacak kadar iyi bir yaratıcı olmamak - insanın nelerden korktuğunun bir önemi yok, siz içinden geçin Üstat. Siz içinden geçin ve diğer tarafta bulacağınız şey bilgeliktir. İyileşmek istediğinizden veya başka bir şey aramaya geldiğinizden değil. Siz içinden geçersiniz çünkü o artık size ait değildir. Siz onu sahiplenmezsiniz. Siz onunla mücadele etmeyeceksinizdir. Bunların hiçbirisi değil.

Yaşamınızda hangi sorun olursa olsun eski bir çocukluk duygusu yüzeye çıkar çünkü siz onunla oynamaya devam ediyorsunuz. Çabalayarak yolunuzu bulamayacağınız bir şeyi işleme tabi tutmazsınız. İşlem örümceğin tatlısıdır. Siz o zaman ağa yakalanır ve işlem süreci başlatırsınız. Siz böyle yaparak sadece kendinizi daha lezzetli bir hale getirmiş olursunuz. Siz sadece kendinizi şekerle kaplamış olursunuz, örümceğin gelip sizi yiyip bitirmesini beklersiniz. O kadar. Siz bu sürece girmezsiniz. Siz onu düşünmezsiniz. Siz onu entelektüelleştirmezsiniz. Siz o kanatları takar ve doğrudan onun içinden geçersiniz. O kadar.

Herhangi bir konuda verilecek bir mücadele yok. Savaş yok. İnsan! Beni duy insan, beni ve benim bugünkü kötü ruh halimi. Beni duy... Bu noktaya gelindiğinde verecek bir mücadele yoktur. Zaten neyle mücadele edeceksin ki, toplumun hastalıkları ile mi? Siz kendinizle ve zayıflıklarınızla mı mücadele ediyorsunuz? Siz ışık ve karanlık ile mı savaşıyorsunuz? Dişil ve eril ile mi? Biz lütfen tanrısal dişili ve çük erili geçebilir miyiz? (kahkahalar) Sürekli olarak verilen mücadele... teşekkür ederim. (bazıları alkışlar) Ben yoruldum! Shakespeare ve Platon veçhelerimin, diğer sızlananların beni yorduğu gibi bunlar da yordu. Ben yoruldum ve siz de yorulmuş olmalısınız. Bu bir savaş. Bir örümcek ağı ve siz ona yakalanıyorsunuz. Siz gülüyorsunuz. Çok iyiydi değil mi ha? (Adamus kıkırdar) Evet, benim bunu tekrarlamam gerekiyordu.

Nerede kalmıştım? Kötü ruh halimde. Hadi onu aşalım. Mücadele yok. İnsan ve Üstat arasında bir mücadele yok. Sizinle uzaylı yaratıklar arasında bir savaş yok. Sizin Donald Trump ile bir kavganız yok. (bazı kıkırdamalar ve alkışlar)

KERRI: Gerçekten!

ADAMUS: Ah, birçok insan, "Ah, ah, ger... eğleniyordum." gibi bir şeyler diyor. Kavga yok. Siz bu noktaya geldiğinizde kavga yoktur ve bu bir açıdan iyi bir şeydir. Ama siz mücadele vermeye alışıksınız. Siz zayıf olduğunuzda bile güçlü olmaya alışıksınız. Siz savaşmaya alışıksınız çünkü bu sizin kimliğinizi pekiştirmeye yarıyor. Sen savaşmaya alışıksın Kerri (Adamus kıkırdar)... Hayır Kerri o savaş...

KERRI: Ne?!

ADAMUS: … senin kimliğini pekiştirmene yardım ediyor. Ona mikrofon uzatma. (bazı kıkırdamalar) Burada tek yönlü bir tartışma var.

KERRI: Ben kılıcımı bıraktım. Yanılıyorsun!

ADAMUS: Teşekkür ederim.

KERRI: O geçti.

ADAMUS: Teşekkür ederim. Güzel.

KERRI: Hayatım değişti.

ADAMUS: Teşekkür ederim

KERRI: Ciddiyim, bunu yaptım.

ADAMUS: Güzel, güzel. Olmuş.

KERRI: Oh, ben seni yine de Jell-O (Ç.n: Amerikalıların jölemsi bir tatlısı) içinde boğmak istiyorum. (kahkahalar)

ADAMUS: Bunu biraz açabilir miyiz? Numara yapar gibi -sadece numara yapabilir miyiz... kötü bir ruh halinde olduğum bir günde sen beni Jell-O'ya mı bulamak istiyorsun?

KERRI: Evet!

ADAMUS: Ve bu tıpkı… (kahkahalar artar)

KERRI: Evet, daima.

ADAMUS: Peki. Yani asıl nokta, hadi o zaman... dikkat dağıtma için teşekkürler. Ruh halim daha iyi oldu ve biz yeniden düştük, biz şimdi yaklaşık yüzde 24 insanız. Üstat yeniden. (bazı kıkırdamalar) O geriye gidebilir.

Kanserde, yoksullukta veya bu tip şeylerde savaşmak yok. Anladın mı insan? Savaşmayı bırak.

Kendinizi bir anlığına benim pozisyonuma sokun. Şimdi o Üstat. O sizin aydınlanmış Öz'ünüz ve siz olsanız o kendi ikilemlerinden geçen, kendi sefaletinden ve kendi mücadelesinden geçen insana ne anlatırdınız, "Ah! Bana adil bir fırsat verilmedi ve ben..." Eh, kapa çeneni! Şöyle de, "Aş onu. O kanatları tak ve korkularına gir, kötü çocukluğuna ya da her neyse ona gir." Ve ben bunun yanlış bir şey gibi gözüktüğünü biliyorum. Evet doğru çünkü siz şimdiye kadar yanlış bir şekilde yaptınız. Siz bunlarla savaştınız ve kavga ettiniz. Ah ve 40, 50 yıl sonra, "Gösterdiğim ilerlemeye bak! Ne kadar yol aldığıma bak." Buradan oraya kadar mı?! O kadar mı?! Çünkü asla fazla uzağa gidemeyeceksin çünkü o örümcek ağı gerçekten çok büyük, gerçekten devasa.

O örümcek seninle oynayacak, sana bir yere ulaştığını düşündürecek. O örümcek sadece bekleyecek, bekleyecek ve bekleyecek. O tuzağına başka birkaç sinek daha düşürecek ve şöyle diyecek, "O bana gelir. Her şey bana gelir." Ya.

O zaman derin bir nefes alın. Eğer geçmişten kalan duygusal bir yara, diyelim bir partner veya bir ebeveyn ya da herhangi bir şey ile ilgili bir yara yüzeye çıkarsa siz sadece kendinizi izleyin, kendinizi gözlemleyin çünkü onun ortaya çıkışını görürsünüz ve "Ah! Aah! Bu eski bir anı. Ah! Ben kötü bir insanım. Ben bunları düşünmemeliyim." dersiniz. Kapa çeneni! Onları tak ve devam et. O kanatları tak ve onlarla geç. Ve diğer tarafta o bilgelik, o nektar var. O kadar.

Tak ve içinden geç

İşte hatırlanacak ilk nokta:Tak ve içinden geç. Kulağa korkunç geliyor ama... (kahkahalar) Benim şeyleri ifade ediş şeklim böyle. Bugün pek havamda olmadığımı söylemiştim size. Her şeyi şiirsel bir şekilde cilalayacak zamanım yok. Takın ve geçin. Hastalıklarınızdan, özgüven eksikliğinizden geçin. Benim Shakespeare'den ve onun sızlanmalarından nasıl yorulduğumu fark ediyor musunuz o, "Yazılarım..." diyor. Basitçe içinden geçin tamam mı? Bizim artık insanların kendi sebep oldukları sefaletleri için vaktimiz yok. Ben bunu - kendin sebep olmayı - çok netleştireceğim. Bunu toplum yapmıyor. Dünya'nın merkezinde bunları sizlere yapan varlıklar yaşamıyor. Uzaylıların sayısı benim umurumda değil, bunu size onlar yapmıyor.Kendiniz yapıyorsunuz, insan... siz bunu garip bir tür haz için yapıyorsunuz. Hadi bunu basitçe aşalım tamam mı? Pekala.

Hadi derin bir nefes alalım. Ruh halim düzeliyor.

Hadi derin bir nefes alalım.

Katmerli Bir Hikaye

Sırada ikinci nokta var. Hepsi bir hikaye. Hepsi katmerli bir hikaye. O kadar. Hayatınız, insan hayatı katmerli bir hikaye. Öğrenilecek bir şey yok. Kimsenin vermeye çalıştığı bir ders yok. İnanın ya da inanmayın, yok. Ve siz bu hayatın - ya da herhangi bir hayatın - çok ciddi ve çok özel olduğuna inanmak istiyorsunuz ve öğrenmek olduğuna inanmak istiyorsunuz. Saçmalık! Hepsi bir hikaye o kadar. Katmerli bir hikaye.

Şimdi ben insanların bunu duymak istemediklerini biliyorum. Onlar spiritüellik gibi şeyler konusunda ciddi olmak istiyorlar. Ve ben bazı insanları inanırsınız ya da inanmazsınız şoke ediyorum. Biz hafif tutacağız, biz oyunlar oynayacağız, biz eğleneceğiz, biz dikkat dağıtacağız ve biz sadece kanatları takıp geçeceğiz. Biz basitçe olduracağız.

Kulağa korkunç geliyor! Benim yeni bir metin yazarına ihtiyacım var. (kahkahalar)

LINDA: Peki, bir numara neydi? (kıkırdamalar artar ve Adamus güler)

ADAMUS: Ruh halim biraz daha iyi şimdi. Siz şimdi yüzde 37'ye kadar Üstatsınız. Biz ilerleme kaydediyoruz.

İnsan hayatı tamamıyla bir hikaye. Benim Shakespeare, Platon, Mark Twain gibi yaşamlarım sadece hikayeden ibaretler. Aslında gerçekten de öğrenilecek bir şey yok ve bu özgürlüktür. Bu bir rahatlama duyusudur.

Siz buraya bir şey öğrenmek için gelmediniz. Siz buraya bir şey öğrenmek için gelmiş gibi yaptınız. Siz karmaya sahipmişsiniz gibi yaptınız. Siz bu geçmiş yaşamlarınız varmış gibi yaptınız. Bu arada geçmiş hayatlar birbirleri ile tartışıyorlar! Benim burada Twain'im var ve orada Platon'um var ve onlar tartışıyorlar ve sanırım şu an Twain kazanıyor çünkü Platon çok sıkıcı. Gerçekten sıkıcı demek istiyorum. Ondan bir şeyler okuyun. Esneten. Ve o kadar ciddiydi ki. O hiçbir zaman sarhoş olmadı ve benim için sizler sarhoş olana kadar melek sayılmazsınız. (kahkahalar) Olmalısınız yoksa öteki türlü her şeyi çok kasıyorsunuz. Siz fazla ciddisiniz.

Hepsi hikaye. İlginç hikayeler. Duygusal bir hikaye, duygusal olarak iyi demek istiyorum. Dokunaklı bir hikaye. Zengin bir hikaye ama gerçekten de katmerli bir hikaye.

Katmerli hikaye kurban olduğunu, hayatın zor olduğunu ve bir şeyler kazanmak için gerçekten çok çabaladığını sanıyor, bunu bir şeye geri dönmek için yapıyor - iyi Tanrı bunun ne olduğunu bilir. Öyle değil. Üstat burada oturuyor ve ben izliyorum. Ben Platon'u izliyorum - aman Tanrım - ve sadece bir hikaye gibi görünüyor. Ve o bazı hastalıklara sahip. Ben burada buna girmeyeceğim çünkü bu bir aile gösterisi ama onun bazı hastalıkları var. (bazı kahkahalar) Hayır, ben sizin ayak mantarı filan gibi şeyleri pek duymak istemediğinizi var sayıyorum. Ve o, "Vah başıma gelenler" diyor "Bende bu var" diyor. Ama o bunu evrenin verdiği büyük bir ders sanıyor, ben ona bağırıp duruyorum, "Hey Plat! Öyle değil. Sende sadece ayak mantarı var. Parmaklarını biraz sabunlu su ile yıkamaya ne dersin? Mucizeler yaratır!" (kahkahalar) Ve o bir filozof. O, iyi ve kötü, mantar ve mantarsız düalitenin evrensel anlamını keşfetmeye çalışıyor. (kahkahalar artar) Ben de ona, "Bu sadece..." (Linda kupasını alır ve içinde ne var diye koklamaya başlar) Evet. "Sadece bir hikaye! O kadar!

Sizin insan hayatlarınız gerçekten de kendi kendilerine yakalanıyorlar. Gerçekten öyle. Onlar fazla ciddiye alıyorlar. Onlar kendilerini fazla ciddiye alıyorlar. Bir an durun. Burada oturan bir Üstatsınız. Bir an durun. Siz parktaki bankta ya da her neredeyseniz oradasınız ve bir anlığına hikayenize bakıyorsunuz. O insan hikayesine bakın. Bir savaş hikayesi mi? Yenilen birinin hikayesi mi? Kimsenin sizi anlamaması ile ilgili bir hikaye mi? O sadece bir hikaye tamam mı?

O zaman insan bir anlığına dur ve bunun sadece bir hikaye olduğunu anla. Oyunun sonu yok. Kazanmak ya da kaybetmek yok bu sadece katmerli bir hikaye. Ve Üstat bunları bir kere insana ulaştırabildi mi, insan, "Fark etmez! Bu bir yarış değil. Sen yeniden cennete gitmeye hak kazanmıyorsun. Bunların hiç birisi yok." dedi mi...

Üstat bir kere burada oturabilirse ve derin bir nefes alabilirse ve biraz kahve içerse - ya da bunun içinde ne zıkkım varsa onu (bazı kıkırdamalar) - ve sadece o geçmiş yaşamlara ve gelecek yaşamlara bakabilirse - "ve gelecek yaşamlar" kısmını hatırlayın - "Bu sadece katmerli bir hikaye" derse o zaman siz ne yaparsınız, şey, siz olayı biraz insanlaştırırsınız. Siz, "Hım! Bugün ne izlemek istiyorum? Hangisini izleyeyim?" dersiniz. Sevgi ve şefkatle tabii ama müdahale etmeden. Değiştirmeye çalışmadan ama "O sadece katmerli bir hikaye" diyerek.

İnsan bunu hissetmeye başladığında, bunu fark etmeye başladığında bu vakte kadar kendisinin daha yüksek varlıklar tarafından izlendiğini düşündüğünü fark eder, bilirsiniz işte, tanrılar ve başka tanrılar ve bir sürü tanrı ve demagoglar ve tanrıçalar ve bunun gibi şeyler... bilirsiniz işte eğlenceli bir oyundur. İnsanlar kendilerinin hep izlendiklerini sanırlar ve bu durum neredeyse tanrılar için bir performans göstergesidir. "Bana bak. Ben bir kurbanım. Bana bak. Ben sakat doğdum. Bana bak. Ben aptalım. Bana bak. Ben ruhsal yoldayım." Sanki tiyatrodasınız; siz her zaman bunun bir performans olduğunu düşünüyorsunuz.

Ama insan keşke bir kez Üstadın, "Hey, bu sadece katmerli bir hikaye! (bazı kıkırdamalar) Bir anlamı yok. Kes şunu! Ben çoğu zaman izlemiyorum bile çünkü çok renksiz bir hikaye. Yeniden gösterim bu! Sadece son yaşamının ve ondan öncekilerin tekrarı. Ben izlemiyorum bile. Umurumda değil!" dediğini duysa. "Benim umurumda değil, Platon. Kesinlikle tanınmış bir kişisin ama benim gerçekten umurumda değil çünkü bunlar..." Platon'u izlemek, bilirsiniz işte, devlet televizyonunu izlemek gibi bir şeydir. (kıkırdamalar artar) İnsanlar bunu mu izliyor?! derler ya. Ve, "Hayır, kanal değiştireceğim. Başka bir şey izleyeceğim" - Cauldre diyor ki, "Kadın filmleri veya romantik komedi olsun" veya onun gibi bir şey - "Ben eğlenceli bir şeyler seyredeceğim çünkü bunların hepsi. Katmerli hikayeler." O kadar.

Güzel, derin bir nefes al Üstat. Biz yüzde 47'ye kadar çıktık. Ah, neredeyse oradayız. Bir merabh ile terazinin dengesini değiştirebiliriz diye düşünüyorum.

Güzel, derin bir nefes al Üstat.

Kanalı değiştir, bu yaşamdaki insan hikayesi ile kelime oyunu yapılmasın. Bu bir Western mi? Bu bir "Vur onları, bum, bum, beyaz şapka, siyah şapka" tarzı bir senaryo mu?

Sizin yaşamınız bir westernden mi ibaret yoksa bir uzaylı bilim kurgusu mu? Ah, evet çoğunuz için öyle. (Adamus kıkırdar) O sadece upuzun bir zihin yolculuğu mu? "Vaaaay! Bu ne? Uzaylılar ve çoklu evrenler ve onun gibi şeyler ve insanların savaşı ve defalarca çamurla sıvandıktan sonra sonunda büyük uzaylı ile savaş." Bu mu sizin hayatınız? Harika, büyük bir bilim kurgu?

Nasıl adlandırıyorsunuz bilmiyorum ama sizin hayatınız şunlardan biri mi, dokunaklı, kalp burkan, şey gibi, bilirsiniz işte, "İyi bir insan ve dünya ona saldırır. İyi insan - ahh! - her şeye son vermek ister ve sonunda gerçek aşkı ya da onun gibi bir şeyi bulur ve herkes ağlar ve müzik çalar." Bu mu sizin hayatınız? Eğer öyleyse o sadece Katmerli bir hikaye. O kadar.

Sizin hayatınız o haber programlarından biri gibi mi? Ben sizin vasıtanızla şimdilerde onlardan bazılarını izliyorum. Siz haberleri açıyorsunuz ve orada o haber masası var ve bir grup insan oturuyor ve saatlarce ve saatlerce birbirleriyle tartışıyorlar ama hiçbir yere ulaşmıyorlar! Ve onlar tartışmaya devam ediyorlar! "Dır, dır, dır, dır ve ben doğruyum, sen hatalısın!" Ve kısa bir süre sonra birbirlerinden nefret ediyorlar. Bunu neden haberlerinizde gösteriyorlar? Bir anlamı yok. Bu mu sizin hayatınızın hikayesi? Büyük bir masa, herkes tartışıyor ve hiç kimse bir yere varmıyor. Bu mu sizin hayatınızın hikayesi?

Veya sizin hayatınız daha çok bir animasyon filme mi benziyor? (bazı kıkırdamalar) Evet, animasyon film. Eğlenceli, hafif. Kimse gerçekten incinmiyor çünkü onlar insan değil. Onlar animasyon. Onların tasarlanması ilginç değil mi? Onlar animasyon. O nedenle kötü adamın gelip başınıza vurması ve sizin beyninizin patlaması, iki dakika sonra beyninizin yeniden bir araya gelmesi önemli değil çünkü siz gerçek insan değilsiniz, siz animasyonsunuz. Sizin hayatınız buna mı benziyor?

Başka sözcüklerle ifade edeceksek siz eğleniyor musunuz? Sonuçlar için gerçekten endişelenmeden, "Bu sadece benim içinde yaşadığım katmerli bir animasyon. Ben onu tasarlıyorum. Ben onu yazdım. Ben onu senaryolaştırdım. Sonu nereye varır bilmiyorum ama o sadece bir animasyon."

Onunla eğlenebilecek misin? Derin bir nefes alabilecek misiniz ve kendinizi basitçe Farkındalığa doğru karikatürize edebilecek misin? Yani neden olmasın demek istiyorum.

Ya da sizin hayatınız - nasıl denir - romantik bir drama mı? Bilirsiniz işte her zaman loş ve arka planda bir yerlerde kemanlar çalar ve birisi hayatında destansı bir olay yaşar. Ve sonra aşık olurlar ve o kişi hayatlarının aşkıdır ama hayatlarının aşkı aniden hayatlarındaki bilim kurguda yer alan uzaylılar tarafından alınır. Ve aniden... ve hep drama, duygusal dram ve bilirsiniz duygusal dramlarda daima aile işe karışır - anne, baba, çocuklar, herkes, geniş aile. Ve iş yeri vardır. Ve sonra çok gözyaşı vardır ve çok kalp kırgınlığı. İsa aşkına kapatın şunu! Yani çünkü hiçbir zaman animasyonlar gibi şöyle iyi bir sonla bitmez ama şu romantik epik dramalar "Ah" dedirtir ama bir açıdan sizi iyi hissettirir. (birisi "soap opera" der) Soap opera tarzı şeyler. Days of Our Lives. Ne kadar sürdü? (birisi "elli yıl"der) Elli yıl. Neredeyse sizin yaşınız kadar. Sizi bir yere ulaştırdı mı? Soap operalardan daha fazla, evet. Yani, evet, soap operanın büyüğü.

Sonra komediler var. Sadece komedi. Bazı komediler gerçekten aptalca ama bilirsiniz işte komedidir o. Çok fazla kafa yormanız gerekmez. Bazı komediler gerçekten iyi, gerçekten eğlenceli. Ben sizin aracılığınızla seyrederken kötü bir ruh halim olsa bile bazen gülüyorum, ben bazen komedilere gülüyorum çünkü insanların hayatlarındaki çatışmalarla dalga geçiyorlar. İnsanların komedisi harika. Bizim taraftaki komedi ben hariç o kadar iyi değil. (bazı kıkırdamalar) Ama diğer taraftaki komedi pek eğlenceli değil. İnsanların kendilerine güldükleri harika komedileri var.

Ve bu beni şu noktaya getiriyor. "Hayat katmerli bir hikayedir." O kadar. Puan kazanmazsınız. Size daha iyi bir cennette potansiyel olarak daha iyi bir yer verilmeyecektir. O sadece katmerli bir hikayedir. Ve insan, insan filmine rağmen aydınlanacak olan, aydınlanmayı yapacak olan değildir. İnsan ancak aydınlanmaya izin verebilir. İnsan aslında canlanan bir karikatür çizebilir ve "Tanrım, ben kanatları takıp, örümcek ağından geçip, izin verdiğimde ne olur?" diye sorabilir. Aniden öteki taraftaki harika bilgelik belirir, her yere sihir tozu saçılmıştır ve sonunda güzel müzik çalar ve fragman ve jenerik. Ve bilirsiniz işte en sonda isimlerin yer aldığı jenerikte hep sizin adınız yazar: "Yazan, yapımcı, yönetmen, asistan, çeken" her şey sizsinizdir. Hepsi siz.

İnsanlar hayatlarını çok ciddiye alıyorlar. Gerçekten öyle. Ve buna inanıyorlar. Onlar o boka inanıyorlar - katmerli hikayeye - ve sanırım bu bir noktaya kadar her şeyi biraz daha iyi hale bir getiriyor ama onlar hayatı lanet olası o kadar ciddiye alıyorlar ki sonunda enerjileri sıkışıyor. Ve benim birçok kez o spiritüel gruplar hakkında konuşmamın nedeni bu. Onlar en sıkıcı, kendi şeylerinde sıkışmış insanlar. Onlar her şeyi çok ciddiye alıyorlar ve bizimki onların mutlaka hoşlarına gitmiyor çünkü biz gülüyoruz. Biz eğleniyoruz.

Hepiniz tapınaklarda ve manastırlarda birçok yaşam geçirdiniz doğru mu? Yoğunlukla sessizlik, gerçekten bir sürü ciddi şeyler ve devamlı sizi izleyen bir Tanrı ve altına etme Kerri çünkü Tanrı izliyor (bazı kıkırdamalar) Ve o manastırlar ve tapınaklar çok sıkıcıydı. Gerçekten sıkıcı. Bunlardan nasıl bir film olurdu? Sıkıcı. "Peki ilk haftamızda..." ve sonra herkesi sadece om yaparak, ilahi söyleyerek ve mum yakarak gösteriyorsunuz. İkinci hafta om, ilahi, mum yakma ve tütsü. 50 yıl sonrasına geliyoruz hala om ve ilahi. Hiçbir şey olmamış. Tanrı ortaya çıkmamış. İsa ortaya çıkmamış ve çıkmayacaklar da. Siz sanıyor musunuz onun sıkıcı bir...

KERRI: Ve hiç seks yok.

ADAMUS: Hayır... şey, yapıyorlardı.

KERRI: Ve trajedi.

ADAMUS: Evet, evet. Ve biliyor musunuz bu aslında gerçekten Wikipedia'da yer almalıdır. Bu tamamen gerçek, siz gaz çıkarma komedisine neden o kadar gülünüyor biliyor musunuz? Neden biliyor musunuz? Osuruk mizahı, gazı olma, kıçından gaz çıkarma. (kıkırdamalar artar) Neden komik biliyor musunuz? Aslında düşündüğünüzde çok komik değil. Gerçekten değil ama burada herkes kıs kıs gülüyor, "Ha ha! Osuruk!" Neden biliyor musunuz? Çünkü 600, 700 yıl öncesini düşünün. Bir tapınakta veya bir manstırdasınız (kahkahalar) ve kimse konuşmuyor. Yani konuşmanıza izin verilmiyor ve orada oturuyorsunuz - daha doğrusu diz çöküyorsunuz - ve sanki çıldıracakmışsınız gibi her şey ama siz, "Peki, bunu yapacağım. Belki işe yarar. Ve onlar işe yaradığını söylüyorlar ve Tanrı izliyor zaten." Ve siz orada ciddi bir şekilde oturuyorsunuz ve doğru şeyi yapmaya çalışıyorsunuz ve karmakarışık olmuş hikayenizde bir şekilde oturuyorsunuz ve aniden sokakta birisi "pırttt" (gülüşmeler ve Linda ses efektini artırıyor) Herkes gülmekten katılıyor. Tüm yıl boyunca olan en komik şeydi! (kahkahalar artar) Ve baş rahibe ve baş rahip bile onların gülmelerinin önüne geçemediler. O zamanlar yegane mizah buydu ve sizinle birlikte sıkışıp kaldı. (kahkahalar artar) Ama bu olay sizin bu yaşamınıza kadar geldi. "Hatırlıyorum! Kilise tamamen sessizdi, birkaç mum yanıyordu ve aniden bir yerden, "Pıırt! Herkes çevresine bakıyor, 'Kim yaptı?" Ama sonra kahkahalar patladı ve herkes osurdu. Kimse tek kelime etmedi. Herkes osuruyordu! "Ahh!" Sonra siz "Biz bugün öğlen yemeğinde ne yemiştik?" diye merak ettiniz.

Bu hikaye ile ilgili benim görüşüm tamamen katmerli bir hikaye oluşu. Sizin şu hayatınız ve bütün diğer hayatlarınız sadece hikayelerden ibaretler.

Siz onları ciddiye aldığınızda, siz kendinizi ciddiye aldığınızda enerji sıkışır ve sonra siz kanatlarınızı nereye koyduğunuzu unutursunuz ve benim burada dediklerimi unutursunuz - bu iki basit konuyu - ve siz yeniden gerçekten ciddileşmeye başlarsınız ve zihninize girersiniz. Siz o ciddileştiğiniz noktada örümcek ağına takılırsınız. Oradan çıkmanız sadece derin bir nefes alabildiğinizde ve katmerli hikayenize güldüğünüzde ve süzülüp, izlenmediğinizi fark ettiğinizde mümkündür. Doğru ya da yanlış diye bir şey yok. Bütün boklardan geçtiğiniz yaşamlarınız oldu ve boka dalan başkaları da oldu. Fark etmez. Gerçekten fark etmez.

Bu sizin özellikle eşsiz bir yaşamınız. Yine de ciddiye alınmamalı. Özellikle özgün bir yaşam çünkü siz neden buradasınız? "Aydınlanmayı öğrenmek için." Aman Tanrım! İzin vermek. İzin vermek. Eğlenmek. İzin vermek. Siz burada izin vermek için varsınız. Bu gerçekten böyle. İzin vermek konusunda ciddi olmanız gerekiyor mu? Hiç değil! Aslında siz ne kadar gülümserseniz o kadar izin verirsiniz. Evet, biz bunu bir araç tamponuna ve bir büyükanne süveterine yazabiliriz.

Siz burada izin vermek için bulunuyorsunuz. O kadar. İzin vermek konusunda ne kadar ciddi olmanız gerekebilir ki? Pek değil! Ne kadar çalışma gerekir? Hiç! Ama peki bu sizi şeyler üzerinde pek çalışmamış, iyi bir film yaratmamış gibi hissettirmez mi? Fark etmez. Sadece derin bir nefes alırsınız ve izin verirsiniz. Siz katmerli hikayenize gülebildiğiniz zaman, siz kendinizi lanet olası o kadar ciddiye almayı bıraktığınız zaman ve siz bütün dünyanın yükünün sizin omuzlarınızda olduğunu düşünmeyi bıraktığınız zaman ve "Aydınlanmak çok zor" demediğiniz zaman orada olduğunuzu bilirsiniz. Zor değil. Zor değil. Asla öyle olması tasarlanmadı. Onu sıkıcı yapmaya çalışanlar, manastırdaki sessiz günlere dönmeye çalışanlar ve aydınlanmayı bir tür insan oyunu haline getirmeye çalışanlar o mankafalardır. Öyle değil. Gerçekten kolay. Bu, derin bir nefes alarak ve katmerli hikayene gülerek olur.

İçinde her ne varsa hadi bir yudum alalım. (Adamus kıkırdar)

Rahatla ve İzin ver

Biz Kanatlar Dizisindeyiz ve ben buna bugün başladım - bu benim hikayem. Ben uydurdum. Ruh halim kötü değil. Sizi seviyorum. Kendimi daha çok seviyorum ama sizi seviyorum. (izleyiciler "Vay!" der ve bazıları alkışlar) Ruh halim kötü değil. Bu bir hikaye ve siz fark edeceksiniz - tıpkı bir karikatür gibi - siz bunun "Hadi bugün eğlenelim ve hadi biraz oynayalım. Ben geleyim ve havam yerinde olmasın, ‘Rawr, rawr, rawr, rawr, rawr!’” olduğunu kavrayacaksınız. Aranızdan bazılarınız gerçekten şok geçirdi. Bazılarınız, "Aman Tanrım! Bugün başımızın etini yemek için ne yapacak acaba? dedi.

Derin bir nefes alın, kendi yaşantınız içinde eğlenmeye başlayın çünkü neden? Çünkü bunu yaptığınızın dakikasında, şakacı olduğunuzun dakikasında, gerçekten gevşeyip izin verdiğinizin dakikasında bütün enerji dinamikleri değişir. Siz artık o örümcek ağına uçulan ve sıkışılan senaryoya dahil değilsinizdir. Bu siz her şeyin sizin içinizde hareket ettiğini fark ettiğiniz zaman olur. Nasıl sıkışabilirsiniz ki? Her şey sizin içinizde hareket ediyor - uzay, zaman, örümcek ağları ve her şey. Sizin bütün korkularınız ve anksiyeteniz sadece gelip geçiyor. O kadar. Onlar arada bir kendilerini gösteriyorlar. Evet bedeninizi kaplayan bir his oluyor. O sizde biraz telaşa bile sebep olabiliyor. Siz onun sadece geçip gitmesine izin verin. O kadar. Mücadele yok.

İnsan perspektifine göre siz örümcek ağına yakalanacaksınızdır ve kurtulmanın yolunu arayacaksınızdır. Bu, insan. Ben o nedenle, "Bugün burada kim var?" diye sordum. Üstadın perspektifi şöyledir - biz neredeyse yüzde elli olduk - "sadece içimden geçiyor." Ve aslında sizin bir şey takmanız veya bir şeyin içinden geçmeniz gerekmiyor. Siz sadece zaten orada olan o kanatlara izin verin ve sadece kanatlarınızı açın ve her şeyin nasıl sizin içinizde ve içinizden aktığını izleyin. Ve siz sonra katmerli hikayeniz için yalnızca istediklerinizi alın, siz yalnızca yaşamınıza katmak istediklerinizi, siz yalnızca kendiniz için seçtiklerinizi alın ve hepsinin sadece sizin içinizden aktığını idrak edin. Bu kadar basit.

Kanatlar Dizisi, ben bizim beraberliğimizin 19. yılında olduğumuzu düşünüyorum ve daha önce de söylediğim gibi 200 Şaud oldu. Bu büyük bir rakam. 33 kitabı doldurmaya yetecek kadar bir rakam, kalın kitap, ince değil. Tobias'ın bütün öğrettikleri, benim inanılmaz hikmetim - inanılmaz, evet - ve bunların yanı sıra eklenenler. Ve aslında derin bir nefes alın. Bunların hepsi sizin katmerli hikayenizin bir parçası. Ama ben size bunun olağanüstü bir hikaye olduğunu söylemeliyim. Olağanüstü.

Ben ve Tobias yıllar önce yer değiştirdiğimizde ben diğer bazı Yükselmiş Üstatlara Kırmızı Çember'e gelme konusunu danışıyordum. Bilirsiniz işte, bazılarınızın buraya gelmeden duymuş olabileceği gibi ben de daha önce bu grubu duymuştum. Duymuştum ama biraz şüpheliydim. Şambra? Korsanlar? Asilerden ve sorun çıkaranlardan oluşan o grup mu? Ve ben tabii, "Ben geldim. Ben geldim." oldum. (kahkahalar) Diğerleri bunun iki, üç, dört yaşam süreceğini söylüyorlardı. Ben öyle olmadığını biliyordum. Ben sizin çok hazır olduğunuzu biliyordum. Sizin sadece birkaç kez kafanızdan dışarı çıkarılmaya ve doğrultulmaya ve bir nefes almaya ve bunun sadece katmerli bir hikaye olduğunu fark etmeye ihtiyacınız vardı. Hepsi bu kadar. Ben'im'in dışında sizin hayatınız o kadar önemli değil. Ve onun hikayesinin güzelliği bakımından önemlidir bu. Ama bunun dışında her şeyi çok ciddiye almayı bırakın tamam mı?

Ben aslında ne diyorum? Oradan çıkın ve yaşayın. Keyif alın. Anksiyetenin veya korkunun geldiğini hisettiğinizde ondan kaçmak veya onunla zihninizde savaşmaya çalışmak yerine sadece onun doğrudan geçmesine izin verin. Doğrudan geçmesine izin verin. Siz gerçekte hiçbir şekilde bir örümcek ağı olmadığını fark edeceksiniz. Ama siz onunla kavga etmeye başladığınız andan itibaren, bu, kanser de olsa, finansal olarak çöküş de olsa, özdeğer veya bunun gibi bir şey de olsa, siz onunla kavga etmeye başladığınız andan itibaren sıkışacaksınızdır. Sizin durumunuz daha öncekinden bile beter olur. Siz bilinçte bu noktaya geldiniz ve hiç olmadığı kadar çok sıkışacaksınız. İşte orada durun ve sorun, "Adamus'ın bize bahsettiği o iki nokta neydi?"

SART: Bunları bir yere yazmalıyız.

ADAMUS: Bunları bir yere yazmalısınız. (bazı kıkırdamalar) Biz o nedenle sizin için her şeyi kaydediyoruz. Bu parayla sattıklarımızdan olacak. Beleşe yok.

Şaka yapıyorum.

Bu bir hikaye, eğlenin. Siz koca bir karikatürsünüz.

Kanatlar dizisinde bunu yapmak için farkındalık kazanacaksınız, tamam mı? Biz onun için toplanacağız, eğleneceğiz, ben "havamda değilim" şeklinde hikayeler uyduracağım. Ben nasıl kötü bir ruh hali içinde olabilirim ki? Aslında o yaşamlar konusunda dediklerim doğruydu. Platon kıçta bir acı. O asla zihnini toparlayamaz ve Shakespeare de halk için yazıp yazmayacağı konusunda alacağı içsel karar yüzünden kıvranıyor. Ve Mark Twain, o, eğlenceli ama bazen çok kuşkucu, her şeye karşı çok negatif, en çok da kendisi söz konusu olduğunda öyle. Onun enerji ile ilgili sorunları var, iflas ettiğine şaşırmamak lazım. Bunların hepsi gerçek ama beni zerre kadar rahatsız etmiyor. Ben derin bir nefes alıyorum ve onların katmerli hikayelerine bakıyorum ve onlardaki ve bendeki güzelliği fark ediyorum. Ve ben onların gerçekte asla örümcek ağına sıkışmadıklarını fark ediyorum. Onlar öyle zannediyorlar ama sıkışmıyorlar. Onlar gerçekte asla parçalanmıyorlar ve yanmıyorlar. Onlar öyle sanıyorlar ama değil. Ve onların hepsi gerçekte benim birliğimin bir parçası.

Şimdi, zaman tükeniyor - ben size bu Şaudun normale göre daha kısa süreceğini söylemiştim, her zamankinden iki dakika kadar daha kısa (kahkahalar) - hadi bir merabh yapalım. Neden? Eh, konuşmaktan yoruldum ve siz de benim konuşmamdan yoruldunuz.

Hadi güzel, derin bir nefes alalım ve Kanatlar merabhını yapalım.

Güzel, derin bir nefes alın. İşte başlıyoruz.

Kanatlar Merabhı

Biz şimdi Kanatlar dizisindeyiz.

(müzik başlar)

Bunun anlamı, yıllarca gerçekten açıldıktan ve izin verdikten ve kendinize keyifli bir bakış attıktan sonra nihayet yükseleceğimiz noktaya gelmiş olmamız. Biz yükseleceğiz. Bunun anlamı genişlemektir.

İnsan yine panikte veya kaygılı veya sinirlerinin tepesinde olduğu günler geçirecek. O zaman bizim şimdi yaptığımız gibi sizin için derin bir nefes alma vaktidir - ben adeta arka planda çığlık atan o insanın sesini duyuyorum - burası sizin derin bir nefes aldığınız ve bunların hepsinin katmerli bir hikaye olduğunu fark ettiğiniz noktadır. Ben harfi harfine sizin o noktada kanatlarınızı hissedeceğinizi söylüyorum.

Siz kanatlarınızı hissediyorsunuz

Ben daha önce bizim bazı toplantılarımızda sizin enerjisel kanatlarınız olduğunu söyledim. Sırtınız, omuzlarınız sizin bedeninizin en duyarlı bölümleridir. Ben kocaman tüylü kanatlardan bahsetmiyorum ama ben sizin genişleme, açılma yeteneğinizi kastediyorum. Siz sadece derin bir nefes alıyorsunuz ve izin veriyorsunuz.

Siz, "Şey, nasıl bilmiyorum." diyorsunuz. Evet, biliyorsunuz. Bu hikayenin sadece bir parçası. "Bir gün kanatlarım çıktı, benim genişlememe imkan veren kanatlar, artık hayattan korkmak yok, artık uçmaktan korkmak yok, artık kendini kanatlı pervanenin altında tutmak yok. Ben sadece yaptım."

Siz katmerli hikayenizin içinde derin bir nefes alın, kanatlarınızın açılmasına izin verdiğiniz kısıma gelin.

Bu kanatlar sizi direkt olarak herhangi olası bir korku, kuşku, tehlike algısının içinden geçirebilir; siz bir dahaki sefere zihninizin başa çıkamayacağı herhangi bir inanç olduğunda ne yapacağınızı biliyorsunuz. Siz basitçe o kanatlarınızın açıldığını ve sizi ötesine taşıdığını hissediyorsunuz.

Evet, burada oturan insan için, evet, eh, boktan günlerin olduğu günler olacak. Bu sadece katmerli hikayenin bir parçası ve bunda bir sorun yok. Sorun yok. İşte Üstat kanatlarıyla birlikte orada. O, kavga etmeye çalışmıyor, şüphenin ve belirsizliğin ve korkunun üstesinden gelmeye çalışmıyor. Asla çaba harcamıyor ama bunların sadece "ve"lerden biri olduğunu, gerçekliği algılamanın birçok şeklinden sadece biri olduğunu fark ediyor.

Bu yıl birlikte işleyeceğimiz gelecek bölümlerde siz şeyleri gerçekten deneyimleyeceksiniz. İzin vermek hakkında konuşmak yerine kendinize onu deneyimlemek için izin vereceksiniz. Aydınlanma konusunda Platon vari konuşmak yerine, siz onu gerçekten deneyimleyeceksiniz.

Sevinci düşünmek yerine, onu deneyimleyeceksiniz.

Sizin bu yıl yaşayacağınız deneyimler bazen ödünüzü bokunuza karıştıracak çünkü onlar çok gerçek. Çok gerçek.

Farkındalığın açılması sizi bazen sersemletecek. Siz bedenim veya zihnim bunun üstesinden gelebilecek mi diye bile merak edeceksiniz. Bütün tartışmaların aksine deneyim çok sersemleticidir.

Evet siz özellikle derin bir nefes aldığınızda ve gerçek Üstadın kanatlarını hissettiğinizde bunlar ile başa çıkmaya muktedir olacaksınız.

Biz sınıf derslerini bırakıp gerçeğe geçeceğiz, anlamlı, eğlenceli hayat deneyimlerine. Siz hikayeyi değiştiriyorsunuz, onu başka bir şekilde yazıyorsunuz ve siz aniden katmerli hikayenizin son bölümünde onu yazanlardan biri olduğunuzu fark ediyorsunuz. İnsan, sen sıradaki o bölümü yazanlardan birisin.

Sizde hayatınızın bir kitap, katmerli bir kitap olduğuna dair bir biliş ve bir his vardı ama içinde yazılmış olanlara dair söyleyecek çok sözünüz yoktu. Bu değişiyor.

Biz geçenlerde bunu Keahak'ta konuştuk, buna birlikte yaşamak deniliyor. Üstat ve insan. Siz hikayeyi, sıradaki bölümü yazmak için gerçekten kendinize güvenmediğinizi fark ediyorsunuz.

Şu anda aslında 'Üstat', 'Ben'im', 'sen' gelecek bölümleri yazıyor ve yaşıyorsun; özgürlük ile ilgili bölümleri, gerçek yaşam deneyimleri ile ilgili bölümleri. Sadece gündelik monoton şeyleri değil ama gerçek yaşam deneyimlerini. Farkı bu. Buna şu anda sen katılıyorsun - fark bu.

O zaman burada kim oturuyor? Bu merabh sırasında neler oldu? Biz yüzde kaça ulaştık? Şey, bunun en doğrusu şu, bir kişi çok yakınlaştığında yüzde 100 insan ve yüzde 100 Üstat olur. Siz her ikisisiniz.

Siz birbirinizle çekişmezsiniz. Siz yüzde 20 insan iken yüzde 80 Üstat olmazsınız, siz her ikisisiniz, birlikte yaşıyorsunuz. Her ikisi.

Hadi derin bir nefes alalım.

Korkuların içinden uçun. Zihinsel ızdırabın içinden uçun. Duygusal sorunların içinden uçun. Onları çözmeye veya işlemden geçirmeye çalışmayın. Artık onlardan kaçmayın. Onların içinden uçun.

İlk başta biraz korkutucu olabilir çünkü size doğrudan örümcek ağının içine uçuyormuşsunuz gibi gelecek. Ama siz, sizi en derin korkudan itip çıkaracak bir tutku, bir enerji - hatta tam değil ama neredeyse bir bilinç - momentumu olduğunu fark edeceksiniz. Onlardan artık kaçınmayın ama onları yönlendirmek için durmayın. Direkt olarak içinden geçin.

İkincisi, bunların hepsinin katmerli bir hikaye olduğunu fark edin ama siz şimdi senaryoyu yazanlardan birisiniz. Ve ben biri diyorum çünkü Üstat yine senaryo yazımının bir parçası olacak. Ama insan sen şimdi onunla ortaklaşa yazıyorsun, bu işe katılıyorsun. O iki nokta bunlar işte.

Hadi birlikte güzel, derin bir nefes alalım. Birlikte güzel, derin bir nefes alalım.

(müzik sona erer)

Şimdi kutlama zamanı sevgili Şambra.

Kutlama vakti. O halde hadi açın kanatlarınızı ve uçalım.

Ve sizin katmerli hikayenizde daima her şeyin yolunda olduğunu hatırlayın!

(kahkahalar)

Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (izleyiciler alkışlarlar)

İngilizceden çeviren Meltem Taban