• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

Kanatlar dizisi Şaud 3


Adamus mesajı Geoffrey Hoppe kanallığı ile 4 Kasım 2017'de Kırmızı Çember'e sunulmuştur




Ben Ben'im Egemen Alan'dan Adamus.

Ah! Bizim enerjiyi salona yaymamızı çok seviyorum. Ben her ay Şaudumuz için bir araya gelmeyi seviyorum. Ama biz devam etmeden önce benim şunu söylemem gerekir, "Kahvesiz bir Adamus şüpheleri ve endişeleri olmayan bir Şambra'ya benzer."

LINDA: Ahhh! (kahkahalar)

ADAMUS: Kahvem nerede acaba?

SANDRA: Üstat topları da var. (ç.n: top şeklinde şekerleme)

LINDA: Ahhh!

ADAMUS: Ah, ikram etmek için gitti.

SANDRA: (Linda'ya): Senin elindeki onun.

LINDA: Bir dakika. Peki. Adamus işte.

ADAMUS: Teşekkür ederim. Bugün aç olduğumu nereden bildiniz?

SANDRA: Hayır, hayır. O senin. (Linda'nın kahvesi Adamus'a verilir)

LINDA: Hayır, hayır. Sorun yok. Ah, peki, bekle.

SANDRA: Kahve senin.

LINDA: Tamam, doğrusunu vereyim. (kupaları değiştirirken kıkırdar)

ADAMUS: Verdi ve aldı. Ahh! Ah, ah, ah.

LINDA: Şey, öteki kupanın sana daha çok yakışacağınışündüm.

ADAMUS: Mmm. Bu şekerlemeler de nereden çıktı bugün? Sanırım bugün konuşacağımız şey...

LINDA: Top şeklindeler.

ADAMUS: … benim son yaşamımdaki en sevdiğim yiyecek. Benim bayıldığım bir şey - yulaf ezmesi, bal ve fındık, bazen içine biraz çeşni ve birisi bunu bugün gönderme nezaketinde bulunmuş.

LINDA: Evet birkaç Şambra getirdi bunları.

ADAMUS: Birkaç Şambra getirdi.

LINDA: Senin bunun için ağladığını duymuşlar.

ADAMUS: Ben bunlara Üstat topları diyorum. (kahkahalar; bir tane yer) Mm! Mmm!

Et ve karbonhidratlı gıdaları biraz fazla abartanlarınız bunu deneyebilirler. Yulaf ezmesi, bal ve benim - öhem - Üstat toplarımdan ister misiniz? (Adamus onları izleyicilere ikram ederken kahkahalar artar) Mm hmm? Hmm. Mm? Üstat topları? Evet? Üstat topları.

LINDA: Ahlakımız düzgün değil mi?

ADAMUS: Ve ahh

LINDA: Düzgün ahlak.

ADAMUS: Evet. Üstat için gurme yiyecekler. Mm. Yulaf bedendeki toksinleri temizliyor. Bal sizin içinizdeki her şeye iyi gelir ve alerjiniz varsa onun da iyileşmesine yardım eder. Ve fındık, şey, o da sizin için özel. (kıkırdamalar artar) Teşekkür ederim! Teşekkür ederim. Üstat toplarından yiyebilirsiniz.

LINDA: Evet. (kıkırdamalar artar)

ADAMUS: Hadi o zaman bugünkü Şaudumuza sondan başlayalım. Sondan.

LINDA: Ahh, bu hoşuma gitti.

ADAMUS: Pizza partisinden değil. O kadar sondan değil. (kahkahalar)

LINDA: Ve getirdikleri yiyecekler. Bugün nefis yiyecekler geldi Adamus. Şauda gelmeyen insanlar için...

ADAMUS: Benim gözüm Üstat toplarından başkasını görmüyor.

LINDA: Sana diyorum getirilenler şimdiye kadar yapılmış olanların en iyisi.

ADAMUS: Neler var?

LINDA: Şey, meyve var - benim favorim Transilvanya usulü patlıcan salatası var.

ADAMUS: Ah. Ah.

LINDA: Evet. Bayağı lezzetli.

ADAMUS: O zaman Adamus amca için de vardır?

LINDA: Ah, lütfen.

ADAMUS: Evet.

LINDA: Tabii, tabii. Tabii, tabii.

ADAMUS: Hadi sondan başlayalım. Hadi sondan başlayalım, böyle yapmak benim hoşuma gidiyor çünkü siz böyle olunca aslında değişmez bir lineer zamanın olmadığını biliyorsunuz. Ben bunu uzun zamandır söylüyorum, siz zaten Üstatsınız. Siz şimdi sadece oraya nasıl ulaştığınızı anlıyorsunuz. Zaten oldu. Bunu söyleyen ben değilim. Bunu size yıllar önce Yükseliş dizisinde Tobias söyledi, "Siz zaten yükseldiniz. Siz şimdi sadece onu gerçekleştirmenin nasıl bir şey olduğunu anlıyorsunuz." Ve bilin bakalım siz ne yapacaksınız? Siz seçim yapacaksınız. Kolay mı olsun istersiniz yoksa zor mu? Siz çok çalışıp onu hak ettiğinizi mi hissetmek istiyorsunuz? Siz Yükselmiş Üstatlar Kulübü'nde anlatacak müthiş hikayeleriniz olsun diye onu biraz acı çekerek mi gerçekleştirmek istiyorsunuz? Veya yumuşak bir şekilde mi? Evet. Bu tamamen size bağlı.

Enerjiyi Çekmek

İşte biz sondan başlayacağız ve bugünün Şaudunun sonu sizin çeken olduğunuzu söylüyor. Çeken ya da çekici. Siz enerjileri çekiyorsunuz. Siz bir mıknatıs gibisiniz. Bilinç aslında yaratıcı bir mıknatıs gibidir. Siz devamlı olarak hayatınıza şeyleri çekiyorsunuz. Siz burada otururken, siz internetten izlerken kendinize doğru sürekli olarak akış halinde bir enerji çekiyorsunuz. Burada sorulacak soru siz neyi çekmek istiyorsunuz ve siz onu nasıl çekmek istiyorsunuz?

Siz farkında olmasanız bile enerjiyi çekiyorsunuz ama bunu çok dünyevi, çok sınırlı bir şekilde yapıyorsunuz. Ve o şekilde olması gerekmiyor. Siz bir çekensiniz.

Şimdi, biz bunu bir başka Şaudda konuşacağız ama siz aynı zamanda da bir aktarıcısınız. Siz enerji yayıyorsunuz. Siz bir yaratıcı olarak realitenizi oluşturmak için sürekli olarak dışarıya yansıtma yapıyorsunuz. Ama biz bugün sizin çeken parçanız hakkında konuşacağız.

Siz burada otururken, internetten izlerken bir mıknatıssınız ve siz bir şey yapıp yapmadığınızı düşünseniz de size doğru çekilen, sizin içinizden geçen muazzam bir enerji akışı oluyor. İnsan parçanız fark etse de etmese de siz kusursuz şeyleri kusursuz zamanda çekiyorsunuz. Sürekli bir çekiş var.

O halde biz burada bu Şaudda birlikte otururken siz neyi çekiyorsunuz? Sizin hayatınıza gerçekten çekmek istediğiniz şey nedir? Siz hayatınıza hangi enerjileri, hangi deneyimleri, hangi gerçeklikleri çekmek istiyorsunuz?

Bu biraz aldatmacalı bir soru çünkü insan bunu aslında bilmiyor. Gerçekten bilmiyor. Ben size, "Hayatınıza neleri çekmek istiyorsunuz?" diye sorduğumda siz kendinizi hemen çok programlanmış ve çok kalıplaşmış bir sınırlamanın içine sokuyorsunuz.

Biz bunu katılımcılara daha önce de sorduk, "Siz hayatta gerçekten neler yapmak istiyorsunuz? Sizin en büyük arzunuz nedir?" - ve potansiyeller ve olasılıklar göz önüne alındığında yanıtlar o kadar sınırlıydı ki. Yani siz şimdi burada otururken neyi çekmek istiyorsunuz? Çünkü siz çekiyorsunuz.

Siz bir kez bunun nasıl çalıştığını, ne kadar kolay olduğunu, ne kadar basit işlediğini fark ederseniz gerçekten realitenizi, istediğiniz her türlü realiteyi yaratmaya başlayabilirsiniz. Ama yeniden söylüyorum bu biraz aldatmacalı bir soru çünkü insanlar gerçekten ne istediklerini biliyorlar mı? İnsanlar duvarların arkasını, koydukları sınırların ötesini görebilirler mi? Bunun nedeni sizin aptal ya da tembel olmanız değildir. Bu, odaklanma duyusunun bir sonucu olarak böyle oldu.

Siz derin bir Odaklanma duyusu ile yaşıyorsunuz. Siz daha başka neler var unuttunuz, biz bugün bunları konuşacağız ve siz doğal olarak enerjileri ve deneyimleri çeken bir varlık olduğunuzu unuttunuz. Bu çekiş insanlara, uygun durumlara, bolluğa, hayatınızda her ne varsa ona dönüşüyor.

Çoğu insan her şeyi sadece kader olarak kabul ederek tembel bir alışkanlık edindi ve öyle bir şey yok. Hiçbir şekilde kader yok. Ama öyle olduğunu söylemek daha kolay, "Bu benim kaderim. Bu benim için oluşturulmuş bir plan." Yüksek Benlik, melekler, Tanrı ya da her ne ise onun tarafından yapılmış bir plan ve böyle diyenler bir çeken, bir yaratıcı olduklarını unutarak sıradanlık kalıbına sıkıştılar.

İşte bugünkü hikayemizin sonu bu. Hadi biz şimdi o sona nasıl geldik onu görelim. Ama ben sizden yine aynı şeyi aklınızda tutmanızı istiyorum. Siz bir Üstatsınız, aydınlanmış bir varlıksınız. Her şey bir yana siz yükseldiniz. Bu zaten gerçekleşmiş bir şey. Siz bunu nasıl gerçekleştirdiniz? Siz hangi deneyimlerden geçtiniz?

Size daha önce defalarca söylediğim gibi siz onu hak etmezsiniz. Sizin oraya ulaşmanız için çok çalışmanız gerekmez. Bu sadece siz oraya ulaşırken hangi deneyimleri yaşamak istiyorsunuz meselesidir. Bu kadar basit.

Hadi o zaman güzel, derin bir nefes alalım.

O parçanızı hissedin, aslında her parçanızı hissedin, o, enerjileri sürekli olarak çeker. Işığın sürekli olarak kendine çektiği gibi sizin hayatınıza kimsenin kontrol etmediği, kimsenin manipüle etmediği enerjiler çekilir. Bunu yapan sadece sizsiniz. Tabii eğer başkalarının sizi kontrol ettiğini düşünmüyorsanız, komplo teorilerine inanmıyorsanız, hükümetin veya uzaylıların veya anne babanızın veya başka birinin sizin hayatınız üzerinde etkisi, egemenliği olduğuna inanmıyorsanız. Şey, eğer bunlara inanıyorsanız enerjileri de o şekilde çekeceksinizdir. Bundan kurtulursanız şunu fark edeceksiniz, "Ah! Ben bir bilinç varlığıyım. Ben bir bilinç mıknatısıyım. Ben seçtiğim her şeyi, belki insan varlığının farkında olmadığı şeyleri bile hayatıma getiriyorum."

Hadi güzel, derin bir nefes alalım. Biz sona geldiğimizde oraya nasıl ulaştığımızı göreceğiz. (Adamus kahvesinden bir yudum alır) Çok köpüklü. (bıyığını siler)

Biz son... (bazı kıkırdamalar) Biz son toplantımızda...

LINDA: Peçete ister misin?

ADAMUS: Evet isterim. Teşekkürler. (Linda kıkırdar) Ben bir centilmenim. Sakalı da. (sakalını siler)

Bilgelik ve Kalp

Biz son toplantımızda size ait olmayan şeylerden bahsettik. Size ait olmayan şeyler neler? Sizin istemediğiniz her şey. Bu kadar basit. Ben aranızdan bazılarınızın biraz tuhaf, biraz garip hissederek şöyle düşündüğünü biliyorum, "Şey, peki ben her şeyi azledebilir miyim? Hepsini salıverebilir miyim?" Kesinlikle. Sizin karma yüklerine veya hayatınızda şimdiye kadar olmuş olanlara tutunmanız gerektiğini söyleyen bir yasa yok. Size nahoş şeyleri sahiplenmeniz gerektiğini söyleyen kozmik bir yasa yok. Sizin geçmişte yaptıklarınız için kendinizi hırpalamanız gerekmiyor. Siz onları - şak diye - serbest bırakabilirsiniz. Bu, sorumsuzluk demek değildir. Aksine bu büyük bir sorumluluktur. Bu, şimdi kendin için sorumluluk almak demektir. Geçmişteki sen için değil, başka bir yaşamındaki sen için değil, başka hiçbir şey için değil. Asıl sorumluluk hepsini salıvermektir.

Gerek sağlık sorunları olsun, gerek bolluk, ilişki veya herhangi bir şeyle ilgili sorunlar, gerek suçluluk duyguları ve geçmişte yaptıklarınız ile ilgili vicdan azabı olsun onlar size ait değiller. Size ait değiller. Gerçekten size ait değiller. Biz psikosaçmalık yapmaya başlayıp bunların kitle bilinci ve sizin kötü anne babalarınız ve başka şeyler nedeniyle yaratıldığını söyleyebiliriz ama siz sadece serbest bırakın. Onlardan uzaklaşın. Onlar size ait değiller.

Bazılarınız geçtiğimiz ay özellikle zor zamanlar geçirdiler. Siz çok azıcık bir şeyleri salıverdiniz ve siz buna rağmen neden hala yorgun hissettiğinize veya bir parça depresif olduğunuza veya anksiyete geçirdiğinize şaşırıyorsunuz. Siz sadece serbest bırakıyorsunuz. Onlar size ait değiller. Size ait olan tek şey sizin seçtikleriniz. Bu kadar. Nokta. Bu kadar basit.

Biz geçen toplantımızda Üstadın bilgeliği hakkında konuştuk. Üstat muazzam derecede bir bilgeliğe sahiptir ve bilgeliğini sadece bu yaşamından değil bütün yaşamlarından hasat etmiştir. Onun bütün yaşamlarından aldığı bilgelik sizin gelecek diye adlandırdığınız şeyde olanlar veya olabileceklerde saklıdır. Bütün ağrılar ve bütün acılar ve üzücü hikayeler ve katmerli hikayeler ve her şey. Ayrıntısız hepsi. Bu basitçe bilgeliktir, hayatın özü, hayatın gerçek güzelliğidir.

Üstat, Ben'imden süzülenleri alır ve bu yaşamına getirir. Salonun bu tarafında bulunanların sizin bütün geçmiş yaşamlarınızı temsil ettiğini varsayalım ve siz bütün bu yüzlerle ve bu kimliklerle deneyimler yaşıyorsunuz. Üstat size gelir ve şöyle söyler, "Hadi o dansı bu yaşamda yapalım. Ben bilgeliği sana getireyim. (bir kişiye) Size değil, size değil, size değil. (diğer insanlara) Sen nihayetinde ona kavuşacaksın ama hadi o sana gelsin. Sen ve Ben. İnsan ve Üstat. Beni evine, insanın evine davet et. Seninle birlikte varolmama izin ver. Ben bir alan kaplamayacağım. Ben senin yiyeceklerini çalmayacağım. Ben seni duş perdesinin ya da her neyse bir şeyin arkasından dikizlemeyeceğim. Benim o eve girmeme izin ver. Hadi Üstat ve insan olarak birlikte varolalım. Sen yine insan olabilirsin ve harika insan deneyimleri yaşayabilirsin ama o zaman Üstadın Ve'si de olur. Ben bilgelik getireceğim sen de kalp. İnsan sen kalbi getiriyorsun. Ah, senin kalbin var. Senin muazzam bir kalbin var. Ben bilgelik getireceğim. Sen de kalbi getir birlikte dans edelim."

Bu, bedenli aydınlamadır. İnsan kimliği, sizin ruh dediğiniz şeyin insan veçhesi diye adlandırdığınız şey kısmen Üstat tarafından seçilmiştir ama bu gerçekten de insanın izin vermesiyle olmuştur. Siz hepsine, bütün yaşamlarınıza izin veriyorsunuz. Onlar yaptıkları şeyle o kadar meşguller ki izin vermeyi unutuyorlar. Onlar dua ediyorlar. Onlar ağlıyorlar. Onlar hırsızlık yapıyorlar. Onlar yalvarıyorlar. Onlar güç olayının içindeler. Onlar kimliklerle uğraşıyorlar. Onlar "zavallı ben" ve "beni çok şaşırttılar" modundalar ama izin verenler sizlersiniz.

Sizler, "Hey, bundan daha fazlası olmalı." dediniz. Siz, "Ben bir şeye izin veriyorum. Onun ne olduğunu bilmiyorum ve onu tanımlamaya da kalkışmayacağım ama bir şey olduğunu biliyorum. Bu bende biliş halinde var. Ben izin vereceğim. Ben çok cesur ve gözü pek olacağım, ben sadece kendimi açacağım. Ben filtreden geçirmeyeceğim. Ben bir şey ışık mı yoksa karanlık mı ya da iyi mi yoksa kötü mü, ben değerli miyim ya da değerli değil miyim" diye bir karar vermeyeceğim çünkü o yaşam veçhelerinin hepsi beni biraz yordu. Onlar kıçta birer acı. Ve ben kendimden de biraz yoruldum. Ben insanın izlediği o eski lineer yoldan da yoruldum. Ben sınırlamalar olmadan basitçe izin vereceğim." İşte o zaman Üstat, bilgelik ortaya çıkıp, "Bu güzel çünkü benim diğer geçmiş yaşamlarımın hiçbirisi dediğimi duymuyor." der. Onlar yaptıkları şeye o kadar dalmışlar ki. Eh, onlar yaptıkları şeylere çok dalmışlar ve onlar tuhaf tanrılara dua ediyorlar ve bunun gibi garip şeyler yapıyorlar. Ama sen, sen bu yaşamda izin verdin. Onun için hadi sen bedendeyken biz birlikte o varoluş dansını yapalım." der.

Üstadın sizin her birinizin ve hepinizin yaşamında oynadığı rol budur. Diğer yaşamlar bunu bilse de bilmese de, o, bütün yaşamlardan hasat etti, topladı, süzdü. O, hayatın güzelliğinin özünü çıkardı ve şimdi de onu size getiriyor ve insanın kalbiyle paylaşıyor. İnsanın kalbinin ve Üstadın bilgeliğinin bir arada olması bedenli aydınlanmadır ve siz o nedenle buradasınız.

Hadi güzel, derin bir nefes alalım.

Üstat içeri gelir, hayatınızı sizin yerinize yaşamak için değil ama Üstat gelir, şey, bilgelikle ve bizim bugün tartışacağımız şeylerle gelir.

Ben geçen toplantımızda, "İnsanın bir kalbi var." dedim. Ah! İnsanlar hakkında söylenecek çok şey var. Onlar zaman zaman sert olabiliyorlar. Onlar bilinçten çok, çok yoksun olabiliyorlar. Onlar enerji hırsızı. Onlar özlerinde benim daha önce hiç görmediğim kadar enerji hırsızı ama onların bir kalbi var.

Sizin İyiliğiniz

Ben size geçen toplantımızda, "Sizin iyiliğiniz nedir. Kalbinizde ne var? Kişisel olarak, bireysel olarak kalbinizde ne var?" diye sordum. Ve ben o son toplantıda sizden ilerlemenizi ve bunu hissetmenizi istedim ve aranızdan bazıları bunu aslında yaptı.

O nedenle ben şimdi sevgili Linda'dan mikrofonla birlikte dolaşmasını isteyeceğim. Ben size haber vermiştim. Son toplantımızda bu konuda konuşacağımızı söylemiştim onun için siz, "Ne? Ben mi? Ben bu konuda düşünmedim." diye şaşırmayın. Sizin iyiliğiniz ne? Sizin iyiliğiniz ne? Ve ben birinden bunu yazmasını isteyeceğim. Sen yazmak ister misin? (Henriette'e) Belki ona cama benzeyen o şeyin nasıl kullanıldığını göstermek istersin ve biz muhtemelen bir düzine kadar biribirinden farklı şeyler yazacağız, o nedenle mümkün olduğu kadar küçük yazmaya çalış.

Sizin iyiliğiniz nedir? İnsanın kalbi, Üstadın bilgeliği. Sizin iyiliğiniz nedir? Ve umarım siz iyiliğin hatırına bunu saptamışsınızdır.

Bunu sınayabilirsiniz. Siz oraya, "Ben Adamus'ı seviyorum" diye yazabilirsiniz. (bazı kahkahalar)

LINDA: Hadi silelim...

ADAMUS: Ben, "Ben Adamus'ı seviyorum" dedikten sonra Linda ona silme tuşunu gösteriyor. (kahkahalar artar) Peki.

LINDA: Tamam bakalım nasıl bir şey olacak.

ADAMUS: Ahhh! Çok tatlı. (kıkırdamalar artar)

Peki izleyenler için ışıkları artıralım. Sizin iyiliğiniz nedir? Ahh! Siz - "Ah! Çok fazla ışık." der gibi duruyorsunuz. Peki. Linda lütfen. Senin iyiliğin nedir?

ALAYA: Benim iyiliğim...

ADAMUS: Benim iyiliğim... (Adamus kıkırdar)

ALAYA: Benim iyiliğim. (kıkırdarlar)

ADAMUS: Ah, Benim iyiliğim.

ALAYA: (kıkırdarlar) Benim iyiliğim.

ADAMUS: Mikrofonun bana geleceğini düşünmedim!

ALAYA: Ah, benim iyiliğim benim bir model olmam...

ADAMUS: Bir model.

ALAYA: bu dünyada, bu yaşamımda aydınlanmama izin vermek konusunda...

ADAMUS: Kim için bir model?

ALAYA: Kendim için.

ADAMUS: Tamam.

ALAYA: Örnek olarak bir model.

ADAMUS: Kalbinde bu var. Peki.

ALAYA: Bedenli aydınlanmam konusunda örnek olmam.

ADAMUS: Peki. Güzel.

ALAYA: Evet.

ADAMUS: Yani model. Peki sen bu aydınlanma konusunda model olma durumunu başkaları ile paylaşacak mısın?

ALAYA: Özde paylaşacağıma inanıyorum.

ADAMUS: Peki.

ALAYA: Ve bana, "Buna nasıl yaklaştın? Bunu nasıl başardın? O sana nasıl geldi?" diye sorulursa açıkça, kesinlikle paylaşırım.

ADAMUS: Biri sana gelip, "Benim hayatım karmakarışık, sen nasıl yaptın?" dese, sen ona ne derdin? Ve Üstadın çok kısa ve öz cevap verdiğini hatırla. Evet, o, her şeyi kelimelere çok uzun bir şekilde dökmez. Ne derdin?

ALAYA: Hayat kesinlikle bir karmakarışık bir hal alabilir. Bunu ben de yaşadım.

ADAMUS: Evet.

ALAYA: Kesinlikle.

ADAMUS: Tamam ama bu şimdi bana yardımcı olmuyor." (kahkahalar)

ALAYA: Ama ben daha bitirmemiştim. (kıkırdar)

ADAMUS: "Hatta benim gemim şimdi her zamankinden daha hızlı bir şekilde batıyor!" Şunun gibi bir şey söyler, "Lanet olsun ben sana yardım için geldim ve sen ne yaptın?! Sen hiç bir uzaylı ile karşılaştın mı? Ne yaptın? Sen nasıl Üstat oldun?"

ALAYA: Ben basitçe salıverdim. Ben sadece, "Buraya kadar." dedim. Ben serbest bıraktım ve...

ADAMUS: Neyi serbest bıraktın?

ALAYA: Bütün gereksiz şeyleri serbest bıraktım. Bütün...

ADAMUS: Paranı serbest bıraktın mı?

ALAYA: Ben her şeyi serbest bıraktım.

ADAMUS: İlişkileri serbest bıraktın mı?"

ALAYA: İlişkileri, kesinlikle.

ADAMUS: Ah, ben bunları yapmak istemiyorum. Ben sadece..."

ALAYA: Kesinlikle! (gülerler) Bana artık hizmet etmeyen şeyleri. Bana artık...

ADAMUS: Peki. İşte başladın. "Bana artık hizmet etmeyen şeyleri."

ALAYA: Onlar artık hizmet etmiyorlar. Kesinlikle.

ADAMUS: Güzel.

ALAYA: Ve sonra, "İçine bakıp bana ne hizmet ediyor? Şimdiki ben için bana ne destek veriyor?" diye sor derim.

ADAMUS: Peki. Ama Üstat bunu bir yöntemle yapar. Senin sorduğun soru, sen insan bütün bu şeylerden geçmeliymiş gibi yapıyorsun...

ALAYA: (dramatik bir şekilde) Ama sen nasıl başardın? Ah, Adamus, hayatım öyle perişan halde ki. (bazı kıkırdamalar) Her şey bir çöp yığını gibi!"

ADAMUS: Bunları yeterince duydum, yeterince duydum. (kıkırdamalar artar)

ALAYA: Sen nasıl başardın? Ah, lütfen bana anlat.

ADAMUS: Ben bunları yeterince duydum. Ben bu hikayeyi ve bunun gibi binlerce hikayeyi daha önce de dinledim. Ben bana ait olmayan her şeyi serbest bıraktım. Gördün mü? Aydınlandı bile. (bazı kıkırdamalar)

ALAYA: Ahh!

ADAMUS: Ahh! Ve onlar senin söylediklerinden hiçbir şey anlamamış bir halde uzaklaşırlar. (kahkahalar) "Ahh! Bilge Üstat, benim onun dedikleri konusunda hiçbir fikrim yok ama bilge Üstat." böyle dediklerini biliyorum çünkü bu benim her Şauddan sonra başıma geliyor. (Adamus kıkırdar) Bu komikti.

ALAYA: O halde sana ait olanlar neler? (kıkırdamalar artar) "O zaman sana ait olanlar neler?"

ADAMUS: Sana ne ait? O çekirge senin bir şeyleri anlaman için var. Ah hayır, gerçekten. Gerçekten diyorum.

ALAYA: Hayır, evet, doğru.

ADAMUS: Senin keşfetmen için var. Ve sonra onları öylece bırak. Yani onları öylece kendi başlarına bırak demek istiyorum. Sonra onlar bir hafta veya bir ay sonra ya da her ne zamansa gelip, "Şey, benim kafam neyin bana ait olduğu ve neyin bana ait olmadığı konusunda epey karışmıştı. Peki ama her şey bana ait değil mi?" diye sorarlar. İşte sen o zaman onlara bir kez daha, "Sana ait olmayan her şeyi serbest bırak." diyeceksin.

ALAYA: Her şeyi serbest bırak...

ADAMUS: Sana ait olmayan her şeyi.

ALAYA: sana ait olmayanları.

ADAMUS: Evet. Ve onların kafaları bir süre neyin onlara ait olduğu konusunda karışacaktır ama sorun yok. Onlar içsel olarak biraz karışacaklardır. Onların zihinlerinin eski foseptikleri çalışmaya başlayacak ve şeyleri biraz karıştıracaktır. Ve onlar yine gelip, "Ne bana ait ve ne değil?" diye soracaklardır.

ALAYA: Mm hımm.

ADAMUS: Ve sen onlara hatırlatmaya devam edeceksin, "Karar senin." diyeceksin. Ve onlar bir noktadan sonra geri geleceklerdir ve "Sen benim yaptığım bütün kötü şeyleri serbest bırakabileceğimi mi söylüyorsun? Kimliğimi serbest bırakabileceğimi? Ailemi serbest bırakabileceğimi? Bunları gerçekten serbest bırakabilirsin mi demek istiyorsun?" dieceklerdir o zaman sen, "Evet, sen hazır olduğunda." dersin.

ALAYA: Doğru.

ADAMUS: Hazır olduğunda.

ALAYA: Tamam.

ADAMUS: Ama evet birkaç kelime laf edersin ve bir Üstat gibi bolca kafa sallarsın. (kahkahalar) Mm.

ALAYA: Anladım.

ADAMUS: Ve göz bebeği olayını yaparsın. (kıkırdamalar artar)

ALAYA: Evet.

ADAMUS: Ve sen sonra daha büyük güçlerle sürekli temas halindeymiş gibi bakarsın. Mm hımm (kahkahalar artar) Mm hımm.

ALAYA: Mmm. Böyle.

ADAMUS: Teşekkür ederim.

ALAYA: Ah, teşekkür ederim.

ADAMUS: Mm hımm.

ALAYA: Sana teşekkür ederim Üstat Adamus.

ADAMUS: Evet. Güzel. Sizin iyi-... bunu yazdınız mı? Bir model. Bir model.

LINDA: Yazıldı. Yazıldı.

ADAMUS: Ah, Model. Her şeyi serbest bırakmak." Güzel.

LINDA: Hadi o zaman...

ADAMUS: Kalbinizdeki iyilik ne?

LINDA: Hadi Transilvanya usulü patlıcan salatası yapan şefe gidelim.

ADAMUS: Vay, vay, vay. (bazı kıkırdamalar)

HORATIU: Kahretsin. (kıkırdamalar artar)

ADAMUS: İçinde sarımsak var mı?

HORATIU: Hayır.

ADAMUS: Güzel. (bazı kıkırdamalar) Evet. Evet.

HORATIU: Eh..

ADAMUS: Ne soğan, ne de sarımsak olsun çünkü biz tatlı sözler söylemeye geldik.

HORATIU: Hayır, hayır.

ADAMUS: Shakespeare. Evet, evet.

HORATIU: Ben onu Transilvanya enerjisi ile yaptım ve öyle kutsandım.

ADAMUS: Ah, güzel, güzel. Senin iyiliğin nedir?

HORATIU: İnsanlara ilham verdiğimi fark ediyorum, özellikle de benim yaşımdakilere.

ADAMUS: Evet.

HORATIU: Ben tırmanma sporu alanında çalışıyorum.

ADAMUS: Ah ah.

HORATIU: Son zamanlarda mobilya da yaptım.

ADAMUS: Neden birisi tırmanma salonuna sahip olur ki? Tırmanma sporu salonu dedin değil mi?

HORATIU: Evet, tırmanma sporu salonu.

ADAMUS: Tırmanma sporu salonu.

HORATIU: Evet.

ADAMUS: Neden tırmanıyorsunuz?

HORATIU: Hiçbir sebebi yok.

ADAMUS: Spiritüel yola benziyor. Tırmanıp dur ama gerçekte bir yere ulaşma. Bu tıpkı... (Adamus kıkırdar)

HORATIU: Sanırım yükselmeye çalışıyorlar ama bunu zorlayarak yapıyorlar.

ADAMUS: Evet. Şeye ulaştığında ne oluyor... yüksek bir duvara mı tırmanıyorsunuz...

HORATIU: Ah, hayır. "Kendimi kanıtlamak istiyorum" konulu bir sürü oyun var.

ADAMUS: Evet. Ah!

HORATIU: Kendimi sınamak istiyorum. Kendime meydan okumak istiyorum." Bundan ibaret.

ADAMUS: Evet. Vay be eğlenceli gibi. (bazı kıkırdamalar) Zirveye ya da sona ulaştığında ne kazanıyorsun? Bir ödül falan mı? Sen...

HORATIU: Hayır.

ADAMUS: pizza?

HORATIU: Hayır.

ADAMUS: Bir şişe güzel şarap? Başka bir şey?

HORATIU: Rota zorsa sen zirveye ulaşırkenArrhh! diye bağırıyorsun ve nihayetinde zirveye ulaştığında, "Başardım. Korkuyu yendim." diyorsun.

ADAMUS: Evet.

HORATIU: Kazandığın şey bu.

ADAMUS: Evet, şey, bu kulağa zamanın ve enerjinin tamamen israf edilmesi gibi geliyor. (kahkahalar) Hayır, ben ciddiyim. Bu fazla insanca değil mi? Bilirsin işte, "Hayat yeterince zor. Hey! Hadi bazı sahte duvarlar inşa edelim ve zirveye ulaşana kadar tırmanalım, Aarhh! Aarhh! Aarhh!’”

HORATIU: Şey, eğlenceli olabiliyor.

ADAMUS: "Ben büyük müyüm ya da neyim? Aarhh! Aarhh! Bu insan yaşamı ve spiritüel yolculuk gibi mi? Biliyorsunuz çok basit. Duvarlara tırmanmanız gerekmez. Farkındalığınız için izin vermekten başka, "Tamam, ben kendimi açacağım. Ben izin veriyorum." demekten başka bir şey yapmanız gerekmez.

KERRI: İşte Transilvanya patlıcan salatası.

ADAMUS: Ah, patlıcan. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (koklar) İçinde sarımsak olmadığından emin olmam lazım.

HORATIU: Hayır, sarımsak yok.

ADAMUS: İçine gizlice sarımsak koyulmamış.

HORATIU: Hayır.

ADAMUS: Ben onu birazdan tadacağım. Ben o düşünce dizisine devam etmek istiyorum. Bu fazla insanca değil mi? "Hadi her şeyi daha da zorlaştırmak için duvarlar inşa edelim." Bilirsin işte sanki puan kazanıyormuş gibi. Vay. Ve biz burada bunun tam tersini yapıyoruz. Biz her şeyi serbest bırakıyoruz. Tırmanacak duvarlar yok. Aşılacak engeller yok. Bu salonda kahramanlar yok, insan tanımıyla kahraman anlamında. Kahramanlar yok. Tek kahraman kendisine ait olmayanları serbest bırakandır. Ama o zaman bile göğüs gerecek bir şey yoktur.

HORATIU: Herkes kendini kanıtlamak istemiyor demek istedim.

ADAMUS: Herkes değil.

HORATIU: Bazıları sadece eğleniyor.

ADAMUS: Eğlenmek için. Bu kulağa eğlenceli geliyor. Peki. (Linda Adamus'ın takındığı tutum nedeniyle zorlukla nefes alır) Hadi... Geçen ay hoştum. (kahkahalar) Bu ay biraz daha farklı. Biz geçen ay izleyicilerle bir etkileşim yapmadık, kayıp zamanı telafi ediyorum. Sen ne diyorsun, senin iyiliğin ne?

HORATIU: Hikayemi bitireyim mi yoksa sadece...

ADAMUS: Eh, doğrudan iyiliğe git.

HORATIU: Ben çok iyi bir insanım ve başkalarına ilham veriyorum.

ADAMUS: Evet. Güzel. (Linda'nın öncülüğünde alkışlar) Evet. Bu, şu yavru kedi anlarından biri. Herkes, Avv!

LINDA: Avv!

ADAMUS: Avv. Hayır, öyle iyi.

HORATIU: Doğru.

ADAMUS: Evet ve doğru.

HORATIU: Ve ben...

ADAMUS: Sen iyisin ve ilham veriyorsun.

HORATIU: Ben insanlara ilham veriyorum.

ADAMUS: Sen insanlara nasıl ilham veriyorsun?

HORATIU: Şey, geçenlerde ben çalışırken yanımdan bir adam geçti ve bana dedi ki, "Biliyor musun, kahve ister misin? Ben senin gözlerinde çok şefkat hissediyorum."

ADAMUS: Evet.

HORATIU: Ve o genç bir Üstat olduğunu belli ediyordu.

ADAMUS: Ah.

HORATIU: Ben onun içindekini hissedebiliyordum.

ADAMUS: Evet, evet.

HORATIU: Yani o benim sözlerimden çok ilham almıştı.

ADAMUS: Güzel. Ve hayatında, hepinizin hayatında böyle şeyler çok olacak.

HORATIU: Evet, ben bunu hissettim ve...

ADAMUS: Evet. Kahveyi kim ödedi?

HORATIU: Aslında o beni kendi mekanına götürdü o bir barista.

ADAMUS: Ah, peki. Güzel. Güzel. Teşekkür ederim. Yani iyilik.

HORATIU: Ve...

ADAMUS: Ve ilham.

HORATIU: Evet.

ADAMUS: Güzel. Sıradaki. Senin iyiliğin ne?

LINDA: Miss Texas. (birisi, Kim? diye sorar) Sen daha önce el kaldırmıştın.

ADAMUS: Ayağa kalk ki bütün dünya görebilsin seni.

CAROLYN: Peki.

ADAMUS: Bizi şu anda başka realitelerden 87 milyon kişi izliyor. (kadın kıkırdar)

CAROLYN: Benimki, hissettiğim şey, barış.

ADAMUS: Kalbinde barış.

CAROLYN: Kalbimde barış.

ADAMUS: Evet.

CAROLYN: Daha derin. Ama sen İzin Vermekten bahsettiğinde, benim için İzin Vermek başlangıç ve nihayi hedef de teslim olmaktır.

ADAMUS: Peki. Ve kalbinde barış var, gündelik hayatında barış var mı peki?

CAROLYN: Tam olarak değil.

ADAMUS: Tam olarak değil. Peki.

CAROLYN: Ama giderek arınıyor mu? Evet.

ADAMUS: Güzel. Güzel.

CAROLYN: Benim bulunduğum yer...

ADAMUS: Barışı tanımla istersen.

CAROLYN: Anı algılamak ve anı analize etmeden kabul etmek ve ona sadece güven merkezli tepki vermek.

ADAMUS: Ben ona zarafet diyorum. Sen istediğini diyebilirsin ama ben ona zarafet diyeceğim.

CAROLYN: Evet.

ADAMUS: Zarafet enerjilerin sana hizmet etmesine izin vermektir ve bu içinde bir barış yaratır çünkü artık hiçbir şey için savaşman gerekmez.

CAROLYN: Ya.

ADAMUS: Ama bu zarafettir. Bu Amyo'dur. Amyo tamamen budur. Sen Ben'im'e o kadar izin verir ve ona o kadar güvenirsin ki artık hiçbir şey için savaşmazsın. Bütün savaşlar biter ve sen oma sadece izin verirsin. Evet ve bir sükunet olur.

CAROLYN: Evet.

ADAMUS: Biraz sıkılırsın.

CAROLYN: Minnettarlık.

ADAMUS: Minnettarlık. Evet. Teşekkür ederim. Onu sağladın mı? Barışı. Evet, harika.

LINDA: Peki, burada durabiliriz.

ADAMUS: Birkaç tane daha. Hayatınızdaki iyilik ne? Aah! Orada gördüğüm yüz. Ah, enerji! Biliyor musunuz, size temin ederim ki her biriniz ve hepiniz gerçekten çok iyi birer enerji okuyucusu olacaksınız. Siz gün geçtikçe o hale geliyorsunuz ve bu analitik zihinden gelmiyor. Çok hızlı bir biliş. Siz basitçe enerjiyi okuyabilir ya da hissedebilirsiniz, transa girmeniz gerekmez. Senin yansıman heyecan vericiydi. Çok güçlü.

TIFFANY: Ne hissettin?

ADAMUS: Ah, ben senin önce benim sorumu cevaplamanı isteyeceğim. Senin iyiliğin ne?

TIFFANY: Şey...

ADAMUS: Hayır, ben sana anlatayım. Ben senin hayatında yoğun anksiyete hissettim ve sen bu bitsin istiyorsun. Ve sen sözcükleri işitiyorsun ama henüz onları yaşamıyorsun. Ve bu sanki...

TIFFANY: Şimdi, ben tatlıyım tatlı ama biraz sinirleniyorum da.

ADAMUS: Evet, evet. Sorun yok. Evet.

TIFFANY: Ben. Ben hissetmiyorum... şimdi tatlılığımı herkesle paylaşmak istediğimi hissetmiyorum.

ADAMUS: Paylaşman gerekmiyor. Evet, evet.

TIFFANY: Şu anda böyle hissediyorum.

ADAMUS: Evet. Onu kendinle paylaşmaya ne dersin? (kadın kıkırdar) "Eh, sana da pes." Demek istedim ki... (kahkahalar) Bu aynı...Hayır, o öyle dedi! Okuyorum onun ne... dedi ki, "Ehh, hayır. Ben sadece kendimle paylaşacağım."

TIFFANY: Şey, geçen ay hissettim. Hissettim ve bugün biraz huysuzum çünkü ben geçen ay başkalarına ne kadar zaman harcadığımı fark ettim.

ADAMUS: Neden?

TIFFANY: Öyleyim işte. Öyle yapıyorum ve...

ADAMUS: Şöyle demek istiyorum, hadi... "Sadece benim yaptığımı" bu salonda artık olmayan bir şey.

TIFFANY: Şey, o, benim tatlılığımın bir parçası. Ben bir sanatçıyım ve ben her yerde bir sürü güzellik yaratıyorum.

ADAMUS: Tatlılığını nerede geliştirdin? O nereden kaynaklanıyor?

TIFFANY: (iç çeker) Sanırım o sadece... dürüst olmam gerekirse benim anladığım şey bunun sadece insanları memnun eden bir mekanizma olması.

ADAMUS: Evet, evet. Kimi memnun etmeye çalışıyorsun?

TIFFANY: Evet.

ADAMUS: Evet, hayır. Kimi memnun etmeye çalışıyorsun?

TIFFANY: Herkesi ki benden hoşlansınlar.

ADAMUS: Hayır, geri gel. Kimi memnun etmeye çalışıyordun? Daha önce .

TIFFANY: m, bilmiyorum. Daha önce herkes gibiydim.

ADAMUS: Evet.

TIFFANY: Evet.

ADAMUS: Ama ben diyelim iki, üç yıl önce demek istiyorum. Kimi memnun etmeye çalışıyordun?

TIFFANY: Annemi.

ADAMUS: Peki.

TIFFANY: Evet.

ADAMUS: Evet.

TIFFANY: Evet. Yani her neyse. Ben bu ay bu süreci henüz tamamlamadım. Bu Şaud biraz erken olmuş oldu.

ADAMUS: Evet.

TIFFANY: Evet. (bazı kıkırdamalar)

ADAMUS: Evet, evet.

TIFFANY: Bana iki hafta verin millet...

ADAMUS: Biliyorsun, biz onu erteliyorduk...

TIFFANY: İki hafta daha ve ben müthiş olacağım. Evet.

ADAMUS: Ah, senin iki haftaya daha ihtiyacın var. Evet, şey...

TIFFANY: O kadar.

ADAMUS: bu tren hızlı gidiyor. (kadın kıkırdar) Peki senin iyiliğin ne?

TIFFANY: Ben bir sanatçıyım. Ben birçok şekilde güzellik yaratıyorum.

ADAMUS: Peki.

TIFFANY: Her yerde. Görüyorum ve yaratıyorum.

ADAMUS: Artistik.

TIFFANY: Evet.

ADAMUS: Harika. En yeni yaratımın ne?

TIFFANY: Son zamanlarda ben çok Venedik alçısı yapıyorum.

ADAMUS: Peki.

TIFFANY: Evet.

ADAMUS: Bunu yapmak hoşuna gidiyor mu?

TIFFANY: Evet, yapmaktan hoşlanıyorum. Ve benim tırmanma sporunu konusunda bir şey söylemem gerekir mi?

ADAMUS: Uh huh.

TIFFANY: Manyak seviyorum.

ADAMUS: Gerçekten mi?

TIFFANY: Ama neden seviyorum biliyor musun? Çünkü ben bedenimin maddesel olmasını seviyorum çünkü çok güçlüyüm.

ADAMUS: Tabii.

TIFFANY: Venedik alçısı da öyle.

ADAMUS: Ah, güzel.

TIFFANY: Yani benim tırmanma sporunu savunmam gibi çünkü eğlenceli.

ADAMUS: Bütün gün savun.

TIFFANY: Evet çünkü eğlenceli...

ADAMUS: Evet. (birkaç kıkırdama)

TIFFANY: Biliyorsun, devamlı orada oturamazsın, bedenden çıkıp parktaki bankta oturamazsın.

ADAMUS: Ama ben buna bir son vereceğim.

TIFFANY: Bu fiziksel de olmak demek ve öyle...

ADAMUS: Hayır, ben bu gülünç tartışmayı hemen keseceğim. Bunlar çok fazla insanca. Çok lineer. Bedende muazzam duyusal tatmin sağlayacak birçok yol var ama sen onlara bakmıyorsun. Ve ben bunu hepinize söylüyorum. Sen, "Şey, işte gerçeklik. Ben bir fiziksel beden içindeyim. Ben duvarlara tırmanacağım veya Venedik alçısı yapacağım." diyorsun. Oradakini görmüyorsun ve bugünün tartışmasının konusu tamamen bu. Sen bir çekensin ama eğer sen yalnızca dar bir spektrumda kalırsan belli bir enerjiyi çekersin. Dışarıda üzerinden süzülebileceğin harika dağlar var. Sen onların üzerinde uçabilirsin. Neden onlara tırmanasın ki?

HORATIU: Ben bunu yapıyorum.

ADAMUS: Güzel. Ama sen bunu söylemedin. Evet.

HORATIU: Şey, sen benim hikayeye devam etmeme izin vermedin.

ADAMUS: Ah, ah, ah! (kahkahalar) Evet, evet! Evet. (bazı alkışlar) Haklısın çünkü biz burada sınırlı miktarda algılanan bir zamana sahibiz ve Şambra bazen uzun ve katmerli hikayeler anlatma eğiliminde değil. Ama ben daha fazla alternatiflerin var olduğunu düşünüyorum. Biz buna birazdan değineceğiz.

TIFFANY: Buna izin vereceğim. Evet.

ADAMUS: Peki, güzel.

TIFFANY: Ben buna kesinlikle açığım.

ADAMUS: O halde senin iyiliğin ne? Senin yaratıcılığın. Senin yaratıcı güzelliğin. Yaratıcı güzellik.

TIFFANY: m

ADAMUS: Yaratıcı güzellik.

TIFFANY: Evet. Evet.

ADAMUS: Güzel. Ve bu arada Cauldre benden Üstatlar Kulübü'ndeki duvarı senin yaptığını herkese hatırlatmamı söylüyor. Güzel. Ne harika bir yaratım. Güzel. (izleyenler alkışlar)

Senin iyiliğin ne? Senin iyiliğin ne?

LINDA: Korkma. (Linda kıkırdar ve biri "Çok kork" der ve bazı kahkahalar)

ŞAMBRA 1 (kadın): Merhaba.

ADAMUS: Merhaba.

ŞAMBRA 1: Sanırım benim iyiliğim - biliyorum sen buna laf edeceksin ama ben insanlara hizmet ediyorum. Ben bakıcılık yapıyorum.

ADAMUS: Ah hah. Güzel.

ŞAMBRA 1: Yani ben günlerimi insanlara hizmet ederek geçiriyorum. Üç buçuk yaşında bir kızım var.

ADAMUS: Güzel.

ŞAMBRA 1: Ve benim işimin bir parçası öbür dünyaya geçiş yapan insanlara yardım etmek. Yani...

ADAMUS: Evet. Onlara nasıl yardım ediyorsun?

ŞAMBRA 1: Ha?

ADAMUS: Onlara nasıl yardım ediyorsun?

ŞAMBRA 1: Ah, başka insanların yardım etmek istemedikleri gündelik şeylerinde. (kıkırdar) Çocuklara ve yaşlılara.

ADAMUS: Sen onlara enerjisel olarak mı yardım ediyorsun, "Gitmekte sorun yok. Sorun yok." falan diyerek mi?

ŞAMBRA 1: Evet, hepsi o kadar sanki ben bunu yaparken bir alan tutuyorum, enerjisel olarak.

ADAMUS: Evet.

ŞAMBRA 1: Ve böylece mevcut olmayı öğreniyorum, İzin verme enerjisini tutuyorum ki diğer insanlar deneyimleyebilsinler ve sorun yok.

ADAMUS: Yani sen insanlara hizmet ediyorsun.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Senin kalbindeki iyilik bu.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Güzel.

ŞAMBRA 1: Ve ben aynı zamanda daha yaratıcı olmaya çalışıyorum. Yani sanırım...

ADAMUS: Çalışmak yaratıcı olmaya çalışmazsın.

ŞAMBRA 1: Ben yaratıcı olmak için kendime daha çok zaman harcama izni veriyorum.

ADAMUS: Bu şuna benziyor, "Ben mutluluğu düşüneceğim." Öyle olmaz. "Ben daha yaratıcı olmaya çalışacağım." Yapamazsın. Neden? Çünkü senin doğan o zaten.

ŞAMBRA 1: Doğru.

ADAMUS: Yani bu zaten orada olanın ortaya çıkmasına izin vermektir.

ŞAMBRA 1: Doğru. Evet. Yaratıcılık için zaman ayırmak.

ADAMUS: Evet, evet. Yani kalbinde insanlara hizmet etmek var.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Birkaç tane daha.

LINDA: Tamam.

ADAMUS: Sanırım işin özünü kavramaya başlıyorsun.

LINDA: Arjantin'den Esteban'ın bir cevabı var sanırım. (Esteban güler)

ADAMUS: Hoş geldin.

ESTEBAN: Hoş bulduk.

ADAMUS: Evet.

ESTEBAN: mm, ahh, bilmiyorum.

LINDA: Ahhh! (izleyiciler Ahhhh! derler) Ahhhh! Aman Tanrım! Aman Tanrım!

ADAMUS: Ah! Ah! Ahh!

LINDA: Ahhh!

ESTEBAN: Bütün arkadaşlarım...

ADAMUS: Ah! Ah!

ESTEBAN: Bütün arkadaşlarım gülüyor...

ADAMUS: Evet. Onlar gülüyorlar!

LINDA: Ahhh!

ESTEBAN: Evet, onlar beni seyrediyorlar.

ADAMUS: Çünkü onlar nasıl devam edeceğini biliyorlar.

ESTEBAN: Evet bütün arkadaşlarım canlı yayını izliyorlar.

ADAMUS: Doğru, doğru ve onlar bir sonraki şeye gerçekten gülecekler. Linda buraya gelip mikrofonu alır mısın (kahkahalar artar) ve kadınlar tuvaletinde 60 saniye durmalısın. (yoğun gülüşmeler)

LINDA: Ahhhh!

ADAMUS: Hayır orada durmalısın.

LINDA: Sadece hayır de. Sadece hayır de!

ADAMUS: Hayır, gitmelisin. Gitmelisin. (birisi, "O, deneyimlemek istiyor" der)

ESTEBAN: Gitmezsem ne olur?

ADAMUS: Şey, daha zorunu keşfedersin. (kıkırdamalar artar)

ESTEBAN: Zor olan ne?

ADAMUS: Bunu ben sana söylemeyeceğim. Seçim senin - burada asla ağıza alınmaması gereken sözcükleri telafuz ettiğin için kadınlar tuvaletinde 60 saniye ya da ne oluyor gör. Bugün arabayla bir yere gidecek misin?

ESTEBAN: Hayır gitmeyeceğim.

ADAMUS: Araba sürmüyorsun. Başkalarının kullandığı bir araca binecek misin?

ESTEBAN: Evet.

ADAMUS: Peki.

LINDA: Ah-ah.

ADAMUS: Hayır, sadece soruyorum.

LINDA: Ah-ah.

ADAMUS: Sadece soruyorum. Ya da tuvalette 60 saniye.

LINDA: Git. Git. Ben sana mikrofonu geri veririm.

ADAMUS: Oraya gidebilirsin. Evet, bizim burada buna dikkat çekmemiz gerek.

LINDA: Temiz orası. Temiz.

ADAMUS: Biz yapamayız...

LINDA: Kadınlar! Kadınlar!

ADAMUS: Biz artık...

LINDA: Kadınlar!

ADAMUS: Biz artık "Bilmiyorum"u tolere edemeyiz.

LINDA: Kadınlar! (Adamın doğru kapıdan girmesini sağlamaya çalışıyor) Peki, güzel.

ADAMUS: Ben ona böyle yapıyorum. Biz bunu tolere edemeyiz çünkü biliyorsunuz. Bu lanet bir şey. Sen yapıyorsun. Sen biliyorsun ve ben bu nedenle böyle yapıyorum. Taciz etmek amacıyla değil - birazcık öyle - ama o kadar değil. Ama bu sürekli yapılan bir hatırlatma. Siz kendinizi, "Şey, bilmiyorum" sözcüklerini söylerken yakalarsanız bilin ki biliyorsunuzdur. Hadi bütün eski davranış şekillerinden kurtulalım ve biz bugünü sizin bir enerji çekici olduğunuz konusu ile sonladıracağız. Sen burada oturuyorsun ve "Bilmiyorum" diyorsun, ne olacak sanıyorsun? Sen o enerjiyi çekiyorsun - kararsızlık, vasatlık, hiçbir şey yapmamak, trenin gelmesini beklemek.

Şimdi geri gelebilirsin. Orada büyülendi. Çevresine bakınıyor. (kahkahalar artar) Enerjiyi hissediyor. Tamam. Yeter. Biz başka bağımlılıklar yaratmak istemiyoruz. Hadi çık oradan. Hadi çık oradan. Teşekkür ederim. (izleyiciler alkışlar)

LINDA: Başardın! Başardın! Başardın!

ADAMUS: Ve arkadaşların şimdi gerçekten gülüyorlar. (kıkırdamalar artar) Evet, evet, evet! Sanki onları görecekmiş gibi ekrana bakıyor. (kahkahalar) O halde senin iyiliğin nedir?

LINDA: Derin bir nefes al.

ESTEBAN: Evet, derin bir nefes al.

LINDA: Peçeteye ihityacın var mı?

ESTEBAN: Seni tuvalete gönderen sihirli kelimeleri bir daha kullanma.

ADAMUS: Evet, evet. (Esteban kıkırdar) Senin iyiliğin ne?

ESTEBAN: Ben neşe saçıyorum.

ADAMUS: Peki. Sen bir vericisin, neşe nakledicisi.

ESTEBAN: Evet. Evet.

ADAMUS: Bu makyo değil. Bunu hissedebiliyorum.

ESTEBAN: Evet.

ADAMUS: Sen devamlı neşe yayıyorsun.

ESTEBAN: Evet.

ADAMUS: Güzel. Güzel.

ESTEBAN: Bu bana kolay geliyor ve bu...

ADAMUS: Hayatını kazanmak için ne yapıyorsun?

ESTEBAN: Ben fotoğrafçıyım.

ADAMUS: Fotoğrafçı. Ah, güzel. Güzel.

LINDA: Vay.

ADAMUS: Ve bundan keyif alıyor musun?

ESTEBAN: Evet, ben yaptığım bu Amerika yolculuğu sırasında benim aslında... fotoğrafçılık kısmı işin sadece küçük bir parçası insanlarla konuşmak, insanlara bir şeyler söylemek benim hoşuma gidiyor.

ADAMUS: Evet, evet. İnsanlarla etkileşimde olmak.

ESTEBAN: Evet, evet. Sanki yazmaya başlamak gibi ve ben yazmak konusunda çok iyi hissediyorum. "Ne yazıyorsun?" derseniz, bilmiyorum ne olursa. Ben akışına bırakıyorum...

ADAMUS: Yani sen sürekli neşe saçıyorsun. Bu iyi.

ESTEBAN: Evet.

ADAMUS: Peki, harika. Ve teşekkür ederim. Şimdilik bu kadar.

LINDA: Ah, bir tane daha istemiyor musun?

ADAMUS: Peki, bir tane daha.

LINDA: Hadi ama. Bizim kıdemli bir Şambra'ya ihityacımız var. Uzun zamandır buraya gelen birine.

ADAMUS: Kıdemli Şambra mı? Bu ben olsaydım bunu takdir etmezdim sanırım. Bilge bir Şambra Üstat.

SHEA: 18 yılda bana mikrofonu ilk kez uzattı.

ADAMUS: İlk kez mi?

SHEA: İlk kez.

ADAMUS: Vay. Vay.

SHEA: Evet.

LINDA: Mucizeler hiç bitmez.

SHEA: Bir şey var, serbest bırakmak, sen insanlara, "Sadece her şeyi serbest bırak" dediğinde onlar aşırı heyecanlanıyorlar.

ADAMUS: Evet. Şeyleri serbest bırakabilirsiniz.

SHEA: Şöyle de diyebilirsin, "Bırak gitsin. O sana dönecekse yine döner." Ve böyle demek onlara daha iyi gelir.

ADAMUS: Evet ama o zaman onlar senden daha kurnaz davranıp şöyle derler, "Neden serbest bırakayım? Ben ona tutunurum çünkü..." (Adamus kıkırdar)

SHEA: Hayır.

ADAMUS: Evet.

SHEA: Serbest bırakırlar.

ADAMUS: Evet.

SHEA: Öyle olduğu sürece... bilmiyorum bence işe yarar.

ADAMUS: Peki senin kalbindeki iyilik ne?

SHEA: Koşulsuz anlayış, dinlemek.

ADAMUS: Dinlemek. Güzel. Güzel. Kimi dinliyorsun?

SHEA: Çoğunlukla kendimi ama insanlar, yabancılar gelip benimle konuşmaya başlıyorlar ve bütün hayat hikayelerini anlatıyorlar ve bunda bir sorun yok.

ADAMUS: Evet. Sen hiç onların enerjisel olarak beslendiklerini hissediyor musun? Onların hikayeleri hiç seni sıkıyor mu ve mideni bulandırıyor mu? (kıkırdamalar)

SHEA: Bazıları belki evet ama hepsi değil.

ADAMUS: Ve senin sözünü kesmek için değil...

SHEA: Bunu anlatabilirim.

ADAMUS: ama insanlar aslında hikaye anlatmayı pek bilmezler. Anlatır, anlatır dururlar.

SHEA: Ah, evet.

ADAMUS: Ve lineer olurlar. "Ben iki yaşındayken..." ve bunun sonu nereye varacak dersin? (bazı kıkırdamalar)

SHEA: Evet.

ADAMUS: Sen hikaye anlatacaksan sondan başlamayı öğren ve sonra geri dön ve sonra kısaca özetle. Evet. Asıl konuya gel.

SHEA: Ama ben içime almıyorum.

ADAMUS: Evet. Sadece meraktan soruyorum bütün bunları neden dinliyorsun?

SHEA: Bu benim hayatım boyunca böyle oldu.

ADAMUS: Evet.

SHEA: Ve...

ADAMUS: Eh! Biz burada bir duracağız. Öylece durun. Her şey dursun. Peki, burada, "Bilmiyorum" ifadesi var - ve sen bunu daha önce bilmiyordun ama burada, "Bu benim hep yaptığım bir şey" diye bir ifade var. Biz bunu yok edeceğiz.

SHEA: Güzel.

ADAMUS: Yani bunu yok etmemiz önemli demek istiyorum çünkü bunlar aptalca şeyler. "Ben daha önce hep böyleydim" bunun bu sınıfta veya her nerede olursa olsun artık yeri yok.

SHEA: Güzel.

ADAMUS: O zaman iyi, iyi. Bizim dikkatimizi buna çektiğin için teşekkür ederim.

SHEA: Sanırım bunu yapmam gerekiyordu.

ADAMUS: Kesinlikle. (bazı kıkırdamalar) Evet, kesinlikle. Teşekkür ederim. Güzel. (birisi, "Bu senin kaderin" der) Senin kad-... evet. Sen bunu yapmak istedin. (Hay!) Peki. (kıkırdamalar artar)

Adamus'ın Cevabı

Şimdi ben size, "Kalbinizde ne var diye sordum?" ve bir sürü güzel cevap, bir sürü farklı, değişik cevap geldi ama ben bunu özetleyeceğim. Ben bunun özünü çıkaracağım. İşte bunu nasıl biçimlendireceğimize dair bir örnek. Biz çok şey konuştuk, biz çok söz işittik. Hadi bunları kısa ve öz hale getirelim veya hepsini saflaştıralım. Barış ve zarafet vardı. Biz başkalarını dinledik. Biz insanlara hizmet ettik, ilham verdik ve onlara iyi davrandık, verici olduk veya ışık saçtık, hepsi iyi şeyler. Ama ben bunların hepsini basit tek bir kelimeyle özetleyeceğim: Şefkat.

Her biriniz, birçok farklı nedenden dolayı insanlara karşı muazzam bir şefkat duyuyorsunuz. Bazılarınız için bunun nedeni en baştan beri burada olmanız; siz her şeyin meydana gelmesine yardım ettiniz. Bazılarınız çok yaşam sürdüğü için; siz neşeyi, güzellikleri, çöküşleri ve üzülmeyi, insan yaşamının dramlarını biliyorsunuz ama yine de onu seviyorsunuz. İnsan hayatı sadece onun üzerine yükselince heyecan verici olur. Onda sıkıştığınız zaman o kadar heyecan verici değildir. Ama siz onun üzerine çıkıyorsunuz ve bu harika.

Siz birçok yaşamınızda başkalarına hizmet ettiniz, bunu gerek hastanelerde veya sağlık kuruluşlarında; gerek geçmişte başkalarını dinlemekte usta olan rahip veya rahibe olarak yaptınız- aslında hep uyukluyordunuz ama bunu pek kimse bilmiyordu (bazı kıkırdamalar) ama siz dinleme özelliğini geliştirdiniz; muazzam derecede sevgi dolu yaşayarak - çocuklara ve partnerlerinize ve başkalarına karşı sevi besleyerek - siz, Şambra, hepiniz muazzam şefkat beslediniz. Sizin kalbinzde bu var. Bunu hangi şekilde dile getirdiğiniz önemli değil ama mikrofonu alan hemen herkes hemen hemen bunu söyledi. Bu şefkattir. Bu onaylamadır, başkalarını kabul etmektir, onlara hizmet etmektir, onlarla olmak, onlara bakmaktır. Hiçbiriniz başka birini incitmek istemiyor. Doğrusu siz belki başka bir yolda gitseniz de yine herkesi korumaya çalışıyorsunuz ve siz yavaş yavaş bunun yapılamayacağını ve yapılmaması gerektiğini öğreniyorsunuz.

Ama sizin kalbinizde şefkat var. Sizin insan parçanızda yaratımın hiçbir yerinde bulunmayan bir şefkat var. Hiçbir yerde. Ve ben sizin bazen, "Şey, buranın dışında gökkuşağıyla ve sevgiyle ve her şeyle dolu varlıklar olmalı." diye düşündüğünüzü biliyorum. Pek öyle değil. Pek öyle değil çünkü hiçbirisi sizin gibi bir yolculuk yapmadı sizin gibi bir insan kalbine sahip olmadı.

Sizin şefkatiniz insan normlarının çok üstünde ve ben burada kimseye kompliman yapmıyorum ama sizin insanlığa beslediğiniz sevgi ve şefkatiniz o kadar çok ki siz bazen, şey, aslında çoğunlukla kendinizi aynı hizmetten, aynı sevinçten, aynı sükunetten mahrum bırakıyorsunuz. Siz kendinizi fazlaca yadsıyorsunuz. Ve ben fazlaca diyorum çünkü siz şimdi kendinizi geri tutarak, kendinizi o aynı şefkatten mahrum bırakarak - en çok açıklanan şey buydu - bir Model olamazsınız. Ve siz sadece bir anlığına gerçek bir bedenli Üstat, bir Model olduğunuzu hayal edin. Ve bunu şimdi insanın kalbine getirmenizin bu gezegene veya Yeni Dünya'ya ne yapabileceğini bir anlığına hayal edin. Önce kendinize verdiğiniz sonra başkalarına saçtığınız, daha ziyade sözcükler olmadan veya fiziksel olarak hizmet etmeden onlarla basitçe paylaştığınız şefkatin insanlık için neler yapabileceğini hayal edin. Her gün onların sorunlarını dinleyerek, onların fiziksel ihtiyaçlarını gidermeye çalışarak zahmet çekmek değil ama Model olmak. Sizin kalbinizde olan şefkat böyle bir şey.

Şefkat

Şimdi, benimle burada kalın - ya da gidin ve gelip sonra dinleyin- ama şefkat nedir? Şefkat nedir? Biz Keahak ya da Eşik gibi derinleştiğimiz bazı toplantılarımızda özel olarak bu konuda konuştuk. Şefkat ruhtan (soul), Ben'im'den gelir. Şefkat, varolma sevincidir. Bir şeyleri başarmak değil, A noktasından B noktasına gitmek değil ama basitçe varolma sevincidir. Bu sevinç ruhu (soul), Ben'im'i heyecanlandıran bir şeydir. Dağlara tırmanması gerekmez. Büyük işler yapması veya muazzam başarılar göstermesi gerekmez. Ruhun şefkati - eğer onu bir anlığına hissedebilirseniz - basitçe varolmaktır. "Ben Varım. Ben Ben'im" Vaaay! Bu, geriye kalan her şeyden daha fazla şefkat ve heyecan ve her şey demektir. "Ben,Ben'im!" Ruhun şefkati ya da tutkusu budur.

Şimdi burada benimle kalın. Enerjiyi en çok yaratan ya da getiren ruhun o şefkati, o tutkusudur. Enerji yoğunlaşmış tutkudur. Sizin kalbinizde var olan şey şefkattir. Sevgi, şefkat adına ne derseniz deyin, başkalarını takdir etme - enerjidir. Siz bir çekicisiniz. Siz enerji çekiyorsunuz.

Ama kalbi şüphe, korku, pişmanlık kapladığında; kalp hepiniz için büyük sorun teşkil etmiş olan suçluluk ve utanç duygusu nedeniyle basitçe ışımadığında; kalp örtüldüğünde, o enerji, o çekicilik pek meydana gelmez. Büyük bir filtre oluşmuştur. Siz açılsanız, siz başkalarına olduğu gibi şimdi kendinize de şefkat göstermeye izin verseniz aniden her şey değişir. Her şey değişir.

Bu çok önemli bir nokta, sanırım siz onu bir çeşit fizik olarak adlandırırdınız ama o sizin duyduğunuz şefkattir. Ben insan kalbi derken enerjiyi içeri getiren ve sizin gerçekliğinizi yaratan o şefkatten bahsediyorum. O halde biz burada şimdi kalbi açacağımızı söyleyerek cesur bir adım atıyoruz. Biz her birinizin ve hepinizin derinliklerinde yatan o aynı şefkati sizin gerçekliğinize, insan gerçekliğine getireceğiz ve biz şimdi enerjilerin ve gerçekliğin nasıl şekil aldığını ve gerçek bir değişim haline geldiğini izleyeceğiz. Çabasızca. Siz illa tırmanacağım demezseniz dağlara tırmanmak yok. Benim dağları tırmanmakla bir sorunum yok. Ben hayatın duyusallığını deneyimlemek için o kadar yol varken bunu anlamıyorum. Ama ben işte.

O halde hadi şimdi derin bir nefes alalım. Hatırlayın siz bir enerji çekicisiniz, bir çeken. Siz devamlı olarak bir enerji akışını kendinize getiriyorsunuz. Siz merhametli varlıklarsınız. Sizin kalbinizde ondan diğer insanlara göre çok daha fazla var. Gerçkekten öyle, aksi takdirde siz burada olmazdınız.

Şimdi siz o kalbi açarken onun dinamiklerini hissedin - başka bir şey yapmadan onu bilgelik getiren Üstat ile paylaşın, o kalbi Üstada açın, enerji dinamiklerinin nasıl değişmeye başladığını hissedin. Bu, beyini kullanmadan yapılır çünkü bu konuda düşünmeniz gerekmez. Çaba gösterilmez.

Odak

Hadi vitesi biraz değiştirelim. Sıradaki, ben ekrana bir grafik getirmek istiyorum ve izleyen herkese göstermek istiyorum ve ışıkları azaltalım lütfen.

Ben sizden grafiğe bakmanızı rica ediyorum. Ve hayır ben sizi hipnotize etmeye çalışmıyorum. (bazı kıkırdamalar)

(grafik ekranda belirince duraklama)

Özellikle güç için başkalarını hipnotize etmek konusunda gerçekten de sizin kötü karma diye adlandırdığınız şey var. Bir anlığına buna bakın.

(Uzun duraklama)

Peki. Işıkları açalım lütfen. İmaj ekrandan kalksın. Linda mikrofonla. Ne deneyimlediniz? Ne duyumsadınız, ne hissettiniz? Ona bakınca ne deneyimlediniz?

LINDA: Peki.

ŞAMBRA 2 (kadın): Şey, daireler ve şekiller.

ADAMUS: Mm hımm. Evet ama ne hissettin? Ben ne olduğunu biliyorum ama...

SHAUMBRA 2: Ah, bir nevi...

ADAMUS: Mikrofonu ağızına tut lütfen.

ŞAMBRA 2: Bir nevi huzur.

ADAMUS: Huzur.

ŞAMBRA 2: Ben huzurlu hissettim.

ADAMUS: Peki Peki, huzur. Sıradaki. Sen ekrandaki resimle ne deneyimledin?

STEPHANIE: Beni kırdı...

ADAMUS: Kırdı.

STEPHANIE: Evet.

ADAMUS: Peki.

STEPHANIE: Evet.

ADAMUS: Sadece şeyleri kırılmış hissettirdi. Peki.

STEPHANIE: Ah hah.

ADAMUS: İlginç. Sen onunla ne deneyimledin?

ANDY: Bana çok karışık geldi.

ADAMUS: Karışık.

ANDY: Evet.

ADAMUS: Peki. Birkaç tane daha.

ŞAMBRA 3 (kadın): Ben iki yola benzeyen bir şey gördüm ve seçeneğim vardı.

ADAMUS: Mm hımm. Evet.

ŞAMBRA 3: Yani birisi bir tür kalıptı, kelimenin tam anlamıyla. Ve diğeri hareketti.

ADAMUS: Hareket.

ŞAMBRA 3: Sanki benim beynim arada sırada hareketi görebiliyordu.

ADAMUS: Kesinlikle. Güzel. Bir tane daha. Sen ne deneyimledin?

EDITH: Ben Stephanie'ye benzer bir şey deneyimledim. Bir sürü kare vardı ve onlar hareket ediyor gibiydi vb. vb.

ADAMUS: Güzel. Peki. Şimdi, hadi ışıkları yeniden azaltalım, resim yeniden ekranda. Bu, bir başkasını hipnotize etmek için kullanmayacağımız klasik bir hipnotik kalıptır. Işıklar azalsın ve resim internette de gözüksün.

Peki. Siz buna bakıp gözünüzü diktiğinizde hareket görmeye başlıyorsunuz. Öyle olması doğal. Beyin özel olarak tasarlanmış kalıpları nasıl okuyacağını bilmez, yani nasıl okuyacağından emin değildir ve o nedenle hareket görmeye başlıyor ve hareket genellikle sizi içine çeker. Bazen size doğru geliyormuş gibi hissettirir.

(duraklama)

Siz ona gözünüzü dikince aynı zamanda bir oryantasyon bozukluğu duyusu oluşur. Siz ona gözünüzü dikince etrafınızı saran şeyler nedeniyle anlamsızlaşırsınız. Çok hipnotik bir etkisi vardır. Ve siz ona bir süre bakmaya devam ederseniz ona yakalanırsınız. Onun içine çekilirsiniz.

(duraklama)

Zihnin düşünme biçimi, ışık, ses, duyulara ait veri girişini yorumlama biçimi çok kalıplaşmıştır. O bu konuda çok kalıplaşmıştır. Ve zihin aslında mutlaka orada olmasalar da kalıpları, resimleri yaratır ama zihin bu şekilde hep hipnotize olur ve ona çekilir.

Işıkları yeniden artıralım lütfen.

Bu, Odaklanma duyusuna bir örnekti. Ve ben bugün bu özel grafiği siz bu gerçekliğe geldiğinizde temelde neler olduğunu açıklamak için kullanıyorum. Siz Dünya Gezegeni'ne geldiğinizde, fiziksel bir beden alırsınız, siz uzay ve zamandasınızdır, bu da ondan farklı bir kalıp değildir. Siz ona yakalanırsınız. Siz ona çekilirsiniz. O sizi hipnotize eder. O sizi bir şekilde hipnotize eder, sizi içine çeker.

Sizin bedeniniz, bazılarınızın bedeni ve zihni ona bakınca biraz yönünü kaybetmiş gibi hissetmeye başladı çünkü siz başka bir gerçekliğe geçtiniz.Siz realiteyi algılama şeklinizin dışına çıktınız. Siz ona odaklandınız ve beden ile zihnin buna uyumlanması biraz zaman alır. Sizde o yönünü şaşırmışlık duygusu o yüzden oluşur. Ve siz resime bakmayı kesince aşina olduğunuz çevrenize dönmeye çalışırsınız. Ama sizin buradaki tanıdık çevreniz de içine çekildiğiniz hipnotik bir kalıptan başka bir şey değildir. Siz gezegene ilk geldiğinizde ona yakalandınız veya onun içinde oynadınız veya ne derseniz deyin ve sonra ona alıştınız.

Ve sonra şöyle demeye başlarsınız, "Ama bu şekilde işte. Biz onu sorgulamıyoruz. Bu şimdiye kadar hep böyle yapıldı. Benim nefes almam gerekir çünkü şey bir anlamı yok işte - nefes alman gerekir." Aslında gerekmez. Eğer öyle olduğuna inanırsanız, yemek yemeye, su içmeye ihtiyacınız olduğuna inanırsanız hayatınıza tam olarak onu çekersiniz ve realiteniz o şekilde inşa olur.

Siz derin bir Odaklanma duyusuna daldıysanız Odaklanma duyusunu geçerli kılmak için her şeyi yapacaksınızdır. Burada resmi değiştirecek tek şey birinin bir bilişe sahip olmasıdır, Tobias ona Gülün Meyvesi derdi, çıkış yolu, birisi bundan daha fazlasının olduğuna dair bir bilişe sahip olursa; birisi, "Ben biliyorum ki..." diye konuşursa. Grafiği geri kaldırabilirsiniz ve öyle de kalsın biraz. Birisi, "Ben ona yakalandığımı biliyorum ve benim zihnim analiz ediyor." ve "Şey, bu, siyah ve beyaz ve dairesel ve çizgiler var" der. Siz sonsuza kadar o grafiği fiziksel anlamda tanımlamaya çalışabilirsiniz ve bunun bir önemi yoktur. Siz yine grafiğin içindesinizdir. Siz yine ona odaklanmışsınızdır. Siz yine o realitenin içindesinizdir ve bu durum realitenin dışında olan herhangi bir şeyi görmeyi çok zorlaştırır.

Zihin yaratıcılıktan, çözümlere, eski sorunlara, yaşamınızda bundan sonra olacaklara, nasıl yaşayacağınıza kadar her şeye kafa yorduğunda çok daha fazlası olduğu unutulur ve her şey buradan (grafiğe işaret eder) yapılır. Dışarıda çok daha fazlasının var olduğu fark edileceğine tamamen buraya odaklanılır.

Zihin analiz etmeye ve o hipnotik kalıpta, bu durumda insan realitesinde varolmayı temelde haklı göstermeye eğilimlidir. İnsan realitesinde bir yanlış yok ama o çok, çok sınırlı. Siz o nedenle buradasınız. Siz temel olarak şunu söylediniz, "Benim sıkıştığım bu realiteyi aşan bir biliş var. Belli bir tip gerçekliği yaratan siyah ve beyazdan daha fazlası olduğuna dair bir biliş var. Daha fazlası olmalı." Biz bunu daha önce konuştuk. Sizin buraya getirdiğiniz şey bu. O nedenle insanın gündelik yaşamı sizi deli ediyor. Ama zihin yine de o odağı, o gerçekliği rasyonelleştirmeye çalışacaktır. O kendisi anlamaya çalışacaktır ve siz ona gerçekten bakarsanız şeyler durmadan, durmadan, durmadan devam eder. Şimdi bir anlığına hayal edin o realite ve sizin spiritüel yolunuz aşağıdaki şu tünel. O sadece devam ediyor. Hep aynı. Bir şeylerin değişmesi gerek.

Bir Üstadın Anıları'nda yer alan Mavi Ülke hikayesinde bunu biraz anlattım. Mavi Ülke hikayesinde ben aslında o topluluğun, o köyün bütün renklere sahip olduğunu söyledim. Onlarda kırmızılar ve sarılar ve pembeler ve morlar ve sizin hayal edebileceğiniz bütün renkler ve insan spektrumunda yer almayan renkler bile vardı. Bütün renklere sahiptiler ama onlar maviyi seviyorlardı. Onlar maviyi seviyorlardı ve mavi onların en çok hayran oldukları ve taparcasına sevdikleri renkti.

Mavi markete daha çok para getiriyordu. Bir şey maviyse insanlar ona daha çok para veriyorlardı. Ah, maviye büyük hayranlık vardı. Neden bilmiyorum ama onlar öyleydiler işte. Bu belki de maviye odaklanmaktandı. Ama kısa zamanda onların realitesi de maviye dönüşmeye başladı. Ten renkleri maviye dönmeye başladı. Giyisileri maviydi. Evleri mavi. Gökyüzü tabii ki mavi. Yer mavi. Mavinin değişik tonları vardı ve mavi renkte gölgelenmeler vardı böylece nesneler birbirinden ayırt edilebiliyordu. Ama her şey maviydi. Paraları maviydi, şarkıları maviydi, her şey maviydi çünkü onlar hipnotik bir şekilde odaklanmışlardı, kim bilir bu belki de onların maviye karşı sevgilerinden ya da duyusal hislerinden kaynaklanıyordu ama oldukça kısa bir zamanda her şey mavi oldu. Oradaki her şey. Diğer bütün renkler unutulmuştu. Onlardan yazılarda bahsedilmiyordu. Kimse yazı yazıp, "Eskiden sarı vardı. eskiden kırmız vardı." demedi. Her şey maviydi.

Ama sonra daha fazlası olduğunu bilen birkaç birey vardı. Onlar sadece biliyorlardı ve diğerlerine tarif etmeye çalışıyorlardı. Onlar, "Maviden fazlası var." demeye çalışıyorlardı ama diyemiyorlardı. Onların sözlükleri tamamıyla mavi ile dolu olduğu için sözcük bulamıyorlardı. Sarıyı anlatan bir sözcük yoktu. Sarıyı ya da kırmızıyı ya da herhangi başka bir rengi işitecek bir kulak yoktu, o nedenle hayal kırıklığına uğradılar. Onlar endişeye kapıldılar. Onlar daha fazlası olduğunu biliyorlardı ama onlar deli olduklarını düşünmeye başladılar. Belki de uyuduruyorlardı. Belki de onlar sadece mavi ekmekle, mavi pizzayla ve mavi futbolla ve mavi olan her şeyle mutlu olmalıydılar. Onlar maviye geri dönmeye çalıştılar ama içlerinde bir şey başlarının etini yiyordu. Bir şey onlara, "Ben bu mavi varoluşta yaşamaya devam edeceğime ölürüm daha iyi." diyordu.

Ve onların şeylerin açılmaya başladığını söyledikleri zaman. İşte bizim hikayemiz dostlarım. Onlar sizsiniz. "Çok odaklanmışız." diten sizsiniz ve mavi burada zaman veya uzay olabilir. Mavi düalite olabilir. Mavi ne olursa olsun sınırlıdır. O var olan her şey değil. Ondan başka çok şey var ve bu iyi ama daha fazlası var.

Hadi derin bir nefes alalım.

Odaklanma, bir duyu, realiteyi algılamanın bir yolu, harika bir duyudur - bunu (grafik) şimdi kaldırabiliriz - o heyecan vercidir. Odaklanma aslında bütün duyulardan daha sihirlidir. O kadar odaklanıyor, o kadar mavi oluyorsunuz ki çıkış yolunu bulmak zor oluyor. Klasik - ben neredeyse hata diyecektim - klasik yanlış algı maviden maviyi kullanarak çıkmanız ki bu işe yaramaz. Sizin realitenizi değiştirmeniz gerek.

Realiyeyi Değiştirmek

Farklı. (İng. Alt) Hepinizin bilgisayarında bu tuş var. Alt - farklı demek. Değişim demek. Artık mavi yok demek. Yani biz bugün burada bu tuşu etkinleştiriyoruz - ben etkinleştirmeden hoşlanmam. Hadi Alt tuşunu hatırlıyoruz diyelim. Kesinlikle Cauldre o kelimeyi yanlış söyledi. (izleyeciler kıkırdar) Biz zaten sizin içinizde var olan Alt tuşunu hatırlayacağız. Alt realiteyi.

Eğer siz hayata, sizi bekleyenlere bakıyorsanız, insan, "Peki yarın ne getirecek? Aydınlanmış Üstatlık nedir?" gibi şeyler soruyorsa siz hala Odaklanma duyusuyla, sınırlı bir şekilde düşünüyorsunuz demektir. Ben o nedenle birinin "Bilmiyorum" veya "Böyle gelmiş, böyle gider" sözcüklerini kullanmasından hoşlanmıyorum. Hadi, "Böyle gelmiş, böyle gider"i yok edelim çünkü bu sadece hipnotik kalıbın sizi başka bir şekilde ele geçirme yoludur. "Şey, ben sadece bu hipnozdayım. Ben bu odaktayım. Ve tabii ki bir günde 24 saat var." Hayır yok. Bir günde 24 saatin olmadığı, günde saatlerin olmadığı, zamanın olmadığı bir Alt realite var. Ve bu orada değil hemen burada ama siz görmediniz çünkü siz ekrana çok fazla odaklıydınız.

Bu bir akıl oyunu değil. Zihin hiçbir şekilde bizim gittiğimiz yerde oynayamaz. Zihin onu kontrol edemez. Zihin onun üzerinde egemenlik kuramaz veya güç uygulayamaz. Gerçekte zihin realiteye uyum sağlamayı öğrenene kadar kısa bir zaman ona karşı çalışacaktır.

Bu realite derin bir odaklanma realitesidir ama siz zaten çok daha fazlası olduğunu biliyorsunuz. Siz bu konuda neredeyse konuşmaya utandınız çünkü siz bunun fiziğini başkalarına nasıl anlatacağınızı bilmiyordunuz. Siz uyudurup uydurmadığınızı, burada bulunanların biraz deli olup olmadığını merak ediyordunuz. Ben size anlatabilirim sevgili dostlarım, Alt realiteler var ve onlar buradalar. Onlar dışarıda değiller; onlar hemen buradalar. Bizim sadece Alt tuşuna basmamız gerekiyor. Bu kulağa her ne kadar basit gibi gelse de, biraz da meydan okuyan bir şey.

Siz o eski Odaktan çıkmak için gerçekten hazır mısınız? Siz bedeninizi çok hassas hissettirecek bir şey için gerçekten hazır mısınız çünkü beden Alt realitelere alışkın değil. O, Odaklanmaya alışık. Ve zihin, siz zaman zaman zihninizden çıkınca hayret mi edeceksiniz? Siz gerçekten Alt realiteye, farklı realiteye geçmeye hazır mısınız? Ve ben cevabın evet olduğunu biliyorum ama ben size, sizi ileride muazzam derecede İzin Vermelerin beklediğini söyleyeceğim çünkü siz o Alt tuşuna bastınız ve şeyler aniden pek bir anlam ifade etmez oldu. Ama onlar yine de realiteyi algılama bakımından, sizin daha önce yaptığınız her şeyden daha fazla anlam ifade edeceklerdir.

İzin verin bunu başka bir şekilde açıklayayım. Realite içinde belli bir spektruma ait enerji ve bilinç olan bir deneyimden fazlası değildir. Ve o genellikle inançlar tarafından belirlenir. Örneğin gezegende sizin buraya nasıl geldiğiniz ve nereye gideceğiniz konusunda başlıca iki inanç var. İnsan koşulları konusunda başlıca iki inanç. İlki evrim, Darwin - ki o gerçekten de bir açıdan uçuk bir insandı. (kahkahalar) Gerçekten öyleydi. Parlak zekalı ama uçuk. Darwin, evrim teorisi, her şeyin yeşil bir gölet pisliğinden evrimleşmesi, bunun bir evrim olayı olması. Siz maymundunuz. Siz başka biyolojilerden belki kazara evrimleştiniz. Her şey az çok evrim geçirdi.

Şimdi, Darwin ve evrim teorisi o gölet pisliğinin nasıl geldiğinden, ilk mikropların ya da ilk organizmaların ya da her neyse onların nasıl geldiğinden bahsetmiyor. Onlar bu gerçeği atlıyorlar gibi ve onlar doğrudan evrime giriyorlar. Diğeri de yaratılışçılık. Seni Tanrı yarattı. Adem ve Havva, onları bahçeye koydu, hepinizi yarattı, sonra günahkar oldunuz ve Dünya'ya indirildiniz.

Bunlar sizin buraya nasıl geldiğiniz ve nereye gideceğiniz konusunda başlıca iki bakış açısı. Dinde ya da yaratılışçılıkta kefaret, ellerine veya dizlerine çökme, af olunma için yalvarma veya karma yüzünden acı çekme yollarıyla Tanrı'nın lütfuna erişiyorsun. Anlam bile ifade etmiyor ama gezegende buna çeşitli derecelerde inanan 4.7 milyar insan var. Hiçbir anlamı yok ama eğlenceli bir oyun. Bunlar sizin varoluşunuz üzerine başlıca iki düşünce okulu.

Hadi şimdi derin bir nefes alalım.

Ben şu ya da bu doğru ya da yanlış demiyorum. Aslında her ikisi de kendine göre doğru. Ama hadi biz şimdi Alt tuşuna basalım.

Biz buraya nasıl geldik ve nereye gidiyoruz? Hadi yaratılışçılıktan veya evrim sürecinden tamamen farklı bir şey yapalım veya tamamen farklı bir şey hissedelim. Hadi farklı bir şey yapalım.

Derin bir nefes alın. Alt, farklıdır. Düşünmek bile değildir. Alt tuşunun beyinle bağlantısı yoktur. Alt tuşunun beyinle bağlantısı yoktur. O, Üstadın bilgeliğiyle ve insanın kalbiyle bağlantılıdır. Alt tuşuna basın.

Linda, mikrofona. Işıklar açılsın.

Biz buraya nereden geldik? Ve biz nereye gidiyoruz? Yeni yaradılış teorisi nedir? Ve ben sizden lütfen rica ediyorum, "Bilmiyorum." demeyin. Eğer bilmediğinizi düşünüyorsanız sadece uydurun ve siz sonra onun aslında ne kadar doğru olduğunu fark edeceksiniz. Lütfen.

JOHN: Bilinç, "Ben deneyimlemek istiyorum." dedi.

ADAMUS: Harika.

JOHN: Ve öyle oldu.

ADAMUS: Öyle oldu. Ben bunu daha iyi ifade edemezdim. Bilinç dedi ki, "Ben yaratmak istedim. Ben deneyimlemek istedim." ve öyle oldu. Mikrofonu başka birine uzatmamız gerekmez. Teşekkür ederim. (İzleyiciler alkışlar)

Şimdi, Odaklanmış olan bilim, o hipnotize eden o grafikte olan bilim der ki, "Şey, doğru değil. Ben sana hemen bunların nasıl olduğunu kanıtlayabilirim ve işte bilimsel kanıt ve sen o yeni çağ zırvaları ile dolusun." ve yaratılışçı size, "Ah, ah Tanrı'yı kızdıracaksın ve cehenneme gideceksin ve sen tövme etmek zorunda kalacaksın ya da sen kafirsin." der. Yani onlar ileri geri tartışıp duracaklardır ve sen kesinlikle haklısın. Olay yaratımdır.

Yaratımın evrim geçirmeye ihtiyacı yoktur. Yaratım olur ve geri dönüp bakınca, "Şey, bu nasıl oldu?" dersiniz. Yani bilinç - şak! - böyle basitçe yaratır ve sonra sizin oraya gelişiniz ile ilgili doğru ya da yanlış olabilir katmerli bir hikaye yaratır. Sadece bir deneyimdir o kadar. Bilinç yaratmayı seçti ve biz o nedenle buradayız. Kesinlikle.

İşte dostlarım bunlar düşünce okullarına, düşüncenin kitle bilinci okullarına bir örnekti ve belki bir noktaya kadar da doğrular çünkü siz bilimsel çerçevede bir dereceye kadar geri dönüp şeylerin nasıl evrimleştiğine bakabilirsiniz. Siz aynı zamanda Tanrı'nın bir anda eliyle işaret etmesi üzerine buradaki her şeyi oluşturan yaratılışçılık teorisini izleyebilirsiniz. Biraz bilince benziyor ama bu aslında bir başkasına itibar etmektir.

Bundan sonra her ne yaparsanız yapın durun ve Alt Gerçeklik tuşuna basın. Realiteye bakmanın birçok farklı yolu var, yaratmak için çok farklı yollar var.

Şimdi, hadi bundan bir adım daha ileri gidelim. Siz gündelik insan yaşamınızda sorunlarla karşılaşıyorsunuz - belki para sorunu, belki hayatınızda ilerlerken ne yapacağınıza dair bir karar verme sorunu, belki bir ilişki sorunu, herhangi bir sorun - öz değer veya herhangi bir şey - ve sizin zihninizin bu konuda belli bir düşünme biçimi var. Sizin zihniniz daha önce gösterdiğimiz o kalıba bağlıdır, o hipnotize eden kalıba ve sizin zihniniz diyelim bir ilişki sorununa bir çözüm bulmak için o kalıp dahilinde dolaşacak ve dolaşacak ve dolaşacak ve dolaşacaktır - hadi bunu sadece bir anlığına kapatalım. "Siz o partnerle olmalı mısınız, olmamalı mısınız? Bunun sonuçları ne olur? Bunun finansal etkileri ne olur? O kadın ya da o erkek üzülür mü? O, sizi tehdit eder mi veya hatta intihar eder mi? O, sizin bütün küçük ahlaksız sırlarınızı ve kötü alışkanlıklarınızı bildiği için sizin hakkınızda başkalarına kötü şeyler söyler mi?"

İşte bakın, siz ilişki sorununu çözmek için, ne yapacağınızı belirlemek için aniden sorunlara dalar, o hipnotize edici odağa, zihinsel odağa, mental odağa girersiniz. Siz bunlarla birlikte ileri geri gidersiniz. Siz gün geçtikçe daha sefil hale gelirsiniz. Siz yaşadığınız o insana dayanamazsınız ama ona artık onu sevmediğinizi söyleme cesareti gösteremezsiniz. Siz ne yapacağınıza, ne yapacağınıza, ne yapacağınıza şaşırırsınız. İşte o nokta sizin durmanız ve derin nefes almanız ve Alt tuşuna basmanız ve cehennemden çıkmanız gereken noktadır.

Bakın, Alt tuşunun beyinle bir bağlantısı yoktur. Alt hipnotize eden bir kalıba veya odağa girmez. Alt sizin için yeni çözüm düzeyleri açar, sorunun ne olduğunun bir önemi yok. Büyük sorunlar, küçük sorunlar, herhangi bir şey. Sizin hayatınızdaki herhangi bir şey.

Şu anda size meydan okuyan bir şey varsa siz hayatınızda ilerisi için ne yapacaksınız? Siz onu, bedenli üstatlığı, istiyorsunuz ama siz o işin size artık hizmet etmediğini biliyorsunuz. O size bir katkı sağlamıyor ama sizin faturaları ödemeniz gerek ve siz bu konuda yine kalıba dönüyorsunuz. Ve siz çözüm bulmaya çalışıyorsunuz, "Ben bu işten nasıl kurtulurum? Ben bu durumdan nasıl kurtulurum, ben bedenli Üstat olmak için uçakta first class yolculuk yapmak için güzel bir evim olması için nasıl yeterli paraya sahip olabilirim?" siz bunları istiyorsunuz ve siz istediğinizi biliyorsunuz ama zihin cevabı bulmak için odaklanmaya başlıyor, o halde ne yapmalı? Siz, "Şey, o bana bir gün gelecek." diyorsunuz. Siz bu şekilde o kalıba daha derinlemesine girmiş oluyorsunuz çünkü o size bir gün gelmeyecek. Siz bu şekilde ona sadece daha derinlemesine dalmış oluyorsunuz. Siz sorununuzu kısa bir süreliğine unutuyor olabilirsiniz ama siz onu çözemeyeceksiniz. Ve yeniden diyorum siz hayatınızdaki sorunları çözmek için eski araçları kullanıyorsunuz. Odaklanıyorsunuz ve çok, çok, çok sınırlı kapasitede olan zihni kullanıyorsunuz. Zihin kendisinin dışına çıkarak düşünemez. Düşünemez. O nedenle zihin daima cevapları kendi içinde araştırır ve arar ve bilin bakalım ne olur? Cevapları bulamaz ve işte bu iyi haber!

Zihinden nasıl çıkmalı? Alt gerçeklik tuşuna basarsınız ve gerçekten düşünmeyi bırakırsınız. Bir yürüyüşe çıkın. İstiyorsanız eğer gidin bir dağa tırmanın. Bir kek pişirin, Üstat toplarından yiyin. (bazı kıkırdamalar) Siz sadece Alt gerçeklik tuşuna basma konusunda enerjisel bir deneyimden geçiyorsunuz ve sonra kendi yolunuzdan çekilin.

Cevaplar size gelecektir, belki hemen o anda olmayabilir ama cevap gelecektir ve her şey sizin zihninizin düşünebileceğinden o kadar farklı bir şekilde olur ki siz ilk önce delirdiğinizi sanırsınız. Siz cevaptan şüphe edersiniz. Cevap yazılı bir metin ya da ona benzeyen bir şey değildir. O bir biliştir, bir histir -"Ahh, tamam" - ve o size kocaman harika bir dalga gibi gelir, basitçe orada olur. Ama sonra sizin insan zihniniz, o boktan parça, onu, o güzelliği, o zarafeti, yeni çözümün heyecan verici genişlemesini içine çekmeye çalışır; onu tam olarak buraya çekmeye çalışır. (grafiğe veya odaklanmaya) Siz o zaman Alt gerçeklik tuşuna basarsınız. "Ah, ah, ah, ah, ah. Biz oraya girmeyeceğiz. Biz Alt gerçekliğe gireceğiz."

Zihin, sizin insan zihniniz başlangıçta pek anlamayacak. Siz bir şeyleri kelimelerle ifade etmeye çalışacaksınız ve onlar neredeyse tanımlanamazdır. Siz hayatınızdaki yeni çözümlere mantıklı açıklamalar getirmeye çalışacaksınız ve bunlar zihnin çalışma şekliyle uyuşmayacaklardır. Buradaki diagramı görüyorsunuz, zihin dış unsurladan etkilenir ve daima kendini yer. Zihin daima kendini yer ama bu sonsuz olduğu için yemeye ve yemeye devam eder. O hep kendi içindedir. Biz Alt gerçekliğe gideceğiz, tamamıyla farklı çözümlere.

Siz onu hayatınızdaki herhangi bir şey için kullanabilirsiniz. O sihir değildir; o, bilinçtir. O, bilinçtir ve çeken de odur. Bilinç sizi buradan çıkaracaktır (odak grafiğinden) çünkü onun dışındaki her şey, bütün duvarlar, bütün oda, bütün bina, her şey sadece bilinçtir. Size izin verecek olan, sizi alternatif gerçekliklere, insan gerçekliklerine değil, götürecek olan tek şey bilinçtir. Biliyorsunuz televizyonlarınızda bilim kurgu programları yayınlanıyor, bilim kurgu ve o programlarda insan realitesinin farklı formları gösteriliyor ama onlar yine insan bedeni, yine insan zihni, yine insan eylemleri. Onlar sadece biraz daha fazla tuhaflık içeriyor. Bu çok farklı. Sadece Alt insan değil, gerçek bir Alt realite. Çok farklı.

O halde hadi güzel, derin bir nefes alalım ve şimdi başlayalım, siz ona sahipsiniz - siz onu daima burada olan bir araç olarak adlandırabilirsiniz, siz yeniden onun - Alt realitenin - farkındalığına varıyorsunuz. O tıpkı bir... hadi biz ona düğme diyelim. O sizin içinizde zihin ile bağlantısı olmayan bir deklanşör gibi ve o size burada sadece duymuş olduğumuz bazı nefes kesici görüntüler gösterir. Bizim yüzlerce, binlerce yıl nasıl meydana geldiğimizi tartışan bilim insanlarımız ve dini liderlerimiz oldu. Ve John kardeş bunu tek bir net ve basit bir cümleyle ifade etti, "Hey, yaratıcı olan sadece bilinçtir ve o istediğinde hepimiz burada oluruz." Aslında gerçek bu. Bilimin bunu keşfetmesi biraz zaman alacak; dinler bilinci asla kabul etmeyecekler. Ama gerçek bu. Bilinç olmadan hiçbir şey olmaz. Bilinçle bunun gibi realiteler yaratabilirsiniz. Bilinçle bunun gibi bir gerçekliğe yakalandığınız bir Odaklanma duyusu yaratabilirsiniz. Bilinçle istediğiniz her türlü gerçekliği yaratabilirsiniz ama bu beyin sayesinde olmaz. Bu, irade gücü değildir. Bu, hiçbir şekilde güç değildir. O, enerji bile kullanmaz.

Yaratımda hiç enerji yoktur. Ve çoğu insan yaratımı muazzam miktarlarda enerjiye eşdeğer görür. Gerçek yaratımda, gerçek bilinçte zerre kadar enerji yoktur. Bu sonra gelir, yaratım siz olan yaratıcının içinde doğar, işte sadece o zaman şefkat ya da tutku onu oluştururken enerjiyi ortaya çıkarır. İşte ben o nedenle kalbinize bakın diyorum. Kalbinizde ne var bakın. Siz daha önce onu tanımlamak için farklı sözcükler kullandınız ama özünde, o, şefkattir. Onu şimdi kendinize gösterin. Onu hayatınıza getirin. Ve aniden her şey - kolayca, zarafetle ve çabasız bir şekilde - değişir.

Alt Gerçeklik Realitesi

Hadi güzel, derin bir nefes alalım. Biraz müzik açalım ve bunların hepsiyle bütünleşelim. Bugün çok konuşma, çok dikkat dağıtma var ama hadi biz bunların hepsini merabhımızda bütünleştirelim.

(müzik başlar)

İşte şimdi zamanı geldi, şimdi Üstadın bilgeliğinin zamanı geldi. Üstat siz izin verdiğiniz için ortaya çıktı.

(duraklama)

Ben'im'in diğer hiçbir yaşamları bu kadar izin vermedi ama siz verdiniz ve şimdi bilgelik ortaya çıkıyor.

(duraklama)

Ve ben sizin, insanın gerçek kalbini unuttuğunuzu söylemeye cüret ediyorum. Siz yaraların ve meydan okumaların üstesinden gelmekle çok fazla meşgulsünüz. Fazlasıyla yel değirmenlerine karşı mücadele etmekle ve dövüşmekle, artık yapılması gerekmeyen savaşlar yapmakla meşgulsünüz. Her zaman kalbinizdeki muazzam şefkati unutuyorsunuz.

(duraklama)

Sonsuz olan tarafta sizin tanınacağınız, insan bedenini terk edip geldiğiniz yerde kutlanacağınız şey başkalarına karşı duyduğunuz şefkat olacak. O, sizin enerji alanınızda hep taşıyacağınız renkli bir şerit gibi duracaktır. O, asla yok olmayacaktır.

Siz öbür gerçekliklerdeki diğer varlıkların, meleksi varlıkların yanına geldiğinizde onlar sizin içinizde bunu hemen göreceklerdir.

Siz o renkli şeridin, o başkalarına karşı duymuş olduğunuz şefkatin değerini hafife alıyorsunuz.

Ben sizden diğer insanları gözlemlemeye başlamanızı istiyorum ve onlar çeşitli derecelede şefkat duyuyorlar. Bazıları çok, çok az. Bazılarında ormanlarda amaçsızca gezen hayvanlardan daha az şefkat var, diğerlerinde çeşitli derecelerde ama hiçbirisi sizin gibi şefkat dolu değil. Ve sizin kalbiniz birçok yaşam sürecinden sonra katılaştı, belki o muazzam şefkat başkalarından nasıl çıkar sağladınız diye buna neden oldu. Ama biliyorsunuz işte, o günler geçti. Geçeli uzun zaman oldu. Size herhangi bir şekilde zarar verebilecek veya sizi incitebilecek hiçbir şey yok.

(duraklama)

Siz bir bilinç varlığı olduğunuzu kabul edin, bilinç tıpkı... şey, o büyük bir yaratıcıdır ama hiçbir şekilde enerji kullanmaz. Bilinç bir rüya, bir tutku gibidir... yaratılabilenin, deneyimlenebilenin bir imgelemidir. Ve o sonra tezahür ettirmek için enerjiyi meydana getirir ama sadece fiziksel şekillerde değil. O, enerjiyi realiteleri tezahür ettirmek için meydana getirir.

Bakın ben sizinle konuşurken bile siz burada fiziksel bir alemde uzay ve zamandasınız ama sizin bilinciniz hayal ediyor, rüya görüyor ve fiziksel realiteye dayanmayan hikayeler, deneyimler, çok duyusal deneyimler yaratıyor. Siz rüya halindeyken onlarla ilgili anlık görüntüler yakalıyorsunuz.

Biz o matriksin, zihnin ve gündelik hayatın o hipnotik kalıbının ötesine geçmenin zamanı olan o noktaya geldik. Yani biz o noktaya geri geldik ve biz Alt realite tuşuna izin veriyoruz. O daima buradaydı. Yeni değil. O, sadece örtülü ya da saklı gibiydi.

Bu Alt realite tuşu sizin varlığınızda var gerçekten. Sizin onun için mücadele etmenizi gerektiren ya da onu hak etmenizi gerektiren bir şey yok. O sizin doğuştan hakkınız diyebiliriz ama Alt realiteye sahip olmanız, düalitenin ötesine geçmeniz, hayatınızda sorularınıza eski cevapların ötesinde cevaplar almanız sizin yaratıcı olarak hakkınız.

Onu kullanmakta özgürsünüz ve o beyinle bağlantılı değildir ve onu başka hiç kimse kullanamaz. Siz onu kabul ettiğinizde, ona izin verdiğinizde, sıkıştığınız bir anda basitçe ona bastığınızı fark edeceksiniz. Farklı çözümler var. Farklı perspektifler var ve evet onlar bu realite ile birbirine karışabilirler. Evet, karışabilirler. Biri ya da öteki olur diye bir şey yok ya da hatta iki diye bir şey yok.

Aklı baştan alıyor değil mi? Şey, evet öyle ama son derece gerçek de ve bunların hepsi bilincin bir sonucu. İşin eğlenceli kısmı bizim burada yeni bir şey yaratmıyor olmamız. Biz sadece çok sınırlı bir odaklanmadan çıkıyoruz. Bütün yaptığımız bu. Biz ekranda gösterilen o kalıptan çıkıyoruz.

Bu Alt realite sizin hayatınızda yer alan her şeyde kullanılabilir. Ve hatırlayın bu meleklerin eliyle olmuyor. Bunu sizin Yüksek Benliğiniz yapmıyor. Bu sizsiniz - siz ve Üstadın bilgeliği.

O, küçük bir konu için kullanılabilir, siz yeni bir otomobil, yeni bir ev almak istediğinizde. O, çok daha büyük insan meseleleri için kullanılabilir - "İşim konusunda ne yapmalıyım?" O sizin hayatınızdaki büyük sorunlar için kullanılabilir - "Nasıl gevşeyebilirim? Ben bedenli aydınlanmama nasıl izin veririm? Nasıl sağlıklı ve zengin olurum?"

Ama Alt Realite tuşunda ince bir baskı var. Büyük bir şey değil ama bizim kabul etmemiz gerektiği kadar.

Öncelikle, o, sizin düşündüğünüz gibi, insanın düşündüğü gibi olmayacak. Bütün beklentileri arkada bırakın. O, başka bir insan çözümü gibi bir şey olmayacak. O, öteki dünyaya ait olacak. Diğer alemlerden gelen çözümler olacak ama o alemler daima vardı.

İkinci olarak, bu tuşun üzerinde bir ışık yanıp sönecek - "Başkaları için kullanma. Sadece kendi kişisel kullanımınız için." Başkaları için kullanmayın çünkü o zaman kalbinizdeki müthiş şefkati yok etmiş olursunuz. Bakın gerçek şefkat başkalarına kendi deneyimlerini yaşama izni vermektir, onların her şeyini onurlandırmak demektir. Onları değiştirmeye çalışmamaktır. Dünyayı değiştirmeye çalışmamaktır, aksine onurlandırmaktır. Bu belki de bir melek, sizin gibi bir insan melek için en zor derslerden biridir.

Dünyayı değiştirmeye çalışmayın. Alt realite tuşunu kendiniz için, kendi hayatınız için kullanın. Siz o Model haline geldiğinizde neticede diğerleri etkilenecektir. Daha önce konuştuğumuz gibi onlar o ışıldayan Modelle, ah, sizin kalbinizdeki o iyilikle değişeceklerdir. Ama o bunu sözler olmadan, güç olmadan, baskı uygulamadan yapacaktır. O, size yakın insanları değiştirecektir - çocuklarınızı, sevdiklerinizi. O, sizin içinde bulunduğunuz toplumu değiştirecektir.

Ama siz Alt realite tuşunu onlar için kullanmayın. O, sadece size özel - o sizin gerçekliğinizi değiştirmeniz için, yaratım şeklinizi değiştirmeniz için.

(duraklama)

Bilinç hiçbir şekilde enerji kullanmadan yaratır. Enerji sadece realitenin harika illüzyonlarını yaratmak için tezahür gerçekleşirken meydana gelir.

Bilincin, büyük yaratıcının hiçbir şekilde enerjiye ihtiyacı yoktur.

(duraklama)

Ve bir çekici, enerji çekicisi olduğunuzu hatırlayın; denklemin diğer tarafı, bilinç denkleminin diğer tarafı böyle. Siz enerjinin aktığı yersiniz, siz alıcısınız, siz, enerjilerle donatılansınız.

Siz bir mıknatıs gibisiniz ama siz zihinle, inançlarınızla, o hipnotik grafikle sınırlandırıldığınızda sadece sınırlı bir spektrum içinde sınırlı enerjileri, sınırlı çözümleri çekersiniz.

Siz bir anlığına sınırlamaların olmadığını hayal edin. Alt realiteler var. Burada mevcut olan çok, çok farklı realiteler var. Benim verdiğim örneği kullanın: Sadece evrimcilik yok; sadece yaratılışçılık yok. Bilinçli-lik var. (Adamus güler)

O kadar çok farklı gerçeklikler var ki.

Siz şimdi kendinizi bir anlığına bir çekici olarak, enerjilerle donatılmış olarak Alternatif realitelerle değişmiş olarak hayal edin.

(duraklama)

O halde hadi o Alt realite tuşunu tam farkındalığa getirelim.

(Derin bir nefes alın)

O sizin onunla oynamanız için var, ondan korkmayın. O sizin deneyimlemeniz için var, siz sadece onu başkaları için kullanmayın.

(duraklama)

Bugünden itibaren çok fazla çözümün var olduğunu hatırlayın ve - ben bunu çok basite indirgeyeceğim ama ben şunu da söyleyeceğim - siz bir sorun ortaya çıktığında tipik olarak iki şekilde çözüm bulmaya çalışıyorsunuz - A yaklaşımı ve B yaklaşımı - ve bunların ikisi de o hipnotize edici grafikten, başka sözcüklerle ifade edecek olursak, zihnin sınırlamalarından kaynaklanıyor. Ve bu salonda bugün daha önce söylendiği üzere, şey, bu hep böyle yapıldı. Ama siz bilincin gerçek öncülerisiniz. Hadi bunu başka şekilde yapalım. Hadi Alt realite tuşunu kullanalım ve açılalım.

Güzel, derin bir nefes dostlarım. Güzel, derin bir nefes.

Biz önümüzdeki ay bir araya gelinceye kadar siz burada Dünya'da bedenli bir Üstat olarak kalırken sadece tüm yaratımda her şeyin yolunda olduğunu hatırlayın.

Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (izleyiciler alkışlarlar)

İngilizceden çeviren: Meltem Taban