• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

Transhuman Dizisi "Şaud 1"


Transhuman Dizisi
"Şaud 1"

Adamus mesaj
ı Geoffrey Hoppe kanallığı ile
6 A
ğustos 2016'da Kırmızı Çember'e sunulmuştur. 










Adamus mesajı Geoffrey Hoppe kanallığı ile 6 Ağustos 2016'da Kırmızı Çember'e sunulmuştur.

Ben Ben'im Egemen Alan'dan Adamus.

Transhüman dizimizin ilk Şauduna hoş geldiniz. Hım, bunun ile birlikte güzel, derin bir nefes alın. (derin bir nefes alır) Hım. Farklı bir şey var. Havada, enerjide farklı bir şey var. Siz güzel, derin bir nefes alırsanız ve bir anlığına zihninizden çıkarsanız bunu duyumsayabilirsiniz. (kısa duraklama) Değişik bir şey. Bunu birazdan konuşacağız ama...

Benim ilk başta söylemek istediğim birkaç kelime vardı ama burada yoğun bir aroma var - (Adamus koklar ve izleyiciler güler) - ben nefes aldığımda sizin nefesinizde güzel bir Fransız şampanyası kokluyorum (Adamus yeniden koklar) veya daha çok yayılan bir şey. Acaba bu, acaba bu gerçek kahve olabilir mi? (izleyiciler "evet" der) Sandra! Benim kahvem nerede?!

LINDA: Adamus! Sanırım senin özel Üstatlar Kulübü'ne geçme zamanın geldi.

ADAMUS: Eh, ben davet edildim mi...

LINDA: Evet, edildin! (izleyiciler alkışlar)

ADAMUS: … insan Üstatlar Kulübü. Teşekkür ederim tatlım.

LINDA: Biz senin Üstatların yapmış olduğu harika yaratımları görmeni istiyoruz. Evet.

ADAMUS: O halde Üstatlar Kulübü'ne doğru yürüyelim.

LINDA: Evet.

ADAMUS: Kim bilir, ben belki de bunun için küçük bir konuşma hazırlamışımdır. Kim bilir?

LINDA: Oh! Bu mümkün mü? Sen? Konuşma?

ADAMUS: Muah! Önce minik bir öpücük…

LINDA: Oh. Hadi bakalım.

ADAMUS: Oh, evet!

LINDA: Evet, daha fazlasına ne dersin? Evet, evet.

ADAMUS: Muah! (izleyicilere öpücük atar) Evet. Evet.

LINDA: Evet, evet.

ADAMUS: Muah! Dokunmadan öpücük.

LINDA: Iskalama! Iskalama!

ADAMUS: Muah‼ Ve bir sarılma. Ah, sevgili kadim dost. (sarılırlar) Seni bir süredir görmedim. Hım. Hım. Ve sevgili kızını...

LINDA: O, muhteşem.

ADAMUS: Birazdan sana döneceğim.

LINDA: Evet, sorun değil. Sorun değil.

ADAMUS: Muah! Bu öpücüğümü attığım kişi... oh.

SHARON: Oh.

ADAMUS: Oh. Muah!

SHARON: Teşekkür ederim.

LINDA: Hiçbir şeyin kesintiye uğramasını istemeyiz.

ADAMUS: Peki.

LINDA: Peki.

ADAMUS: İşte…

LINDA: Hadi bakalım. Hadi bakalım.

ADAMUS: Peki. Teşekkür ederim. Elimi tutar mısın lütfen?

LINDA: Evet. Evet.

ADAMUS: Evet. Evet.

LINDA: Geoffrey'e iyi bakıp bakmadığından emin olmak istiyorum. .

ADAMUS: Ahh!

LINDA: Oh, bekle, bekle!

ADAMUS: Ahhh!

LINDA: Oh, bunu gördün mü? Bunu gördün mü? (duvardaki Tobias resmini gösterir)

ADAMUS: Ah, Tobias.

LINDA: Ah.

ADAMUS: Hiçbir zaman bu kadar iyi gözükmedin Tobias …

LINDA: Ohh!

ADAMUS: … resimdeki kadar.

LINDA: Ohhh!

ADAMUS: Peki. Oh! Yani burası mı?

LINDA: Burası.

ADAMUS: Burası Üstatlar Kulübü.

LINDA: Gurur duymadın mı? (derinden iç çeker) Bu çok heyecan verici, harika bir yaratım.

ADAMUS: Harika bir yaratım. Sakıncası yoksa ben kahvemi alıp...

LINDA: Haah! O ne?

ADAMUS: … ve sonra… o Timothy. (Adamus kıkırdar)

LINDA: Timothy'nin arkasında, Timothy ile beraber.

ADAMUS: Ben burada kısa bir konuşma yapacağım. (Timothy başka bir yere oturur) İşte. Evet ve benim kahvem hanımlar.

LINDA: Ah! Barista yaptı!

ADAMUS: Hazırladı bile mi? Bir…

SANDRA: Evet, Barista. (Kerri)

ADAMUS: Oh, lütfen…

LINDA: Ohh!

ADAMUS: … kameraya doğru koş ve onlara kahvenin üzerinde duran şeyin ne kadar güzel olduğunu göster...teşekkür ederim.

LINDA: Ohhh! Ben bundan emin değilim, benim gitmem gerek...

ADAMUS: Teşekkür ederim.

LINDA: … bunu kameraya göstermek mi. Aman Tanrım. Bu çok şey olacak - stresli. Peki, bu kahve kupasının içini görebiliyor musun?

ADAMUS: Biraz daha indir ki kamera görebilsin.

LINDA: Bunun mümkün olduğunu sanmıyorum.

ADAMUS: Kupanın tam içini al.

LINDA: Görebiliyor musunuz?

ADAMUS: İşte oldu!

LINDA: Ohhh! Görebiliyorlar. Bekle! Bekle! Ohhh! Barista'nın çıkardığı profesyonel işe bak! (kupanın içinde bir kalp şekli vardır) Ahh sen!

ADAMUS: İşte burada.

LINDA: Sen öyle şanslısın ki.

ADAMUS: Bana gerçek kahve yaptığınız için teşekkür ederim ve teşekkür ederim güzel hanımlar. Ben yıllarca ötekine katlandım - öhöm - öbür kahveye, daha lezzetsiz olana. Ama şimdi, şimdi...ve ben bunun benim dileğim olduğunu biliyorum ve ben Cauldre ve Linda'dan burada Üstatlar Kulübü'ne iyi bir kahve makinesi koymalarını istedim. Sizin için sakıncası yoksa. (kahvesini yudumlar) Ahhh!

LINDA: Sonunda, memnun oldu!

ADAMUS: Teşekkürler. Teşekkürler.

LINDA: Vay.

ADAMUS: Ben bu ilk Yükselmiş Üstatlar Kulübü'ne, bu insan kulübüne şimdi diğer bütün Yükselmiş Üstatları, hem burada Dünya'da bedenlenmiş olanları hem de diğer realitelerde olanları davet ediyorum. Ben onları içeriye davet ediyorum, Timothy, onların içeri gelmeleri için kapıyı açar mısın lütfen? Sadece şaka yapıyorum. Onların gelmesi için kapıya ihtiyaçları yok. (kahkahalar) o, buna inandı. O, buna inandı.

Ben onlardan gelip sizin hepinize katılmalarını isteyeceğim, online izleyenlerinize, burada Kırmızı Çember Bağlantı Merkezi'nde olanlarınıza ki siz gerçekten bu enerjileri topraklayabilesiniz, biz derin bir nefes alarak enerjilerin sizin cennet dediğiniz ile Dünya arasında, diğer realiteler ile bu insan realitesi arasında akması için ve biz bu anda her şeyden daha çok bütün Yükselmiş Üstatlara burada bizimle olmaları için izin veriyoruz... bunu gerçekten "ve"ye karışmak için yapıyoruz. Bunun cennet veya Dünya ile veya o realite veya bu realite ile çok ilgisi yok, bu, "ve" ile alakalı bir şey, çoğul olanla. Ve bu gerçekten sizin hepinizin yapacağı bir şey. Siz bunu yaşamınızda kişisel olarak yapıyorsunuz, siz bunu burada Üstatlar Kulübü'nde yapıyorsunuz.

O halde hadi bu anı Yükselmiş Üstatları davet etmek için güzel bir sessizlik içinde geçirelim, o aslında sessizlik değildir. Burada bulunan sizlerin enerjisi ile bu gezegende bulunan bedenlenmiş bin beşyüzden fazla Üstat ve diğer realitelerde kendi Üstatlar Kulübü olanların enerjisinin kıyaslanmayacağından ben eminim çünkü burada o kadar özel bir şey var ki tıpkı bu duvarda gömülü tarih gibi. Sizin yolculuğunuzun, sizin birçok, birçok ömrünüzün tarihi.

Duvardaki taşların bütün Şambra'yı temsil ettiği daha önce söylendi, çok, çok taş var ve bu doğru. Ama buradaki taşların hepsi aynı zamanda sizin her birinizin ve hepinizin bütün yaşamlarını, bütün deneyimlerini temsil ediyor - sizin içinden geçtiğiniz her şeyi, her zorluğu, her keyifli anı - bunların tamamı şimdi tam bu duvarda.

Bunu bir anlığına hissedin. Bu bir açıdan anıtsal bir duvar. Bu tabii bir ağlama duvarı değil ve burada dua etmeye başlayanlar olmasın. Bu bir sevinç duvarı ve bu bir transhüman olma duvarı.

Ve daha sonra göstereceğimiz, salonun diğer bölümünde yer alan duvarın adı kırmızı duvar, o duvar yaşama sanatını ve yaşamdaki hareketi temsil ediyor. O harika bir duvar ve o düz bir duvar değil çünkü siz de düz değilsiniz. Onun bir boyutu var. Onun kendine has bir karakteri var. Onda sizin her birinizin ve hepinizin sanatçılar olarak yarattığınız sanat var. O, birçokları için, hayatın tekil doğasında yaşayan birçokları için yaşamın girdaplarını, yaşamın dokusunu, yaşamın düz olmayan her şeyini gösteriyor, onların hayatları düz, hatta renksiz bir duvar da olabilir. Ama "ve"ye girenler, "ve"ye izin verenler, gerçekten her şeyi bedenlemeye izin verenler için bu duvar "ve"nin güzelliğini, sanatını, potansiyellerini temsil ediyor.

Yani elimizde iki duvar var, deneyimlerinizi temsil eden Sevinç Duvarı ve derinliği ve gerçek transhümanı temsil eden Ve Duvarı.

Ve sonra tabii tam ortada o insan yaşamının çok güzel bir parçasını temsil eden, bedenin beslenmesi için, yaşamın duyumsal şeylerinden keyif alınması için kahve makinemiz ve mutfağımız var. İşte burada bunlara sahibiz.

Ve son duvar, pencereler. Dünyaya açılan, realiteye böyle perspektif veren pencereler. Bizim buradaki dört duvarımızın gerçekteki anlamı bu. Ve siz bugün buradaki gibi veya, siz herhangi bir zamanda burayı ziyaret etmeye geldiğinizde, siz diğer Şambraların veya belki kendinizin sarmaladığı veya sarmalamadığı bu enerjide oturduğunuz her seferinde diğer realiteler ve bu gerçeklik arasında kurduğunuz bağlantıyla "ve"nin bütünleşmesini hissedin.

Burası belki büyük bir evrende küçük bir gezegende, küçük bir alan olabilir ama onun temsil ettiği ve onun bu Dünya'ya getirdiği şey "ve"dir. Çokluk, her - şey, artık basit lineer bir yaşam değil.

Hadi bunun ile birlikte güzel, derin bir nefes alalım.

Bugün bizim 2007 Eylül'de yaşadığımız Kuantum Sıçraması'nın olduğu gün kadar hatta ondan da önemli, onun kadar tarihi bir gün. Ve o gün bizim dengeden çıktığımızı söylediğimiz gündü. Böyle bir şey sizin yaşamınızda veya insan yaşamınızda bir daha olmayacak çünkü o gün bilincin niteliği, tarihin yolu değişti. Onu Kuantum Sıçraması diye adlandırdık çünkü biz başka bir şeye girdik. Onu tezahür ettirmek birkaç yıl aldı ama işte biz şimdi burada bu "ve" gününde birlikteyiz. Bu gezegende gerçek bedenleme bugün burada oluyor.

Hadi bunun ile birlikte derin bir nefes alalım.

(duraklama)

Ve sevgili Linda bana tekrar rehberlik edebileceksen ve Sandra bana kahve getiri misin lütfen?

LINDA: (kıkırdamalar) Başka istediğin biri var mı?

ADAMUS: O… evet bir eskort.

ADAMUS: Evet.

LINDA: Kerri de gelebilir?

ADAMUS: Kerri baş kahveci olarak gelebilir. Sen de gelmek ister misin?

KERRI: Oh, evet!

ADAMUS: Evet. Ve bizim stüdyoda küçük bir geçit törenimiz olacak.

LINDA: Hadi bakalım

ADAMUS: Eh, Kerri'yi beklememiz gerekiyor.

LINDA: Peki, tabii. tabii.

ADAMUS: Evet.

KERRI: Tamam! Orada olacağım.

ADAMUS: Evet, peki. Hadi gidiyoruz.

LINDA: Hadi bakalım.

ADAMUS: Tamam.

LINDA: Ohhh!

ADAMUS: Teşekkürler.

LINDA: Birbirlerine o kadar uygunlar ki.

ADAMUS: Evet. (izleyiciler onlar stüdyoya geri dönerken alkışlar) Oh, ben sizi biraz önce öteki tarafta görmüştüm. (Adamus kıkırdar)

LINDA: Bir şey yapacaksan doğru yap.

ADAMUS: Oh, senin arada bir hareket etmen gerekiyor. Bu kadar tutucu olmayı bırak, hepiniz bırakın. Sizin biraz hareket etmeniz gerekiyor.

LINDA: Sen edebilirsin. Sen edebilirsin.

ADAMUS: Sen, "Onun kahvesini neden Kerri veya Sandra taşıyor?" diyorsun.

LINDA: Çünkü taşıyabilir.

ADAMUS: Neden olmasın? Neden olmasın?

LINDA: Taşıyabilir çünkü.

ADAMUS: Çünkü ondan sonra ben onun sahneye çıkmasını isteyebilirim, Sandra ve bunun için bir makbuz al. (izleyiciler alkışlar) Bu nedenle işte. Bu nedenle. Onun için teşekkürler.

SANDRA: Rica ederim.

ADAMUS: Şahane kahve için de sana teşekkür ederim. Oh, o bir maçaya dönüştü. Böyle olacağını biliyordum. (kahkahalar)

LINDA: (güler) Vay!

ADAMUS: Evet.

Şaud'a başlarken hadi güzel, derin bir nefes alalım. Oh! Burası o kadar güzel hissettiriyor ki.

Bedenli Üstatlar

Şu anda bu gezegende bedenlenmiş, idrak etmiş Üstat olarak yürüyen tam beş tane Şambra var. Beş. (izleyiciler alkışlar)

LINDA: Vay! Müthiş!

ADAMUS: Bu biraz zaman aldı. Bu biraz zaman aldı ve ben yol boyunca çoğunuzun merak içinde, "Biz sadece iki kişiyiz. Sayıyı nasıl artıracağız? Bu ben mi olacağım? diye sorduğunuzu biliyorum. Siz, "Biz bir gün beş kişiye ulaşabilecek miyiz? Bu benim sihirli rakamım sanki. Sihirli diyorum çünkü topun gerçekten yuvarlanmasını sağlamak için, mısırın patlaması için belli bir oranda enerjiye ve bilinç derecesine ihtiyaç vardı.

Ben isimleri açıklamayacağım. Bunun bir önemi yok ve o kişi siz de olabilirsiniz, (Adamus kıkırdar) veya olamaya da bilirsiniz. İsimlerin açıklanması o kadar önemli değil çünkü belli bir... oh, tatlım! (18. yy kostümü giymiş bir hanıma hitaben) Oh tatlım! O sen misin? Buraya gel lütfen. Bunun için kendimi tutamam. Tutamam. Oh, hanımefendi, ne...

HENRIETTE: (ona bir içecek uzatır ve Fransızca konuşur) Bonjour!

ADAMUS: Bonjour. Ahh! Ahh!

HENRIETTE: (Fransızca konuşur)

ADAMUS: Oui.(Fr. evet) Evet. O kadar zarif gözüküyorsun ki. (izleyiciler alkışlar) Hanımefendi için. (ikisi de bir yudum alır) Sanırım şu andan itibaren bütün Şaudlar farklı olacak. (kahkahalar) Sen kesinlikle inanılmaz güzelsin.

HENRIETTE: Seni hatırlıyorum.

ADAMUS: Evet, ben de seni hatırlıyorum.

HENRIETTE: Bir öpücük alabilir miyim?

ADAMUS: Bir öpücük alabilirsin. Oh. Linda'nın şarabımı tutması lazım ama... (kahkahalar artar) Biraz...(dokunmadan her iki yanağını öper) Gerçek bir centilmen aslında dudaklarını yüzüne veya ellerine dokundurmadan öper. Ama ne olursa olsun teşekkür ederim tatlım. Teşekkür ederim. (kadeh tokuştururlar) Yeniden şerefe. Ah! Neden herkes buraya gelirken kostüm giymiyor? (bazı kıkırdamalar) Böyle giyinmiş olarak değil. (Cauldre'nin kıyafetini göstererek) Bu sanki kiliseye ya da cenazeye gidiyormuş gibi giyinmek. (izleyiciler "Ohhh!" der). Bir içki?

LINDA: Hayır, teşekkürler.

ADAMUS: Peki. O zaman kollarımı hareket ettirebilmem için bunu kenara koyar mısın?

Beş. Bu herkeste bir momentumun oluşması için gereken sayı.

Şimdi, kabul etmem lazım ki... bu iyiydi. (içki için diyor) ama ben içmeye devam etmeden önce bekleyeceğim. Benim yüzün üzerinde, evet yüzün üzerinde iyi niyetli Şambra'nın üstatlıklarını bedenlemeden, aydınlanmadan önce geçiş yaptığını kabul etmem gerekir. Ve bu sayıya yaşlandığı için, bedeni yıprandığı için geçiş yapanlar dahil değili bunlar ahenkli ve sağlıklı bir bedeni olan yüz kişi. Bu zor. Bu çok, çok zor. Ve "Aralarında hayatına intihar ederek son vermiş olan var mı?" diye bir soru belirdi. Hayır. Onlar geçiş yapmak için bilinçli bir seçim yapmadılar. Onlar bunu sadece yaptılar çünkü tekil insandan gerçek bir Üstada geçerken başkalaşım o kadar zor geliyor ki, bu hepinizin bildiği gibi bedene ve zihne o kadar zor geliyor ki, o kadar zor. O bütün ritmleri ve bütün kalıpların atılmasına neden oluyor ve siz aniden kendinizi başka gerçekliklerde buluyorsunuz. Siz bilinçli bir seçim yaptınız diye başka gerçekliklere gitmiyorsunuz; siz sadece orada oluveriyorsunuz.

O nedenle sizinle benzer yolculuğu yapmış olan ve şimdi perdenin diğer tarafında bulunanları gerçek anlamda onurlandırın, onlar bir anlamda yolu sizin için açtılar, onlar birçok zorluğu üstlerine aldılar çünkü hatırlayın sizin kendiniz ve yaşam konusunda endişelendiğiniz ve strese girdiğiniz bütün düşünceleriniz aslında bilincin, insanlığın meydan okumalarına maruz kalmanız demekti.

Ben size daha önce bundan bahsettim. Ben size sizin olduğunu düşündüğünüz ve öylesine derinden hissettiğiniz ve kişisel aldığınız bu sorunların ve bu meselelerin gerçekte size ait olmadığını söyledim. Siz bilinç namına o sorunlarla karşı karşıya kalıyosunuz. Ve daha geniş anlamda, bu farkındalık yolculuğunda olan ve perdenin diğer tarafına geçenler sizin birçok korkunuzu ve sorununuzu üzerlerine aldılar. Onlar o şeylerin kendilerine ait olduğunu zannettiler. Onlar sadece kendilerinin o korkulara ve o düşüncelere ve o dengesiz duygulara sahip olduklarını sandılar ama siz de aynı zamanda onlara sahiptiniz. Onlar her biriniz ve hepiniz için onları üzerlerine aldılar. Onlar için kendinizi suçlu hissetmeyin; onlar diğer tarafta iyiler. Doğrusu onlar yardım ediyorlar. Onlar enerjisel olarak sizin hepinizi destekliyorlar. Ama şimdi beş kişi var ve yakında bu daha da artacak.

Bu beş kişinin her birinin ve hepsinin yaşadığı tek bir ortak şey var, bu beşinin ortak noktası ve onlar online veya bizzat buradan izliyor olabilirler; bu ortak nokta onların hepsinin de çok mücadele etmiş olması. Bilirsiniz işte, iyi bir insan olmak çok çaba gerektiriyor. Kendini şifalandırmaya çabalamak öyle büyük bir mücadele ki. Kendini mükemmelleştirmek, daha iyi bir kişi olmak öyle büyük bir çaba gerektirir ki ve bu işe yaramaz. İşe yaramaz.

Ve bu beş kişinin her biri ve hepsi birçok mücadeleden geçtikten sonra ve kendilerini daha iyi yapmaya çabaladıktan sonra ve kendilerini ruhsal veya sadece hoş veya daha kusursuz veya zaaftan yoksun hale getirmek için o kadar çaba harcadıktan sonra; bir sürü o çılgın rüyalar ile mücadele ettikten sonra - onlar bu konuda sanki el ele verip çalıştılar gibi oldu - onlar bir sabah uyandılar, onların her biri ve hepsi, onlar bir sabah aniden idrak ettiler. Onlar basitçe idrak ettiler.

Bu bir açıdan ilginç bir iştir çünkü onlar sonunu göremedikleri tüm o mücadeleden sonra, onun ne zaman, bir hafta mı, bir ay mı yoksa bir yıl sonra mı olup olmayacağını bilmeden onu basitçe yakaladılar. Her şey bir araya geldi. Ve onlar o sabah - "Nasıl aydınlanırım? Nasıl idrak ederim? Nasıl olmaya çalıştığım, olmak istediğimi sandığım kişi olabilirim? - şeklindeki mücadele duygularıyla uyanmak yerine o sabah, yoğun rüya görmekle geçen bir geceden sonra o sabah uyandılar ve bir dinginlik vardı. Zihindeki o aktivite yoktu ve o mücadele yoktu. Onlar uyandıklarında onların önünde büyük bir soru yumağı durmuyordu. Bunun yerine onlar uyanıp derin bir nefes aldılar ve sadece gülümsediler. "Anladım" dediler. "Anladım."

Şimşekler çakmadı. O, sizin kozmik bilinciniz ile yaşadığınız diğer deneyimlere benzemiyordu, orada diğer realitelere muazzam bir yükseliş hissi varken diğer yandan insan bedeninde ve zihninde muazzam bir denge vardı. O bir dinginlikti. Ve o tüm o sorular ve o dürten şüpheler ve o ne zaman olacak merakı olmadan oradaydı.

Bu onlar için - onların her biri ve hepsi için - sakin ve barış dolu bir andı. Bu, onların sokaklarda koşmak isteyeceği, onların ciğerlerinin son gücüne kadar, "Ben aydınlandım! Ben aydınlandım!" diye bağıracakları bir an değildi. O sadece oradaydı ve rahatlama hissi gibi bir şeydi. Gerginlik yok, ne olacak diye merak etmek yok. Ve bu onlar ne olacağını düşünmeyi düşünmemeyi düşündükleri için olmadı, bu onların düşünmemeye çabalamasıyla olmadı ama düşünce basitçe orada değildi. Onların doğal olan aydınlanma hali konusunda düşünmeleri gerekmiyordu çünkü o basitçe oradaydı. Onlar bu dünyada olacak olan şeyleri merak etmediler çünkü bunun bir açıdan hiçbir önemi yoktu. Onların omuzlarında herhangi bir yük taşımaları gerekmedi çünkü onlar olanın kesinlikle mükemmel olduğunu biliyorlardı. Ve onlar bedenlerine ne kadar ışık getirdiklerini merak etmediler veya atalarından ne kadarını salıverdiklerini veya salıvermediklerini veya kanser olup olmayacaklarını ya da kaç yaşında...bunların hepsi bıçak gibi kesildi - bu her biri ve hepsi için aynı şekilde oldu. Her şey olduğu gibi oradaydı, fark edilmiş olarak.

Bu aslında hiç kimsenin zihni ile düşünemeyeceği bir sadelik ve zarafet hissiydi. Siz sadeliği ve zarafeti düşünemezsiniz; siz ona izin verebilirsiniz. Ve bu beş kişinin başına geldi çünkü eh, onlar sınırların sonuna ulaşmışlardı. Eğer ben onları size bir yıl önce tanıtmış olsaydım, "İşte buradaki kişi aydınlanacak, o bir yıl içinde aydınlanacak olan beş kişiden biri." deseydim siz benim şaka yaptığımı ya da yalan söylediğimi sanacaktınız. Siz böyle bir şeyi hayal edemeyecektiniz çünkü onlar bir açıdan birer nduygusal enkazlardı. Onların yaşamı o kadar dengesizdi ki. Onlar o kadar kırılgandı ki, o kadar kırılgan. Hassas değil; hassas olmakta sorun yok. Kırılgan, sanki parçalara ayrılacaklarmış gibi. Onlar diğer yüz kişiye veya bütün geçiş yapanlara katılmak konusunda o kadar sınırdaydılar ki. O kadar sınırda.

Siz standart olarak, örnek olarak gezegendeki beş Üstattan birinin kendiniz olduğunuzu düşünmemiş olabilirsiniz. Hayır, bunu düşünmemişsinizdir ama ben bunu her biriniz ve hepiniz için gündeme getiriyorum. Ben bunu gündeme getiriyorum çünkü yolculuğunuz o denli benziyor ki - sorular, şüpheler, ne zaman olacak merakı, çok çabalamak, daha güzel veya daha iyi bir insan olmaya çabalamak. Beşi de sonunda tek tek, "Yeter" dedi.

Onlar bir açıdan bakılınca pes ettiler. Onlar durdular. Onlar o kadar kırılgandılar ki, onlar parçalara ayrılmaktan korktular ve muhtemelen ayrıldılar da ama onlar basitçe durdular. Ve onlar çabayı bıraktılar. Onlar onun üzerinde çalışmayı bıraktılar. Ve onlar bir süre bir tür mekansızlık, zamansızlık yaşadılar. Siz basitçe durduğunuzda bunlar olur. Bu insanı korkunç derecede rahatsız hissettirir ama Üstadı değil; sonu gelmeyen aktiviteleri durdurmak inanılmaz rahatsız gelir; o gün için bir programı olmamak, ruhsal konularda çalışmamak veya pratik yapmamak, hatta bunları düşünmemek korkunç rahatsızlık verir. Korkunç rahatsız hissettirir çünkü bunlar üzerinizde taşıdığınız kıyafetler gibi değildir. Bunu o şekilde tanımlamak zordur. Ama onların perdenin diğer tarafından başka gidecek bir yerleri yoktu onlar o nedenle durdu. Ve onlar o momentumu sağladıklarında, o Tamamlanma Direktifi içeri girmeye muktedir oldu. Bütün veçheler, bütün parçalar ve parçacıklar, bütün kırılganlıklar, kendilerine ait bütün kayıp parçalar içeri girmeye muktedir oldular.

Ve onlara o sabah aydınlanmanın yolunu açan o büyük rüyaların görüldüğü gece gerçekte neler oldu; gerçekten olan şey şu ki kendilerini tekil zanneden varlıklar gerçekten açıldılar ve izin verdiler ve "ve"ye girdiler.

Siz "ve"yi düşünemezsiniz. Siz onun ne anlama geldiğini bilebilirsiniz ama siz onu düşünemezsiniz. Siz onun üzerinde çalışamazsınız. Siz onu kazanamazsınız. Siz tekil bir insan olmadığınızı enerji kavramları ile anlayabilirsiniz. Siz tekil bir realitede ve ona inanarak, bu realiteye inanarak o kadar çok, o kadar çok ömür geçirdiniz ki. Şaka gibi ama bu hem iyi bir şaka hem de kötü bir şaka. Bu bilincin tekil halde yaşarken neler yapabildiği algısı açısından çok ilginç bir deneyim ama siz asla o şekilde olmak için planlanmadınız.

Ve ben size bunları biz Transhüman dizimize başlarken anlatıyorum. Transhüman insanın ötesine geçmek, insan olmayı aşmak demektir. Ondan çıkmak değil ve bu da işte yanlış algılardan biri - "Hadi insan olmaktan süpermen olmaya geçelim." Hayır, geçmezsiniz. İnsan hala var ve daha pek çok şey var. Bu, aydınlanmaya dair çok, çok basit bir fizik kuralı ve bu "ve"yi almaktır. (açık olmak) İşte bu beş kişinin yaptığı şey oydu.

Onların her biri ve hepsi için rüyalar ile dolu bir geceydi. Tıpkı Son Akşam Yemeği gibi ama bunu rüya halinde yapmak, bunu bir tür seremoni gibi yapmak, sonra her şeyi bir araya getiren final ve sabah uyanış.

Siz en son ne zaman sabah uyandığınızda tamamen tazelenmiş hissettiniz? Son zamanlarda değil. Beni ya da kendinizi kandırmayın bile. Son zamanlarda değil. Siz sabahları kalktığınızda dermansız, en iyi haliniz ile yorgun oluyorsunuz ama onlar sabah uyandıklarında on iki kupa kahve içmiş gibi hissetmiyorlardı ve bir sürü sahte enerjiye sahip değildiler; onlar sabah uyandılar ve bu basitçe berrak hissetmekti. Berrak. Bu sözcüğü Cauldre buldu. Teşekkür ederim, Başak Burcu. Basitçe içinin berrak hissetmesi, gerçekten çakıllar olmadan ve tozlar olmadan ve pislik olmadan ve kir olmadan ve yağ ve çöp olmadan? Bilirsiniz işte. Ama onlar basitçe tazelenmiş olarak uyandılar. Ve kendilerini düşünmeden. Siz tişört olabilecek durumdayken, "Aman Tanrım! Benim üzerinde, "Ben aydınlanmış bir varlığım" yazan bir tişört edinmem lazım." demezsiniz. Ama sadece aydınlanmada rahatlamak. Ve en büyük, en önemli şey onların çabayı bırakmış olmasıydı.

Şimdi, onların da sizin kadar çabaladığını varsayalım. Onlar bir sürü cehennemden ve bir sürü anlayıştan geçtiler. Onlar bir sürü şey geçirdiler ama onlar durdukları anda o zamana kadar yaptıkları her şey, yaptıkları bütün çalışmalar, öğrendikleri her şey, her şey onunlar ile bir olmak için aniden içlerine doldu. Onlar artık parçalar halinde değildiler. Onlar basitçe içeri geldiler.

Siz, "Onlar günün geri kalanında ne yaptılar?" diye merak ediyorsunuz şimdi. Bilirsiniz işte, onlar, "Ah, ben bir Üstadım" bile demediler. Onlarınki, "O kadar berrak ve o kadar saf hissediyorum ki" gibi bir şey. Bu aslında onlar "Bu idrak ediş mi? Bu aydınlanma mı?" demeye başlayana kadar öyle değildi. "Bunun bir önemi yok çünkü ben onu artık aramıyorum. Ben artık onun için çabalamıyorum. O nedenle öyle olmalı." derler. Sonra da, "O benim hedefim değilse onu başarmış olmalıyım. O artık aniden benim umurumda değilse o zaman olmuştur."

Onlar günün geri kalanında ne yaptılar? Eh, onlar normalde yapacaklarını yaptılar ama bunu stres içinde ve merak içinde yapmadılar, "Ben hastalanıyor muyum? Aman Tanrım, beni bir sivrisinek mi ısırdı? Bana Zika virüsü mü bulaştı? Onlar basitçe günü geçirdiler. Ama siz bir anlığına hayal edebilir misiniz, sürtüşme olmadan, o ağırlık olmadan, o dırdır eden şüphe olmadan, ne olacak diye merak etmeden olmayı.

Onlar günlerini basitçe geçirdiler. Bazıları acıktığı için manava gitti. Bunu siz de yapıyorsunuz. Onlar karşılarında aniden yiyecek tezahür ettirmediler ama ettirebilirler de. Ama yapmadılar. Onlar manava gittiler çünkü bir rahatlama vardı. Ve bir dükkana giderkenki stres ve endişe yoktu, "Aman Tanrım! Bunlar organik mi veya bunlar vejetaryen mi?" Onlar bunlar için endişe etmediler. Veya, "Çok mu şeker içeriyor..." O stres yoktu. Bu anlamsızdı. Ve onların mücadele etmesi gerekmedi, büyük bir çikolatalı kek almamak için direnç göstermeleri gerekmedi. "Oh, hayır, hayır. Onu gerçekten istiyorum ama..." Bu tip şeyler basitçe yoktu. Stres orada değildi. Onların keki alması da iyi, almaması da. Ama "Aman Tanrım bu benim çok hoşuma giderdi ama ben onu yiyemem. Oh, bana çikolatan ile eziyet etme!" demenin ne olduğunu bilirsiniz siz.

LINDA: Onlardan herhangi birinden Costco'ya öğle yemeğine giden oldu mu? (bazı kıkırdamalar)

ADAMUS: Hayır, beslenmek için Costco'ya gittiklerini sanmam, en azından... Ben Costco'yu bilmiyorum ama Cauldre bana anlatıyor, "Hayır. Oradan yiyecek almayın." (bazı kıkırdamalar)

Birkaçı işe gitti. İkisinin bir işi vardı, üçü çalışmıyordu - bu size bir şey anlatacaktır - düzenli bir işleri yoktu. Bazıları sevgili ev hayvanlarını parkta gezintiye çıkardı. İkisi çok uzun süren bir şekerleme yaptı, düşündü, "Hey, gece uykusu o kadar güzeldi ki ben şekerleme yapacağım; uyanınca daha da iyi oluyor!" dedi. (bazı kıkırdamalar) Onlar basitçe şekerleme yaptılar çünkü bunu yapabiliyorlardı. Onlar hayatlarına devam ettiler ama tamamen farklı bir perspektiften. Zihinsel bir perspektif ile değil; çok deneysel bir şekilde. Onlar oradaydı. Onlar oradaydı.

Siz bir anlığına hayal edebilir misiniz, beden yorgunluğu hissetmiyor ve atalardan fışkıran akım sizi geri çekmiyor? Böyle bir şey basitçe yoktu. Yani ben onlar biliyordu demek istiyorum, onların hepsi biyolojik ailelerinin farkındalığına vardılar ama o çekiş orada değildi. Ve ben en önemli şeyin zihinsel zırvanın orada olmaması olduğunu söyleyeceğim. "Ben ne yapıyorum? Ben kimim? Ben ne zaman aydınlanacağım?" Bunlardan hiçbirisi yoktu. Siz gününüzde bir değişiklik hayal edebilir misiniz?

Onlar çıkmadılar ve ellerinde altından paralar yaratarak sihir kahramanlığı yapmadılar. Bunun bir anlamı yoktu. Bu insanın yapacağı bir şey. Ama bir Üstadın o oyunu oynaması şart değil. Bir Üstadın hiçlikten bir şeyler üreterek başkalarını etkilemesi gerekmez. Bu anlamsızdır. Bu sizi Üstadın tekilliğinden çok insanın tekilliğine taşır. Arada büyük bir fark vardır. Sözcüklerin tınısı kulağa aynı gibi gelse de, sözcükler arasında muazzam bir fark vardır.

Bir tanesinin bir ilişkisi vardı. Dördünün yoktu. Bu size bir şeyler anlatacaktır. (Adamus kıkırdar) Aralarında iyi partner olabilecekler vardı, evet. (O, Linda'ya bakınca bazıları kıkırdar) Bir içki ister misin?

LINDA: Ah, evet! (kıkırdamalar artar)

ADAMUS: İlişkiler zordur ve bunu başaranlar gerçekten takdire şayandır ve onurlandırılır. Ama siz bunlardan geçerken ilişkiler zor gelir. Dördünün ilişkisi yoktu, birinin vardı. Ve o kişi ötekine koşmadı - siz bunu bu günlerde ne diye adlandırıyorsunuz, partner veya beraber yaşama ya da her neyse - o diğerine koşmadı. "Oh! Ne olduğuna inanamazsın. Ben aydınlandım. Ben aydınlandım ve sen aydınlanmadın." demedi. (kahkahalar) Veya, "Benim yıllardır gittiğim ve senin dalga geçtiğin grubu biliyorsun değil mi? Eh, sonunda oldu." Bunu bildirmek için bir ihtiyaç yoktu.

Bunu sadece bir anlığına hayal edin. Siz ruhsal bir insan olmak için çabaladığınız on tane yaşamdan sonra her şeyi salıveriyorsunuz ve bir sabah uyanıyorsunuz ve o aniden oluyor. Siz bir sabah şöyle bir hisle uyanıyorsunuz, "Oh! Ben canlıyım. Ben Ben'im. Ben Buradayım." Bunun için artık savaşmak yok. Kendini daha iyi hale getirmek için çabalamak yok.

Sanırım bunu bir kabul ediş, bir izin verme olarak adlandırabilirsiniz. "Ben Ben'im." Ve şu farkındalıkla, "Ben Buradayım. Ben bir insanım. Ben bu gezegende işlev görüyorum ve ben her şeyim." Ve. Onların sonunda izin verdikleri şey buydu. İçe işleyen şey buydu.

Eğer gerçekten izin veren o beş kişiden sizlerden her birinize ve hepinize bir mesaj vermelerini istemiş olsaydım bu, "O kadar zorlamayı bırakın. İnsan özünüz üzerinde o kadar çalışmayın." olurdu. Öyle yapmak sizi daha ileriye götürmez. Bu ancak sizin sizin için bir şey yaptığınıza inanmanızı sağlar. O sizin zamanınıza mal olur. O size bir tür misyon, hedef, savaş duygusu verir. Ama o beş kişi sonuçta size, "Buna hemen şimdi bir son ver. İnsan ol ve önüne çıkan her şey ol." diyecektir. Bu kadar. Ve siz ondan sonra rüyalarla dolu bir gece geçireceksiniz ve siz sabah uyandığınızda o berrak ve saf duyguyu hissedeceksiniz çünkü her şeyi bir araya getiren o Tamamlama Direktifi oradadır.

Ve bu doğaldır. Evet, çok şey konuşuyoruz. Ben size yeniden güven vermek için konuşuyorum. Sanırım sürekli devam eden o ikilem var, "Ben doğrusunu mu yapıyorum? Ben doğru yolda mıyım?" Ben gerçekte size bir şey öğretmiyorum; ben size sadece yeniden güven veriyorum. Ben size bir takım sözcükler veriyorum. Ben biraz dikkat dağıtıyorum ama ben size doğru yolda olduğunuzu söylüyorum. O kadar doğrucu olmayı bırakın ve sadece izin verin.

Biz bu yıla, bu diziye geldik ve eğer ben sizin bir resminizi çizecek olsam nasıl çizerdim? Siz yapılacak bütün çalışmaları yaptınız. Hala burada olanlarınız, ayrılmamış olanlarınız için- ve ayrılanlar konusunda yanlış olan hiçbir şey yok ama onlar insan üzerinde çalışmaya devam etmek istiyorlardı - hala burada olanlarınız için bu o yıl, bu sadece o derin nefesi alarak çabayı bırakacağınız yıl. Yani demek istiyorum ki hayatınızdaki her şeyi. Bu şu anlama gelmiyor...Cauldre benden örnek vermemi istiyor, "Eh, siz bir Üstatlar Kulübü inşa etmediniz mi?" Eh, bu çabalamak mı yoksa yaratıcı olmak mı? Bu iş ama sadece kendinizi kanıtlamaya çalıştığınız bir iş değil.

Siz sırf yapabiliyorsunuz diye çıkıp bir şey inşa etmeniz ile bir şarkı yaratmanız arasındaki farkı biliyorsunuz çünkü siz bunu yapabilirsiniz veya siz bir grup yaratabilirsiniz çünkü siz bir resim yapabilirsiniz ya da yaparsınız. Bu çalışmak değildir; bu sürekli yıpranarak yaşamanın aksine sadece yaşamaktır. Siz kendiniz üzerinde çalıştığınızda, kendinizi ispatladığınızda, kendinizi daha ruhsal hale getirdiğinizde, o insanı daha iyi hale getirdiğinizde mekanizmanın aşındığını hissedebilirsiniz.
Bunu salıverme zamanıdır. İnsanın gerçekten izin vermesini sağlayın ve sonra "ve"yi idrak etmeye başlayın. Çok daha fazlası var. Biz oraya doğru gidiyoruz. Ben o nedenle bu dizinin adını Transhüman Dizisi koymak istedim.

Transhümanizm
Ben son toplantımızda bahsettiğim şeyi , gezegendeki transhümanizm hareketini tamamlayacağım. Teknolojide bir hareket var. Sizin ProGnost Güncellemesini izleme şansınız olmadıysa izleyin ama ben size bir özet geçeceğim.

Gezegende olmakta olan en büyük şey teknoloji. İnansanız da inanmasanız da bu Donald Trump (kahkahlar) ya da Hillary Clinton değil. Terörizm değil. Kimyasallara ilişkin komplo teorileri değil. Eğer siz dikkat dağıtan şeyleri sevmiyorsanız gizli devletler ya da bankalar değil. Çevre de o kadar değil ama onun büyük bir rolü var. Her gün sizi haberlerde esir alan tartışmalar veya gezegendeki komplo teorileri değil. Özellikle komplo teorileri muazzam dikkat dağıtıcılardır. Onlar neden sıklıkla ruhsal insanları içine çekiyor? Komplo teorileri neden ruhsal yolda olanları bir mıknatıs gibi çekiyor? Bunu hiç anlayamıyoum.

Bu gezegende olanlar bunlar değil. Bu gezegende olan şey - eğer siz bilinci ayrıntılı bir şekilde incelerseniz - İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra gerçekten bu gezegene o eski küçük bilincin gelmesidir. İkinci Dünya Savaşı'nın bir çeşit dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bazıları buna ışık ve karanlığın savaşı diyor. Ben sadece onun daha fazla bilinç getiriyor muyuz, getirmiyor muyuz zamanı olduğunu söylüyorum. Sanırım ışık ve karanlık denilen şey bu olmalı ama İkinci Dünya Savaşı sırasında bir dönüm noktası oldu, tam da İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ve o noktada gezegene bilinç geldi. İki bin yıl önce ekilen Mesih tohumu sonunda filiz vermeye başladı.

Sizlerden çoğunun bundan 25 belki 30 yıl sonra dünyaya gelmeniz bir rastlantı değil ki bu da zaten sadece kısa bir zaman. Ama sizin bilinç getirmek için gelmeniz bir rastlantı değil. Onu siz getirdiniz. Siz bu bedenle doğdunuz ve sizin bir zihniniz oldu ama sizin getirmiş olduğunuz şey bilinçti. Sadece siz değil gezegende böyle birçokları var ama siz bilinç getirdiniz ve o şeyleri değiştirmeye başladı. Siz tarihi inceleyebilirsiniz, evrim, sosyal değişim özellikle 1950'lerin ve altmışların sonunda başladı ve 1980'lere kadar ve ondan sonra da devam etti. Siz bilinç getirdiniz ve değişimi yapan o oldu. Bizi Kuantum Sıçraması'na götüren şey o oldu - bilinç. Ve bilincin ardından teknoloji geldi.

Kendi hayatınıza, kişisel tarihinize bakın. İlk kişisel bilgisayar ne zaman çıktı? Sizin yaşam sürecinizde ve bu sizin için var olmamış olsaydı var olmazdı. Ve teknolojideki değişimlere bakın, özellikle bilgisayar teknolojisine, bilgi işleme bakın, bunlar gezegeni derinden etkilediler ve bunların kuantum hale geleceklerini söyleyebiliriz. Teknoloji denilen şey var ama o bilinç tarafından getirildi. Gezegende olanlar bunlar ve bu devam edecek.

Ben bu diziyi Transhüman diye adlandırdım çünkü o basitçe teknoloji sayesinde parçaların bütününü ve parçacıkları inceleyen entelektüeller ve bilim insanları için bir oyun. Bunların hiçbirisinde bir yanlışlık yok çünkü dediğim gibi sizin şu anda sahip olduğunuz bu bedenleriniz parçacıklardan oluşuyor, Edith. Onlar aslında size ait olmayan parçacıklar. Onlar heyecan verici parçacıklar tabii ki ama sizin bedeniniz dengeli değil. Siz öyle olduğunu sanıyorsunuz ama değil. Parçacıklar şimdi değişiyor demek istiyorum. Onlar benzer kalıplar dahilinde değişiyorlar ve bu konu bizim bu yıl yeniden tekrarlayacağımız konulardan birisi çünkü parçacıklar içeri geliyor; o yepyeni bir parçacık ama o aynı eski kalıba göre hizalanıyor, o, ta ki eskisi çıkıp yeni parçacıklar içeri girene kadar aynı eski kalıptaki gibi hizalacak ama onlar aynı şekilde hizalanıyorlar.

Siz ataları salıverdiğinizde, siz size gerçekten ait olmayan düşünceleri salıverdiğinizde veya siz size ait olanı ve olmayanı belirlediğinizde parçacıklara ait kalıplar değişir. Biz bunları yapacağız. Ama ben konunun dışına çıktım.

Ben "transhüman" sözcüğünü kullanıyorum çünkü benim dediklerimi ve aslında o beş aydınlanmış Şambra'nın yaptığını araştıran entellektüel bilimsel teknik bir hareket var. Onlar insanı nasıl mükemmelleştirebileceklerini araştırıyorlar. Onlar insanı potansiyel olarak nasıl ölümsüz hale getirebileceklerini araştırıyorlar. Onlar ölümden nasıl kaçınılacağını araştırıyorlar, onların yaptıkları şey bu.

Bu ilginç. Bu bir fenomen. Bu aslında teknolojinin gelişimini sürdürmesine neden oluyor ve bu sayede bedenin tıbbi olarak yaşayabileceği kanıtlanacak. Siz bir organı değiştirmeye muktedir olacaksınız, neden olmasın? Veya herhangi bir şey olduğunda bir uzvun değiştirilmesi, neden olmasın? Atomlardan, moleküllerden, parçacıklardan sıfırdan bir bütün beden oluşturmak? Evet, bu mümkün olacak. O varlıktaki bilinç mi? Bu ilginç bir soru. Bu bizim yanıtlayacağımız bir soru olacak, biz bu yıl ilerlerken her iki tarafı da inceleyeceğiz.

Fakat gerçekte bir çuval parçacığa bilinç doldurulabilir mi? Ve eğer bir beden bilgisayar programı sayesinde - parçacıkların ve kalıpların manipüle edilmesi sonucunda insan gibi gözükürse - gerçekten insan olur mu? Bu bilinç mi? Bu olağanüstü bir tartışma olur.

Ben bizim dramlarımız aşkına bu yıl bunun kodlarını çözeceğimizi söyleyeceğim ama biz bu konuda çok güzel tartışmalar da yapacağız. Ama siz biyolojik olarak üretilmemiş insan bedeni ve zihnine bilinç doldurup onun varlığını sürdürmesini sağlayabilir misiniz? Bunu yapabilir misiniz?

İlginç, ilginç bi ikilem. Ve ben biyolojik olmayan diyorum. Siz bunu Tobias'ın bir şekilde gerçekleştirmiş olduğunu biliyorsunuz ve onun kendisini biyolojik beden doğduktan yıllar, yıllar sonra ona doldurması oldukça büyük bir başarıydı. Ama o yine de biyolojik bir araçtı. O hala eski kalıpları izliyordu. O, ona dolmaya muktedir oldu ama öncesinde çok hazırlık yapılması gerekti. Ama sizde insan bedeni üreten o küçük yazıcılardan olsa ve siz düğmeye basıp bir insan bedeni çıkartsanız bilinç ona gerçekte girebilir mi?

Sizde insanlığın geçmişi konusundaki her ayrıntıyı, insanlar konusundaki her ayrıntıyı anlayan, gezegende mevcut olan her bilgiye sahip yeterince güçlü bir bilgisayar teknolojisi olsa siz çıktıda üretilmiş, bütün verilerin yüklendiği bir varlığa bağlansanız bu bilinç olur mu? Bunun mümkün olduğunu söyleyenler var çünkü onlar gezegendeki her şeyin bilişine sahipler denilebilir.

Bu arada, siz sadece son iki yılda gezegen ile ilgili temel bilgilerin evlerdeki, iş yerlerindeki, bilgisayar merkezlerindeki bilgisayarlara yüklendiğini fark ediyor musunuz, iki yılda bu gezegende bu zamana kadar toplanan bilgiden daha fazla veri yüklendi, buna Atlantis zamanları da dahil - ama lütfen Atlantis zamanına dönmeyelim; o zamanlar çok güzeldi ama daha iyi değildi. Sadece iki yılda bu gezegendeki bilgi tabanı gezegenin tüm tarihinin toplamından daha fazla genişledi; geçtiğimiz son iki yılda daha fazla enformasyon yüklendi.

Biz bu yöne doğru gidiyoruz ve bizim Transhüman dizimizin konusu da bunlar. Ama bu bir yere farklı bir yoldan gitmeye benziyor. İnsanı mükemmelleştirmek, bedeni göreceli olarak ölümsüz hale getirmek isteyenler olacaktır. Bu iyi. Ölümsüz. Siz gerçekten de o insan bedeninde daha ne kadar varolmak istiyorsunuz? Ben bunu soruyorum. Ben bir kristalin içinde 100 bin yıl geçirdim. Bu arada o benim bedenimdi. O benim realitemdi. Ben size sizin şimdi gerçekten o şekilde sıkışmış olduğunuzu söyleyebilirim, 200 yıl sonra sıkılıyorsunuz (bazı kıkırdamalar) belki 300 yıl sonra. Ondan sonrası sıkıcı - eh, sataşacak, eğlenecek veya bir şey yapacak, iyi vakit geçirecek kimse yoksa öyle oluyor.

Yani ben o ölümsüzlük denilen şeyi gerçekten merak ediyorum. Neden ölümsüzlük? Neden teknoloji kullanılarak, beyine bütün insan bilgilerini yükleyerek bedeni ölümsüz hale getirmek için araştırma yapılıyor? Benim arkada durup biraz gülmem lazım. Neden? Neden? Onlar bunu duymak istemeyeceklerdir ama onlar tekil. Onlar sadece insana, sadece bu boyuta, sadece bu realiteye odaklanıyorlar. O kadar. Ve onlar bu nedenle insanı daha iyi hale getirmek, daha uzun yaşatmak, daha akıllı yapmak, daha güçlü yapmak, daha seksi yapmak için o kadar çok çabalıyorlar.

Transhüman hareketi çerçevesinde duyma yetisini ya da görme yetisini artırmak kadar duyular ve duyumsallık konusunda konuşulmuyor ama insan ölümsüzleştiriliyor. Yaşamın kendisi, yaşam deneyimi hakkında o kadar çok konuşulmuyor.

Şimdi - ve yeniden söylüyorum, ben burada biraz uçları oynuyorum ama - o transhüman hareketi insanı ölümsüz yapmaya çalışıyor. Onlar ile oturup onlara soru sormak hoşuma giderdi, belki benim için bunu siz ayarlarsınız, onlara soru sormak gerçekten hoşuma giderdi çünkü benim felsefe ile ilgili biraz temelim var - sanırım felsefeyi ben yarattım, o benim hatalarımdan birisi ama benim biraz temel bilgim var - siz bunu neden isteyesiniz ki? Hayatınız asla ölmeyi istemeyecek kadar mı güzel? Sizin deneyimleriniz o kadar mı derin ve zengin? Yani demek istiyorum ki siz tüm gününüzü bilgisayarda teknik şeylere bakarak geçiriyorsunuz. Yani sizin önünüzdeki 20 milyon yılda yapmak istediğiniz şey bu mu? (bazı kıkırdamalar) Ve ben onlara Adamus tarzı ile kibar bir şekilde gülüyorum. (kıkırdamalar artar) gerçekten?! Ben bir kristalin içine sıkışmıştım ve bu o kadar da iyi bir şey değildi.

Siz gerçekten o bedenin ölümsüz olmasını istiyor musunuz? Siz gerçekten sadece insana odaklanmak istiyor musunuz ve duyumsallığı bile içeri getirmek istemiyor musunuz? Ben bu transhüman hareketlerinin hiçbirisinde daha büyük seks organları veya daha büyük orgazmlar yaşamak veya bunun gibi şeyler ile ilgili bir şey göremiyorum. Bu tıpkı, "Ben sonsuza kadar bir robot bedende yaşamak istiyorum ve..." demek gibi bir şey. Peki ya hayatın kendisi? Peki ya duyumsallık? Peki ya çok boyutlluk? Yani ben isterdim.

Yani ben bu dizinin adını kasten "Transhüman" koydum çünkü siz - biz - bizi daha net bir sonuca götürecek olan farklı bir yoldan gideceğiz. Biz insan olmayı muazzam bir şekilde salıvererek, sadece insan olmayı, tekil olmayı aşarak "ve"ye gireceğiz.

Ben Linda'dan yapacağımız konuşmaların bir listesini çıkarmasını istemeye devam edeceğim ama çok yakında Adem'in Yarası'nı işleyeceğiz. Zavallı adam. Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki çünkü İsis'in yarası vardı ve biz onu işledik şimdi de Adem'in Yarası çıktı. Zavallı erkekler orada sıkışıp kalmışlar. Erkek olmak zor değil mi? (bir adam "evet" der) Evet! Evet! Gördünüz mü? Gördünüz mü? Bütün erkekler, erkek olmak zor değil mi? Bilirsiniz işte siz burada İsis'in yarasının yanında oturuyorsunuz ve şimdi de - biz Adem'in Yarası'nı henüz dile bile getirmedik. Nerede kalmıştım? (bazı kıkırdamalar)

Yani bizim transhümanizmimiz her türlü tekilliğin ötesine geçecek ve teknolojiyi kullanmadan ya da teknolojiyi en son bedeni oluştururken kullanarak benim şimdi yaptığım hesaba göre muhtemelen 30 ya 40 yıl içinde siz bir düğmeye basarak bir beden yapabileceksiniz. Teknoloji değişebilir ama 30-40 yıl içinde gerçekten, gerçekten iyi nano tipi bedenler ya da bedeninizde nano parçacıklar olacak, o kadar.

Yani biz bunu biraz farklı yapacağız. Biz insan olma tekilliğini aşacağız. Biz insan varlığının yükünü atacağız ve "Artık bu kadar çabalamana gerek yok" diyeceğiz. Sizin onun üzerinde çalışmanız gerekmiyor, onun için strese girmeniz gerekmiyor çünkü siz insansınız. L...(anet) olun... insan olun ve... (birisi "öhöm" der) Nasıl mı izleyin...ne? Ben kötü bir sözcük telaffuz etmedim. Lanet (fuck), istesem derdim ama... (yoğun kahkaha) Ama demedim! Tüm mesele bu. Benim lanet kelimesini kullandığım yer alternatif bir realiteydi ama bu yayında bunu söylemedim. Siz benim bunu neredeyse söyleyeceğimi zannettiniz. İşte büyücü. Siz benim bunu telafuz edeceğimi sandınız. Siz duydunuz. Ben o nedenle bunu diğer relitede o kadar sesli telaffuz ettim. Ben bu realitede bir şey demedim çünkü bu realitede kötü sözcükleri yakalıyorlar. Bu tıpkı "oh" demek gibi bir şey...bu arada lanet ne demek? Hayır, demek istiyorum ki...

LINDA: Sonra! Sonra (bazı kahkahalar)

ADAMUS: Hayır, ben burada biraz duracağım. Bu gerçekten ne anlama geliyor? Neden kaynaklanıyor? Bilen var mı? İlk ne zaman kullanılldı? (bazıları parmak kaldırır) Evet. Linda mikrofonu getirsin ki siz bunu tüm dünyanın önünde söyleyebilesiniz. Yani ben bunu anlamıyorum, bizim zamanımızda böyle bir kelime yoktu. Bizde o kelime yoktu.

LINDA: Burada.

ADAMUS: Evet. O zamanlar bizdeki en kötü kelime "Şeytan"dı.

ŞAMBRA 1 (kadın): Yanılabilirim.

ADAMUS: Evet.

ŞAMBRA 1: Ben bunun daima “yasadışı cinsel ilişki” anlamına geldiğini duydum.

ADAMUS: Ne anlamına?!

ŞAMBRA 1: Yasadışı cinsel ilişki.

LINDA: Ohh!

ADAMUS: Oh, lanet olsun!

ŞAMBRA 1: İnsanlar koyulduğu zaman...

ADAMUS: Onu görüyorum demek istiyorum. Evet, evet.

ŞAMBRA 1: İnsanların prangalara vurulduğu zamanlar.

ADAMUS: Yasadışı cinsel... cinsel ilişki nedir?

ŞAMBRA 1: Seks. (kıkırdarlar)

ADAMUS: Ben biliyorum! Bizim o zamanlar rahipler ve piskoposlar ile ilgili bir fıkramız vardı. Cinsel ilişki.

LINDA: Ben onun, "... altında zina" olduğunu sanıyordum. (birisi "o kralın onayı" der) Evet, evet, evet. Senin ondan izin alman gerekiyordu.

ADAMUS: Sanırım bu Facebook Şambra sayfası için iyi bir konu olur. (Linda güler) Eh, argo sözcükler filan. Onlar nereden geliyorlar? "Bok" (shit) nereden geliyor? Kullandığınızı duyuyorum.

LINDA: Sen bilmiyor musun nereden geldiğini? (kahkahalar)

ADAMUS: Ben o sözcüğü hiç kullanmadım. Ben o sözcüğü sizin kullandığınızı duyuyorum. Nereden geliyor? Benim son yaşamımda böyle sözcükler yoktu. Bu sözcüklerden yoktu. Bizim başkasına söylediğimiz...

LINDA: Bunları karşılayan Fransızca sözcükler vardır.

ADAMUS: Bazı Fransızca sözcükler. Biz insanlara orospu ya da piç ya da Şeytan gibi şeyler söylüyorduk. Ama bizde bu komik sözcükler yoktu ve insanlar bu konuda çok kapalıydı. Bu küçük dikkat dağıtma hoşunuza gitti mi? Hadi transhümana geri dönelim. Siz neredeyse uykuya dalıyordunuz! Ben f (fuck)... demeye başladığımda siz canlanmaya başladınız.(kahkahalar) Siz gerçekten de uyumaya başlamıştınız.

Bizim transhümanizm konusunda yapacağımız çalışma sanırım kasten yapılmış bir şaka gibi gelecek; kasten, planlı yapılan bir kelime oyunu. Bizim işimiz basitçe, çok doğal bir şekilde eski biyolojinin salıverilmesine izin vermek ve sizin yaptığınız gibi imgelemeniz ile bedeninizi oluşturan parçacıkları yeniden düzenlemek. Tanrı imajı ile değil veya kesinlikle eski ataların imajlarlerı ile değil. Biz bunu büyük kitlelerin sağlığını iyileştirmek için yapmayacağız. Bu gerçekten işe yaramaz. Biz sadece parçacıkları yeniden düzenliyoruz, sadece eskiyi salıveriyoruz. Biz, siz bunu nasıl adlandırıyorsunuz bilmem ama büyük eski bir boku basitçe serbest bırakıyoruz. Ve siz o zaman kendi içinizde bir dolu teknoloji kullanmaya gerek duymadan doğal bir transhüman hareketi keşfedeceksiniz. Peki ya yaparsanız ne olur?

Bu arada, bana arada şu soruluyor, "Adamus yüz gerdirmek doğru bir şey mi?" Benim umurumda değil. Yüzünüzü gerdirin. Bunun bir önemi yok. Veya, "Estetik ameliyat olmak kötü bir şey mi?" Ben şu anda gezegende bulunuyor olsaydım muhtemelen yaptırırdım. Neden olmasın? Sizin bunun için gereken araç gereçleriniz var. Yaptığınız şeyde bilinç önemli. Siz bunu, "Ben yüzümden ve bedenimden nefret ediyorum" diye yaparsanız bu bir bilinç olur. Ama siz, "Hey neden olmasın?" diye yaparsanız başka olur. Bilirsiniz işte, siz dışarı çıkar ve - siz bunu nasıl adlandırıyordunuz - ve küçük bir iş halledersiniz. "Evet, yapacak biraz işim vardı." (bazı kıkırdamalar) Ama eğer yapacaksanız doğru bir şekilde yapın. İşini bilen birilerine gidin, kasap gibi birine değil. Bunun için biraz para harcayın. Doğru şekilde yapın. Bilinç içinde yapın.
Transhümanimzde biz bilgisayarları heklemeyeceğiz veya beyinlerinize çipler yerleştirmeyeceğiz. Bu bilinç ve akıl arasındaki farkı anlamak ile ilgili bir şey ve tüm mesele bu. Bu kadar basit.

Biz zihni geliştirmeye, daha akıllı yapmaya çalışmayacağız. Akıl çok insana dair bir şey. O çok lineer. Çok, çok lineer. Siz ne kadar bilgi istersiniz veya siz ne kadar bilgiyi tutabilirsiniz? Ben bir Yükselmiş Üstat olarak hiç bilgi tutmuyorum. Benim buna ihtiyacım yok. Neden? Bende herhangi bir hafıza kartı veya bunun gibi hafıza depolayan bir şey olmadığı gibi bunu ben de istemem. Bu bir yük. Eğer benim bir şeyi bilmeye ihtiyacım varsa ben bunu basitçe sorarım ve o orada olur. Bu kadar. İstediğim her neyse eğer o benim için yeterince değerliyse basitçe orada olur. Eğer öyle değilse orada olmaz.

Siz bu çağda araç gereçlere sahipsiniz. On parmağınız ile neredeyse herhangi bir şey konusunda herhangi bir şeyi bulabilirsiniz. Onları neden beyninizde taşıyasınız? Siz onları bunun yerine cebinizde, sahip olduğunuz o iYammer'ın içinde taşıyabilirsiniz. Yani biz beyni geliştirmeye, sizi daha akıllı yapmaya çalışmayacağız. Akıl çok insan, çok lineer. Zihin gücü - çok, çok insan.

Bilirsiniz işte, akıl bilincin bir sonucu olarak yaratıldı. Akıl - bir duyumsama şeklidir ve örneğin bir deneyimi, bir boyutu algılar. Akıl buna izin verir ama sadece aklın yüceltilmesine odaklanmak asla düşünülmedi. Sizin diğer realitelerde akla ihtiyacınız yok. Orada akıllı olmanıza ihtiyaç yok. Ben bunu sık sık dile getiririm, gerçekler şöyle, siz o diğer realitelerden bazılarına gittiğinizde gerçekler sizi öldürecektir. Bu gerçekten böyle olacaktır çünkü bu sizin bunların orada önemi olmayan, bunları tanımayan, bunları kullanmayan öbür realitelerde insan perspektifinde kalmaya çalıştığınızı gösterir. Siz topçu savaşına kılınç ile gitmiş olacaksınız ve siz kaybedeceksiniz.

O nedenle biz aklı inşa etmek konusunda bir çalışma yapmayacağız. Biz bilinç ve akıl arasındaki farkı anlayacağımız bir noktaya geleceğiz ve arada muazzam bir fark var. Muazzam bir fark. Biz transhüman hareketimiz dahilinde bilince ulaşacağız.

Siz bilgisayarlarınızı kullanacak mısınz? Kesinlikle. Siz bilgisayarlarınızı veri yüklemek, hayatınızda ihtiyaç duyduğunuz akıl ile ilgili şeyleri yüklemek için kullanabilirsiniz. Biz bir hareket başlatmayacağız, biz komik giyisiler ile - askılı erkekler ve boneli hanımlar ile - ormana giymeyeceğiz ve biz bilgisar ve elektrik kullanmayacağız. Hayır. Biz kesinlikle sizin teknoloji dediğiniz ve sizin bilinciniz tarafından yaratılmış olan kaynakları kullanacağız ama bunu sadece yaşamdaki deneyimler için değil, daha iyi deneyimler yaşamak için yapacağız. Ve arada muazzam bir fark var.

Biz bir tür asiler olacağız. Dünyada bunun için gayret gösteren, bu noktaya gelmiş 30 bin Şambra almaya ve vermeye devam edecek. Bazıları bununla yüzeysel olarak uğraşacak sanki bir masaya gelip biraz ondan biraz bundan atıştırır gibi ama siz bunu açık büfede yer gibi yapamazsınız. Demek istiyorum ki, işte bu tamamıyla bir ders.

Hadi diyelim 30 bin kişiye kıyasla, oh, belki 20-23 milyon kişi şimdi farklı transhüman yollarında. Kıyaslandığında oldukça küçük bir rakam. Ve o diğer akılsal transhüman yolu milyonlarca insan, sizin yaşam süreciniz içinde milyarlarca insan toplayacak. Onlar kendilerine transhümanistler demeyecekler ama onlar yine de o yolda gidiyorlar.

Yani biz çok az sayıda kalıyoruz ama biz çok deneyimliyiz, çok olgunuz, çok adanmışız ve temel anlamda çok genişlemiş haldeyiz. Sadece insan olmanın ötesinde olanlar sizlersiniz.

Sizin istemiş olduğunuz şeyler var - siz daha sağlıklı olmak istediniz, siz daha genç gözükmek istediniz - ama biz bunları o nedenle yapmayacağız. Biz bunları basitçe sizin siz olmanızın zamanı geldiği için yapacağız, sizin sadece tekil siz ile değil bütün benlikleriniz ile olmanız için.

Ben o nedenle önümüzdeki birkaç yıl içinde sizden burada bizim transhüman ile aramızdaki paralelliği izlemenizi isteyeceğim - şu anda ekranda bunun harika bir temsili var. (ortasında bir nokta olan bir daire) bunu online izleyenlere de gösterebilirseniz. Bu ne anlama geliyor? Bu ne anlama geliyor? Eh, bu işte kutsal daire, ortasında nokta olan bir daire. Hatırlayın, ben hep noktanın sizin gelmiş olduğunuz Kaynak olduğunu söylerim. Daire temelde sizin deneyimlerinizi, bilgeliğinizi temsil ediyor. Ve siz o daimi Kaynak olduğu için onun değişmeyeceğini düşünmüş olabilirsiniz. Siz oradan geldiniz. O bütün deneyimleriyle çevrelenmiş olan saf bilinçtir. Ama bir şey değişti ve o şimdi bir artı işareti haline geldi. Orta nokta asla eskisi gibi olmayacak.

Ve siz orijinal dairenin belirsiz imajını, siz saf, saf, saf bilinç diye adlandıracağınız orijinal Kaynağın şimdi genişlediğini görebilirsiniz. O bir artı işareti. O bir haç değil. O İsa'nın üstünde öldüğü şey değil ve biz buraya oraya bağlanmış olan bir erkeğin küçük bir resmini koymayacağız. Hayır. (Adamus kıkırdar) Ve o İsviçre bayrağı da değil. Sizin bazılarınız için üzgünüm ama o İsviçre'nin sembolü değil. O bir artı işareti. Siz artı işaretinin ne olduğunu biliyorsunuz, o, o anlama geliyor. Ve. Evet. Artı işareti. Yani sembol o. O aynı zamanda her yöne doğru genişliyor ve eğer biz ona iki boyutlu bir şekilden daha fazlasını çizebilirsek o artılar, oradaki ışınlar, içeriya de dahil olmak üzere her yöne yayılacak. Her yöne; o sadece dışa doğru genişlemeyecek ama içe doğru da genişleyecek, kendi içine doğru genişleyecek. Gerçek genişleme her yöne doğru olur, sadece dışa doğru değil, içe doğru da, kendine doğru da. Gerçek genişleme her şekilde, her yöne doğru olur.

İşte bu onu temsil ediyor. Gezegendeki yeni bilinç bu ve temelde sizin yaratmış olduğunuz şey bu. Böyle olduğu söyleniyor - bu benim sadece açılış konuşmam. (Adamus kıkırdar)

Hadi o zaman insan için güzel, derin bir nefes alalım, bundan sonra daha iyi bir insan olmak için o kadar çok çaba harcamayı bırakacak olan insana, lütfen. Lütfen. Hadi biz ona basitçe yolun sonu diyelim. Neden?

Bilirsiniz işte, bunun kötü yanı... aranızdan bazıları biraz daha olgun, yıllar geçirdi, sizin beyniniz için ya da sağlığınız için olsa da, o lanet çaba neden? Siz, "Oh, aklımı kaçıracağım." diyorsunuz. Bu sizin başınıza dünyada gelebilecek en iyi şey. (bazı kıkırdamalar)Bu Alzheimer hastalığının belirtilerine benzemez ya da benzer ama bunlar zihnin ötesine geçmeye muktedir olmak için oluyor. Ve eğer sizlerden herhangi biriniz tam da şu anda zihinsel bocalama hissediyorsa, budur. Siz sadece genişliyorsunuz. Derin bir nefes alın, çenenizi kapatın, meditasyon yapmayı bırakın ve bocalamanın keyfini çıkarın. (bazı kıkırdamalar)

Günün Sorusu

Hadi güzel, derin bir nefes alalım ve sorulara geçelim. Linda mikrofonu al lütfen, bütün Şambra tetikte. Ve, bilmiyorum, Cauldre benden bugünkü bu bölümü kısa tutmamı istiyor çünkü bugün büyük bir partiye katılacaksınız. Güneş de çıktı. Heyecan verici değil mi? Şaud başlayınca güneş çıktı.

LINDA: Daha çok zamanın var.

ADAMUS: Hayır, Cauldre partiyi istiyor ama benim anlatacak daha çok şeyim var. (bazı kıkırdamalar)

LINDA: Aşacaktır o bunu, aşacaktır.

ADAMUS: Soru…

LINDA: Daha çok zamanın var.

ADAMUS: Soru – oh, biliyorum.

LINDA: Sen bundan kurtulmaya mı çalışıyorsun?

ADAMUS: Neden?

LINDA: Daha fazlasını yapmaktan.

ADAMUS: Hayır, hayır, hayır, hayır. Benim daha saatlerim, saatlerim, saatlerim var.

LINDA: Güzel, güzel, güzel, güzel.

ADAMUS: Yarına kadar devam edebilirim. (bazı kıkırdamalar)

Soru, Linda mikrofona ilk, hım...

LINDA: Gönüllü?

ADAMUS: Gönüllü. Şanslı gönüllü. Ben o kişiye...ben soruyu sormadan önce o mikrofonu yüzlerine doğru tut, Tanrım.

LINDA: Gerçekten mi?

ADAMUS: Eh, evet.

LINDA: Hemen mi?

ADAMUS: Evet, herhangi biri, ben de o zaman soruyu sorarım.

LINDA: Tamam. Ben zor birini bulacağım.

GARRY: Ah, ha.

ADAMUS: Oh, bu uygun biri.

GARRY: Oh! Aynen öyle.

ADAMUS: Oh, güzel. O halde doktor, ne yazacaksın - ve ben senin bu konuda düşünmeni istemiyorum - mezar taşına ya da anıt taşına ne yazacaksın? Yazmayacağını biliyorum...

LINDA: Oooh!

ADAMUS: Sen yakılacaksın. Ama senin anıt taşın olacak, sen ona ne yazacaksın. Beş kelime ya da daha azı. On kelime.

GARRY: Sonsuza kadar.

ADAMUS: “Sonsuza kadar!” Bunu sevdim. Güzel. "Sonsuza kadar." O kadar. Bu hoşuma gitti. Biraz şiirsel, biraz filozofik. Muzip. Bazı insanlar ona bakıp gideceklerdir, "Sonsuza kadar ne?" Ben anladım yine de. Sonsuza kadar. Güzel. Sen böylece benim yapıştıracağım cevabı desteklemiş oluyorsun.

Peki, mikrofon geçsin. Onlar bunu o kadar çok düşünmeye başladılar ki. Oh, ve onlar şimdi - evet. Peki, sıradaki. Mezar taşına, anıt taşına, duvardaki tabelana ne yazacaksın? Evet, senin duvarda bir tabelan olacak. Sen onun üzerine ne yazacaksın?

CATHY: Yaşadım.

ADAMUS: “Yaşadım!” Güzel. "Ben sevdim"e ne dersin? "Ben yaşadım. Ben sevdim. Peki, "Ben yaşadım." Güzel. Yaşadın mı? Sen yaşadın mı?

CATHY: Yaşamadım.

ADAMUS: Güzel. İzin verirsen sana şunu sorabilir miyim - ve bu tabelanın arka tarafında yazacak yani kimse göremeyecek - yaşamını nasıl tarif ederdin? 50 kelimeyle ya da daha azıyla. Ehh, başlangıçtan bugüne kadar - nasıl tarif ederdin?

CATHY: (kısa duraklama) Çok akılcı, analitik.

ADAMUS: Planlanmış.

CATHY: Perfeksiyonizm.

ADAMUS: Planlanmış.

CATHY: Organize edilmiş. Hedefler. Ve izin vermek ve yaşamak ve çaba harcamadan doğal olarak hareket etmek konusunda bir noktaya kadar gelmek ve bir sürü sevinç.

ADAMUS: Senin hiç küçük bir plan veya bir organizasyon yapmaya dair bir eğilimin oldu mu? Adamus amcana anlatabilirsin.

LINDA: Ohh! Onunla Küba yolculuğumuzda bize yardım edeceği konusunda henüz anlaşmıştık.

ADAMUS: Kimseye söylemeyeceğim.

CATHY: Evet ama…

LINDA: Küba gezisine katılıyor o. Zaten plan yapıyor!

CATHY: Ama o yine de izin vermek olur. İzin vermek olur. Yanıtlar gelir ve bilirsiniz işte yaparsınız.

ADAMUS: Yani bu benim kritik dediğim şeyden bir hayli uzak...

CATHY: Mm hımm.

ADAMUS: … eh, basitçe salıver.

ADAMUS: Kendin için yapabileceğin en iyi şey. Evet. Salıvermek bütün giyisilerinizi çıkarıp çıplak bir şekilde sokakta koşmak demek anlamına gelmez - ki bu da çok kötü bir şey değil - ama kendinizi yapılandırmayın. Yapılandırmak yıkmaktır. Yapılandırmayı bırakın. Kendinizi asla olmayacağınız ve olmak istemeyeceğiniz kişi haline getirmeye çalışmayı bırakın, tamam mı? Güzel. Teşekkür ederim.

Birkaç tane daha. Mezar taşında ne yazıyor? Ben bu soruyu hep sevmişimdir - "Meza rtaşı?!"

KAY: Sevinç içinde yaşadı.

ADAMUS: Sevinç içinde yaşadı. Bu doğru bir açıklama mı?

KAY: Genellikle.

ADAMUS: Genellikle.

KAY: Her zaman değil ama çoğu zaman.

ADAMUS: Zamanın yüzde kaçı?

KAY: Muhtemelen yüzde 70, yüzde 80'i.

ADAMUS: Oh, bu iyi. Hoşuma gitti. Evet, evet.

KAY: Evet.

ADAMUS: Tabelanın arka yüzünde diğer zamanlar için ne yazıyor?

KAY: Hala salıverebilmeyi öğreniyor. (kıkırdar)

ADAMUS: Peki. Sen sonra öğrenmeyi bırakıyorsun ve sadece sikt...diyorsun!

KAY: Sal.

ADAMUS: Ve salıverirsin.

KAY: Evet.

ADAMUS: Evet. Ondan sonra ailendeki herkes, "Ohhh! Şimdi gerçekten tuhaflaştı o" der. Sadece salıvermek. Bunu biliyor muydun? Onların senin hakkında sahip oldukları bütün olumsuz fikirler senin için iyi. Ciddiyim. Eğer onlar, "Oh, o deli." diyorlarsa bu bu iyi bir şeydir. Fakat onlar, "O da bizim gibi." (kahkahalar) dedikleri anda "Aman Tanrım! Ben nerede yanlış yaptım?" olur.

KAY: Ben genellikle ortamdaki en tuhaf kişi oluyorum ve bu beni hiç rahatsız etmiyor. (kıkırdar)

ADAMUS: Neden olmasın? Aslında tuhaflık insanların hoşuna gidiyor.

KAY: Doğru!

ADAMUS: Onlar aynı zamanda rahatsız da oluyorlar. Bilirsiniz işte, bir tuhaflık olduğunda bu aslında onların gizliden gizliye hoşuna gidiyor. Ama onlar, "Aman Tanrım" diyorlar. Onlar yapamıyorlar. Onlar o kadar İngiliz kalıyorlar ki. (kahkahalar artar) "Oh, biz yapamayız... bu çok nezaketsiz." Ve evet. Özür dilerim ama bilirsiniz işte - eğer siz İngiltere'den izliyorsanız ya da İngilizseniz - benim ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur. Ve siz gülüyorsunuz. Ben sizi görebiliyorum.

LINDA: Burası İngiltere.

ADAMUS: Evet. Oh, evet. (Linda güler) Evet. O halde mezar taşında ne yer alacak… ben haklı değil miydim...

ŞAMBRA 2 (İngiliz kadın): Evet, tamamen öyle. Tamamen, evet. (kıkırdar)

ADAMUS: Tamamen. Bilirsin işte 300, 400 yıl önce bu işe yarıyordu. Bilirsin işte, bu o zaman çok uygundu ama şimdi öyle bir şey yok!

ŞAMBRA 2: Evet.

ADAMUS: O dar gelen iç çamaşırını çıkart. (kahkahalar)

ŞAMBRA 2: Tamamen!

ADAMUS: Ve sadece… evet, peki. Mezar taşın.

ŞAMBRA 2: Ben Buradayım.

ADAMUS: “Ben Buradayım”

ŞAMBRA 2: Ben Buradayım.

ADAMUS: Güzel. Toprağa. Mezartaşına, "Ben Buradayım."

ŞAMBRA 2: Ben ötesindeyim!

ADAMUS: Merhaba!

ŞAMBRA 2: Burada ve ötede! (kıkırdar)

ADAMUS: Bazı insanlar oradan yürürken senin mezar taşını okuyacaklar ve "Evet, işte!" diyecekler. (kıkırdamalar artar)

ŞAMBRA 2: Evet, bu iyi, bu onları soruya götürür! (güler)

ADAMUS: “Ben buradayım.” Evet, peki. Onların göremediği arka tarafta ne yazıyor? Hayatın nasıl?

ŞAMBRA 2: Cehennem yolculuğu gibiydi.

ADAMUS: “Cehennem yolculuğu.”

ŞAMBRA 2: Evet.

ADAMUS: Peki. Evet.

ŞAMBRA 2: Evet. (kıkırdar)

ADAMUS: Evet. Bir daha aynı şekilde yapar mıydın?

ŞAMBRA 2: Hımm. Muhtemelen yapmazdım. (kıkırdar)

ADAMUS: Muhtemelen değil. Evet. Bu konuşan onun İngiliz parçası. O, "Siktir hayır! Yapmazdım!" diyor. (kahkahalar)

ŞAMBRA 2: Evet.

LINDA: Ne?!

ŞAMBRA 2: Evet.

ADAMUS: Oh, ben yapmazdım. Peki, teşekkür ederim. Şimdi onu mu konuşturacaksın?

ŞAMBRA 2: Evet.

ADAMUS: Peki. İyi...

LINDA: Oh, oh. Tamam.

ADAMUS: Devam et.

LINDA: Pardon, Lloyd.

ADAMUS: Senin mezar taşın. O ne diyor?

LLOYD: Şöyle derdim, "Kim sonsuza kadar yaşamak ister?"

ADAMUS: “Kim sonsuza kadar yaşamak ister?” Doğru.

LLOYD: Böyle yazardı.

ADAMUS: Peki. Peki. Birkaç tane daha.

LINDA: Tamam.

ADAMUS: Güzel. Bu hoşuma gitti.

LINDA: Sen tuhaflık istedin. Beni boş verme.

ADAMUS: Merhaba.

GREGORY: Kötü küçük şeytan. (bazı kıkırdamalar)

ADAMUS: Evet. Evet.

GREGORY: Özgürlük.

ADAMUS: “Özgürlük” Peki. Mezar taşında bu mu yazacak?

GREGORY: Ben mezar taşı istemiyorum.

ADAMUS: Evet. Tabela istiyor musun?

GREGORY: İlerlemek.

ADAMUS: “İlerlemek,” evet. “Ben ilerledim. Sen sıkışıp kaldın." (kahkahalar) Bu hoşuma gitti.

Peki. İki tane daha.

LINDA: Peki.

ADAMUS: Oh, bu arada, mezar taşının, tabelanın arkasında ne yazıyor?

GREGORY: Kötü küçük şeytan bölümü oydu işte.

ADAMUS: “Kötü, küçük…” okay.

GREGORY: Evet.

ADAMUS: Sen arka bölüme “Bööö!” yazmayacak mısın?

LINDA: (esner) Ohhh! Ovv!

ADAMUS: Bu özel bir şaka.

LINDA: Peki, hadi…

ADAMUS: O, koyunları seviyor değil mi? Neden olmasın?

LINDA: Bekle, bekle, bekle.

ADAMUS: Onlar insanlardan daha iyi değil mi? Sıradakiler nerede? Evet.

ŞAMBRA 3 (kadın): Her şeyin ötesinde.

ADAMUS: “Her şeyin ötesinde” Peki. Ya görünmeyen arka tarafta?

ŞAMBRA 3: Belki benim lisanımda bir şeyler olabilir.

ADAMUS: Evet, peki.

ŞAMBRA 3: Evet.

ADAMUS: Peki.

ŞAMBRA 3: Bu kadar.

ADAMUS: Bu ne anlama geliyor.

ŞAMBRA 3: Aynı şey.

ADAMUS: Peki.

ŞAMBRA 3: Evet.

ADAMUS: Güzel. Teşekkür ederim. Bir tane daha.

LINDA: Tamam, bir tane daha. Bir tane daha.

ADAMUS: Mezar taşları.

LINDA: Ehh, ehh, ehh.

ADAMUS: Sonra da hepimiz öleceğiz.

LINDA: Gönüllü olan var mı? Bakalım. Bakalım. Oh, bilmem gerekirdi.

ADAMUS: Senin bunu hissetmen için biraz daha fazla vaktin oldu?

CAROL: Çünkü ben yapabilirim.

ADAMUS: “Çünkü yapabilirsin" Peki. Peki ya arka taraf?

CAROL: Yol, yol, yol, çok fazla çalışma.

ADAMUS: Evet, evet. Peki. Güzel.

Hadi güzel, derin bir nefes alalım.

Ölüm Yalanı

Şimdi yapacağımız ilk şey. Hadi ışıkları biraz kısalım ki gözümüzü almasın. Yapacağımız ilk şey... Bu bölümün çok önemli olduğunu düşünüyorum ben, bu dizinin başında... Ben geçen ay bundan bahsettim ama ben şimdi gerçekten bunu işlemek istiyorum.

Ölüm kesinlikle bir yalan. O kesin bir yalan ve o insanlara o kadar işlemiş ki insanlar ona inanıyorlar ve ondan sonra ölüyorlar. Ve bu çok kötü bir şey çünkü o bir yalan. O bir illüzyon.

Şimdi, ben çok ileri gideceğim, o utanç verici bir yalan. Ölüm yok. Yok. Bazıları çıkıp "Ama Adamus bak. Sen öldün ama." diyecektir. Hayır ölmedim. Ölmedim. Ben ölmedim. Benim yüzlerce, yüzlerce, yüzlerce yıl yaşadığım söyleniyor. Ben basitçe geçiş yaptım ama arada çok büyük fark var.

Fiziksel bedenin öldüğü söylenebilir ve ölüm bu nedenle gerçek ama öyle olması gerekmiyor. Fiziksel bedenin kalp krizi, hastalık, felç nedeniyle veya kademeli olarak ölmesi gerekmiyor. Onun ölmesi gerekmiyor. Siz birleştirme yapacaksınız, siz fiziksel özünüzün özelliklerini Ben'imliğinize katacaksınız ve siz ölmeyeceksiniz.

Siz içinde kilitli bulunduğunuz, limitli ve sıklıkla varoluşun acı dolu bir halinden çıkıp geçiş yapacaksınız ama sizin istediğiniz de zaten bu değil miydi? Ama siz ölmeyeceksiniz.

Siz yüksek olmayan fiziksel doğanın ve zeki doğanın olduğu başka realitelere gideceksiniz, onlar belki de hiç bilinmiyor olabilirler ama siz varolacaksınız. Siz olacaksınız ve sizin bilişiniz, bilgeliğiniz olacak, hatta siz bütün yaptıklarınızı, nerelere gittiğiniz, neler yaptığınızı hatırlayacaksınız. Ama biz transhümanizme girerken onun anlamı basitçe tekil insandan çıkmak olacak, bu önemli çünkü biz şu anda ölümün kendisini geçtik.

İnsanlar kendi adlarının, kendi varlıklarının farkında oldukları ilk andan itibaren genellikle ölüm konusunda endişelenirler. Çocuklar iki, üç, dört yaşından başlayarak ölümün kendisinden korkmaya başlarlar ve o hiç iyi bir şekilde anlatılmaz. Onlar "Büyükanneme ne oldu?" diye sorunca, "Büyükanne cennete gitti." diye yanıt verilir. Hayır, cennete gitmedi! (bazı kahkahalar) O cehenneme gitti. O kötü bir büyükanneydi. (Adamus kıkırdar)

Hayır, o cennete gitmedi. O, sınırlı fiziksel deneyimden, hapishaneden çıkıp geçiş yaptı, prantez içinde - çocuklara böyle söylenmedi. O geçiş yaptı çünkü biz çocuğun hapishaneden çok erken çıkmasını istemeyiz tabii ne demek istediğimi anlıyorsanız. O geçiş yaptı. O, ölmedi. O hala orada ve burada; o toprağın altında ölü vaziyette değil. İnsanları bugün, bu çağda toprağa gömmek ne kadar üzücü bir şey. Bedenini yer altında varolan solucanlar ve örümcekler ve diğer ıvır zıvırlar için gömmek ve pislik. Onlar hiç pislik görmediler. Şimdi pisliğin içindeler. Bedeniniz basitçe orada pisliğin içinde duruyor. (birisi "ıyyy" der) Iyyy. Ve mezarlıktan bir köpek gelerek tam da sizin mezarınızın üzerinde durur... (kahkahalar) Ahhh!

LINDA: Yeniden kötü sözcükler kullan! Hadi yeniden kötü sözcükler kullanalım. (gülerler)

ADAMUS: Ben sadece bunun hoş bir şey olmadığını söylüyorum. Siz oarada yatıyorsunuz...

LINDA: Lütfen! Kötü sözcüklere dön!

ADAMUS: “Oh, hayır! Yapma. Hayırr!” (kahkahalar artar) “Aghh! Eghh!”

LINDA: Kötü kelimelerde kal. (gülerler)

ADAMUS: Arada bir gülmeniz lazım değil mi? Aksi halde çok fazla ciddi oluyorsunuz. Gülmeniz gerek. Ciddi ve ağır olmak kolay. Gülmek sanattır.

Nerede kalmıştık? Oh, ölüm. O bir yalan. O kesinlikle bir yalan. Ben sizden ölümün ötesine geçmeyi hissetmenizi istiyorum. Siz ölmeyeceksiniz. Siz er ya da geç geçiş yapacaksınız çünkü siz bütün bu şeylerden yorulacaksınız. Ben size bir şey söyleyeyim, siz zaten yorgunsunuz, aksi halde burada oturuyor olmazdınız. Hayır, gerçekten. Siz öyle aptal, salak, insan olduğunuz için mutlu olsaydınız, bedeniniz olduğu için, akrabalarınız olduğu için mutlu olsaydınız zaten burada oturuyor olamazdınız. Ama artık daha fazlası var. İşte siz o nedenle buradasınız.

Ama hadi şimdi bir anlığına duralım ve biz bunu her Şaud yapacağız tamam mı? Bunu ta ki ben gerçekten ölümün ötesine geçtiğimizi hissedene kadar sürdüreceğiz. Bu kez müzik yok. hadi basitçe bir anlığına duralım. Hadi sessiz bir merabh yapalım. (Linda yellenme sesi gibi bir ses çıkarır ve bazıları güler) Özür dilerim. İhtiyacın varsa tuvalete gitmelisin... (Linda kahkaha atar) Veya bunu şimdi yaptığın gibi ağızın ile yapabilirsin.

LINDA: Oooh! Ben de bunu diyecektim. (Linda kıkırdamaya devam eder)

ADAMUS: Peki. Gördünüz mü biz ölüme gülebiliyoruz değil mi? Biz burada ölümün ötesine geçmek için oturuyoruz; biz ölüme tükürebiliriz. O bir yalan ve ben bunu felsefi veya ruhsal anlamda söylemiyorum. O, gerçekle ilgili surette bir yalan. Ve biz bir kez ölümün ve ölüm ile ilgili o endişenin, ölüm ile ilgili o merakın, ölünce neler olacağı merakının ötesine geçtiğimizde; biz bir kez onun ötesine geçtiğimizde siz yeniden yaşayabileceksiniz.
Ben size mezar taşlarınıza neler yazacağınızı sordum. Eh, ben buna birazdan döneceğim. Hadi o zaman hemen ölelim. Hadi onun ötesine geçelim.

Güzel, derin bir nefes alın. "Sessiz meabh" müzik yok demek ama ben konuşuyorum. (Linda kıkırdar)

BEN: Bunu hep yapmıyor muyuz zaten?

LINDA: İlginç.

ADAMUS: “Biz bunu hep yapıyoruz” dedi Crash veya başka birisi. Evet, Ben.

Peki, hadi güzel, derin bir nefes alalım ve ben biraz ahkam keseyim.

Ölümün Ötesi Merabhı

Siz oldum olası ölüm illüzyonu ile yaşadınız, bir noktaya kadar insanların ona inandığı gibi inandınız. Sanırım bu bir realite. Bu bir realite ama realite o değil. Bu bir yaşam şekli sanırım ama siz ölmeyeceksiniz. Siz ölmeyeceksiniz.

Siz varolacaksınız. Siz fiziksel ve zeki şartlardan yorulduğunuz bir noktada, "Hadi geçiş yapayım. Hadi emdiğim her şeyi varlığıma katayım. Hadi o bavulu toplayıp hepsini öze koyayım." diyeceksiniz. Sizde ölüme dair bir illüzyon var, "Eh, bu ruh bedenini terk ettiğinde olur. Sen bedenini arkada bırakırsın." Hayır! Hayır. Biz bedenin özünü, bedenin enerjisel elementlerini ve zihni ve her şeyi beraberimizde götüreceğiz ve o sizin ana geminize, size katılacak.

Ölüm yok. Ben bugün sizin ölmeyeceğinizi iddia ediyorum. O insan varlığı yer altına konmayacak veya kor alevlerde yanmayacak. Lanet olsun, ölü yakmadan bahsediyorum. Bazılarınız, "Oh, ben cehenneme gideceğim." diyor. Hayır. O, ölü yakma. Dünya'daki transhümanlar, bedenli Üstatlar olmak için biz ölümün kendisinin ötesine geçiyoruz.

Ölüm hakkında o kadar çok karanlık, o kadar çok korku, o kadar çok konuşma ve dogma var ki ve bunlar basitçe doğru değil.

İnsan bile ölmez. O insanı biliyor musunuz? Yüksek bilinç, ruh ya da her neyse haline gelmek için insan dahi ölmez. Hayır. Sizin insanınız bile yaşamaya devam eder. Fiziksel varlık içindeyken deneyimlediğiniz her şeyin özü ana gemiye getirilir. Onlar emilir. Onlar size gelir. Bedeninizin özü bile ama şimdi o yaşlanmayan bir bedendir ve acı veya onun gibi şeyler çekmez. Geçiş sırasında her şey getirilir.

Ama o geçişten çok zaman önce işte şimdi bu geçiş var, eski bedenden, kitle bilincinden çıkılarak gerçekleştirilen geçiş ama insan ölümden korktuğu sürece ve ölümü merak ettiği sürece ve ölümü aslında bir hedef olarak gördüğü sürece - ölüm hedeftir ama kaçınmaya çalıştığın bir hedef - her şey çarpıklaşır.

O halde hadi basitçe ölümün, tüm illüzyonun ötesine bir adım atalım. Bütün kutsal kitaplarda böyle yazıyor, "Ölüyorsunuz, ölüyorsunuz, ölüyorsunuz." Hayır, aslında ölmüyorsunuz. Hadi o kutsal kitabı yeniden yazalım ve "Ben Ben'im. Ben Varım. Öz'ün gerçekleştirdiği birçok geçiş var ama ölüm artık benim bilincim değil."

Hadi bu Transhüman dizisinde güzel, derin bir nefes alalım.

(duraklama)

Bu durum birçok şekilde meydan okuyacaktır. Zihniniz ve düşünceleriniz yeniden ölüme gelecektir ama ben sizden ölümden kaçınmaktan vazgeçmenizi istiyorum ve onu düşünmeye çalışmaktan vazgeçin ve siz sadece ölmeyeceğinizi anlayın. Ben sizden önümüzdeki haftalarda bunu hissetmenizi istiyorum.

Bunu bir anlığına hayal edin. Ve ben diğer transhümanistler gibi ölümsüz olmaktan bahsetmiyorum, siz o şekilde sadece robot parçalarından ibaret olmuş olursunuz ve tekil bir yaşam sürdürmek için her şeye sahip olursunuz. Ben ölüm yok diyorum. O bir geçiş.

Siz geçişlere alışkınsınız. Siz geçişlerin efendisisiniz. Siz sürekli geçiş yaptınız.

Ve bunu gerçekten hissedin, yani demek istiyorum ki bu eğlenceli bile - ölüm yok.

Sen, Üstat, sen ölmeyeceksin.

(duraklama)

Nasıl bir rahatlama. Bu kadar zaman sonra nasıl bir bilinç değişimi, eh, siz de bir açıdan onlar gibiydiniz, diğer transhümanistler gibi. Siz de bir açıdan ölümsüzlüğü arıyor gibiydiniz. Siz bir açıdan temelde bütün biliş ve bilgeliği arıyordunuz. Siz nasıl süper insan olurum diye araştırıyordunuz, bir açıdan, tekil, bir açıdan. Ama biz şimdi bunların hepsinin ötesine geçeceğiz. Biz Ben'im dairesinin tam ortasına büyük bir artı işareti koyacağız.

Bunlar daha önce bahsettiğim aydınlanmalarına izin veren o beş kişinin fark ettiği şeylerdi, "Ben ölmeyeceğim. Ben bir daha bu konuda endişelenmeyeceğim. Ben geçiş yapacağım, evrimleşeceğim. Ben o kadar çok şekillerde geçiş yapacağım ki ama ölmek? Hayır."

Ben bunu ileride de gündeme getireceğim. Biz önümüzdeki birkaç Şaud boyunca biraz "ölümün ötesi" ni işleyeceğiz, her neyse. Ölüm yok ve biz bir kez bunu salıverdiğimizde, oh, o kadar özgür olacağız ki.

Sadece bir anlığına hayal edin, akılsal olarak değil ama gerçekten, gerçekten, "Oh, bu doğru. Ben ölmeyeceğim." deyin. Bu nasıl bir rahatlamadır.

Hadi güzel, derin bir nefes alıp bazı geçişlerden bahsedelim ve şimdi biraz müzik - eh - diğer yöne. (şık azalacağına artınca) Şimdi biraz müzik. Evet, hadi onların yüzüne biraz ışık tutup onları uyandıralım ondan sonra da benim bugün yapmak istediğim gerçek merabha geçelim.

Dikiz Aynasındaki Hayat - Merabh

(müzik başlar)

Peki, hadi güzel, derin bir nefes alalım.

Ne gün. Ne gün. Ben bir açıdan dostlar - babalar değil, dostlar - ben sizin Dünya'da yarattıklarınız ile çok gurur duyuyorum. Evet, küçük bir gezegende, küçük bir şehirde, küçük bir alan ama hala fazlasıyla sembolik. Buradaki Üstatların nasıl bir ifadesi var . Siz bunu duvara yapıştırdınız. O sadece çıktıda basılmış bir işaret değil. Yani siz o bronz olana kadar, metal olana kadar devam ettiniz ve onu duvara yapıştırdınız - "Üstatlar burada, bedenli olanlar, gerçek olanlar"

Şimdi, siz güzel, derin bir nefes alıp rahatlarsanız arabanıza bindiğinizdeki gibi olursunuz ve siz bunun hangi zamanlar böyle olduğunu biliyorsunuz - bazılarınız buna yolculuk diyor. Ah! Bu bazı zamanlar ne kadar harika bir hissediş olur. Arabanıza binersiniz ve çevre yoluna çıkarsınız, şehirden uzak, trafik yoktur ve radyoda müzik çalar. Oh, radyo, Cauldre bana bunun çok eski bir şey olduğunu söylüyor. Siz, sizde hangi alet varsa ona müzik koyuyorsunuz. Radyo değil, o benim için radyo. (bazı kıkırdamalar)

Siz biraz müzik dinliyosunuz. Onu nasıl dinlediğiniz benim umurumda değil. Hadi kendi kendinize bir şeyler mırıldanıyorsunuz diyelim. (Adamus kıkırdar) Cauldre çok komik şeylerden bahsediyor ve siz son derece rahatlamış bir durumdasıız ve lanet olsun eğleniyorsunuz! (kahkahalar)

Ve yol geniş bir yol ve güneşli bir gün ve size arabayı kötü kullandığınızı söyleyen kimse yok. Siz son derece rahatlamış bir haldesiniz, aman Tanrım, nasıl bir yolculuk bu. Ama siz bir yolculuk yapmıyorsunuz, işin eğlenceli yanı da bu. Siz sadece dolaşmak için çıktınız.

Ve bilirsiniz işte, sizde o parça var, Cauldre beni düzeltmiyor. Arabanızda o parça var ve ona dikiz aynası deniliyor. O sizin ileri gitmenize ya da her neyse ona yardımcı oluyor ve siz ona bakıp arkada olanları görebiliyorsuuz. Ve bugün arkada kalan sizin hayatınz. Siz genişlemeye devam ediyorsunuz, siz deneyimlemeye devam ediyorsunuz ama sizin eski yaşamınız dikiz aynasında kaldı.

Bu merabh sırasında ona bir göz atın - dikiz aynasındaki hayata. Ben bu benzetmeyi seviyorum çünkü görüyorsunuz işte siz arkanızı dönüp bakmıyorsunuz. Siz arkanızı dönüp yanan şehre bakmıyorsunuz. Siz basitçe dikiz aynasına bakıyorsunuz. O bir yansıma, o bir perspektif, mecazi anlamda bile değil bu. Sizin nasıl bir hayatınız oldu.

Dikiz aynasında nasıl bir hayatınız var. Diğer insanların sahip olmadığı ve onlardan farklı olan isteklerle ve arzularla dolu bir hayat. Bu para veya ünlü olmak veya herhangi bir şey konusunda isteklerle dolu bir hayat bile değil; bu kendinize, o, ortasında nokta olan daireye adandığınız bir hayat.

Ne zorluklar. O hayatınızda öyle meydan okumalar ile karşı karşıya kaldınız ki. Bu sizin aileniz ile ilgili olabilir, kariyerinizle veya sağlığınızla ilgili olabilir ama eğer siz bir anlığına o dikiz aynasına bakarsanız o meydan okumaların gerçekten kendiniz ile alakalı olduğunu göreceksiniz.

Çoğunlukla aile üyeleri veya sağlık veya zenginlik ile ilgili olan o zorluklar gerçekten sizin kefaretinizdi, sizin kendinizi kabul etmeniz ile ilgiliydi.

Sizin dikiz aynasındaki hayatınız.

Zorlanmak, çocukları büyütmek, faturaları ödemeye çalışmak. Siz o dikiz aynasına, ruhsal olmaya çalıştığınız hayatınıza bakıyorsunuz. O, hayatınızda bir geçişti ve o şimdi sizin arkanızda kaldı.

O dikiz aynasındaki hayatta öyle sevecen zamanlarınız oldu ki. Eğer siz iyice bakarsanız, siz o yaşama koyduğunuz enerjiye bakarsanız normal bir insanın hayatına koyduğu enerjinin en az beş katı enerji koyduğunuzu görebilirsiniz. Ben işe gitmekten bahsetmiyorum ama ben hayatınızdaki enerji dinamiğinden bahsediyorum. Onda o kadar çok enerji var ki.

O hayat bir açıdan tıpkı bir sanat eserine benziyor. Kolay geçmediğini biliyorum ve sizde kolay olmadığını biliyorsunuz ve o şimdi artık dikiz aynasında kaldı.

(duraklama)

Güzel, derin bir nefes alın. O artyık dikiz aynasında kaldı. Bu onun sadece bir yansıma olduğu anlamına gelir. O arkanızda kaldı.

(duraklama)

Orada o kadar çok çıkmaz yol var ki. O kadar çok çıkmaz yol. Siz farklı şeyler denediniz ve hiçbirisi işe yaramadı. Bu iyidir. Yolda o kadar çok tümsek var ki.

Bence en kötü bölümler o yollara döndüğünüz, kaybolduğunuz zamanlar; sizin yıkılıp kaybolduğunuz zamanlar. Hangi yöne gideceğini bilmeme duyusu bazen korkunç gelir ve siz o zaman ne yaparsınız? Nereye gidersiniz? Siz belki de kaybolduğunuzu bile bilmiyorsunuzdur. Siz bu garip dünyada bir garipsinizdir, gerçekte size ait olmayan bir dünyada o ve siz de bunu biliyorsunuz. Ama lanet olsun ki ondan nasıl çıkacaksınız? Bu kayıp.

Siz o dikiz aynasına baktığınızda öyle tekil, öyle lineer bir yaşam görürsünüz ki. Siz o yolda, o çevre yolunda yanıtları bulmak için o kadar çok çabaladınız ki. Bu şimdi geçmişte kaldı. Bu şimdi dikiz aynasında kaldı.

Şimdi her şey arkanızda kaldı.

Ve ölüm denen o şey, dikiz aynanızdaki eski hayatınızdaki o karanlık şey, ölüm endişesi. Lanet olsun! O kötü bir şakaydı. Demek istiyorum ki o sadece kötü bir şakaydı. Ölüm, o öyle bir yalan ki.

Siz gerçekten, gerçekten, gerçekten geçiş yaptınız. Siz sonsuza kadar tek bir halde kalmak istemediniz. Siz sadece o fiziksel bedende kalmak istemediniz.

Ben daha fazlası olmadığına inananların, realitenin bu olduğuna inananların sonsuza kadar orada kalmaya çalışacağını düşünüyorum. Ama siz çok daha fazlası olduğunu biliyorsanız, orada çok realiteler olduğunu biliyorsanız o ayrı ama siz bu realitenin kendi kendisinin illüzyonu olduğunu biliyorsanız o zaman ölümsüz insan halinde kalmak isteyeceksinizdir. Ama çok daha fazlası var.

Ölüm, ne yalan ama. Ben Adamus'a göre ölüm cahillerin bir yalanıdır. Bu tamamen böyle. Ben kötü bir kelime kullanacaktım ama Şaud'un ortasında kötü bir kelime kullanmanın uygun olmadığını düşünüyorum. (bazı kıkırdamalar)

Hayır, ölüm doğrusu cahiller içindir. İnsanlar onu neden sorgulamıyorlar? Neden? Sanırım cahil oldukları için. Onlar bilinçsiz ve onlar onunla beraber gidiyorlar ve sonra da ölüyorlar çünkü ona inanıyorlar. Ama o artık sizin dikiz aynanızda kaldı.

Her şey sizin arkanızda kaldı.

Ve tüm o çaba. Sizin arkanızda kaldı. Dikiz aynasına baktığınızda tüm o işaretlere bakın; yol işaretlerine. Tanrım! Demek istiyorum ki sizin aynada gördükleriniz bir takım işaretler ve yönler ve yönelimler ve her şey. Şimdi önünüze bakın. İşaretler yok. "Bu tarafa dön", "Burada dur", "Aptallara yol ver" gibi işaretler yok. Bunlardan hiçbirisi yok. İşaretler yok.

Yüksek gerilim hatları da yok. Anladınız mı? Yüksek gerilim hatları da yok. Siz dikiz aynasına bakıyorsunuz ve her yerde bulunan gerilim hatları çevrenin görüntüsünü bozuyor. Yüksek gerilim hatları yok.

Siz dikiz aynasına baktığınızda yüksek gerilim hatlarını ve işaretleri görüyorsunuz. Ve oh! İşaretler. Onlar sizin kendi kendinizi kontrol etmeye çalıştığınız şeyleri temsil ediyor. "Dur." "Bunu yapma." "Burada dönüş yap." "Burada dönüş yapma." "Sınırlılığa yol ver." "Aileye yol ver." "Kendi kendinle uzlaşmaya yapmaya yol ver." Tüm o işaretler. Bunların şimdi dikiz aynasında kalmasından memnun değil misiniz?

Sizin eski hayatınızda bir yere gitmek için navigasyon kullanmanız gerekiyordu. O ne kahrolası bir şeydi? O küçük kutunun size gideceğiniz yeri göstermesi ne kadar kafa karıştırıcı bir şeydi. Belki de o sizin partneriniz ya da eşinizdi ama çok kafa karıştırıcıydı. İşte siz önünüze bakarsanız sizin navigasyona ya da haritaya ihtiyacınız olmaz. Siz basitçe nereye gitmek istediğinizi biliyorsunuzdur. Sizin özellikle ulaşacağınız bir varış yeriniz dahi yok. Hedefler artık sizin arkanızda kaldı.

Şimdi, bütün bunlar olurken siz dikiz aynasına bakıyorsunuz, geçirmiş olduğunuz yaşamınıza; önünüz tamamen açık; siz aniden, "Oh, aman Tanrım!" Ben gerçekten değişiyorum. Aman Tanrım! Ve ben oraya geri dönmeyeceğim. Tanrım, bu gerçek" dediğinizde, bu, sanırım sizin bir mola almanıza, kısa bir yansıma anına neden oluyor.

Geri dönüş yok. Geri dönüş yok.

İşaretlere ve yüksek gerilim hatlarına ve hayvanat bahçesine ve tıkanıklığa ve kafa karışıklığına geri dönmek yok. Geri dönüş yok. Artık ölüme geri dönmek yok ve eski ritmlere geri dönmek yok. Artık kalıplar oluşturmak yok. Bu sadece bir anlığına bir mola istiyor, oh, derin bir nefes alın işte o zaman realite gelir. "Geri dönüş yok." Siz, "Aman Tanrım geri dönüş yok." diyeceksinizdir.

İşte o zaman araba aniden biraz yavaşlar. Siz aniden dikiz aynasına bakarsınız, gerideki yaşamınıza ve siz aniden önünüze bakarsınız. Ve siz sonra her yere bakarsınız. "Asla geri dönmek yok, ölüme dahi dönmek yok." Biz ölüme geri dönmeyeceğiz. Biz eski kalıplara geri dönmeyeceğiz. "Aman Tanrım."

Ve kısa bir an için biraz endişe oluşur, "Peki ya şimdi?" Bir an endişe oluşacakmış gibi olsa da o sadece gelip geçer. Onun yerleşeceği kalıplar yoktur. Onun bağlanacağı eski ritmler yoktur. Endişe gelir ve gider.

Geri dönüş asla yok.

Anılarınız hep sizinle kalacak. Sizin hep dikiz aynanız olacak ama siz ona çok fazla bakmayacaksınız. Ben sizin dikiz aynasına çok fazla bakmayacağınızı söyleyebilirim. Sizin hatıralarınız hep olacak. Onlar yok olmayacaklar. Onlar gitmeyecekler. Eh, sadece siz asla geri dönmeyeceksiniz.

O farkındalık ile belli şekillerde kalıplaşmak için enerji isteyen her şey, eski kalıplarında kalmak için döngülere neden olan her şey aniden gider. Siz özgürsünüzdür. Enerji özgürdür. Her şey yeni olur.

(duraklama)

Önünüzde ne var? Bunun bir önemi yok.

Bu tekil insanın planlayacağı her şeyden daha iyi olacaktır. O, ötede, o, zihnin düşünebildiğinin ve hatta zihnin yaratabildiğinin ötesinde olacak.

O nasıl bir andır, bu molaya benzeyen durumda; araba yavaşlar, sizde asla geri dönmeyeceğinize dair bir farkındalık oluşur ama o aynı zamanda sizin geldiğiniz yerin güzelliğidir.

Ve aniden hiçlikte bir şey duyulur, aniden siren sesleri olur - "Vuu! Vuu! Vuu! Vuu! Vuu! "Kahretsin! Ben büütün bunları aştığımı sanıyordum!" (bazı kıkırdamalar) Ve siz daha sonra bunun sadece, "Endişe etmeyi bırakın. Tüm yaratımda her şey yolunda." diyen Adamus Saint-Germain olduğunu fark edersiniz.

Ve öyledir.

Sevgili Şambram Üstatlar Kulübü'nün tadını çıkarın. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (izleyiciler alkışlar)

İngilizceden çeviren: Meltem Taban

Adamus mesajı Geoffrey Hoppe kanallığı ile 6 Ağustos 2016'da Kırmızı Çember'e sunulmuştur.



Ben Ben'im Egemen Alan'dan Adamus.



Transhüman dizimizin ilk Şauduna hoş geldiniz. Hım, bunun ile birlikte güzel, derin bir nefes alın. (derin bir nefes alır) Hım. Farklı bir şey var. Havada, enerjide farklı bir şey var. Siz güzel, derin bir nefes alırsanız ve bir anlığına zihninizden çıkarsanız bunu duyumsayabilirsiniz. (kısa duraklama) Değişik bir şey. Bunu birazdan konuşacağız ama...



Benim ilk başta söylemek istediğim birkaç kelime vardı ama burada yoğun bir aroma var - (Adamus koklar ve izleyiciler güler) - ben nefes aldığımda sizin nefesinizde güzel bir Fransız şampanyası kokluyorum (Adamus yeniden koklar) veya daha çok yayılan bir şey. Acaba bu, acaba bu gerçek kahve olabilir mi? (izleyiciler "evet" der) Sandra! Benim kahvem nerede?!



LINDA: Adamus! Sanırım senin özel Üstatlar Kulübü'ne geçme zamanın geldi.



ADAMUS: Eh, ben davet edildim mi...



LINDA: Evet, edildin! (izleyiciler alkışlar)



ADAMUS: … insan Üstatlar Kulübü. Teşekkür ederim tatlım.



LINDA: Biz senin Üstatların yapmış olduğu harika yaratımları görmeni istiyoruz. Evet.



ADAMUS: O halde Üstatlar Kulübü'ne doğru yürüyelim.



LINDA: Evet.



ADAMUS: Kim bilir, ben belki de bunun için küçük bir konuşma hazırlamışımdır. Kim bilir?



LINDA: Oh! Bu mümkün mü? Sen? Konuşma?



ADAMUS: Muah! Önce minik bir öpücük…



LINDA: Oh. Hadi bakalım.



ADAMUS: Oh, evet!



LINDA: Evet, daha fazlasına ne dersin? Evet, evet.



ADAMUS: Muah! (izleyicilere öpücük atar) Evet. Evet.



LINDA: Evet, evet.



ADAMUS: Muah! Dokunmadan öpücük.



LINDA: Iskalama! Iskalama!



ADAMUS: Muah Ve bir sarılma. Ah, sevgili kadim dost. (sarılırlar) Seni bir süredir görmedim. Hım. Hım. Ve sevgili kızını...



LINDA: O, muhteşem.



ADAMUS: Birazdan sana döneceğim.



LINDA: Evet, sorun değil. Sorun değil.



ADAMUS: Muah! Bu öpücüğümü attığım kişi... oh.



SHARON: Oh.



ADAMUS: Oh. Muah!



SHARON: Teşekkür ederim.



LINDA: Hiçbir şeyin kesintiye uğramasını istemeyiz.



ADAMUS: Peki.



LINDA: Peki.



ADAMUS: İşte



LINDA: Hadi bakalım. Hadi bakalım.



ADAMUS: Peki. Teşekkür ederim. Elimi tutar mısın lütfen?



LINDA: Evet. Evet.



ADAMUS: Evet. Evet.



LINDA: Geoffrey'e iyi bakıp bakmadığından emin olmak istiyorum. .



ADAMUS: Ahh!



LINDA: Oh, bekle, bekle!



ADAMUS: Ahhh!



LINDA: Oh, bunu gördün mü? Bunu gördün mü? (duvardaki Tobias resmini gösterir)



ADAMUS: Ah, Tobias.



LINDA: Ah.



ADAMUS: Hiçbir zaman bu kadar iyi gözükmedin Tobias



LINDA: Ohh!



ADAMUS: resimdeki kadar.



LINDA: Ohhh!



ADAMUS: Peki. Oh! Yani burası mı?



LINDA: Burası.



ADAMUS: Burası Üstatlar Kulübü.



LINDA: Gurur duymadın mı? (derinden iç çeker) Bu çok heyecan verici, harika bir yaratım.



ADAMUS: Harika bir yaratım. Sakıncası yoksa ben kahvemi alıp...



LINDA: Haah! O ne?



ADAMUS: ve sonra o Timothy. (Adamus kıkırdar)



LINDA: Timothy'nin arkasında, Timothy ile beraber.



ADAMUS: Ben burada kısa bir konuşma yapacağım. (Timothy başka bir yere oturur) İşte. Evet ve benim kahvem hanımlar.



LINDA: Ah! Barista yaptı!



ADAMUS: Hazırladı bile mi? Bir



SANDRA: Evet, Barista. (Kerri)



ADAMUS: Oh, lütfen



LINDA: Ohh!



ADAMUS: kameraya doğru koş ve onlara kahvenin üzerinde duran şeyin ne kadar güzel olduğunu göster...teşekkür ederim.



LINDA: Ohhh! Ben bundan emin değilim, benim gitmem gerek...



ADAMUS: Teşekkür ederim.



LINDA: bunu kameraya göstermek mi. Aman Tanrım. Bu çok şey olacak - stresli. Peki, bu kahve kupasının içini görebiliyor musun?



ADAMUS: Biraz daha indir ki kamera görebilsin.



LINDA: Bunun mümkün olduğunu sanmıyorum.



ADAMUS: Kupanın tam içini al.



LINDA: Görebiliyor musunuz?



ADAMUS: İşte oldu!



LINDA: Ohhh! Görebiliyorlar. Bekle! Bekle! Ohhh! Barista'nın çıkardığı profesyonel işe bak! (kupanın içinde bir kalp şekli vardır) Ahh sen!



ADAMUS: İşte burada.



LINDA: Sen öyle şanslısın ki.



ADAMUS: Bana gerçek kahve yaptığınız için teşekkür ederim ve teşekkür ederim güzel hanımlar. Ben yıllarca ötekine katlandım - öhöm - öbür kahveye, daha lezzetsiz olana. Ama şimdi, şimdi...ve ben bunun benim dileğim olduğunu biliyorum ve ben Cauldre ve Linda'dan burada Üstatlar Kulübü'ne iyi bir kahve makinesi koymalarını istedim. Sizin için sakıncası yoksa. (kahvesini yudumlar) Ahhh!



LINDA: Sonunda, memnun oldu!



ADAMUS: Teşekkürler. Teşekkürler.



LINDA: Vay.



ADAMUS: Ben bu ilk Yükselmiş Üstatlar Kulübü'ne, bu insan kulübüne şimdi diğer bütün Yükselmiş Üstatları, hem burada Dünya'da bedenlenmiş olanları hem de diğer realitelerde olanları davet ediyorum. Ben onları içeriye davet ediyorum, Timothy, onların içeri gelmeleri için kapıyı açar mısın lütfen? Sadece şaka yapıyorum. Onların gelmesi için kapıya ihtiyaçları yok. (kahkahalar) o, buna inandı. O, buna inandı.



Ben onlardan gelip sizin hepinize katılmalarını isteyeceğim, online izleyenlerinize, burada Kırmızı Çember Bağlantı Merkezi'nde olanlarınıza ki siz gerçekten bu enerjileri topraklayabilesiniz, biz derin bir nefes alarak enerjilerin sizin cennet dediğiniz ile Dünya arasında, diğer realiteler ile bu insan realitesi arasında akması için ve biz bu anda her şeyden daha çok bütün Yükselmiş Üstatlara burada bizimle olmaları için izin veriyoruz... bunu gerçekten "ve"ye karışmak için yapıyoruz. Bunun cennet veya Dünya ile veya o realite veya bu realite ile çok ilgisi yok, bu, "ve" ile alakalı bir şey, çoğul olanla. Ve bu gerçekten sizin hepinizin yapacağı bir şey. Siz bunu yaşamınızda kişisel olarak yapıyorsunuz, siz bunu burada Üstatlar Kulübü'nde yapıyorsunuz.



O halde hadi bu anı Yükselmiş Üstatları davet etmek için güzel bir sessizlik içinde geçirelim, o aslında sessizlik değildir. Burada bulunan sizlerin enerjisi ile bu gezegende bulunan bedenlenmiş bin beşyüzden fazla Üstat ve diğer realitelerde kendi Üstatlar Kulübü olanların enerjisinin kıyaslanmayacağından ben eminim çünkü burada o kadar özel bir şey var ki tıpkı bu duvarda gömülü tarih gibi. Sizin yolculuğunuzun, sizin birçok, birçok ömrünüzün tarihi.



Duvardaki taşların bütün Şambra'yı temsil ettiği daha önce söylendi, çok, çok taş var ve bu doğru. Ama buradaki taşların hepsi aynı zamanda sizin her birinizin ve hepinizin bütün yaşamlarını, bütün deneyimlerini temsil ediyor - sizin içinden geçtiğiniz her şeyi, her zorluğu, her keyifli anı - bunların tamamı şimdi tam bu duvarda.



Bunu bir anlığına hissedin. Bu bir açıdan anıtsal bir duvar. Bu tabii bir ağlama duvarı değil ve burada dua etmeye başlayanlar olmasın. Bu bir sevinç duvarı ve bu bir transhüman olma duvarı.



Ve daha sonra göstereceğimiz, salonun diğer bölümünde yer alan duvarın adı kırmızı duvar, o duvar yaşama sanatını ve yaşamdaki hareketi temsil ediyor. O harika bir duvar ve o düz bir duvar değil çünkü siz de düz değilsiniz. Onun bir boyutu var. Onun kendine has bir karakteri var. Onda sizin her birinizin ve hepinizin sanatçılar olarak yarattığınız sanat var. O, birçokları için, hayatın tekil doğasında yaşayan birçokları için yaşamın girdaplarını, yaşamın dokusunu, yaşamın düz olmayan her şeyini gösteriyor, onların hayatları düz, hatta renksiz bir duvar da olabilir. Ama "ve"ye girenler, "ve"ye izin verenler, gerçekten her şeyi bedenlemeye izin verenler için bu duvar "ve"nin güzelliğini, sanatını, potansiyellerini temsil ediyor.



Yani elimizde iki duvar var, deneyimlerinizi temsil eden Sevinç Duvarı ve derinliği ve gerçek transhümanı temsil eden Ve Duvarı.



Ve sonra tabii tam ortada o insan yaşamının çok güzel bir parçasını temsil eden, bedenin beslenmesi için, yaşamın duyumsal şeylerinden keyif alınması için kahve makinemiz ve mutfağımız var. İşte burada bunlara sahibiz.



Ve son duvar, pencereler. Dünyaya açılan, realiteye böyle perspektif veren pencereler. Bizim buradaki dört duvarımızın gerçekteki anlamı bu. Ve siz bugün buradaki gibi veya, siz herhangi bir zamanda burayı ziyaret etmeye geldiğinizde, siz diğer Şambraların veya belki kendinizin sarmaladığı veya sarmalamadığı bu enerjide oturduğunuz her seferinde diğer realiteler ve bu gerçeklik arasında kurduğunuz bağlantıyla "ve"nin bütünleşmesini hissedin.



Burası belki büyük bir evrende küçük bir gezegende, küçük bir alan olabilir ama onun temsil ettiği ve onun bu Dünya'ya getirdiği şey "ve"dir. Çokluk, her - şey, artık basit lineer bir yaşam değil.



Hadi bunun ile birlikte güzel, derin bir nefes alalım.



Bugün bizim 2007 Eylül'de yaşadığımız Kuantum Sıçraması'nın olduğu gün kadar hatta ondan da önemli, onun kadar tarihi bir gün. Ve o gün bizim dengeden çıktığımızı söylediğimiz gündü. Böyle bir şey sizin yaşamınızda veya insan yaşamınızda bir daha olmayacak çünkü o gün bilincin niteliği, tarihin yolu değişti. Onu Kuantum Sıçraması diye adlandırdık çünkü biz başka bir şeye girdik. Onu tezahür ettirmek birkaç yıl aldı ama işte biz şimdi burada bu "ve" gününde birlikteyiz. Bu gezegende gerçek bedenleme bugün burada oluyor.



Hadi bunun ile birlikte derin bir nefes alalım.



(duraklama)



Ve sevgili Linda bana tekrar rehberlik edebileceksen ve Sandra bana kahve getiri misin lütfen?



LINDA: (kıkırdamalar) Başka istediğin biri var mı?



ADAMUS: Oevet bir eskort.



ADAMUS: Evet.



LINDA: Kerri de gelebilir?



ADAMUS: Kerri baş kahveci olarak gelebilir. Sen de gelmek ister misin?



KERRI: Oh, evet!



ADAMUS: Evet. Ve bizim stüdyoda küçük bir geçit törenimiz olacak.



LINDA: Hadi bakalım



ADAMUS: Eh, Kerri'yi beklememiz gerekiyor.



LINDA: Peki, tabii. tabii.



ADAMUS: Evet.



KERRI: Tamam! Orada olacağım.



ADAMUS: Evet, peki. Hadi gidiyoruz.



LINDA: Hadi bakalım.



ADAMUS: Tamam.



LINDA: Ohhh!



ADAMUS: Teşekkürler.



LINDA: Birbirlerine o kadar uygunlar ki.



ADAMUS: Evet. (izleyiciler onlar stüdyoya geri dönerken alkışlar) Oh, ben sizi biraz önce öteki tarafta görmüştüm. (Adamus kıkırdar)



LINDA: Bir şey yapacaksan doğru yap.



ADAMUS: Oh, senin arada bir hareket etmen gerekiyor. Bu kadar tutucu olmayı bırak, hepiniz bırakın. Sizin biraz hareket etmeniz gerekiyor.

LINDA: Sen edebilirsin. Sen edebilirsin.



ADAMUS: Sen, "Onun kahvesini neden Kerri veya Sandra taşıyor?" diyorsun.



LINDA: Çünkü taşıyabilir.



ADAMUS: Neden olmasın? Neden olmasın?



LINDA: Taşıyabilir çünkü.



ADAMUS: Çünkü ondan sonra ben onun sahneye çıkmasını isteyebilirim, Sandra ve bunun için bir makbuz al. (izleyiciler alkışlar) Bu nedenle işte. Bu nedenle. Onun için teşekkürler.



SANDRA: Rica ederim.



ADAMUS: Şahane kahve için de sana teşekkür ederim. Oh, o bir maçaya dönüştü. Böyle olacağını biliyordum. (kahkahalar)



LINDA: (güler) Vay!



ADAMUS: Evet.



Şaud'a başlarken hadi güzel, derin bir nefes alalım. Oh! Burası o kadar güzel hissettiriyor ki.





Bedenli Üstatlar



Şu anda bu gezegende bedenlenmiş, idrak etmiş Üstat olarak yürüyen tam beş tane Şambra var. Beş. (izleyiciler alkışlar)



LINDA: Vay! Müthiş!



ADAMUS: Bu biraz zaman aldı. Bu biraz zaman aldı ve ben yol boyunca çoğunuzun merak içinde, "Biz sadece iki kişiyiz. Sayıyı nasıl artıracağız? Bu ben mi olacağım? diye sorduğunuzu biliyorum. Siz, "Biz bir gün beş kişiye ulaşabilecek miyiz? Bu benim sihirli rakamım sanki. Sihirli diyorum çünkü topun gerçekten yuvarlanmasını sağlamak için, mısırın patlaması için belli bir oranda enerjiye ve bilinç derecesine ihtiyaç vardı.



Ben isimleri açıklamayacağım. Bunun bir önemi yok ve o kişi siz de olabilirsiniz, (Adamus kıkırdar) veya olamaya da bilirsiniz. İsimlerin açıklanması o kadar önemli değil çünkü belli bir... oh, tatlım! (18. yy kostümü giymiş bir hanıma hitaben) Oh tatlım! O sen misin? Buraya gel lütfen. Bunun için kendimi tutamam. Tutamam. Oh, hanımefendi, ne...



HENRIETTE: (ona bir içecek uzatır ve Fransızca konuşur) Bonjour!



ADAMUS: Bonjour. Ahh! Ahh!



HENRIETTE: (Fransızca konuşur)



ADAMUS: Oui.(Fr. evet) Evet. O kadar zarif gözüküyorsun ki. (izleyiciler alkışlar) Hanımefendi için. (ikisi de bir yudum alır) Sanırım şu andan itibaren bütün Şaudlar farklı olacak. (kahkahalar) Sen kesinlikle inanılmaz güzelsin.



HENRIETTE: Seni hatırlıyorum.



ADAMUS: Evet, ben de seni hatırlıyorum.



HENRIETTE: Bir öpücük alabilir miyim?



ADAMUS: Bir öpücük alabilirsin. Oh. Linda'nın şarabımı tutması lazım ama... (kahkahalar artar) Biraz...(dokunmadan her iki yanağını öper) Gerçek bir centilmen aslında dudaklarını yüzüne veya ellerine dokundurmadan öper. Ama ne olursa olsun teşekkür ederim tatlım. Teşekkür ederim. (kadeh tokuştururlar) Yeniden şerefe. Ah! Neden herkes buraya gelirken kostüm giymiyor? (bazı kıkırdamalar) Böyle giyinmiş olarak değil. (Cauldre'nin kıyafetini göstererek) Bu sanki kiliseye ya da cenazeye gidiyormuş gibi giyinmek. (izleyiciler "Ohhh!" der). Bir içki?



LINDA: Hayır, teşekkürler.



ADAMUS: Peki. O zaman kollarımı hareket ettirebilmem için bunu kenara koyar mısın?



Beş. Bu herkeste bir momentumun oluşması için gereken sayı.



Şimdi, kabul etmem lazım ki... bu iyiydi. (içki için diyor) ama ben içmeye devam etmeden önce bekleyeceğim. Benim yüzün üzerinde, evet yüzün üzerinde iyi niyetli Şambra'nın üstatlıklarını bedenlemeden, aydınlanmadan önce geçiş yaptığını kabul etmem gerekir. Ve bu sayıya yaşlandığı için, bedeni yıprandığı için geçiş yapanlar dahil değili bunlar ahenkli ve sağlıklı bir bedeni olan yüz kişi. Bu zor. Bu çok, çok zor. Ve "Aralarında hayatına intihar ederek son vermiş olan var mı?" diye bir soru belirdi. Hayır. Onlar geçiş yapmak için bilinçli bir seçim yapmadılar. Onlar bunu sadece yaptılar çünkü tekil insandan gerçek bir Üstada geçerken başkalaşım o kadar zor geliyor ki, bu hepinizin bildiği gibi bedene ve zihne o kadar zor geliyor ki, o kadar zor. O bütün ritmleri ve bütün kalıpların atılmasına neden oluyor ve siz aniden kendinizi başka gerçekliklerde buluyorsunuz. Siz bilinçli bir seçim yaptınız diye başka gerçekliklere gitmiyorsunuz; siz sadece orada oluveriyorsunuz.

O nedenle sizinle benzer yolculuğu yapmış olan ve şimdi perdenin diğer tarafında bulunanları gerçek anlamda onurlandırın, onlar bir anlamda yolu sizin için açtılar, onlar birçok zorluğu üstlerine aldılar çünkü hatırlayın sizin kendiniz ve yaşam konusunda endişelendiğiniz ve strese girdiğiniz bütün düşünceleriniz aslında bilincin, insanlığın meydan okumalarına maruz kalmanız demekti.



Ben size daha önce bundan bahsettim. Ben size sizin olduğunu düşündüğünüz ve öylesine derinden hissettiğiniz ve kişisel aldığınız bu sorunların ve bu meselelerin gerçekte size ait olmadığını söyledim. Siz bilinç namına o sorunlarla karşı karşıya kalıyosunuz. Ve daha geniş anlamda, bu farkındalık yolculuğunda olan ve perdenin diğer tarafına geçenler sizin birçok korkunuzu ve sorununuzu üzerlerine aldılar. Onlar o şeylerin kendilerine ait olduğunu zannettiler. Onlar sadece kendilerinin o korkulara ve o düşüncelere ve o dengesiz duygulara sahip olduklarını sandılar ama siz de aynı zamanda onlara sahiptiniz. Onlar her biriniz ve hepiniz için onları üzerlerine aldılar. Onlar için kendinizi suçlu hissetmeyin; onlar diğer tarafta iyiler. Doğrusu onlar yardım ediyorlar. Onlar enerjisel olarak sizin hepinizi destekliyorlar. Ama şimdi beş kişi var ve yakında bu daha da artacak.

Bu beş kişinin her birinin ve hepsinin yaşadığı tek bir ortak şey var, bu beşinin ortak noktası ve onlar online veya bizzat buradan izliyor olabilirler; bu ortak nokta onların hepsinin de çok mücadele etmiş olması. Bilirsiniz işte, iyi bir insan olmak çok çaba gerektiriyor. Kendini şifalandırmaya çabalamak öyle büyük bir mücadele ki. Kendini mükemmelleştirmek, daha iyi bir kişi olmak öyle büyük bir çaba gerektirir ki ve bu işe yaramaz. İşe yaramaz.



Ve bu beş kişinin her biri ve hepsi birçok mücadeleden geçtikten sonra ve kendilerini daha iyi yapmaya çabaladıktan sonra ve kendilerini ruhsal veya sadece hoş veya daha kusursuz veya zaaftan yoksun hale getirmek için o kadar çaba harcadıktan sonra; bir sürü o çılgın rüyalar ile mücadele ettikten sonra - onlar bu konuda sanki el ele verip çalıştılar gibi oldu - onlar bir sabah uyandılar, onların her biri ve hepsi, onlar bir sabah aniden idrak ettiler. Onlar basitçe idrak ettiler.



Bu bir açıdan ilginç bir iştir çünkü onlar sonunu göremedikleri tüm o mücadeleden sonra, onun ne zaman, bir hafta mı, bir ay mı yoksa bir yıl sonra mı olup olmayacağını bilmeden onu basitçe yakaladılar. Her şey bir araya geldi. Ve onlar o sabah - "Nasıl aydınlanırım? Nasıl idrak ederim? Nasıl olmaya çalıştığım, olmak istediğimi sandığım kişi olabilirim? - şeklindeki mücadele duygularıyla uyanmak yerine o sabah, yoğun rüya görmekle geçen bir geceden sonra o sabah uyandılar ve bir dinginlik vardı. Zihindeki o aktivite yoktu ve o mücadele yoktu. Onlar uyandıklarında onların önünde büyük bir soru yumağı durmuyordu. Bunun yerine onlar uyanıp derin bir nefes aldılar ve sadece gülümsediler. "Anladım" dediler. "Anladım."



Şimşekler çakmadı. O, sizin kozmik bilinciniz ile yaşadığınız diğer deneyimlere benzemiyordu, orada diğer realitelere muazzam bir yükseliş hissi varken diğer yandan insan bedeninde ve zihninde muazzam bir denge vardı. O bir dinginlikti. Ve o tüm o sorular ve o dürten şüpheler ve o ne zaman olacak merakı olmadan oradaydı.



Bu onlar için - onların her biri ve hepsi için - sakin ve barış dolu bir andı. Bu, onların sokaklarda koşmak isteyeceği, onların ciğerlerinin son gücüne kadar, "Ben aydınlandım! Ben aydınlandım!" diye bağıracakları bir an değildi. O sadece oradaydı ve rahatlama hissi gibi bir şeydi. Gerginlik yok, ne olacak diye merak etmek yok. Ve bu onlar ne olacağınışünmeyi düşünmemeyi düşündükleri için olmadı, bu onların düşünmemeye çabalamasıyla olmadı ama düşünce basitçe orada değildi. Onların doğal olan aydınlanma hali konusunda düşünmeleri gerekmiyordu çünkü o basitçe oradaydı. Onlar bu dünyada olacak olan şeyleri merak etmediler çünkü bunun bir açıdan hiçbir önemi yoktu. Onların omuzlarında herhangi bir yük taşımaları gerekmedi çünkü onlar olanın kesinlikle mükemmel olduğunu biliyorlardı. Ve onlar bedenlerine ne kadar ışık getirdiklerini merak etmediler veya atalarından ne kadarını salıverdiklerini veya salıvermediklerini veya kanser olup olmayacaklarını ya da kaç yaşında...bunların hepsi bıçak gibi kesildi - bu her biri ve hepsi için aynı şekilde oldu. Her şey olduğu gibi oradaydı, fark edilmiş olarak.



Bu aslında hiç kimsenin zihni ile düşünemeyeceği bir sadelik ve zarafet hissiydi. Siz sadeliği ve zarafeti düşünemezsiniz; siz ona izin verebilirsiniz. Ve bu beş kişinin başına geldi çünkü eh, onlar sınırların sonuna ulaşmışlardı. Eğer ben onları size bir yıl önce tanıtmış olsaydım, "İşte buradaki kişi aydınlanacak, o bir yıl içinde aydınlanacak olan beş kişiden biri." deseydim siz benim şaka yaptığımı ya da yalan söylediğimi sanacaktınız. Siz böyle bir şeyi hayal edemeyecektiniz çünkü onlar bir açıdan birer nduygusal enkazlardı. Onların yaşamı o kadar dengesizdi ki. Onlar o kadar kırılgandı ki, o kadar kırılgan. Hassas değil; hassas olmakta sorun yok. Kırılgan, sanki parçalara ayrılacaklarmış gibi. Onlar diğer yüz kişiye veya bütün geçiş yapanlara katılmak konusunda o kadar sınırdaydılar ki. O kadar sınırda.



Siz standart olarak, örnek olarak gezegendeki beş Üstattan birinin kendiniz olduğunuzu düşünmemiş olabilirsiniz. Hayır, bunu düşünmemişsinizdir ama ben bunu her biriniz ve hepiniz için gündeme getiriyorum. Ben bunu gündeme getiriyorum çünkü yolculuğunuz o denli benziyor ki - sorular, şüpheler, ne zaman olacak merakı, çok çabalamak, daha güzel veya daha iyi bir insan olmaya çabalamak. Beşi de sonunda tek tek, "Yeter" dedi.



Onlar bir açıdan bakılınca pes ettiler. Onlar durdular. Onlar o kadar kırılgandılar ki, onlar parçalara ayrılmaktan korktular ve muhtemelen ayrıldılar da ama onlar basitçe durdular. Ve onlar çabayı bıraktılar. Onlar onun üzerinde çalışmayı bıraktılar. Ve onlar bir süre bir tür mekansızlık, zamansızlık yaşadılar. Siz basitçe durduğunuzda bunlar olur. Bu insanı korkunç derecede rahatsız hissettirir ama Üstadı değil; sonu gelmeyen aktiviteleri durdurmak inanılmaz rahatsız gelir; o gün için bir programı olmamak, ruhsal konularda çalışmamak veya pratik yapmamak, hatta bunlarışünmemek korkunç rahatsızlık verir. Korkunç rahatsız hissettirir çünkü bunlar üzerinizde taşıdığınız kıyafetler gibi değildir. Bunu o şekilde tanımlamak zordur. Ama onların perdenin diğer tarafından başka gidecek bir yerleri yoktu onlar o nedenle durdu. Ve onlar o momentumu sağladıklarında, o Tamamlanma Direktifi içeri girmeye muktedir oldu. Bütün veçheler, bütün parçalar ve parçacıklar, bütün kırılganlıklar, kendilerine ait bütün kayıp parçalar içeri girmeye muktedir oldular.



Ve onlara o sabah aydınlanmanın yolunu açan o büyük rüyaların görüldüğü gece gerçekte neler oldu; gerçekten olan şey şu ki kendilerini tekil zanneden varlıklar gerçekten açıldılar ve izin verdiler ve "ve"ye girdiler.



Siz "ve"yi düşünemezsiniz. Siz onun ne anlama geldiğini bilebilirsiniz ama siz onu düşünemezsiniz. Siz onun üzerinde çalışamazsınız. Siz onu kazanamazsınız. Siz tekil bir insan olmadığınızı enerji kavramları ile anlayabilirsiniz. Siz tekil bir realitede ve ona inanarak, bu realiteye inanarak o kadar çok, o kadar çok ömür geçirdiniz ki. Şaka gibi ama bu hem iyi bir şaka hem de kötü bir şaka. Bu bilincin tekil halde yaşarken neler yapabildiği algısıısından çok ilginç bir deneyim ama siz asla o şekilde olmak için planlanmadınız.



Ve ben size bunları biz Transhüman dizimize başlarken anlatıyorum. Transhüman insanın ötesine geçmek, insan olmayı aşmak demektir. Ondan çıkmak değil ve bu da işte yanlış algılardan biri - "Hadi insan olmaktan süpermen olmaya geçelim." Hayır, geçmezsiniz. İnsan hala var ve daha pek çok şey var. Bu, aydınlanmaya dair çok, çok basit bir fizik kuralı ve bu "ve"yi almaktır. (açık olmak) İşte bu beş kişinin yaptığı şey oydu.



Onların her biri ve hepsi için rüyalar ile dolu bir geceydi. Tıpkı Son Akşam Yemeği gibi ama bunu rüya halinde yapmak, bunu bir tür seremoni gibi yapmak, sonra her şeyi bir araya getiren final ve sabah uyanış.



Siz en son ne zaman sabah uyandığınızda tamamen tazelenmiş hissettiniz? Son zamanlarda değil. Beni ya da kendinizi kandırmayın bile. Son zamanlarda değil. Siz sabahları kalktığınızda dermansız, en iyi haliniz ile yorgun oluyorsunuz ama onlar sabah uyandıklarında on iki kupa kahve içmiş gibi hissetmiyorlardı ve bir sürü sahte enerjiye sahip değildiler; onlar sabah uyandılar ve bu basitçe berrak hissetmekti. Berrak. Bu sözcüğü Cauldre buldu. Teşekkür ederim, Başak Burcu. Basitçe içinin berrak hissetmesi, gerçekten çakıllar olmadan ve tozlar olmadan ve pislik olmadan ve kir olmadan ve yağ ve çöp olmadan? Bilirsiniz işte. Ama onlar basitçe tazelenmiş olarak uyandılar. Ve kendilerini düşünmeden. Siz tişört olabilecek durumdayken, "Aman Tanrım! Benim üzerinde, "Ben aydınlanmış bir varlığım" yazan bir tişört edinmem lazım." demezsiniz. Ama sadece aydınlanmada rahatlamak. Ve en büyük, en önemli şey onların çabayı bırakmış olmasıydı.



Şimdi, onların da sizin kadar çabaladığını varsayalım. Onlar bir sürü cehennemden ve bir sürü anlayıştan geçtiler. Onlar bir sürü şey geçirdiler ama onlar durdukları anda o zamana kadar yaptıkları her şey, yaptıkları bütün çalışmalar, öğrendikleri her şey, her şey onunlar ile bir olmak için aniden içlerine doldu. Onlar artık parçalar halinde değildiler. Onlar basitçe içeri geldiler.



Siz, "Onlar günün geri kalanında ne yaptılar?" diye merak ediyorsunuz şimdi. Bilirsiniz işte, onlar, "Ah, ben bir Üstadım" bile demediler. Onlarınki, "O kadar berrak ve o kadar saf hissediyorum ki" gibi bir şey. Bu aslında onlar "Bu idrak ediş mi? Bu aydınlanma mı?" demeye başlayana kadar öyle değildi. "Bunun bir önemi yok çünkü ben onu artık aramıyorum. Ben artık onun için çabalamıyorum. O nedenle öyle olmalı." derler. Sonra da, "O benim hedefim değilse onu başarmış olmalıyım. O artık aniden benim umurumda değilse o zaman olmuştur."



Onlar günün geri kalanında ne yaptılar? Eh, onlar normalde yapacaklarını yaptılar ama bunu stres içinde ve merak içinde yapmadılar, "Ben hastalanıyor muyum? Aman Tanrım, beni bir sivrisinek mi ısırdı? Bana Zika virüsü mü bulaştı? Onlar basitçe günü geçirdiler. Ama siz bir anlığına hayal edebilir misiniz, sürtüşme olmadan, o ağırlık olmadan, o dırdır eden şüphe olmadan, ne olacak diye merak etmeden olmayı.



Onlar günlerini basitçe geçirdiler. Bazıları acıktığı için manava gitti. Bunu siz de yapıyorsunuz. Onlar karşılarında aniden yiyecek tezahür ettirmediler ama ettirebilirler de. Ama yapmadılar. Onlar manava gittiler çünkü bir rahatlama vardı. Ve bir dükkana giderkenki stres ve endişe yoktu, "Aman Tanrım! Bunlar organik mi veya bunlar vejetaryen mi?" Onlar bunlar için endişe etmediler. Veya, "Çok mu şeker içeriyor..." O stres yoktu. Bu anlamsızdı. Ve onların mücadele etmesi gerekmedi, büyük bir çikolatalı kek almamak için direnç göstermeleri gerekmedi. "Oh, hayır, hayır. Onu gerçekten istiyorum ama..." Bu tip şeyler basitçe yoktu. Stres orada değildi. Onların keki alması da iyi, almaması da. Ama "Aman Tanrım bu benim çok hoşuma giderdi ama ben onu yiyemem. Oh, bana çikolatan ile eziyet etme!" demenin ne olduğunu bilirsiniz siz.



LINDA: Onlardan herhangi birinden Costco'ya öğle yemeğine giden oldu mu? (bazı kıkırdamalar)



ADAMUS: Hayır, beslenmek için Costco'ya gittiklerini sanmam, en azından... Ben Costco'yu bilmiyorum ama Cauldre bana anlatıyor, "Hayır. Oradan yiyecek almayın." (bazı kıkırdamalar)



Birkaçı işe gitti. İkisinin bir işi vardı, üçü çalışmıyordu - bu size bir şey anlatacaktır - düzenli bir işleri yoktu. Bazıları sevgili ev hayvanlarını parkta gezintiye çıkardı. İkisi çok uzun süren bir şekerleme yaptı, düşündü, "Hey, gece uykusu o kadar güzeldi ki ben şekerleme yapacağım; uyanınca daha da iyi oluyor!" dedi. (bazı kıkırdamalar) Onlar basitçe şekerleme yaptılar çünkü bunu yapabiliyorlardı. Onlar hayatlarına devam ettiler ama tamamen farklı bir perspektiften. Zihinsel bir perspektif ile değil; çok deneysel bir şekilde. Onlar oradaydı. Onlar oradaydı.



Siz bir anlığına hayal edebilir misiniz, beden yorgunluğu hissetmiyor ve atalardan fışkıran akım sizi geri çekmiyor? Böyle bir şey basitçe yoktu. Yani ben onlar biliyordu demek istiyorum, onların hepsi biyolojik ailelerinin farkındalığına vardılar ama o çekiş orada değildi. Ve ben en önemli şeyin zihinsel zırvanın orada olmaması olduğunu söyleyeceğim. "Ben ne yapıyorum? Ben kimim? Ben ne zaman aydınlanacağım?" Bunlardan hiçbirisi yoktu. Siz gününüzde bir değişiklik hayal edebilir misiniz?



Onlar çıkmadılar ve ellerinde altından paralar yaratarak sihir kahramanlığı yapmadılar. Bunun bir anlamı yoktu. Bu insanın yapacağı bir şey. Ama bir Üstadın o oyunu oynaması şart değil. Bir Üstadın hiçlikten bir şeyler üreterek başkalarını etkilemesi gerekmez. Bu anlamsızdır. Bu sizi Üstadın tekilliğinden çok insanın tekilliğine taşır. Arada büyük bir fark vardır. Sözcüklerin tınısı kulağa aynı gibi gelse de, sözcükler arasında muazzam bir fark vardır.



Bir tanesinin bir ilişkisi vardı. Dördünün yoktu. Bu size bir şeyler anlatacaktır. (Adamus kıkırdar) Aralarında iyi partner olabilecekler vardı, evet. (O, Linda'ya bakınca bazıları kıkırdar) Bir içki ister misin?



LINDA: Ah, evet! (kıkırdamalar artar)



ADAMUS: İlişkiler zordur ve bunu başaranlar gerçekten takdire şayandır ve onurlandırılır. Ama siz bunlardan geçerken ilişkiler zor gelir. Dördünün ilişkisi yoktu, birinin vardı. Ve o kişi ötekine koşmadı - siz bunu bu günlerde ne diye adlandırıyorsunuz, partner veya beraber yaşama ya da her neyse - o diğerine koşmadı. "Oh! Ne olduğuna inanamazsın. Ben aydınlandım. Ben aydınlandım ve sen aydınlanmadın." demedi. (kahkahalar) Veya, "Benim yıllardır gittiğim ve senin dalga geçtiğin grubu biliyorsun değil mi? Eh, sonunda oldu." Bunu bildirmek için bir ihtiyaç yoktu.



Bunu sadece bir anlığına hayal edin. Siz ruhsal bir insan olmak için çabaladığınız on tane yaşamdan sonra her şeyi salıveriyorsunuz ve bir sabah uyanıyorsunuz ve o aniden oluyor. Siz bir sabah şöyle bir hisle uyanıyorsunuz, "Oh! Ben canlıyım. Ben Ben'im. Ben Buradayım." Bunun için artık savaşmak yok. Kendini daha iyi hale getirmek için çabalamak yok.



Sanırım bunu bir kabul ediş, bir izin verme olarak adlandırabilirsiniz. "Ben Ben'im." Ve şu farkındalıkla, "Ben Buradayım. Ben bir insanım. Ben bu gezegende işlev görüyorum ve ben her şeyim." Ve. Onların sonunda izin verdikleri şey buydu. İçe işleyen şey buydu.



Eğer gerçekten izin veren o beş kişiden sizlerden her birinize ve hepinize bir mesaj vermelerini istemiş olsaydım bu, "O kadar zorlamayı bırakın. İnsan özünüz üzerinde o kadar çalışmayın." olurdu. Öyle yapmak sizi daha ileriye götürmez. Bu ancak sizin sizin için bir şey yaptığınıza inanmanızı sağlar. O sizin zamanınıza mal olur. O size bir tür misyon, hedef, savaş duygusu verir. Ama o beş kişi sonuçta size, "Buna hemen şimdi bir son ver. İnsan ol ve önüne çıkan her şey ol." diyecektir. Bu kadar. Ve siz ondan sonra rüyalarla dolu bir gece geçireceksiniz ve siz sabah uyandığınızda o berrak ve saf duyguyu hissedeceksiniz çünkü her şeyi bir araya getiren o Tamamlama Direktifi oradadır.



Ve bu doğaldır. Evet, çok şey konuşuyoruz. Ben size yeniden güven vermek için konuşuyorum. Sanırım sürekli devam eden o ikilem var, "Ben doğrusunu mu yapıyorum? Ben doğru yolda mıyım?" Ben gerçekte size bir şey öğretmiyorum; ben size sadece yeniden güven veriyorum. Ben size bir takım sözcükler veriyorum. Ben biraz dikkat dağıtıyorum ama ben size doğru yolda olduğunuzu söylüyorum. O kadar doğrucu olmayı bırakın ve sadece izin verin.



Biz bu yıla, bu diziye geldik ve eğer ben sizin bir resminizi çizecek olsam nasıl çizerdim? Siz yapılacak bütün çalışmaları yaptınız. Hala burada olanlarınız, ayrılmamış olanlarınız için- ve ayrılanlar konusunda yanlış olan hiçbir şey yok ama onlar insan üzerinde çalışmaya devam etmek istiyorlardı - hala burada olanlarınız için bu o yıl, bu sadece o derin nefesi alarak çabayı bırakacağınız yıl. Yani demek istiyorum ki hayatınızdaki her şeyi. Bu şu anlama gelmiyor...Cauldre benden örnek vermemi istiyor, "Eh, siz bir Üstatlar Kulübü inşa etmediniz mi?" Eh, bu çabalamak mı yoksa yaratıcı olmak mı? Bu iş ama sadece kendinizi kanıtlamaya çalıştığınız bir iş değil.



Siz sırf yapabiliyorsunuz diye çıkıp bir şey inşa etmeniz ile bir şarkı yaratmanız arasındaki farkı biliyorsunuz çünkü siz bunu yapabilirsiniz veya siz bir grup yaratabilirsiniz çünkü siz bir resim yapabilirsiniz ya da yaparsınız. Bu çalışmak değildir; bu sürekli yıpranarak yaşamanın aksine sadece yaşamaktır. Siz kendiniz üzerinde çalıştığınızda, kendinizi ispatladığınızda, kendinizi daha ruhsal hale getirdiğinizde, o insanı daha iyi hale getirdiğinizde mekanizmanın aşındığını hissedebilirsiniz.

Bunu salıverme zamanıdır. İnsanın gerçekten izin vermesini sağlayın ve sonra "ve"yi idrak etmeye başlayın. Çok daha fazlası var. Biz oraya doğru gidiyoruz. Ben o nedenle bu dizinin adını Transhüman Dizisi koymak istedim.





Transhümanizm

Ben son toplantımızda bahsettiğim şeyi , gezegendeki transhümanizm hareketini tamamlayacağım. Teknolojide bir hareket var. Sizin ProGnost Güncellemesini izleme şansınız olmadıysa izleyin ama ben size bir özet geçeceğim.



Gezegende olmakta olan en büyük şey teknoloji. İnansanız da inanmasanız da bu Donald Trump (kahkahlar) ya da Hillary Clinton değil. Terörizm değil. Kimyasallara ilişkin komplo teorileri değil. Eğer siz dikkat dağıtan şeyleri sevmiyorsanız gizli devletler ya da bankalar değil. Çevre de o kadar değil ama onun büyük bir rolü var. Her gün sizi haberlerde esir alan tartışmalar veya gezegendeki komplo teorileri değil. Özellikle komplo teorileri muazzam dikkat dağıtıcılardır. Onlar neden sıklıkla ruhsal insanları içine çekiyor? Komplo teorileri neden ruhsal yolda olanları bir mıknatıs gibi çekiyor? Bunu hiç anlayamıyoum.



Bu gezegende olanlar bunlar değil. Bu gezegende olan şey - eğer siz bilinci ayrıntılı bir şekilde incelerseniz - İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra gerçekten bu gezegene o eski küçük bilincin gelmesidir. İkinci Dünya Savaşı'nın bir çeşit dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bazıları buna ışık ve karanlığın savaşı diyor. Ben sadece onun daha fazla bilinç getiriyor muyuz, getirmiyor muyuz zamanı olduğunu söylüyorum. Sanırım ışık ve karanlık denilen şey bu olmalı ama İkinci Dünya Savaşı sırasında bir dönüm noktası oldu, tam da İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ve o noktada gezegene bilinç geldi. İki bin yıl önce ekilen Mesih tohumu sonunda filiz vermeye başladı.



Sizlerden çoğunun bundan 25 belki 30 yıl sonra dünyaya gelmeniz bir rastlantı değil ki bu da zaten sadece kısa bir zaman. Ama sizin bilinç getirmek için gelmeniz bir rastlantı değil. Onu siz getirdiniz. Siz bu bedenle doğdunuz ve sizin bir zihniniz oldu ama sizin getirmiş olduğunuz şey bilinçti. Sadece siz değil gezegende böyle birçokları var ama siz bilinç getirdiniz ve o şeyleri değiştirmeye başladı. Siz tarihi inceleyebilirsiniz, evrim, sosyal değişim özellikle 1950'lerin ve altmışların sonunda başladı ve 1980'lere kadar ve ondan sonra da devam etti. Siz bilinç getirdiniz ve değişimi yapan o oldu. Bizi Kuantum Sıçraması'na götüren şey o oldu - bilinç. Ve bilincin ardından teknoloji geldi.



Kendi hayatınıza, kişisel tarihinize bakın. İlk kişisel bilgisayar ne zaman çıktı? Sizin yaşam sürecinizde ve bu sizin için var olmamış olsaydı var olmazdı. Ve teknolojideki değişimlere bakın, özellikle bilgisayar teknolojisine, bilgi işleme bakın, bunlar gezegeni derinden etkilediler ve bunların kuantum hale geleceklerini söyleyebiliriz. Teknoloji denilen şey var ama o bilinç tarafından getirildi. Gezegende olanlar bunlar ve bu devam edecek.



Ben bu diziyi Transhüman diye adlandırdım çünkü o basitçe teknoloji sayesinde parçaların bütününü ve parçacıkları inceleyen entelektüeller ve bilim insanları için bir oyun. Bunların hiçbirisinde bir yanlışlık yok çünkü dediğim gibi sizin şu anda sahip olduğunuz bu bedenleriniz parçacıklardan oluşuyor, Edith. Onlar aslında size ait olmayan parçacıklar. Onlar heyecan verici parçacıklar tabii ki ama sizin bedeniniz dengeli değil. Siz öyle olduğunu sanıyorsunuz ama değil. Parçacıklar şimdi değişiyor demek istiyorum. Onlar benzer kalıplar dahilinde değişiyorlar ve bu konu bizim bu yıl yeniden tekrarlayacağımız konulardan birisi çünkü parçacıklar içeri geliyor; o yepyeni bir parçacık ama o aynı eski kalıba göre hizalanıyor, o, ta ki eskisi çıkıp yeni parçacıklar içeri girene kadar aynı eski kalıptaki gibi hizalacak ama onlar aynı şekilde hizalanıyorlar.



Siz ataları salıverdiğinizde, siz size gerçekten ait olmayan düşünceleri salıverdiğinizde veya siz size ait olanı ve olmayanı belirlediğinizde parçacıklara ait kalıplar değişir. Biz bunları yapacağız. Ama ben konunun dışına çıktım.



Ben "transhüman" sözcüğünü kullanıyorum çünkü benim dediklerimi ve aslında o beş aydınlanmış Şambra'nın yaptığını araştıran entellektüel bilimsel teknik bir hareket var. Onlar insanı nasıl mükemmelleştirebileceklerini araştırıyorlar. Onlar insanı potansiyel olarak nasıl ölümsüz hale getirebileceklerini araştırıyorlar. Onlar ölümden nasıl kaçınılacağını araştırıyorlar, onların yaptıkları şey bu.



Bu ilginç. Bu bir fenomen. Bu aslında teknolojinin gelişimini sürdürmesine neden oluyor ve bu sayede bedenin tıbbi olarak yaşayabileceği kanıtlanacak. Siz bir organı değiştirmeye muktedir olacaksınız, neden olmasın? Veya herhangi bir şey olduğunda bir uzvun değiştirilmesi, neden olmasın? Atomlardan, moleküllerden, parçacıklardan sıfırdan bir bütün beden oluşturmak? Evet, bu mümkün olacak. O varlıktaki bilinç mi? Bu ilginç bir soru. Bu bizim yanıtlayacağımız bir soru olacak, biz bu yıl ilerlerken her iki tarafı da inceleyeceğiz.



Fakat gerçekte bir çuval parçacığa bilinç doldurulabilir mi? Ve eğer bir beden bilgisayar programı sayesinde - parçacıkların ve kalıpların manipüle edilmesi sonucunda insan gibi gözükürse - gerçekten insan olur mu? Bu bilinç mi? Bu olağanüstü bir tartışma olur.



Ben bizim dramlarımız aşkına bu yıl bunun kodlarını çözeceğimizi söyleyeceğim ama biz bu konuda çok güzel tartışmalar da yapacağız. Ama siz biyolojik olarak üretilmemiş insan bedeni ve zihnine bilinç doldurup onun varlığını sürdürmesini sağlayabilir misiniz? Bunu yapabilir misiniz?



İlginç, ilginç bi ikilem. Ve ben biyolojik olmayan diyorum. Siz bunu Tobias'ın bir şekilde gerçekleştirmiş olduğunu biliyorsunuz ve onun kendisini biyolojik beden doğduktan yıllar, yıllar sonra ona doldurması oldukça büyük bir başarıydı. Ama o yine de biyolojik bir araçtı. O hala eski kalıpları izliyordu. O, ona dolmaya muktedir oldu ama öncesinde çok hazırlık yapılması gerekti. Ama sizde insan bedeni üreten o küçük yazıcılardan olsa ve siz düğmeye basıp bir insan bedeni çıkartsanız bilinç ona gerçekte girebilir mi?



Sizde insanlığın geçmişi konusundaki her ayrıntıyı, insanlar konusundaki her ayrıntıyı anlayan, gezegende mevcut olan her bilgiye sahip yeterince güçlü bir bilgisayar teknolojisi olsa siz çıktıda üretilmiş, bütün verilerin yüklendiği bir varlığa bağlansanız bu bilinç olur mu? Bunun mümkün olduğunu söyleyenler var çünkü onlar gezegendeki her şeyin bilişine sahipler denilebilir.

Bu arada, siz sadece son iki yılda gezegen ile ilgili temel bilgilerin evlerdeki, iş yerlerindeki, bilgisayar merkezlerindeki bilgisayarlara yüklendiğini fark ediyor musunuz, iki yılda bu gezegende bu zamana kadar toplanan bilgiden daha fazla veri yüklendi, buna Atlantis zamanları da dahil - ama lütfen Atlantis zamanına dönmeyelim; o zamanlar çok güzeldi ama daha iyi değildi. Sadece iki yılda bu gezegendeki bilgi tabanı gezegenin tüm tarihinin toplamından daha fazla genişledi; geçtiğimiz son iki yılda daha fazla enformasyon yüklendi.



Biz bu yöne doğru gidiyoruz ve bizim Transhüman dizimizin konusu da bunlar. Ama bu bir yere farklı bir yoldan gitmeye benziyor. İnsanı mükemmelleştirmek, bedeni göreceli olarak ölümsüz hale getirmek isteyenler olacaktır. Bu iyi. Ölümsüz. Siz gerçekten de o insan bedeninde daha ne kadar varolmak istiyorsunuz? Ben bunu soruyorum. Ben bir kristalin içinde 100 bin yıl geçirdim. Bu arada o benim bedenimdi. O benim realitemdi. Ben size sizin şimdi gerçekten o şekilde sıkışmış olduğunuzu söyleyebilirim, 200 yıl sonra sıkılıyorsunuz (bazı kıkırdamalar) belki 300 yıl sonra. Ondan sonrası sıkıcı - eh, sataşacak, eğlenecek veya bir şey yapacak, iyi vakit geçirecek kimse yoksa öyle oluyor.



Yani ben o ölümsüzlük denilen şeyi gerçekten merak ediyorum. Neden ölümsüzlük? Neden teknoloji kullanılarak, beyine bütün insan bilgilerini yükleyerek bedeni ölümsüz hale getirmek için araştırma yapılıyor? Benim arkada durup biraz gülmem lazım. Neden? Neden? Onlar bunu duymak istemeyeceklerdir ama onlar tekil. Onlar sadece insana, sadece bu boyuta, sadece bu realiteye odaklanıyorlar. O kadar. Ve onlar bu nedenle insanı daha iyi hale getirmek, daha uzun yaşatmak, daha akıllı yapmak, daha güçlü yapmak, daha seksi yapmak için o kadar çok çabalıyorlar.



Transhüman hareketi çerçevesinde duyma yetisini ya da görme yetisini artırmak kadar duyular ve duyumsallık konusunda konuşulmuyor ama insan ölümsüzleştiriliyor. Yaşamın kendisi, yaşam deneyimi hakkında o kadar çok konuşulmuyor.



Şimdi - ve yeniden söylüyorum, ben burada biraz uçları oynuyorum ama - o transhüman hareketi insanı ölümsüz yapmaya çalışıyor. Onlar ile oturup onlara soru sormak hoşuma giderdi, belki benim için bunu siz ayarlarsınız, onlara soru sormak gerçekten hoşuma giderdi çünkü benim felsefe ile ilgili biraz temelim var - sanırım felsefeyi ben yarattım, o benim hatalarımdan birisi ama benim biraz temel bilgim var - siz bunu neden isteyesiniz ki? Hayatınız asla ölmeyi istemeyecek kadar mı güzel? Sizin deneyimleriniz o kadar mı derin ve zengin? Yani demek istiyorum ki siz tüm gününüzü bilgisayarda teknik şeylere bakarak geçiriyorsunuz. Yani sizin önünüzdeki 20 milyon yılda yapmak istediğiniz şey bu mu? (bazı kıkırdamalar) Ve ben onlara Adamus tarzı ile kibar bir şekilde gülüyorum. (kıkırdamalar artar) gerçekten?! Ben bir kristalin içine sıkışmıştım ve bu o kadar da iyi bir şey değildi.



Siz gerçekten o bedenin ölümsüz olmasını istiyor musunuz? Siz gerçekten sadece insana odaklanmak istiyor musunuz ve duyumsallığı bile içeri getirmek istemiyor musunuz? Ben bu transhüman hareketlerinin hiçbirisinde daha büyük seks organları veya daha büyük orgazmlar yaşamak veya bunun gibi şeyler ile ilgili bir şey göremiyorum. Bu tıpkı, "Ben sonsuza kadar bir robot bedende yaşamak istiyorum ve..." demek gibi bir şey. Peki ya hayatın kendisi? Peki ya duyumsallık? Peki ya çok boyutlluk? Yani ben isterdim.



Yani ben bu dizinin adını kasten "Transhüman" koydum çünkü siz - biz - bizi daha net bir sonuca götürecek olan farklı bir yoldan gideceğiz. Biz insan olmayı muazzam bir şekilde salıvererek, sadece insan olmayı, tekil olmayı aşarak "ve"ye gireceğiz.



Ben Linda'dan yapacağımız konuşmaların bir listesini çıkarmasını istemeye devam edeceğim ama çok yakında Adem'in Yarası'nı işleyeceğiz. Zavallı adam. Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki çünkü İsis'in yarası vardı ve biz onu işledik şimdi de Adem'in Yarası çıktı. Zavallı erkekler orada sıkışıp kalmışlar. Erkek olmak zor değil mi? (bir adam "evet" der) Evet! Evet! Gördünüz mü? Gördünüz mü? Bütün erkekler, erkek olmak zor değil mi? Bilirsiniz işte siz burada İsis'in yarasının yanında oturuyorsunuz ve şimdi de - biz Adem'in Yarası'nı henüz dile bile getirmedik. Nerede kalmıştım? (bazı kıkırdamalar)



Yani bizim transhümanizmimiz her türlü tekilliğin ötesine geçecek ve teknolojiyi kullanmadan ya da teknolojiyi en son bedeni oluştururken kullanarak benim şimdi yaptığım hesaba göre muhtemelen 30 ya 40 yıl içinde siz bir düğmeye basarak bir beden yapabileceksiniz. Teknoloji değişebilir ama 30-40 yıl içinde gerçekten, gerçekten iyi nano tipi bedenler ya da bedeninizde nano parçacıklar olacak, o kadar.



Yani biz bunu biraz farklı yapacağız. Biz insan olma tekilliğini aşacağız. Biz insan varlığının yükünü atacağız ve "Artık bu kadar çabalamana gerek yok" diyeceğiz. Sizin onun üzerinde çalışmanız gerekmiyor, onun için strese girmeniz gerekmiyor çünkü siz insansınız. L...(anet) olun... insan olun ve... (birisi "öhöm" der) Nasıl mı izleyin...ne? Ben kötü bir sözcük telaffuz etmedim. Lanet (fuck), istesem derdim ama... (yoğun kahkaha) Ama demedim! Tüm mesele bu. Benim lanet kelimesini kullandığım yer alternatif bir realiteydi ama bu yayında bunu söylemedim. Siz benim bunu neredeyse söyleyeceğimi zannettiniz. İşte büyücü. Siz benim bunu telafuz edeceğimi sandınız. Siz duydunuz. Ben o nedenle bunu diğer relitede o kadar sesli telaffuz ettim. Ben bu realitede bir şey demedim çünkü bu realitede kötü sözcükleri yakalıyorlar. Bu tıpkı "oh" demek gibi bir şey...bu arada lanet ne demek? Hayır, demek istiyorum ki...



LINDA: Sonra! Sonra (bazı kahkahalar)



ADAMUS: Hayır, ben burada biraz duracağım. Bu gerçekten ne anlama geliyor? Neden kaynaklanıyor? Bilen var mı? İlk ne zaman kullanılldı? (bazıları parmak kaldırır) Evet. Linda mikrofonu getirsin ki siz bunu tüm dünyanın önünde söyleyebilesiniz. Yani ben bunu anlamıyorum, bizim zamanımızda böyle bir kelime yoktu. Bizde o kelime yoktu.



LINDA: Burada.



ADAMUS: Evet. O zamanlar bizdeki en kötü kelime "Şeytan"dı.



ŞAMBRA 1 (kadın): Yanılabilirim.



ADAMUS: Evet.



ŞAMBRA 1: Ben bunun daima yasadışı cinsel ilişki anlamına geldiğini duydum.



ADAMUS: Ne anlamına?!



ŞAMBRA 1: Yasadışı cinsel ilişki.



LINDA: Ohh!



ADAMUS: Oh, lanet olsun!



ŞAMBRA 1: İnsanlar koyulduğu zaman...



ADAMUS: Onu görüyorum demek istiyorum. Evet, evet.



ŞAMBRA 1: İnsanların prangalara vurulduğu zamanlar.



ADAMUS: Yasadışı cinsel... cinsel ilişki nedir?



ŞAMBRA 1: Seks. (kıkırdarlar)



ADAMUS: Ben biliyorum! Bizim o zamanlar rahipler ve piskoposlar ile ilgili bir fıkramız vardı. Cinsel ilişki.



LINDA: Ben onun, "... altında zina" olduğunu sanıyordum. (birisi "o kralın onayı" der) Evet, evet, evet. Senin ondan izin alman gerekiyordu.



ADAMUS: Sanırım bu Facebook Şambra sayfası için iyi bir konu olur. (Linda güler) Eh, argo sözcükler filan. Onlar nereden geliyorlar? "Bok" (shit) nereden geliyor? Kullandığınızı duyuyorum.



LINDA: Sen bilmiyor musun nereden geldiğini? (kahkahalar)



ADAMUS: Ben o sözcüğü hiç kullanmadım. Ben o sözcüğü sizin kullandığınızı duyuyorum. Nereden geliyor? Benim son yaşamımda böyle sözcükler yoktu. Bu sözcüklerden yoktu. Bizim başkasına söylediğimiz...



LINDA: Bunları karşılayan Fransızca sözcükler vardır.



ADAMUS: Bazı Fransızca sözcükler. Biz insanlara orospu ya da piç ya da Şeytan gibi şeyler söylüyorduk. Ama bizde bu komik sözcükler yoktu ve insanlar bu konuda çok kapalıydı. Bu küçük dikkat dağıtma hoşunuza gitti mi? Hadi transhümana geri dönelim. Siz neredeyse uykuya dalıyordunuz! Ben f (fuck)... demeye başladığımda siz canlanmaya başladınız.(kahkahalar) Siz gerçekten de uyumaya başlamıştınız.



Bizim transhümanizm konusunda yapacağımız çalışma sanırım kasten yapılmış bir şaka gibi gelecek; kasten, planlı yapılan bir kelime oyunu. Bizim işimiz basitçe, çok doğal bir şekilde eski biyolojinin salıverilmesine izin vermek ve sizin yaptığınız gibi imgelemeniz ile bedeninizi oluşturan parçacıkları yeniden düzenlemek. Tanrı imajı ile değil veya kesinlikle eski ataların imajlarlerı ile değil. Biz bunu büyük kitlelerin sağlığını iyileştirmek için yapmayacağız. Bu gerçekten işe yaramaz. Biz sadece parçacıkları yeniden düzenliyoruz, sadece eskiyi salıveriyoruz. Biz, siz bunu nasıl adlandırıyorsunuz bilmem ama büyük eski bir boku basitçe serbest bırakıyoruz. Ve siz o zaman kendi içinizde bir dolu teknoloji kullanmaya gerek duymadan doğal bir transhüman hareketi keşfedeceksiniz. Peki ya yaparsanız ne olur?



Bu arada, bana arada şu soruluyor, "Adamus yüz gerdirmek doğru bir şey mi?" Benim umurumda değil. Yüzünüzü gerdirin. Bunun bir önemi yok. Veya, "Estetik ameliyat olmak kötü bir şey mi?" Ben şu anda gezegende bulunuyor olsaydım muhtemelen yaptırırdım. Neden olmasın? Sizin bunun için gereken araç gereçleriniz var. Yaptığınız şeyde bilinç önemli. Siz bunu, "Ben yüzümden ve bedenimden nefret ediyorum" diye yaparsanız bu bir bilinç olur. Ama siz, "Hey neden olmasın?" diye yaparsanız başka olur. Bilirsiniz işte, siz dışarı çıkar ve - siz bunu nasıl adlandırıyordunuz - ve küçük bir iş halledersiniz. "Evet, yapacak biraz işim vardı." (bazı kıkırdamalar) Ama eğer yapacaksanız doğru bir şekilde yapın. İşini bilen birilerine gidin, kasap gibi birine değil. Bunun için biraz para harcayın. Doğru şekilde yapın. Bilinç içinde yapın.

Transhümanimzde biz bilgisayarları heklemeyeceğiz veya beyinlerinize çipler yerleştirmeyeceğiz. Bu bilinç ve akıl arasındaki farkı anlamak ile ilgili bir şey ve tüm mesele bu. Bu kadar basit.



Biz zihni geliştirmeye, daha akıllı yapmaya çalışmayacağız. Akıl çok insana dair bir şey. O çok lineer. Çok, çok lineer. Siz ne kadar bilgi istersiniz veya siz ne kadar bilgiyi tutabilirsiniz? Ben bir Yükselmiş Üstat olarak hiç bilgi tutmuyorum. Benim buna ihtiyacım yok. Neden? Bende herhangi bir hafıza kartı veya bunun gibi hafıza depolayan bir şey olmadığı gibi bunu ben de istemem. Bu bir yük. Eğer benim bir şeyi bilmeye ihtiyacım varsa ben bunu basitçe sorarım ve o orada olur. Bu kadar. İstediğim her neyse eğer o benim için yeterince değerliyse basitçe orada olur. Eğer öyle değilse orada olmaz.



Siz bu çağda araç gereçlere sahipsiniz. On parmağınız ile neredeyse herhangi bir şey konusunda herhangi bir şeyi bulabilirsiniz. Onları neden beyninizde taşıyasınız? Siz onları bunun yerine cebinizde, sahip olduğunuz o iYammer'ın içinde taşıyabilirsiniz. Yani biz beyni geliştirmeye, sizi daha akıllı yapmaya çalışmayacağız. Akıl çok insan, çok lineer. Zihin gücü - çok, çok insan.



Bilirsiniz işte, akıl bilincin bir sonucu olarak yaratıldı. Akıl - bir duyumsama şeklidir ve örneğin bir deneyimi, bir boyutu algılar. Akıl buna izin verir ama sadece aklın yüceltilmesine odaklanmak asla düşünülmedi. Sizin diğer realitelerde akla ihtiyacınız yok. Orada akıllı olmanıza ihtiyaç yok. Ben bunu sık sık dile getiririm, gerçekler şöyle, siz o diğer realitelerden bazılarına gittiğinizde gerçekler sizi öldürecektir. Bu gerçekten böyle olacaktır çünkü bu sizin bunların orada önemi olmayan, bunları tanımayan, bunları kullanmayan öbür realitelerde insan perspektifinde kalmaya çalıştığınızı gösterir. Siz topçu savaşına kılınç ile gitmiş olacaksınız ve siz kaybedeceksiniz.



O nedenle biz aklı inşa etmek konusunda bir çalışma yapmayacağız. Biz bilinç ve akıl arasındaki farkı anlayacağımız bir noktaya geleceğiz ve arada muazzam bir fark var. Muazzam bir fark. Biz transhüman hareketimiz dahilinde bilince ulaşacağız.



Siz bilgisayarlarınızı kullanacak mısınz? Kesinlikle. Siz bilgisayarlarınızı veri yüklemek, hayatınızda ihtiyaç duyduğunuz akıl ile ilgili şeyleri yüklemek için kullanabilirsiniz. Biz bir hareket başlatmayacağız, biz komik giyisiler ile - askılı erkekler ve boneli hanımlar ile - ormana giymeyeceğiz ve biz bilgisar ve elektrik kullanmayacağız. Hayır. Biz kesinlikle sizin teknoloji dediğiniz ve sizin bilinciniz tarafından yaratılmış olan kaynakları kullanacağız ama bunu sadece yaşamdaki deneyimler için değil, daha iyi deneyimler yaşamak için yapacağız. Ve arada muazzam bir fark var.



Biz bir tür asiler olacağız. Dünyada bunun için gayret gösteren, bu noktaya gelmiş 30 bin Şambra almaya ve vermeye devam edecek. Bazıları bununla yüzeysel olarak uğraşacak sanki bir masaya gelip biraz ondan biraz bundan atıştırır gibi ama siz bunu açık büfede yer gibi yapamazsınız. Demek istiyorum ki, işte bu tamamıyla bir ders.



Hadi diyelim 30 bin kişiye kıyasla, oh, belki 20-23 milyon kişi şimdi farklı transhüman yollarında. Kıyaslandığında oldukça küçük bir rakam. Ve o diğer akılsal transhüman yolu milyonlarca insan, sizin yaşam süreciniz içinde milyarlarca insan toplayacak. Onlar kendilerine transhümanistler demeyecekler ama onlar yine de o yolda gidiyorlar.



Yani biz çok az sayıda kalıyoruz ama biz çok deneyimliyiz, çok olgunuz, çok adanmışız ve temel anlamda çok genişlemiş haldeyiz. Sadece insan olmanın ötesinde olanlar sizlersiniz.



Sizin istemiş olduğunuz şeyler var - siz daha sağlıklı olmak istediniz, siz daha genç gözükmek istediniz - ama biz bunları o nedenle yapmayacağız. Biz bunları basitçe sizin siz olmanızın zamanı geldiği için yapacağız, sizin sadece tekil siz ile değil bütün benlikleriniz ile olmanız için.



Ben o nedenle önümüzdeki birkaç yıl içinde sizden burada bizim transhüman ile aramızdaki paralelliği izlemenizi isteyeceğim - şu anda ekranda bunun harika bir temsili var. (ortasında bir nokta olan bir daire) bunu online izleyenlere de gösterebilirseniz. Bu ne anlama geliyor? Bu ne anlama geliyor? Eh, bu işte kutsal daire, ortasında nokta olan bir daire. Hatırlayın, ben hep noktanın sizin gelmiş olduğunuz Kaynak olduğunu söylerim. Daire temelde sizin deneyimlerinizi, bilgeliğinizi temsil ediyor. Ve siz o daimi Kaynak olduğu için onun değişmeyeceğini düşünmüş olabilirsiniz. Siz oradan geldiniz. O bütün deneyimleriyle çevrelenmiş olan saf bilinçtir. Ama bir şey değişti ve o şimdi bir artı işareti haline geldi. Orta nokta asla eskisi gibi olmayacak.



Ve siz orijinal dairenin belirsiz imajını, siz saf, saf, saf bilinç diye adlandıracağınız orijinal Kaynağın şimdi genişlediğini görebilirsiniz. O bir artı işareti. O bir haç değil. O İsa'nın üstünde öldüğü şey değil ve biz buraya oraya bağlanmış olan bir erkeğin küçük bir resmini koymayacağız. Hayır. (Adamus kıkırdar) Ve o İsviçre bayrağı da değil. Sizin bazılarınız için üzgünüm ama o İsviçre'nin sembolü değil. O bir artı işareti. Siz artı işaretinin ne olduğunu biliyorsunuz, o, o anlama geliyor. Ve. Evet. Artı işareti. Yani sembol o. O aynı zamanda her yöne doğru genişliyor ve eğer biz ona iki boyutlu bir şekilden daha fazlasını çizebilirsek o artılar, oradaki ışınlar, içeriya de dahil olmak üzere her yöne yayılacak. Her yöne; o sadece dışa doğru genişlemeyecek ama içe doğru da genişleyecek, kendi içine doğru genişleyecek. Gerçek genişleme her yöne doğru olur, sadece dışa doğru değil, içe doğru da, kendine doğru da. Gerçek genişleme her şekilde, her yöne doğru olur.



İşte bu onu temsil ediyor. Gezegendeki yeni bilinç bu ve temelde sizin yaratmış olduğunuz şey bu. Böyle olduğu söyleniyor - bu benim sadece açılış konuşmam. (Adamus kıkırdar)



Hadi o zaman insan için güzel, derin bir nefes alalım, bundan sonra daha iyi bir insan olmak için o kadar çok çaba harcamayı bırakacak olan insana, lütfen. Lütfen. Hadi biz ona basitçe yolun sonu diyelim. Neden?



Bilirsiniz işte, bunun kötü yanı... aranızdan bazıları biraz daha olgun, yıllar geçirdi, sizin beyniniz için ya da sağlığınız için olsa da, o lanet çaba neden? Siz, "Oh, aklımı kaçıracağım." diyorsunuz. Bu sizin başınıza dünyada gelebilecek en iyi şey. (bazı kıkırdamalar)Bu Alzheimer hastalığının belirtilerine benzemez ya da benzer ama bunlar zihnin ötesine geçmeye muktedir olmak için oluyor. Ve eğer sizlerden herhangi biriniz tam da şu anda zihinsel bocalama hissediyorsa, budur. Siz sadece genişliyorsunuz. Derin bir nefes alın, çenenizi kapatın, meditasyon yapmayı bırakın ve bocalamanın keyfini çıkarın. (bazı kıkırdamalar)



Günün Sorusu



Hadi güzel, derin bir nefes alalım ve sorulara geçelim. Linda mikrofonu al lütfen, bütün Şambra tetikte. Ve, bilmiyorum, Cauldre benden bugünkü bu bölümü kısa tutmamı istiyor çünkü bugün büyük bir partiye katılacaksınız. Güneş de çıktı. Heyecan verici değil mi? Şaud başlayınca güneş çıktı.



LINDA: Daha çok zamanın var.



ADAMUS: Hayır, Cauldre partiyi istiyor ama benim anlatacak daha çok şeyim var. (bazı kıkırdamalar)



LINDA: Aşacaktır o bunu, aşacaktır.



ADAMUS: Soru…



LINDA: Daha çok zamanın var.



ADAMUS: Soru – oh, biliyorum.



LINDA: Sen bundan kurtulmaya mı çalışıyorsun?



ADAMUS: Neden?



LINDA: Daha fazlasını yapmaktan.



ADAMUS: Hayır, hayır, hayır, hayır. Benim daha saatlerim, saatlerim, saatlerim var.



LINDA: Güzel, güzel, güzel, güzel.



ADAMUS: Yarına kadar devam edebilirim. (bazı kıkırdamalar)



Soru, Linda mikrofona ilk, hım...



LINDA: Gönüllü?



ADAMUS: Gönüllü. Şanslı gönüllü. Ben o kişiye...ben soruyu sormadan önce o mikrofonu yüzlerine doğru tut, Tanrım.



LINDA: Gerçekten mi?



ADAMUS: Eh, evet.



LINDA: Hemen mi?



ADAMUS: Evet, herhangi biri, ben de o zaman soruyu sorarım.



LINDA: Tamam. Ben zor birini bulacağım.



GARRY: Ah, ha.



ADAMUS: Oh, bu uygun biri.



GARRY: Oh! Aynen öyle.



ADAMUS: Oh, güzel. O halde doktor, ne yazacaksın - ve ben senin bu konuda düşünmeni istemiyorum - mezar taşına ya da anıt taşına ne yazacaksın? Yazmayacağını biliyorum...

LINDA: Oooh!



ADAMUS: Sen yakılacaksın. Ama senin anıt taşın olacak, sen ona ne yazacaksın. Beş kelime ya da daha azı. On kelime.



GARRY: Sonsuza kadar.



ADAMUS: “Sonsuza kadar!” Bunu sevdim. Güzel. "Sonsuza kadar." O kadar. Bu hoşuma gitti. Biraz şiirsel, biraz filozofik. Muzip. Bazı insanlar ona bakıp gideceklerdir, "Sonsuza kadar ne?" Ben anladım yine de. Sonsuza kadar. Güzel. Sen böylece benim yapıştıracağım cevabı desteklemiş oluyorsun.



Peki, mikrofon geçsin. Onlar bunu o kadar çok düşünmeye başladılar ki. Oh, ve onlar şimdi - evet. Peki, sıradaki. Mezar taşına, anıt taşına, duvardaki tabelana ne yazacaksın? Evet, senin duvarda bir tabelan olacak. Sen onun üzerine ne yazacaksın?



CATHY: Yaşadım.



ADAMUS: “Yaşadım!” Güzel. "Ben sevdim"e ne dersin? "Ben yaşadım. Ben sevdim. Peki, "Ben yaşadım." Güzel. Yaşadın mı? Sen yaşadın mı?



CATHY: Yaşamadım.



ADAMUS: Güzel. İzin verirsen sana şunu sorabilir miyim - ve bu tabelanın arka tarafında yazacak yani kimse göremeyecek - yaşamını nasıl tarif ederdin? 50 kelimeyle ya da daha azıyla. Ehh, başlangıçtan bugüne kadar - nasıl tarif ederdin?



CATHY: (kısa duraklama) Çok akılcı, analitik.



ADAMUS: Planlanmış.



CATHY: Perfeksiyonizm.



ADAMUS: Planlanmış.



CATHY: Organize edilmiş. Hedefler. Ve izin vermek ve yaşamak ve çaba harcamadan doğal olarak hareket etmek konusunda bir noktaya kadar gelmek ve bir sürü sevinç.



ADAMUS: Senin hiç küçük bir plan veya bir organizasyon yapmaya dair bir eğilimin oldu mu? Adamus amcana anlatabilirsin.



LINDA: Ohh! Onunla Küba yolculuğumuzda bize yardım edeceği konusunda henüz anlaşmıştık.



ADAMUS: Kimseye söylemeyeceğim.



CATHY: Evet ama…



LINDA: Küba gezisine katılıyor o. Zaten plan yapıyor!



CATHY: Ama o yine de izin vermek olur. İzin vermek olur. Yanıtlar gelir ve bilirsiniz işte yaparsınız.



ADAMUS: Yani bu benim kritik dediğim şeyden bir hayli uzak...



CATHY: Mm hımm.



ADAMUS: … eh, basitçe salıver.



ADAMUS: Kendin için yapabileceğin en iyi şey. Evet. Salıvermek bütün giyisilerinizi çıkarıp çıplak bir şekilde sokakta koşmak demek anlamına gelmez - ki bu da çok kötü bir şey değil - ama kendinizi yapılandırmayın. Yapılandırmak yıkmaktır. Yapılandırmayı bırakın. Kendinizi asla olmayacağınız ve olmak istemeyeceğiniz kişi haline getirmeye çalışmayı bırakın, tamam mı? Güzel. Teşekkür ederim.



Birkaç tane daha. Mezar taşında ne yazıyor? Ben bu soruyu hep sevmişimdir - "Meza rtaşı?!"



KAY: Sevinç içinde yaşadı.



ADAMUS: Sevinç içinde yaşadı. Bu doğru bir açıklama mı?



KAY: Genellikle.



ADAMUS: Genellikle.



KAY: Her zaman değil ama çoğu zaman.



ADAMUS: Zamanın yüzde kaçı?



KAY: Muhtemelen yüzde 70, yüzde 80'i.



ADAMUS: Oh, bu iyi. Hoşuma gitti. Evet, evet.



KAY: Evet.



ADAMUS: Tabelanın arka yüzünde diğer zamanlar için ne yazıyor?



KAY: Hala salıverebilmeyi öğreniyor. (kıkırdar)



ADAMUS: Peki. Sen sonra öğrenmeyi bırakıyorsun ve sadece sikt...diyorsun!



KAY: Sal.



ADAMUS: Ve salıverirsin.



KAY: Evet.



ADAMUS: Evet. Ondan sonra ailendeki herkes, "Ohhh! Şimdi gerçekten tuhaflaştı o" der. Sadece salıvermek. Bunu biliyor muydun? Onların senin hakkında sahip oldukları bütün olumsuz fikirler senin için iyi. Ciddiyim. Eğer onlar, "Oh, o deli." diyorlarsa bu bu iyi bir şeydir. Fakat onlar, "O da bizim gibi." (kahkahalar) dedikleri anda "Aman Tanrım! Ben nerede yanlış yaptım?" olur.



KAY: Ben genellikle ortamdaki en tuhaf kişi oluyorum ve bu beni hiç rahatsız etmiyor. (kıkırdar)



ADAMUS: Neden olmasın? Aslında tuhaflık insanların hoşuna gidiyor.



KAY: Doğru!



ADAMUS: Onlar aynı zamanda rahatsız da oluyorlar. Bilirsiniz işte, bir tuhaflık olduğunda bu aslında onların gizliden gizliye hoşuna gidiyor. Ama onlar, "Aman Tanrım" diyorlar. Onlar yapamıyorlar. Onlar o kadar İngiliz kalıyorlar ki. (kahkahalar artar) "Oh, biz yapamayız... bu çok nezaketsiz." Ve evet. Özür dilerim ama bilirsiniz işte - eğer siz İngiltere'den izliyorsanız ya da İngilizseniz - benim ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur. Ve siz gülüyorsunuz. Ben sizi görebiliyorum.

LINDA: Burası İngiltere.



ADAMUS: Evet. Oh, evet. (Linda güler) Evet. O halde mezar taşında ne yer alacak… ben haklı değil miydim...



ŞAMBRA 2 (İngiliz kadın): Evet, tamamen öyle. Tamamen, evet. (kıkırdar)



ADAMUS: Tamamen. Bilirsin işte 300, 400 yıl önce bu işe yarıyordu. Bilirsin işte, bu o zaman çok uygundu ama şimdi öyle bir şey yok!



ŞAMBRA 2: Evet.



ADAMUS: O dar gelen iç çamaşırını çıkart. (kahkahalar)



ŞAMBRA 2: Tamamen!



ADAMUS: Ve sadece… evet, peki. Mezar taşın.



ŞAMBRA 2: Ben Buradayım.



ADAMUS: “Ben Buradayım



ŞAMBRA 2: Ben Buradayım.



ADAMUS: Güzel. Toprağa. Mezartaşına, "Ben Buradayım."



ŞAMBRA 2: Ben ötesindeyim!



ADAMUS: Merhaba!



ŞAMBRA 2: Burada ve ötede! (kıkırdar)



ADAMUS: Bazı insanlar oradan yürürken senin mezar taşını okuyacaklar ve "Evet, işte!" diyecekler. (kıkırdamalar artar)



ŞAMBRA 2: Evet, bu iyi, bu onları soruya götürür! (güler)



ADAMUS: “Ben buradayım.” Evet, peki. Onların göremediği arka tarafta ne yazıyor? Hayatın nasıl?



ŞAMBRA 2: Cehennem yolculuğu gibiydi.



ADAMUS: “Cehennem yolculuğu.”



ŞAMBRA 2: Evet.



ADAMUS: Peki. Evet.



ŞAMBRA 2: Evet. (kıkırdar)



ADAMUS: Evet. Bir daha aynı şekilde yapar mıydın?



ŞAMBRA 2: Hımm. Muhtemelen yapmazdım. (kıkırdar)



ADAMUS: Muhtemelen değil. Evet. Bu konuşan onun İngiliz parçası. O, "Siktir hayır! Yapmazdım!" diyor. (kahkahalar)



ŞAMBRA 2: Evet.



LINDA: Ne?!



ŞAMBRA 2: Evet.



ADAMUS: Oh, ben yapmazdım. Peki, teşekkür ederim. Şimdi onu mu konuşturacaksın?



ŞAMBRA 2: Evet.



ADAMUS: Peki. İyi...



LINDA: Oh, oh. Tamam.



ADAMUS: Devam et.



LINDA: Pardon, Lloyd.



ADAMUS: Senin mezar taşın. O ne diyor?



LLOYD: Şöyle derdim, "Kim sonsuza kadar yaşamak ister?"



ADAMUS: “Kim sonsuza kadar yaşamak ister?” Doğru.



LLOYD: Böyle yazardı.



ADAMUS: Peki. Peki. Birkaç tane daha.



LINDA: Tamam.



ADAMUS: Güzel. Bu hoşuma gitti.



LINDA: Sen tuhaflık istedin. Beni boş verme.



ADAMUS: Merhaba.



GREGORY: Kötü küçük şeytan. (bazı kıkırdamalar)



ADAMUS: Evet. Evet.



GREGORY: Özgürlük.



ADAMUS: “ÖzgürlükPeki. Mezar taşında bu mu yazacak?



GREGORY: Ben mezar taşı istemiyorum.



ADAMUS: Evet. Tabela istiyor musun?



GREGORY: İlerlemek.



ADAMUS: “İlerlemek,” evet. “Ben ilerledim. Sen sıkışıp kaldın." (kahkahalar) Bu hoşuma gitti.



Peki. İki tane daha.



LINDA: Peki.



ADAMUS: Oh, bu arada, mezar taşının, tabelanın arkasında ne yazıyor?



GREGORY: Kötü küçük şeytan bölümü oydu işte.



ADAMUS: “Kötü, küçük…” okay.



GREGORY: Evet.



ADAMUS: Sen arka bölüme “Bööö!” yazmayacak mısın?



LINDA: (esner) Ohhh! Ovv!



ADAMUS: Bu özel bir şaka.



LINDA: Peki, hadi



ADAMUS: O, koyunları seviyor değil mi? Neden olmasın?



LINDA: Bekle, bekle, bekle.



ADAMUS: Onlar insanlardan daha iyi değil mi? Sıradakiler nerede? Evet.



ŞAMBRA 3 (kadın): Her şeyin ötesinde.



ADAMUS: “Her şeyin ötesinde Peki. Ya görünmeyen arka tarafta?



ŞAMBRA 3: Belki benim lisanımda bir şeyler olabilir.



ADAMUS: Evet, peki.



ŞAMBRA 3: Evet.



ADAMUS: Peki.



ŞAMBRA 3: Bu kadar.



ADAMUS: Bu ne anlama geliyor.



ŞAMBRA 3: Aynı şey.



ADAMUS: Peki.



ŞAMBRA 3: Evet.



ADAMUS: Güzel. Teşekkür ederim. Bir tane daha.



LINDA: Tamam, bir tane daha. Bir tane daha.



ADAMUS: Mezar taşları.



LINDA: Ehh, ehh, ehh.



ADAMUS: Sonra da hepimiz öleceğiz.



LINDA: Gönüllü olan var mı? Bakalım. Bakalım. Oh, bilmem gerekirdi.



ADAMUS: Senin bunu hissetmen için biraz daha fazla vaktin oldu?



CAROL: Çünkü ben yapabilirim.



ADAMUS: “Çünkü yapabilirsin" Peki. Peki ya arka taraf?



CAROL: Yol, yol, yol, çok fazla çalışma.



ADAMUS: Evet, evet. Peki. Güzel.



Hadi güzel, derin bir nefes alalım.





Ölüm Yalanı



Şimdi yapacağımız ilk şey. Hadi ışıkları biraz kısalım ki gözümüzü almasın. Yapacağımız ilk şey... Bu bölümün çok önemli olduğunu düşünüyorum ben, bu dizinin başında... Ben geçen ay bundan bahsettim ama ben şimdi gerçekten bunu işlemek istiyorum.



Ölüm kesinlikle bir yalan. O kesin bir yalan ve o insanlara o kadar işlemiş ki insanlar ona inanıyorlar ve ondan sonra ölüyorlar. Ve bu çok kötü bir şey çünkü o bir yalan. O bir illüzyon.



Şimdi, ben çok ileri gideceğim, o utanç verici bir yalan. Ölüm yok. Yok. Bazıları çıkıp "Ama Adamus bak. Sen öldün ama." diyecektir. Hayır ölmedim. Ölmedim. Ben ölmedim. Benim yüzlerce, yüzlerce, yüzlerce yıl yaşadığım söyleniyor. Ben basitçe geçiş yaptım ama arada çok büyük fark var.



Fiziksel bedenin öldüğü söylenebilir ve ölüm bu nedenle gerçek ama öyle olması gerekmiyor. Fiziksel bedenin kalp krizi, hastalık, felç nedeniyle veya kademeli olarak ölmesi gerekmiyor. Onun ölmesi gerekmiyor. Siz birleştirme yapacaksınız, siz fiziksel özünüzün özelliklerini Ben'imliğinize katacaksınız ve siz ölmeyeceksiniz.



Siz içinde kilitli bulunduğunuz, limitli ve sıklıkla varoluşun acı dolu bir halinden çıkıp geçiş yapacaksınız ama sizin istediğiniz de zaten bu değil miydi? Ama siz ölmeyeceksiniz.



Siz yüksek olmayan fiziksel doğanın ve zeki doğanın olduğu başka realitelere gideceksiniz, onlar belki de hiç bilinmiyor olabilirler ama siz varolacaksınız. Siz olacaksınız ve sizin bilişiniz, bilgeliğiniz olacak, hatta siz bütün yaptıklarınızı, nerelere gittiğiniz, neler yaptığınızı hatırlayacaksınız. Ama biz transhümanizme girerken onun anlamı basitçe tekil insandan çıkmak olacak, bu önemli çünkü biz şu anda ölümün kendisini geçtik.



İnsanlar kendi adlarının, kendi varlıklarının farkında oldukları ilk andan itibaren genellikle ölüm konusunda endişelenirler. Çocuklar iki, üç, dört yaşından başlayarak ölümün kendisinden korkmaya başlarlar ve o hiç iyi bir şekilde anlatılmaz. Onlar "Büyükanneme ne oldu?" diye sorunca, "Büyükanne cennete gitti." diye yanıt verilir. Hayır, cennete gitmedi! (bazı kahkahalar) O cehenneme gitti. O kötü bir büyükanneydi. (Adamus kıkırdar)



Hayır, o cennete gitmedi. O, sınırlı fiziksel deneyimden, hapishaneden çıkıp geçiş yaptı, prantez içinde - çocuklara böyle söylenmedi. O geçiş yaptı çünkü biz çocuğun hapishaneden çok erken çıkmasını istemeyiz tabii ne demek istediğimi anlıyorsanız. O geçiş yaptı. O, ölmedi. O hala orada ve burada; o toprağın altında ölü vaziyette değil. İnsanları bugün, bu çağda toprağa gömmek ne kadar üzücü bir şey. Bedenini yer altında varolan solucanlar ve örümcekler ve diğer ıvır zıvırlar için gömmek ve pislik. Onlar hiç pislik görmediler. Şimdi pisliğin içindeler. Bedeniniz basitçe orada pisliğin içinde duruyor. (birisi "ıyyy" der) Iyyy. Ve mezarlıktan bir köpek gelerek tam da sizin mezarınızın üzerinde durur... (kahkahalar) Ahhh!



LINDA: Yeniden kötü sözcükler kullan! Hadi yeniden kötü sözcükler kullanalım. (gülerler)



ADAMUS: Ben sadece bunun hoş bir şey olmadığını söylüyorum. Siz oarada yatıyorsunuz...



LINDA: Lütfen! Kötü sözcüklere dön!



ADAMUS: “Oh, hayır! Yapma. Hayırr!” (kahkahalar artar) “Aghh! Eghh!”



LINDA: Kötü kelimelerde kal. (gülerler)



ADAMUS: Arada bir gülmeniz lazım değil mi? Aksi halde çok fazla ciddi oluyorsunuz. Gülmeniz gerek. Ciddi ve ağır olmak kolay. Gülmek sanattır.



Nerede kalmıştık? Oh, ölüm. O bir yalan. O kesinlikle bir yalan. Ben sizden ölümün ötesine geçmeyi hissetmenizi istiyorum. Siz ölmeyeceksiniz. Siz er ya da geç geçiş yapacaksınız çünkü siz bütün bu şeylerden yorulacaksınız. Ben size bir şey söyleyeyim, siz zaten yorgunsunuz, aksi halde burada oturuyor olmazdınız. Hayır, gerçekten. Siz öyle aptal, salak, insan olduğunuz için mutlu olsaydınız, bedeniniz olduğu için, akrabalarınız olduğu için mutlu olsaydınız zaten burada oturuyor olamazdınız. Ama artık daha fazlası var. İşte siz o nedenle buradasınız.



Ama hadi şimdi bir anlığına duralım ve biz bunu her Şaud yapacağız tamam mı? Bunu ta ki ben gerçekten ölümün ötesine geçtiğimizi hissedene kadar sürdüreceğiz. Bu kez müzik yok. hadi basitçe bir anlığına duralım. Hadi sessiz bir merabh yapalım. (Linda yellenme sesi gibi bir ses çıkarır ve bazıları güler) Özür dilerim. İhtiyacın varsa tuvalete gitmelisin... (Linda kahkaha atar) Veya bunu şimdi yaptığın gibi ağızın ile yapabilirsin.



LINDA: Oooh! Ben de bunu diyecektim. (Linda kıkırdamaya devam eder)



ADAMUS: Peki. Gördünüz mü biz ölüme gülebiliyoruz değil mi? Biz burada ölümün ötesine geçmek için oturuyoruz; biz ölüme tükürebiliriz. O bir yalan ve ben bunu felsefi veya ruhsal anlamda söylemiyorum. O, gerçekle ilgili surette bir yalan. Ve biz bir kez ölümün ve ölüm ile ilgili o endişenin, ölüm ile ilgili o merakın, ölünce neler olacağı merakının ötesine geçtiğimizde; biz bir kez onun ötesine geçtiğimizde siz yeniden yaşayabileceksiniz.

Ben size mezar taşlarınıza neler yazacağınızı sordum. Eh, ben buna birazdan döneceğim. Hadi o zaman hemen ölelim. Hadi onun ötesine geçelim.



Güzel, derin bir nefes alın. "Sessiz meabh" müzik yok demek ama ben konuşuyorum. (Linda kıkırdar)



BEN: Bunu hep yapmıyor muyuz zaten?



LINDA: İlginç.



ADAMUS: “Biz bunu hep yapıyoruzdedi Crash veya başka birisi. Evet, Ben.



Peki, hadi güzel, derin bir nefes alalım ve ben biraz ahkam keseyim.





Ölümün Ötesi Merabhı



Siz oldum olası ölüm illüzyonu ile yaşadınız, bir noktaya kadar insanların ona inandığı gibi inandınız. Sanırım bu bir realite. Bu bir realite ama realite o değil. Bu bir yaşam şekli sanırım ama siz ölmeyeceksiniz. Siz ölmeyeceksiniz.



Siz varolacaksınız. Siz fiziksel ve zeki şartlardan yorulduğunuz bir noktada, "Hadi geçiş yapayım. Hadi emdiğim her şeyi varlığıma katayım. Hadi o bavulu toplayıp hepsini öze koyayım." diyeceksiniz. Sizde ölüme dair bir illüzyon var, "Eh, bu ruh bedenini terk ettiğinde olur. Sen bedenini arkada bırakırsın." Hayır! Hayır. Biz bedenin özünü, bedenin enerjisel elementlerini ve zihni ve her şeyi beraberimizde götüreceğiz ve o sizin ana geminize, size katılacak.



Ölüm yok. Ben bugün sizin ölmeyeceğinizi iddia ediyorum. O insan varlığı yer altına konmayacak veya kor alevlerde yanmayacak. Lanet olsun, ölü yakmadan bahsediyorum. Bazılarınız, "Oh, ben cehenneme gideceğim." diyor. Hayır. O, ölü yakma. Dünya'daki transhümanlar, bedenli Üstatlar olmak için biz ölümün kendisinin ötesine geçiyoruz.



Ölüm hakkında o kadar çok karanlık, o kadar çok korku, o kadar çok konuşma ve dogma var ki ve bunlar basitçe doğru değil.



İnsan bile ölmez. O insanı biliyor musunuz? Yüksek bilinç, ruh ya da her neyse haline gelmek için insan dahi ölmez. Hayır. Sizin insanınız bile yaşamaya devam eder. Fiziksel varlık içindeyken deneyimlediğiniz her şeyin özü ana gemiye getirilir. Onlar emilir. Onlar size gelir. Bedeninizin özü bile ama şimdi o yaşlanmayan bir bedendir ve acı veya onun gibi şeyler çekmez. Geçiş sırasında her şey getirilir.



Ama o geçişten çok zaman önce işte şimdi bu geçiş var, eski bedenden, kitle bilincinden çıkılarak gerçekleştirilen geçiş ama insan ölümden korktuğu sürece ve ölümü merak ettiği sürece ve ölümü aslında bir hedef olarak gördüğü sürece - ölüm hedeftir ama kaçınmaya çalıştığın bir hedef - her şey çarpıklaşır.



O halde hadi basitçe ölümün, tüm illüzyonun ötesine bir adım atalım. Bütün kutsal kitaplarda böyle yazıyor, "Ölüyorsunuz, ölüyorsunuz, ölüyorsunuz." Hayır, aslında ölmüyorsunuz. Hadi o kutsal kitabı yeniden yazalım ve "Ben Ben'im. Ben Varım. Öz'ün gerçekleştirdiği birçok geçiş var ama ölüm artık benim bilincim değil."



Hadi bu Transhüman dizisinde güzel, derin bir nefes alalım.



(duraklama)



Bu durum birçok şekilde meydan okuyacaktır. Zihniniz ve düşünceleriniz yeniden ölüme gelecektir ama ben sizden ölümden kaçınmaktan vazgeçmenizi istiyorum ve onu düşünmeye çalışmaktan vazgeçin ve siz sadece ölmeyeceğinizi anlayın. Ben sizden önümüzdeki haftalarda bunu hissetmenizi istiyorum.



Bunu bir anlığına hayal edin. Ve ben diğer transhümanistler gibi ölümsüz olmaktan bahsetmiyorum, siz o şekilde sadece robot parçalarından ibaret olmuş olursunuz ve tekil bir yaşam sürdürmek için her şeye sahip olursunuz. Ben ölüm yok diyorum. O bir geçiş.



Siz geçişlere alışkınsınız. Siz geçişlerin efendisisiniz. Siz sürekli geçiş yaptınız.



Ve bunu gerçekten hissedin, yani demek istiyorum ki bu eğlenceli bile - ölüm yok.



Sen, Üstat, sen ölmeyeceksin.



(duraklama)



Nasıl bir rahatlama. Bu kadar zaman sonra nasıl bir bilinç değişimi, eh, siz de bir açıdan onlar gibiydiniz, diğer transhümanistler gibi. Siz de bir açıdan ölümsüzlüğü arıyor gibiydiniz. Siz bir açıdan temelde bütün biliş ve bilgeliği arıyordunuz. Siz nasıl süper insan olurum diye araştırıyordunuz, bir açıdan, tekil, bir açıdan. Ama biz şimdi bunların hepsinin ötesine geçeceğiz. Biz Ben'im dairesinin tam ortasına büyük bir artı işareti koyacağız.



Bunlar daha önce bahsettiğim aydınlanmalarına izin veren o beş kişinin fark ettiği şeylerdi, "Ben ölmeyeceğim. Ben bir daha bu konuda endişelenmeyeceğim. Ben geçiş yapacağım, evrimleşeceğim. Ben o kadar çok şekillerde geçiş yapacağım ki ama ölmek? Hayır."



Ben bunu ileride de gündeme getireceğim. Biz önümüzdeki birkaç Şaud boyunca biraz "ölümün ötesi" ni işleyeceğiz, her neyse. Ölüm yok ve biz bir kez bunu salıverdiğimizde, oh, o kadar özgür olacağız ki.



Sadece bir anlığına hayal edin, akılsal olarak değil ama gerçekten, gerçekten, "Oh, bu doğru. Ben ölmeyeceğim." deyin. Bu nasıl bir rahatlamadır.



Hadi güzel, derin bir nefes alıp bazı geçişlerden bahsedelim ve şimdi biraz müzik - eh - diğer yöne. (şık azalacağına artınca) Şimdi biraz müzik. Evet, hadi onların yüzüne biraz ışık tutup onları uyandıralım ondan sonra da benim bugün yapmak istediğim gerçek merabha geçelim.



Dikiz Aynasındaki Hayat - Merabh



(müzik başlar)



Peki, hadi güzel, derin bir nefes alalım.



Ne gün. Ne gün. Ben bir açıdan dostlar - babalar değil, dostlar - ben sizin Dünya'da yarattıklarınız ile çok gurur duyuyorum. Evet, küçük bir gezegende, küçük bir şehirde, küçük bir alan ama hala fazlasıyla sembolik. Buradaki Üstatların nasıl bir ifadesi var . Siz bunu duvara yapıştırdınız. O sadece çıktıda basılmış bir işaret değil. Yani siz o bronz olana kadar, metal olana kadar devam ettiniz ve onu duvara yapıştırdınız - "Üstatlar burada, bedenli olanlar, gerçek olanlar"



Şimdi, siz güzel, derin bir nefes alıp rahatlarsanız arabanıza bindiğinizdeki gibi olursunuz ve siz bunun hangi zamanlar böyle olduğunu biliyorsunuz - bazılarınız buna yolculuk diyor. Ah! Bu bazı zamanlar ne kadar harika bir hissediş olur. Arabanıza binersiniz ve çevre yoluna çıkarsınız, şehirden uzak, trafik yoktur ve radyoda müzik çalar. Oh, radyo, Cauldre bana bunun çok eski bir şey olduğunu söylüyor. Siz, sizde hangi alet varsa ona müzik koyuyorsunuz. Radyo değil, o benim için radyo. (bazı kıkırdamalar)



Siz biraz müzik dinliyosunuz. Onu nasıl dinlediğiniz benim umurumda değil. Hadi kendi kendinize bir şeyler mırıldanıyorsunuz diyelim. (Adamus kıkırdar) Cauldre çok komik şeylerden bahsediyor ve siz son derece rahatlamış bir durumdasıız ve lanet olsun eğleniyorsunuz! (kahkahalar)



Ve yol geniş bir yol ve güneşli bir gün ve size arabayı kötü kullandığınızı söyleyen kimse yok. Siz son derece rahatlamış bir haldesiniz, aman Tanrım, nasıl bir yolculuk bu. Ama siz bir yolculuk yapmıyorsunuz, işin eğlenceli yanı da bu. Siz sadece dolaşmak için çıktınız.



Ve bilirsiniz işte, sizde o parça var, Cauldre beni düzeltmiyor. Arabanızda o parça var ve ona dikiz aynası deniliyor. O sizin ileri gitmenize ya da her neyse ona yardımcı oluyor ve siz ona bakıp arkada olanları görebiliyorsuuz. Ve bugün arkada kalan sizin hayatınz. Siz genişlemeye devam ediyorsunuz, siz deneyimlemeye devam ediyorsunuz ama sizin eski yaşamınız dikiz aynasında kaldı.



Bu merabh sırasında ona bir göz atın - dikiz aynasındaki hayata. Ben bu benzetmeyi seviyorum çünkü görüyorsunuz işte siz arkanızı dönüp bakmıyorsunuz. Siz arkanızı dönüp yanan şehre bakmıyorsunuz. Siz basitçe dikiz aynasına bakıyorsunuz. O bir yansıma, o bir perspektif, mecazi anlamda bile değil bu. Sizin nasıl bir hayatınız oldu.



Dikiz aynasında nasıl bir hayatınız var. Diğer insanların sahip olmadığı ve onlardan farklı olan isteklerle ve arzularla dolu bir hayat. Bu para veya ünlü olmak veya herhangi bir şey konusunda isteklerle dolu bir hayat bile değil; bu kendinize, o, ortasında nokta olan daireye adandığınız bir hayat.



Ne zorluklar. O hayatınızda öyle meydan okumalar ile karşı karşıya kaldınız ki. Bu sizin aileniz ile ilgili olabilir, kariyerinizle veya sağlığınızla ilgili olabilir ama eğer siz bir anlığına o dikiz aynasına bakarsanız o meydan okumaların gerçekten kendiniz ile alakalı olduğunu göreceksiniz.



Çoğunlukla aile üyeleri veya sağlık veya zenginlik ile ilgili olan o zorluklar gerçekten sizin kefaretinizdi, sizin kendinizi kabul etmeniz ile ilgiliydi.



Sizin dikiz aynasındaki hayatınız.



Zorlanmak, çocukları büyütmek, faturaları ödemeye çalışmak. Siz o dikiz aynasına, ruhsal olmaya çalıştığınız hayatınıza bakıyorsunuz. O, hayatınızda bir geçişti ve o şimdi sizin arkanızda kaldı.



O dikiz aynasındaki hayatta öyle sevecen zamanlarınız oldu ki. Eğer siz iyice bakarsanız, siz o yaşama koyduğunuz enerjiye bakarsanız normal bir insanın hayatına koyduğu enerjinin en az beş katı enerji koyduğunuzu görebilirsiniz. Ben işe gitmekten bahsetmiyorum ama ben hayatınızdaki enerji dinamiğinden bahsediyorum. Onda o kadar çok enerji var ki.



O hayat bir açıdan tıpkı bir sanat eserine benziyor. Kolay geçmediğini biliyorum ve sizde kolay olmadığını biliyorsunuz ve o şimdi artık dikiz aynasında kaldı.



(duraklama)



Güzel, derin bir nefes alın. O artyık dikiz aynasında kaldı. Bu onun sadece bir yansıma olduğu anlamına gelir. O arkanızda kaldı.



(duraklama)



Orada o kadar çok çıkmaz yol var ki. O kadar çok çıkmaz yol. Siz farklı şeyler denediniz ve hiçbirisi işe yaramadı. Bu iyidir. Yolda o kadar çok tümsek var ki.



Bence en kötü bölümler o yollara döndüğünüz, kaybolduğunuz zamanlar; sizin yıkılıp kaybolduğunuz zamanlar. Hangi yöne gideceğini bilmeme duyusu bazen korkunç gelir ve siz o zaman ne yaparsınız? Nereye gidersiniz? Siz belki de kaybolduğunuzu bile bilmiyorsunuzdur. Siz bu garip dünyada bir garipsinizdir, gerçekte size ait olmayan bir dünyada o ve siz de bunu biliyorsunuz. Ama lanet olsun ki ondan nasıl çıkacaksınız? Bu kayıp.



Siz o dikiz aynasına baktığınızda öyle tekil, öyle lineer bir yaşam görürsünüz ki. Siz o yolda, o çevre yolunda yanıtları bulmak için o kadar çok çabaladınız ki. Bu şimdi geçmişte kaldı. Bu şimdi dikiz aynasında kaldı.



Şimdi her şey arkanızda kaldı.



Ve ölüm denen o şey, dikiz aynanızdaki eski hayatınızdaki o karanlık şey, ölüm endişesi. Lanet olsun! O kötü bir şakaydı. Demek istiyorum ki o sadece kötü bir şakaydı. Ölüm, o öyle bir yalan ki.



Siz gerçekten, gerçekten, gerçekten geçiş yaptınız. Siz sonsuza kadar tek bir halde kalmak istemediniz. Siz sadece o fiziksel bedende kalmak istemediniz.



Ben daha fazlası olmadığına inananların, realitenin bu olduğuna inananların sonsuza kadar orada kalmaya çalışacağınışünüyorum. Ama siz çok daha fazlası olduğunu biliyorsanız, orada çok realiteler olduğunu biliyorsanız o ayrı ama siz bu realitenin kendi kendisinin illüzyonu olduğunu biliyorsanız o zaman ölümsüz insan halinde kalmak isteyeceksinizdir. Ama çok daha fazlası var.



Ölüm, ne yalan ama. Ben Adamus'a göre ölüm cahillerin bir yalanıdır. Bu tamamen böyle. Ben kötü bir kelime kullanacaktım ama Şaud'un ortasında kötü bir kelime kullanmanın uygun olmadığınışünüyorum. (bazı kıkırdamalar)



Hayır, ölüm doğrusu cahiller içindir. İnsanlar onu neden sorgulamıyorlar? Neden? Sanırım cahil oldukları için. Onlar bilinçsiz ve onlar onunla beraber gidiyorlar ve sonra da ölüyorlar çünkü ona inanıyorlar. Ama o artık sizin dikiz aynanızda kaldı.



Her şey sizin arkanızda kaldı.



Ve tüm o çaba. Sizin arkanızda kaldı. Dikiz aynasına baktığınızda tüm o işaretlere bakın; yol işaretlerine. Tanrım! Demek istiyorum ki sizin aynada gördükleriniz bir takım işaretler ve yönler ve yönelimler ve her şey. Şimdi önünüze bakın. İşaretler yok. "Bu tarafa dön", "Burada dur", "Aptallara yol ver" gibi işaretler yok. Bunlardan hiçbirisi yok. İşaretler yok.



Yüksek gerilim hatları da yok. Anladınız mı? Yüksek gerilim hatları da yok. Siz dikiz aynasına bakıyorsunuz ve her yerde bulunan gerilim hatları çevrenin görüntüsünü bozuyor. Yüksek gerilim hatları yok.



Siz dikiz aynasına baktığınızda yüksek gerilim hatlarını ve işaretleri görüyorsunuz. Ve oh! İşaretler. Onlar sizin kendi kendinizi kontrol etmeye çalıştığınız şeyleri temsil ediyor. "Dur." "Bunu yapma." "Burada dönüş yap." "Burada dönüş yapma." "Sınırlılığa yol ver." "Aileye yol ver." "Kendi kendinle uzlaşmaya yapmaya yol ver." Tüm o işaretler. Bunların şimdi dikiz aynasında kalmasından memnun değil misiniz?



Sizin eski hayatınızda bir yere gitmek için navigasyon kullanmanız gerekiyordu. O ne kahrolası bir şeydi? O küçük kutunun size gideceğiniz yeri göstermesi ne kadar kafa karıştırıcı bir şeydi. Belki de o sizin partneriniz ya da eşinizdi ama çok kafa karıştırıcıydı. İşte siz önünüze bakarsanız sizin navigasyona ya da haritaya ihtiyacınız olmaz. Siz basitçe nereye gitmek istediğinizi biliyorsunuzdur. Sizin özellikle ulaşacağınız bir varış yeriniz dahi yok. Hedefler artık sizin arkanızda kaldı.



Şimdi, bütün bunlar olurken siz dikiz aynasına bakıyorsunuz, geçirmiş olduğunuz yaşamınıza; önünüz tamamen açık; siz aniden, "Oh, aman Tanrım!" Ben gerçekten değişiyorum. Aman Tanrım! Ve ben oraya geri dönmeyeceğim. Tanrım, bu gerçek" dediğinizde, bu, sanırım sizin bir mola almanıza, kısa bir yansıma anına neden oluyor.



Geri dönüş yok. Geri dönüş yok.



İşaretlere ve yüksek gerilim hatlarına ve hayvanat bahçesine ve tıkanıklığa ve kafa karışıklığına geri dönmek yok. Geri dönüş yok. Artık ölüme geri dönmek yok ve eski ritmlere geri dönmek yok. Artık kalıplar oluşturmak yok. Bu sadece bir anlığına bir mola istiyor, oh, derin bir nefes alın işte o zaman realite gelir. "Geri dönüş yok." Siz, "Aman Tanrım geri dönüş yok." diyeceksinizdir.



İşte o zaman araba aniden biraz yavaşlar. Siz aniden dikiz aynasına bakarsınız, gerideki yaşamınıza ve siz aniden önünüze bakarsınız. Ve siz sonra her yere bakarsınız. "Asla geri dönmek yok, ölüme dahi dönmek yok." Biz ölüme geri dönmeyeceğiz. Biz eski kalıplara geri dönmeyeceğiz. "Aman Tanrım."



Ve kısa bir an için biraz endişe oluşur, "Peki ya şimdi?" Bir an endişe oluşacakmış gibi olsa da o sadece gelip geçer. Onun yerleşeceği kalıplar yoktur. Onun bağlanacağı eski ritmler yoktur. Endişe gelir ve gider.



Geri dönüş asla yok.



Anılarınız hep sizinle kalacak. Sizin hep dikiz aynanız olacak ama siz ona çok fazla bakmayacaksınız. Ben sizin dikiz aynasına çok fazla bakmayacağınızı söyleyebilirim. Sizin hatıralarınız hep olacak. Onlar yok olmayacaklar. Onlar gitmeyecekler. Eh, sadece siz asla geri dönmeyeceksiniz.



O farkındalık ile belli şekillerde kalıplaşmak için enerji isteyen her şey, eski kalıplarında kalmak için döngülere neden olan her şey aniden gider. Siz özgürsünüzdür. Enerji özgürdür. Her şey yeni olur.



(duraklama)



Önünüzde ne var? Bunun bir önemi yok.



Bu tekil insanın planlayacağı her şeyden daha iyi olacaktır. O, ötede, o, zihnin düşünebildiğinin ve hatta zihnin yaratabildiğinin ötesinde olacak.



O nasıl bir andır, bu molaya benzeyen durumda; araba yavaşlar, sizde asla geri dönmeyeceğinize dair bir farkındalık oluşur ama o aynı zamanda sizin geldiğiniz yerin güzelliğidir.



Ve aniden hiçlikte bir şey duyulur, aniden siren sesleri olur - "Vuu! Vuu! Vuu! Vuu! Vuu! "Kahretsin! Ben büütün bunları aştığımı sanıyordum!" (bazı kıkırdamalar) Ve siz daha sonra bunun sadece, "Endişe etmeyi bırakın. Tüm yaratımda her şey yolunda." diyen Adamus Saint-Germain olduğunu fark edersiniz.



Ve öyledir.



Sevgili Şambram Üstatlar Kulübü'nün tadını çıkarın. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (izleyiciler alkışlar)





İngilizceden çeviren: Meltem Taban