• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

Ortaya Çıkış Dizisi Şaud 8


Adamus Mesajı Geoffrey Hoppe Kanallığı ile 6 Nisan 2019’da Kırmızı Çember’e sunulmuştur.





Ben Egemen Alan’dan Adamus.

Beni daha önce hiç görmemiş gibi bakıyorsunuz. (bazı kıkırdamalar) Belki biraz farklı bir şey vardır.

Ah! Başlamadan önce birkaç not. Cauldre benim diğer konuşmaya karıştığımı sandı. (bazı kıkırdamalar) Öyle bir şey yok. Ben sadece bugün geleceğim için heyecanlıydım çünkü bizim yapacağımız, aktaracağımız çok şey var.

Bu, çok katmanlı bir kanallık olacak, çok şey meydana gelecek anlamında. Sadece söylenen sözler açısından değil ama bu mesajla çok şey meydana gelecek. Siz bunu sonra birkaç kere daha yeniden dinlemek, izlemek isteyebilirsiniz. Biz şu anda birçok şey yapıyoruz. Biz sanki her şeyi bir karışım haline getiriyoruz.

İnsan zihni zaman zaman, “Adamus bununla nereye ulaşmak istiyor? O, neden bahsediyor? O, neden bir konuda kalmıyor?” diyecek. Çünkü ben artık tek bir konuda kalmayacağım. Bu Ve ile ilgili bir şey.

Hadi hemen şimdi güzel, derin bir nefes alalım.

İkinci olarak, siz Time of the Sixth Sun (Altıncı Güneşin Zamanı) filminin fragmanını izlediniz. Tobias’ın o filmde yer aldığı doğru. Filmde onun anlattığı şeyler var ama sadece anlattıkları değil. Bakın, o, gizliden gizliye bir şey yaptı. O aslında filme canlı enerjisini nakletti. Evet. Ve Cauldre sizin – nasıl diyorsunuz – cildinizde o komik şeylerin oluşmasına neden oldu. (birisi, “Tüylerinimi diken diken yaptı”) der.

Tobias’ın kaydedilen o kanallığı, ah, gözüktüğünden çok daha fazlasıydı ve o pek planlanmamış ve onun için hazırlık yapılmamıştı. Bu mesaj prodüktörün basit bir isteğiydi ve Cauldre üzerinde çok fazla düşünmedi. Sadece basit bir mesajdı. Eh, o, ırmağın akıntısı haline geldi, filmi taşıdı, filmin tüm enerjilerini taşıdı ama kendi canlı enerjisini de nakletti. Yani onun orada sadece sözleri değil ama gerçek Canlı Enerjisi vardı. O, kendi adına harikuladeydi. O, bunun çok farkındaydı. O, bu şekilde, bir açıdan, eh, geri dönmüş oldu. O, filmde canlı ve güzel bir şekilde yer alıyor ve izleyenlerin her biriyle, uyanışta olanların her biriyle bağlantı kuruyor, ekrandan izleyenlerin gözlerinin içine bakarak, “Hazır mısınız? Bunun için hazır mısınız?” diye soruyor. Tıpkı sizin her birinize, “Sizi sırada bekleyen şey için hazır mısınız?” diye sorması gibi. Ve sonra o ve birçok kişi rehberlik yapacak ve siz de o rehberlerden biri olacaksınız.

Siz o yıllarda nelerden geçtiğiniz, bir bakın. Sadece son on yıla değil ama yaşam süreçlerine bakın. Neler yaşadığınıza, yolu ne kadar çok kişi için hazırladığınıza bir bakın. Ve bu, mevcut Yükselmiş Üstatların yaşadıklarına göre çok farklı türden bir uyanış ve Gerçekleştirim olacak. Onlar bunu hemen hemen kendi başlarına yaptılar. Bunu onlara başkaları eşlik etmeden ve başkalarının dostluğu olmadan yaptılar. Onlar bunu çok zor şeylerle mücadele ederek yaptılar. Ama şimdi her şey birçok insanın aynı anda uyanacağı bir sonraki düzey için hazır vaziyette.

Ve tabii ki sizin yolculuğunuz, Gerçekleştirime ulaşmanız çok kişisel bir şey. Biz bunu bir Kumbaya grubu olarak yapmıyoruz. Bir formül yok. Bu konuda her şeyi bellirli bir sıralamaya göre yazan bir kitap olamaz. Olamaz çünkü herkes bir birey. Ancak uyanmakta olanlarla olabilen, uyanmakta olanları sarabilen enerjiler var.

İşte Tobias orada bir açıdan ön planda ve siz tam onun yanındasınız, sizlerin enerjileri, sizlerin canlı enerjileri bu filme bağlanmış. Ben hepinizden gerçekten, mutlaka bunu izlemenizi istiyorum çünkü böylece Tobias ile birlikte sizin enerjiniz, sizin canlı enerjiniz etkinleşir ve derin bir şekilde bu filme bağlanır diyebiliriz, böylece filmi izleyen herkes, uyanışını yaşayan herkes bunu hisseder. Onlar yalnız değiller. Bu yoldan geçen başka insanlar var.

Doğrusu bu zor ve çetin bir yol çünkü her şey alt üst oluyor. Ama onlar başkalarının da bunu yaşadıklarını ve başardıklarını anladıklarında bu bir dünya fark yaratacak.

O yüzden, siz Gerçekleştiriminize yaklaşırken, siz o son, son genişlemeye gelirken – demek istediğim, bu zaten oldu ama sadece farkına varıyorsunuz – lütfen bu filme enerjinizi nakşedin, bu sonradan gelenlerin hoşuna gidecektir.

Ben, bugün burada bulunan Rude Awakening (Şiddetli Uyanış) ekibini mutlaka anmak istiyorum, bu sizin uyanışınız, bu sizin şiddetli uyanışınız. Aynı şey ama farklı bir düzeyde. Sizin enerjiniz ona gidecek. Benim size öğretmen olacağınızı söylediğimi biliyorsunuz musunuz? Öğretmenlik mutlaka bir sınıfın önünde yapılmaz. Bu bir filmde olabilir. Bu sizin yazdığınız bir kitapla olabilir. Bu her şekilde olabilir. Bunların hepsi olmak üzere. Atlantis Rüyası sahiden burada.

Ve ben – ah, ben biliyorum – be sizin ne kadar yıprandığınızı biliyorum. Ben sizin bazen nasıl şüpheyle dolduğunuzu, umudunuzu kaybettiğinizi, tutkunuzu, her şeyi yitirdiğinizi biliyorum. Ama siz bunlardan geçip, ortaya çıktığınızda, ah, siz büyük bir sevinçle, “Çok da kötü değildi!” diye şarkı söyleyeceksiniz. (kahkahalar) “Oldukça kolaydı ama bir daha asla yapmam! Bunu yapmayı bir daha asla seçmem.”

Zorluklardan konuşmuşken, ben Yükselmiş Üstatlar Kulübü şikayet bölümünden (Adamus kıkırdar) sizin zor bir ay geçirdiğinizi anlıyorum, doğru mu? (birisi, “Ah, evet.” der) Hayır gerçekten zor bir ay mıydı? Neden öyle olduğunu düşünüyorsunuz? Neden zor olduğunu düşünüyorsunuz? Mikrofona ihtiyacım yok, bağırarak söyleyin. Neden o kadar zor olduğunu düşünüyorsunuz? (izleyenler, “Veçheler!” diye bağırırlar) Veçheler ayı. Evet. Bilmiyorum – bu konuda konuşacağız – bir tane büyük veçhe var. (ç.n: İng veçhe; aspect, Adamus ass-pect diye ayırır, ass İng’de kıç demektir) (izleyenler, “Ahh!” derler) Büyük bir tane. Ben sizin onun ne olduğunu ayırt edip etmediğinizi bile bilmiyorum. Biz bu konuyu bugün konuşacağız. Veçheler ayıydı çünkü veçhelere son çağrı yapıldı gibi. Ancak büyük bir tane veçhe var. O, tabiri caizse odanın tam ortasında duruyordu. O, her zaman oradaydı. O kadar belirgin, o kadar büyük ve o kadar tanıdıktı ki siz onu ayırt edemediniz. Siz onu muhtemelen tanımadınız. Biz bugün bu konuda konuşacağız.

Cidden zor bir ay oldu ama (a) bunu siz istediniz, (b) bunu siz hak ettiniz. (kahkahalar) Hak ediyorsunuz! (Adamus kıkırdar) İnternetten izleyenlerin bazıları bana ekrandan şöyle yapıyor. (orta parmak çıkarıyorlar) Ben bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum. Hayır, bunu siz hak ettiniz. Böyle olmasını siz istediniz ve biz bugün sizin bunu nasıl istediğinizi konuşacağız. Yani siz bir kağıt alıp, “Bu ay gerçekten zor geçsin.” diye bir şey yazmadınız ama siz bunu zor bir ay haline getirmek için başka şeyler yaptınız. Ve siz bunu hak ettiniz. Yani siz bunu gerçekten hak ettiniz demek istiyorum (Adamus kıkırdar) çünkü bu büyük bir temizlik gibi bir şey, büyük – Cauldre bana bir imaj veriyor – ve evet boruların içine kadar ulaşan, bilirsiniz işte boruların içini temizleyen “Roto Rooter temizlik şirketi” diyor – ayyyy!

Yani siz bunu hak ettiniz! Siz o boruların içindeki yapışkan maddeden ve pislikten ve çamurdan ve gres yağından ve kirden kurtulmayı hak ettiniz. Siz bundan kurtulmak için gerçekten çok çabaladınız ve ben şimdi size bunu kendi başınıza yapamayacağınızı söyleyeceğim. Eh, biz bu konuya bugün gireceğiz.

Ama hadi ilerlemeden önce güzel, derin bir nefes alalım, ben burada olmaktan çok keyif alıyorum. Ben çok keyifliyim.

Biliyorsunuz ben bir noktada şöyle sanmıştım – ben bunu bir yerde söyledim – bunu yapan beş kişi, beş Şambra olsun dedim ve ben biraz abartıyordum. Ben sekiz kişi olur diye düşünmüştüm. (kahkahalar) Ama ben çok keyifliyim. Dünyada binlerce ve binlerce ve binlerce kişi var, şey, Cauldre bana bu konuda henüz bir makale yazdığını hatırlatıyor. Gerçekleştirim belirlidir. O, belirlidir. O, bir soru değildir. Bazılarınız onu hala sorguluyor ama ben size hatırlatayım. O, belirlidir. Sizin lanet olası bir şey yapmanız gerekmez. Bu – siz şimdi bu gezegende bu bedende kalacağınıza göre – enerjiyle nasıl başa çıkacaksınız meselesidir. Soru bu.

 

Şambra Bilgeliği

Hadi biz devam etmeden önce biraz Şambra bilgeliği yapalım. Ben sizin bilgeliğinizi işitmeyi seviyorum. Evet. O zaman Linda mikrofon. Benim bugün iki sorum var.

Öncelikle, biz geçen ay öz saygı hakkında konuştuk ve bu gerçekten de birçoğunuzun damarına bastı. Bir meleksi varlık olan sizin onurunuza, ruhun (soul) onuruna ne oldu? Hatta ben size, “Biliyor musunuz siz daha önce spiritüel meleksi ailelerinizin liderleriydiniz.” dedim. Siz o ailede mükemmel bir liderdiniz. Sen ve sen ve sen ve sen ve sen – ah, herkesi işaret edecek kadar vaktimiz yok – hepiniz; hepiniz – bunun için iyi bir insan sözcüğü yok – spiritüel ailelerinizin liderleriydiniz. Siz bu yere, Dünya’ya, bir sürü şey öğrenmeye geldiniz, siz bu yere geldiniz ama peki ya öz saygınıza ne oldu? Siz – ben size lider olduğunuzu söylememe rağmen – “Evet, sen yanlış kişiyi gösteriyor olmalısın. Hayır, hayır. Kim ben mi?” diyorsunuz. Evet, sen. Sen. Ben sen, sen diyorum. Sen bir liderdin. Peki öz saygınıza ne oldu? Öz saygınız nerede? Siz son toplantımızdan sonra bunu merak ettiniz mi? Ben size kusur bulmaya çalışmıyorum ama kesinlikle buluyorum! (kahkahalar) Öz saygıya ne oldu?

 

~ Soru 1

O zaman günün ilk sorusu, insan karakteriniz öz saygısını en çok nerede kaybetti? Size göre insan karakteri öz saygısını en çok nerede kaybetti? Hangi alanda? Öz saygı kaybının en çok yaşandığı alan? Linda – ah, hadi başlıyoruz. En çok öz saygı kaybı.

DAVİD: Özgüven eksikliği... kendimden şüphe.

ADAMUS: Bu senin hayatında nereyi vuruyor, cüzdanını mı?

DAVİD: Hayır, midemi.

ADAMUS: Mideni. Peki. Bu iyiydi. Kendine saygının olmaması. Tanrım! Hangi kendine saygısı olan melek kıça bağlanan ve oradan her türlü şeyi çıkaran bir bağırsak yapar... Bu “Ne?!” diyorsanız. Evet, bu, insanın kendisine saygısı olmamasındandır.

DAVİD: Büyük çapta.

ADAMUS: Büyük çapta. Ve siz biraz gururlu olmak için çabalıyorsunuz. Siz gülümsemeye çalışıyorsunuz. Siz gerçekten Ben’im ile bağlantı kurmaya çalışıyorsunuz ve şöyle diyorsunuz, “Evet midem şimdi düzgün çalışıyor ama bunun sonucunda ne olacağını Tanrı bilir.

DAVİD: Doğru.

ADAMUS: Evet, öz saygının kaybedilmesi. Evet. Bu seni etkiliyor mu? Bunu hissedebiliyor musun?

DAVİD: Evet, beni etkiledi.

ADAMUS: Ah, öyle. Peki.

DAVİD: Büyük çapta.

ADAMUS: Büyük çapta.

DAVİD: Ve sonum şöyle oldu – ben o Roto-Rooter şeyini yapmak için hastaneye gitmeyi seçtim.

ADAMUS: Ah! (Adamus kıkırdar)

DAVİD: Evet.

ADAMUS: İlginç.

DAVİD: Ve bu benim yaptığım bilinçli bir seçimdi.

ADAMUS: Ve sen masada yatmış, “Kendime olan saygıma ne oldu?” diye saçmalıyorsun.

DAVİD: Evet.

ADAMUS: Veya başka...

DAVİD: Başka şeyler.

ADAMUS: Başka şeyler. Evet, evet, evet.

DAVİD: Yani bu...

ADAMUS: Evet, bu bir aile şovu, işte.

DAVİD: Anlıyorum. (bazı kıkırdamalar)

ADAMUS: Ve biliyorsun o zaman meleksi bir varlık olduğunu ve bu bedenin bile sana ait olmadığını nasıl tasavvur edecektin, nasıl ne oldu diyecektin? Evet. Peki, güzel. İyi bir başlangıç. Öz saygının kaybedilmesi. Başka nereyi vurur? Hayatının hangi bölümlerini? Öz saygının kaybedilmesi.

Ah, sen mikrofon için Linda’ya teşekkür ettin. Çok hoş.

CLAUDIA: Evet. Teşekkür ederim. Kalbim.

ADAMUS: Kalbin. Kalbine ne oldu?

CLAUDIA: Ben uzun bir zaman önce bir kocayı terk etmeyi seçtim ve benim öz saygımı geri kazanmaya çalışmam için ülkeden ayrılmam gerekiyordu.

ADAMUS: Evet. Evet. Ve bu senin kalbini nasıl vurdu?

CLAUDIA: Daralma.

ADAMUS: Kalbin fiziksel olarak etkilendi mi?

CLAUDIA: Şansıma, hayır.

ADAMUS: Ah, güzel.

CLAUDIA: Yine de çok anksiyete geçirdim.

ADAMUS: Çok anksiyete. Ve biliyorsun tam düşününce kalp, biliyorsun – güm güm atarak kanı pompalar – siz her an durabilecek bir şeye bağımlısınız. Ve siz yaşamınızın ona bağlı olduğunu bilirsiniz. Siz bir meleksiniz. Siz neden aniden – ahh! – öyle yapabilecek bir kalbe güvenesiniz ki? Hayır, öyle olmayacak.

CLAUDIA: Hayır. Hayır!

ADAMUS: Hayır, hayır, hayır, hayır. Hayır. Ama bilirsin işte, işin eğlenceli kısmı, ben sana bunu söyleyince sen, “Hayır, hayır, hayır. Ben bunun olmasına izin vermeyeceğim.” diyorsun. Sen düşünüyorsun. Düşünmenin bir faydası olmayacak. Kalp zihne karşılık vermez. Vermez.

CLAUDIA: Peki.

ADAMUS: Evet. Güzel, teşekkür ederim. İşte, elimizde bağırsağımız ve kalbimiz var. Başka ne var? Öz saygının kaybedilmesiyle ilgili.

ANDY: İş!

ADAMUS: İş, evet!

ANDY: Evet, benim yaşamak için çalışmam...

ADAMUS: Neden?

ANDY: … mortgage ve vergileri ödeyebilmem için para kazanmam gerek. Bu boktan bir şey.

ADAMUS: Boktan bir şey. (bazı kahkahalar) Bir işin var mı?

ANDY: Evet.

ADAMUS: Evet. İyi maaş veriyorlar mı?

ANDY: Eh, ben kendim için çalışıyorum.

ADAMUS: Ah, iyi. (kahkahalar)

ANDY: Evet aslında. Kendime oldukça iyi maaş veriyorum!

ADAMUS: Kendine iyi maaş ver.

ANDY: Evet.

ADAMUS: Yaptığın şeyi seviyor musun?

ANDY: Bilirsin işte, ben bunu 34 yıldır yapıyorum ama bu yıl emekli olacağım. Yeterli geldi.

ADAMUS: Evet. Emekli olunca ne yapacaksın?

ANDY: Sanırım balıkçılık ruhsatı satın alacağım. (bazı kahkahalar)

ADAMUS: Bu önemli. Bu, benim de listemin en üst sıralarında yer alıyordu. (kahkahalar artar) Evet. Evet.

ANDY: Ben sadece…

ADAMUS: Evet. Yine de sürekli balığa çıkma. Yani abartma diyorum! Demek istediğim, ekstrem şeyler var biliyorsun. Sen bir balıkçı ruhsatı satın alacaksın. Sen çıkıp balık mı tutacaksın?

ANDY: Ben dört gözle dışarıda daha çok vakit geçirebilmeyi bekliyorum.

ADAMUS: Dışarıda.

ANDY: Evet.

ADAMUS: Peki. Güzel. Evet, öz saygının kaybedilmesi. Şimdi sen kendin için çalışıyorsun, onun için kendine biraz saygın var. Sen teorik olarak istediğin kadar para yapabilirsin.

ANDY: Evet.

ADAMUS: Evet. Sen kendi kendine ne işi yapıyorsun?

ANDY: Elektronik. Ben elektronik alet prototipleri tasarlıyorum.

ADAMUS: Ah, evet. Evet. Güzel. Ve buna tutku duyuyor musun?

ANDY: Duyuyordum.

ADAMUS: Evet. Ne oldu?

ANDY: Tutkumu kaybediyorum.

ADAMUS: Neden?

ANDY: Ateşim söndü.

ADAMUS: Evet. İlk başladığında seni özellikle çeken ne olmuştu?

ANDY: Bilinmezlik.

ADAMUS: Bilinmezlik.

ANDY: Biliyorsun işte, bunun nedeni senin kablolara bakıp, “Sinyal oradan nasıl geçiyor?” demen.

ADAMUS: Ah! Ben bunu her gece düşünüyorum! (kahkahalar) Evet. “Bu nasıl oluyor? Ah!” Ben o zaman kendime ne diyorum biliyor musun? “Umurumda bile değil! Oluyor işte. Önemli olan tek şey bu.” diyorum. Evet. Bu senin zihnine cazip geldi. Zihin bunu gerçekten sevdi. Bu, zihni meşgul tutuyor O nedenle ben şöyle bir sonuca varacağım, zihnin çalışma şeklinden dolayı ve kafanın devamlı meşgul tutulmasının zorunlu olmasından dolayı öz saygı kaybedilmiş.

ANDY: Tutulmasının zorunlu...

ADAMUS: Hayır, gerçekten, zihin – ben yanıtları söylemek istemiyorum – ama o

her şeyi kendine saygı duymadan düşünüyor ve onun illa, “Peki, bir kablodan, belli bir hızla geçen elektronlar var.” demesi gerekiyor. Fark etmez çünkü neden biliyor musunuz? Hepsi bir enerji akışı!

ANDY: Enerji!

ADAMUS: O kadar. O kadar. Şimdi, peki, sen belki bunun nasıl olduğunu bilmek isteyebilirsin ama bu mantıksızdır çünkü – bir mühendis bilir – bu, elektriğin bir kablodan geçmesinin 8.000 şeklinden sadece biridir. Ama sen sonra ona kilitlenirsin ve “Ah, bu onun nasıl çalıştığını gösteren kesin bir bilimsel şey.” dersin. Hayır, öyle değil. O birçok, birçok, birçok şeyden bir tanesi. İşte zihin, “Ah, ben şimdi bunun nasıl çalıştığını anlıyorum ve o yüzden er ya da geç realitenin nasıl çalıştığını anlayacağım.” der. Hayır, öyle bir şey yok.

ANDY: Evet, bunu keşfettim.

ADAMUS: Evet, o zaman balık tutmaya git. (bazı kıkırdamalar)

ANDY: Evet.

ADAMUS: Tanrım. Teşekkür ederim. Birkaç kişi daha. İnsanın öz saygısını en çok kaybettiği alan. Öz saygının kaybedilmesi.

ELIZABETH: Merhaba.

ADAMUS: Merhaba.

ELİZABETH: Bilirsin işte, ben geçenlerde senin Ben’im’in bizi affetmesi konusunda söylediklerini düşündüm. .

ADAMUS: Evet. Evet.

ELİZABETH: Kendimizi affedemeyeceğimizi.

ADAMUS: Hayır, hayır. Affedemezsiniz.

ELİZABETH: Yine de üzerinde çalıştık...

ADAMUS: Sakıncası yoksa ben burada durmak istiyorum.

ELİZABETH: Evet efendim. Tabii ki.

ADAMUS: Benim bunun altını çizmem ve vurgulamam gerek ve biliyorsunuz bazılarınız benimle tartışmak istiyor. Ben kazanacağım çünkü ben orada bulundum, ben bunu yaptım. Birincisi, insan, “Ah, affedilecek bir şey yok” diyor. (Adamus öyle sanıyorsunuz der gibi burnundan zort sesi çıkarır). Siz bunu henüz farkında değilsiniz! İkincisi, insan, “Şey, ben kendimi affediyorum.” diyor. Affedemezsiniz. Affedemezsiniz. Bu denendi. Birçok, birçok kişi denedi. Böyle yapınca sizin sonunuz çok karanlık ve çıkmaz bir yola girmek oluyor çünkü insan buna inanmıyor. Demek istediğim, sizin kendinize saygınız yok; siz kendinizi gerçekten affetmeniz için nasıl bir şeye inanacaksınız? Hayır, affetmeyeceksiniz. Ve en kötüsü, siz kendinizi ne için affettiğinizi bile bilmiyorsunuz.

ELİZABETH: Kesinlikle.

ADAMUS: Önemli şeyler vardı. O nedenle araya girdim. Devam et.

ELİZABETH: Hayır ama asıl nokta oydu. Ben A, B ya da C hangi konuda kendimi affetmeliyim diye yıllarca her şeyi gözden geçirdikten ve saptadıktan sonra bir noktaya ulaştım.

ADAMUS: Affedemezsin.

ELİZABETH: Affedemem, bunu anladım, o yüzden Ben’im’den beni affetmesini istedim. (kıkırdalar)

ADAMUS: Evet.

ELİZABETH: Ve bu çok ilginç çünkü ben özgün değilim. Bilmiyorum ama bazen bir şeyler hissediyorum, veçheler geliyorlar, ben varlığımı tam değil eksik hissediyorum. Bunu sadece bu şekilde tarif edebilirim.

ADAMUS: Evet, evet, evet.

ELİZABETH: Bir an gelecek ve ben, “Tanrı aşkına! Sen bu kadar küçük değilsin.” diyeceğim.

ADAMUS: Doğru.

ELİZABETH: “Geri dön. Kendini kendinle doldur.”

ADAMUS: Evet.

ELİZABETH: Biliyor musun?

ADAMUS: Biliyorsun, ben birinin kendisi ile yaptığı içsel savaşları seviyorum.

ELİZABETH: Evet! Evet!

ADAMUS: Ah! Bilirsin işte, sen içsel savaşlarla hayatında ne kadar çok zamanı boşa harcadığını anlayacaksın ve savaşı sen kazanmayacaksın. Sen savaşı asla kazanmayacaksın. Ve senin dediklerini ciddi olarak düzeltiyorum, Ben’im’in seni bir şey için affetmesi gerekmez.

ELİZABETH: Tamam.

ADAMUS: Onun lanet olası umurunda değil. Sen onun deneyimleyen parçası olarak buradasın. Onun umurunda değil! Gerçekten umurunda değil. Sen istediğin her şeyi yapabilirsin.

ELİZABETH: Ama sen demiştin ki...

ADAMUS: Hayır, demedim.

ELİZABETH: Tamam. (kahkahalar) Siz var mıydınız? (yanındakine)

ADAMUS: Ah, hayır demedim.

ELİZABETH: Hatırlıyor musunuz?

ADAMUS: Ah, hayır. Ah, hayır. Ah, hayır. Ben Şambra varken kullandığım sözcüklere çok dikkat ediyorum. Biliyorsun Şambra çok komik bir şekilde her şeyi çevirir.

ELİZABETH: Hayır, ben bunun zamanında Hıristiyanlara özgü olduğunu sanıyordum ama benim yapmaya çalıştığım... (kıkırdarlar) Hayır ama dışarıdan bir başkasının seni affetmesini istemek. O yüzden, Ben’im’imi, Ben’im’i, Üstat Özünü düşünüyorum, ben...

ADAMUS: Ben mutfağa sesleneceğim.

ELİZABETH: Lütfen yardım et.

ADAMUS: Mutfaktan tepsi gibi bir şey alabilir miyim?

ELİZABETH: Şarap.

ADAMUS: Servis tepsisi gibi.

ELİZABETH: Ah.

ADAMUS: Sadece bir şey göstermek için.

ELİZABETH: Ah, gerçekten mi?

ADAMUS: Evet, evet. Evet. İçine ikramlık bir şeyler de koyabilir misiniz?

ELİZABETH: Kendini affedemezsin.

ADAMUS: Hayır, affedemezsin.

ELİZABETH: Bu mümkün değil.

ADAMUS: Hayır, affedemezsin.

ELİZABETH: Onun için...

ADAMUS: Rol yapabilirsin. Öyle bir oyun oynayabilirsin. Sen kendini affetmiş gibi yapabilirsin. Ama bu işe yaramaz. Oradan bazılarınız, “Ben kendimi affettim.” diyor. Eh, bol şans. Onlar kendi deliklerinde, kendi çukurlarında olduklarını keşfedecekler. Onların oradan çıkması mümkün olmayacak. Bunu yapamazlar.

ELİZABETH: O yüzden veçheler bütünleşiyor. Senin çözümün ne? Ben... (Adamus mimik yapar) Adamus! Ne dediğini duydum. (kahkahalar) Ona bakın! Onu yuhalayın!

ADAMUS: Bilirsin işte, bu günün ve bu çağın en güzel tarafı her şeyin kaydediliyor olması. (daha fazla kıkırdama). Biri “Adamus, sen dedin…” diyebilir ve ben size cevap vereceğim, “Ama siz sanrı gördünüz ve bunlar kaydedildi.” Şimdi, ben asla öyle bir şey söylemedim. Ben açıklama yapmadan önce tepsiyi bekliyorum. Bugün biraz yavaşlar burada. Bence onlar… (Adamus içiyor gibi yapar) biraz kutlama yapıyoruz. (kıkırdamalar) Yükselmiş bir Üstada bir tepsi getirmek ne kadar sürer?

ELİZABETH: Bilmiyorum.

ADAMUS: Evet. (Adamus kıkırdar, Linda tepsiyi getirmek için diğer tarafa koşar ve birisi,“Ah-vah” der) İşte başlıyoruz. İşte başlıyoruz. Nerede kalmıştık?

ELİZABETH: Sen Ben’im’in affettiğini söylemiştin. Affedilecek bir şey yok.

ADAMUS: Ben öz saygı konusuna, kendine olan saygını kaybetme konusuna geri dönmek istiyorum.

ELİZABETH: Şey, öz saygımı nerede kaybettim. Ben her gün kendimi o anlamda küçük ve onursuz hissediyorum, ben kendimi onurlandırmıyorum.

ADAMUS: Doğru, doğru.

ELİZABETH: Ve o zaman… (Linda üzerinde jelibonlar olan tepsiyle geri döner ve Adamus’a verir) Ah, güzel! (kıkırdamalar)

ADAMUS: Lütfen

TAD: Jelibon!

ELİZABETH: Jelibon! Jelibon! Jelibon! (bazıları alkışlar)

ADAMUS: Benim şimdi bir durmam gerek. Ben uzun zamandır gezegende değildim. (kıkırdamalar artar ve biri, “Hiçbir şey kaçırmıyorsun.” der) Ve ben tabii yulaf, bal ve fındık seviyorum. Bunlar Yükselmiş Üstatların yiyeceği türden şeylerdir. Peki lanet olası bunlar da neyin nesi?! (kahkahalar)

ELİZABETH: Jelibon.

ADAMUS: Ben ikramlık istemiştim.

ELİZABETH: Onlar ikramlık jelibonlar.

ADAMUS: Yanlış anlamış olmalılar. Ben jelibon demedim, ikramlık dedim. Bu... bu esasen... peki.

TAD: Linda onları seviyor.

ADAMUS: Şuların enerjisini hissedin. (kıkırdamalar artar) Bildiğin şeker.

ELİZABETH: Evet.

ADAMUS: Evet, evet. Sen bunlardan yiyor musun?

ELİZABETH: Hayır.

ADAMUS: Başka yiyen var mı?

ELİZABETH: Linda seviyor.

ADAMUS: Tamam. Hadi o zaman güzel bir şeymiş gibi yapalım.

ELİZABETH: Peki.

ADAMUS: (Edith, Adamus’a küçük bir çikolatalı kek uzatır) Ah, onu çantandan mı çıkardın? Onu aşıracak mıydın? (kahkahalar) Tanrı aşkına! Buraya yiyecek depolamak için geliyor. Bazılarınızın acıkmasına şaşmamalı. Yiyecekleri Edith alıyor. O çantada başka neler var? (kahkahalar artar) İçinde bir parça pizza var!

EDİTH: Ben her şeyin iyisine izin veriyorum. Burası Kırmızı Çember.

ADAMUS: Güzel. Evet, öyle. Peki. Şimdi, peki, şimdi teatral olarak yapalım. Sen evde oturuyorsun ve “Ben kendimi affediyorum.” diye rol yapmaya çalışıyorsun.

ELİZABETH: Hayır, muhtemelen iş yerinde veya...

ADAMUS: Otomobil kullanırken veya...

ELİZABETH: … neresi için ihtiyaç varsa orada…

ADAMUS: Doğru, doğru.

ELİZABETH: … bir bütün olarak ben ve ben özel bir duruma yükselmiyorum.

ADAMUS: Doğru ve sonra da bu işe yaramıyor ve sonra senin kafan karmakarışık oluyor ve geçen ay olduğu gibi bir Aspektoloji ayı geçirmen gerekiyor.

ELİZABETH: Evet.

ADAMUS: Sen, “Ben nerede hata yapıyorum? diyorsun. Sonra da, “Ah! Tamam. Tamam! Ben Adamus’ın ne dediğini hatırlıyorum...” Adamus’ı tamamen yanlış anlamış – “Ben’im sizi affedecek dedi.” diyorsun. Ben asla böyle bir şey demedim. Ben, “Siz onun affediciliğini kabul edebilirsiniz...” dedim.

ELİZABETH: Ben’im’in affediciliğini.

ADAMUS: “… Ben’im’de zaten var olan şeyi. Ben’im...

ELİZABETH: Doğru. Ben bunu ejderhadan, Eşik çalışmasından hatırlıyorum.

ADAMUS: Evet, evet, evet. Ama sen şey demedin... evet.

ELİZABETH: Ben sadece doğru bir şekilde söylemedim, değil mi?

ADAMUS: Sen doğru bir şekilde söylemedin. Ama burada... (kahkahalar) Hey, onun bugün huysuzluğu mu üzerinde! (kahkahalar artar) Vay! Vay! Kötü veçhelerden bahset! (kahkahalar) Vay. Vay.

ELİZABETH: Hayır ama bu gerçekten Eşik’te vardı. Senin söyledğin gibi ben zaten affedildim. (Adamus ona tepsiyi tutar) Benim burada pek istemediğm bir şeyi almam mı gerekiyor? (kahkahalar artar) Ah!

ADAMUS: Tamam. Bu da Santa Fe için hazırlanan videoya gidiyor. Peki, tamam. Tamam. Benimle oynamaya devam et.

ELİZABETH: Ben affı kabul ediyorum.

ADAMUS: Benimle oyna.

ELİZABETH: Zaten affedildim.

ADAMUS: Ben şimdi Ben’im’im.

ELİZABETH: Tamam.

ADAMUS: Ben öylece Ben’im ülkesinde oturuyorum. Ben sadece Ben’imliyorum. (kahkahalar) ve sadece... (komik mimikler yapar) Ah!

LİNDA: Bu biraz ürkütücü oldu! Bu, ürkütücü! (yoğun kahkahalar)

ADAMUS: Ben birden bire sıkıntılı bir çağrıda bulunulduğunu duyuyorum, “Kahretsin! Yine insan. Aman tanrım! Bunun asla sonu gelmeyecek.” Peki. Tepsimi alalyım. Ona bir şeyler koyayım. Ah, başka neyimiz var? Ah, işte. İşte bir parça çikolata ve bir yapma çiçek. Tepsime koyayım. Tamam.

ELİZABETH: Tamam, ben çiçeği alacağım.

ADAMUS: İşte yine başladık. (Adamus içini çekince ve tepsiyi kadına yeniden uzatınca kahkahalar)

ELİZABETH: Ben affediliciği kabul ediyorum. Çok hoş. (çiçeği koklar) Teşekkür ederim.

ADAMUS: Yapma çiçek. (Adamus güler) Budur! Budur. .

ELİZABETH: Haklısın. Doğru söylemedim.

ADAMUS: Doğru. Sen doğru söylemedin.

ELİZABETH: Hayır ama Eşik’te öğrenmiştim. Belki unuttum.

ADAMUS: Belki, evet.

ELİZABETH: Belki öyledir.

ADAMUS: Evet, komik değil mi? Ve ben sizi kaç kere unutucaksınız dedim?

ELİZABETH: Bunu birkaç kez söyledin.

ADAMUS: Ve ben kaç kez bunu çarpıtacağınızı ve değiştireceğinizi ve buradan başka bir şey çıkaracağınızı söyledim... ben hepinizin bunu hatırlamasını istiyorum. Peki. (Adamus onun yanına atlar ve tepsiyi ona yeniden uzatır)

LİNDA: Ürpertici!

ELİZABETH: Teşekkür ederim. Ah, ne güzel! Bir tavşan. (Adamus kıkırdar) Bu büyük bir tavşan.

ADAMUS: Güzel. Ve o tavşan neyi temsil ediyor?

ELİZABETH: Geçmişte yaptığım lanet olası her şey için beni zaten affeden Ben’im’i.

ADAMUS: Doğru.

ELİZABETH: Çok uzun zaman öncesini, yaşam süreçlerini. Hatırlamadıklarımı bile.

ADAMUS: Ve gerçek şu ki Ben’im’in hiçbir şeyi affetmesi gerekmiyor çünkü o bu kelimeyi bile bilmiyor.

ELİZABETH: Zaten öyleydi – doğru.

ADAMUS: Ama sen kabul edince...

ELİZABETH: Ben kabul ediyorum.

ADAMUS: … saflık…

ELIZABETH: Onu bana ver. .

ADAMUS: … kristallik… Kabul edince... (Elizabeth tepsiyi alır ve Tad’a verir) Ona verme!!

TAD: Ah! (aldığını tepsiye geri koyar; kahkahalar)

ADAMUS: O hazır değil! Tanrım! Ah. Evet, bak, ilk yapmaya çalıştığın şey başkasına vermek oldu. (kıkırdamalar) Hayır, o senin.

ELİZABETH: Ah, teşekkür ederim. (tepsiyi alır)

ADAMUS: Ve bu, affediciliği kabul etmektir ve sonra şu anlayışa sahip olmaktır, “Ben asla hiçbir şeyi yanlış yapmadım.” Ama sen kendine bunu anlatamazsın. Sen armağanı kabul edebilirsin ve bu armağan Tanrı’nın ya da St. Germain’in ya da başka bir varlığın verdiği bir armağan değil.

ELİZABETH: Doğru.

ADAMUS: Sadece senin kendi Ben’im’inin verdiği bir armağan.

ELİZABETH: Anladım.

ADAMUS: Onun yerine başka hiçbir şeyi kabul etme.

ELİZABETH: O benim Ben’im’im.

ADAMUS: Evet. Evet, o senin Ben’im’in. Ve en... onu bana geri ver. (tepsiyi alır)

ELİZABETH: Teşekkürler. (Adamus kıkırdar)

ADAMUS: Sen kendini onursuz ve değersiz hissettiğinde bin bir tane bahane bularak benim dediklerimi çarpıtacaksın çünkü sen kendini yeterince değerli hissetmiyorsun. Bu, sen, “Ben, Ben’im’imimin affediciliğini kabul ediyorum. Ben kabul ediyorum.” dediğin zaman olacak.

ELİZABETH: Evet.

ADAMUS: Ve her şeyi temizle ve saflaştır. (Adamus tepsiyi yeniden elne alır)

ELİZABETH: Ben kabul ediyorum.

ADAMUS: Tepsiyi ben tutacağım. Hayır, sen ikramlardan al. Tepsiyi ben tutacağım. (kahkahalar) O, benim tepsim. Sen ikramlardan al. Evet. Başkasına verme. Evet. (kadın tepsideki ikramların hepsini alır) Sonunda kabul etti. Evet.

ELİZABETH: Ah, biliyordum.

ADAMUS: İyi hissediyor musun?

ELİZABETH: Çok teşekkür e...

ADAMUS: Evet.

ELİZABETH: … ederim.

ADAMUS: Teşekkür ederim. .

ELİZABETH: Al bunu.

ADAMUS: Ve tepsi için teşekkürler. (izleyenler alkışlarlar) Oyuna katıldığınız için teşekkürler.



Evet, ben asıl konuya dönmek istiyorum. Ejderha burada. Ah, o burada ve buradan ayrılmayacak. O gitmeyecek ve siz onu unutmaya çalışacaksınız. Siz her zaman olduğu gibi benim söylediğim her şeyi çarpıtacaksınız ve sonra ben gelip size birkaç kere bir şaplak atacağım ve “Ben asla öyle demedim.” diyeceğim. Ben, “Ben’im’in affedici olmasını kabul edin.” dedim. Ama kendini değerli hissetmeyen biri, kendini aşağılık, onursuz ve küçük hisseden ve hazır hissetmeyen birisi bunu kabul etmemek için bin bir tane bahane bulur. Bu ne kadar kolay olsa da onlar bunu çarpıtacaklar ve şöyle diyecekler, “Ah, benim günah... Adamus bana günah çıkarmamı söyledi.” Evet. Bu komik değil mi? Onlar bin bir tane bahane üretecekler. Ve siz bin kere – ben affediciliği kabul ediyorum – diyeceksiniz ve sonra, “Ben nerede hata yaptım? Neden hiçbir şey değişmedi?” diye merak edeceksiniz. Çünkü o zaman zarfında ejderha devamlı, “Senin salıvermen gereken biraz çöp var.” diyordur.

Ve siz sonra 1.842. kez bunu dediğinizde ya da kaçıncı kezse belki milyonuncu kez, fark etmez, siz bunu dediğinizde sonunda şanlı bir günde anlayacaksınız ve “Ben affedicilik armağanını kabul ediyorum. Ben şimdi değerliyim ve ben böyle yapınca Ben Ben’im olduğumu fark ettim. Herhangi bir yargılama yok. Işık ve karanlık yok. Bilinmeyen bir Tanrı’ya geri dönmek yok. Ben Ben’im.” diyeceksiniz.

Ah, hadi hemen şimdi derin bir nefes alın.

Bu kadar basit. Biliyorsunuz, bu gerçekten Gerçekleştirim yolundaki son adım.

İşte biz biraz zaman kaybettik ama güzel bir dikkat dağıtma oldu. Bir ya da iki kişi daha. İnsan olmanın nesi onursuz? Daha iyi hissediyor musun?

ELİZABETH: Ah, evet.

ADAMUS: Evet. Yedin mi onları?

ELİZABETH: Crash için ayırdım.

ADAMUS: Hayır, hayır, hayır! Bunlar onun değil. Ona veremezsin.

ELİZABETH: (Crash’e) Bunlar senin değil.

ADAMUS: Onları kimsenin almasına zin verme. Hayır, onlar senin.

ELİZABETH: Ben bunları senin için ayıracağım.

ADAMUS: Güzel. Ve o çikolataları kimseyle paylaşma, bakın, böyle bir eğilim var. “Ah! Bak ne buldum, herkese vereyim.” Hayır, onlar sadece sana ait. Doğrusu onların çikolataları ısırmaları yasak meyveyi ısırmaları gibidir. Onları öldürür. Evet. (izleyenler, “Ahh! derler) O düzeyde veya başka bir düzeyde. Demek istediğim, bu belki onları fiziksel olarak öldürmeyebilir ama onların içindeki bir şeyi öldürür. Hayır, bu onlar için değil ve sen bunu onlara veremezsin ve ben şimdi bir kehanette bulunacağım. Bazılarınız – aslında çoğunuz – bunu yapmaya çalışacak. Siz başkalarını affetmeye çalışacaksınız. Siz onlara aslında uygun olmayana bir şekilde affediciliği öğretmeye çalışacaksınız. Siz affeden guru olmaya çalışacaksınız ve bu işe yaramayacak. Bu sizin ve üzerinde çalıştığınız kişinin aleyhine geri tepecek.

Bu çok kişisel bir şey. “Ben, benim “Ben’im’imin affediciliğini kabul ediyorum.” Ve evet siz felsefi açıdan şöyle diyeceksiniz, “Bir kere affedecek bir şey yoktu.” Ama bu düşünce sadece hoş bir felsefi düşünce. Bu sadece siz onu varlığınıza aldığınızda ve onu hissettiğinizde ve o canlandığında olur.

O zaman biraz ipucu, küçük bir uyarı, benim başta Tobias’ın enerjisini, canlı enerjisini her şeye enjekte ettiğini söylediğim konuyla ilgili olarak. Ne biliyor musunuz? Biz oraya, Canlı Enerjiye doğru gidiyoruz. Siz, şimdiye kadar çok fazla Canlı Enerjiye sahip olmadığınızı anlayacaksınız. Sizin enerjiniz vardı ama ben sizin her şeyde bulunan bilinçli Canlı Enerjinizden bahsediyorum ve o her şeyi bir noktada tutkulu misyonu (massion) ve her şeyi birbirine bağlayan enerjidir. Ama bizim gittiğimiz yön belli – Canlı Enerji. Siz pek yaşamadığınızı anlayacaksınız. Siz sadece idare ettiniz ve biz her şeye rağmen genişliyoruz. Bu iyi.

Peki. Bu soru bitti. Başka bir sorum var. Bu, güzel bir soru, o zaman Linda burada iyi seç.

 

~ Soru 2

Spiritüel yolda olanların aniden durmalarının, geri dönmelerinin, yolu bırakmalarının, pes etmelerinin sebebi nedir? Onların yolculuklarından vazgeçmelerine sebep olan şey nedir? Şimdi, ben şunu söyleyeceğim: Siz gerçekte asla geri dönemezsiniz. Siz bir süreliğine saklanabilirsiniz, siz rol yapabilirsiniz ama siz asla öğrenmiş olduklarınızı hiç öğrenmemiş hale getiremezsiniz.

Düşünürsek, geçirdiğimiz yıllar boyunca bir sürü Şambra neden bıraktı? Birçok kişi bıraktı ve bu beni hiç rahatsız etmiyor. Bu şekilde sizin geri kalanlarınızın yolu temizleniyor. Üzgünüm, ekranda bana daha çok orta parmak çıkarılıyor. Hayır, siz bunun uygun olduğunu biliyorsunuz. Ve ben hep bahaneler duyuyorum ve ben “Adamus ile devam etmiyorum çünkü o iğrenç.” Yaa! (bazı kıkırdamalar) Bunu fark ettiniz mi?! Siz beş yıl önce bırakmadınız? Bir de Cauldre bana en son ne anlatmıştı? Birisi, “Adamus karanlık taraftan geliyor ve dikkat dağıtıyor.” diye post açmış. Eh, lanet, evet! (kıkırdamalar artar) Bunu fark ettiniz mi?! Şey, tabii tabii ben karanlıktan ve ışıktan geliyorum ve her ikisi de yok. Demek istediğim, hadi çocuklar büyüyün artık! Ben bizim bu karanlık ve ışık işini aştığımızı sanıyordum. Biz hala o oyunu mu oynuyoruz? Hayır, siz oynamıyorsunuz ama birisi oynuyordu.

O zaman soruya dönelim. Birisi Gerçekleştirimini neden bırakır, neden geri döner, ondan neden kaçar, onu neden durdurur? Buna yol açan şey nedir? Yıllar boyunca bırakan bir sürü Şambra oldu ve bir de ben ayrılmaları için onları teşvik ettim o var. Ehh, biliyorsunuz burası zayıf ruhlara göre bir yer değil, bir yer değil. Hayır, bu zor bir iş. Ama eğlenceli de değil mi? İki kişi evet dedi. Başka yok mu...? (daha fazla Şambra evet der) Peki. Tamam.

Birisinin bırakmasına yol açan şey nedir? Linda mikrofon lütfen. Ah, bu iyi olacak. Evet.

JANİCE: Şüphe.

ADAMUS: Şüphe. Evet, evet.

JANİCE: Ve insanın hazır olmaması.

ADAMUS: Evet, insanın hazır olmaması.

JANİCE: Kendini adamaması.

ADAMUS: Tamam. Bırakanların en büyük bahanesi ne oluyor? Ben sadece Kırmızı Çember’den bahsetmiyorum, ben başkalarının izledikleri yollardan da bahsediyorum.

JANİCE: Muhtemelen şüphe. Basitçe inanmamak.

ADAMUS: Ama onlar kendilerine neyi bahane ediyorlar?

JANİCE: (duraklar) “Ben buna inanmıyorum.”

ADAMUS: Evet. Güzel, evet.

JANİCE: İnanmamak.

ADAMUS: Doğru. “Ben bağlantı kuramıyorum.” demek.

JANİCE: Evet.

ADAMUS: Evet, evet.

JANİCE: Ah, ah.

ADAMUS: Peki Güzel. Başka? Bu gerçekten güzel bir soru. Birisinin bırakmasına yol açan şey nedir? Aah! Linda fırsat kolluyor. İşte gidiyor. Peki.

ALİ: Ah, vuruldum!

ADAMUS: Mikrofon dolaşırken duyulan o kaygı... (kahkahalar) “Ben değil!” Ama senin harika bir yanıtın var. Ben bunu zaten biliyorum. (Ali duraklar) Bir şeyler var. (bazı kıkırdamalar)

ALİ: Hım…

ADAMUS: Bir şey uydur. Herhangi bir şey.

ALİ: Biliyorsun, ben uzun zamandır bir sürü fiziksel ve bedensel sorunlarla mücadele ediyorum.

ADAMUS: Evet.

ALİ: Ve biliyorsun beni bırakmama iten güdü, “Bu bana yetti. Ben artık canımın yanmasını istemiyorum.” demem olurdu.

ADAMUS: Evet. Kesinlikle. Sen çok ağrı çekiyorsun.

ALİ: Evet.

ADAMUS: Kesinlikle öyle. Ve ayrıca, “Eh, bir saniye dur. Eğer bunlar işe yarasaydı bu kadar çok fiziksel ağrı çekmezdim.” diyen o şüphe var. Benim buna yanıtım, “Saçmalık.” Fiziksel ağrı çok oluyor, gerçekten yoğun oluyor. Sizden sonra gelecek onlanlar bunu sizin kadar yaşamayacaklar ve siz keşke onlar yapsaydı diyeceksiniz. (izleyenler, “Ahh! derler) Eh, hayır, demek istediğim sizin yaşadıklarınızı takdir etmeleri bakımından. Ama bedensel sorunlar mutlaka oluyor.

ALİ: Ve bu... ben hiçbir şeye inanmıyorum diye değil. İnanıyorum. Sadece daha ne kadar sürecek?

ADAMUS: Doğru.

ALİ: O kadar uzun süre dayanabilir miyim?

ADAMUS: Doğru, doğru. Bu zor bir şey. Beden buna dayanabilecek mi? Vay.

ALİ: Evet. Evet.

ADAMUS: Olağanüstü. Güzel. Birkaç tane daha. Ah, ah! (Adamus kıkırdar)

JONATHAN: Biliyordum.

ADAMUS: Pek beklemediğin bir anda. Evet. Peki, onların bırakmalarına sebep olan şey nedir? Bir film üzerinde çalışıyorsun – ona enerjimi katarak yardımcı olacağım.

JONATHAN: Teşekkür ederim.

ADAMUS: Evet. Ve, ah, komik şeyler var.

JONATHAN: Aaah!

ADAMUS: Evet. (bazı kıkırdamalar) “Aah!” Yani bir kişinin bırakmasına sebep olan şey nedir?

JONATHAN: (duraklar) Basitçe bırakır, evet, mümkün olduğuna inanmaz. Yani basitçe vazgeçersin.

ADAMUS: Başka bir peri masalı.

JONATHAN: Evet. Sanki, “Ben havucu çok uzun bir zaman kovaladım.” demek gibi.

ADAMUS: Doğru.

JONATHAN: Ve bu, “Ben yorgunum. Ben artık yapamıyorum.” demektir, onun için ben en iyisi kozamda durayım ve ağrı çekmek yerine başka şeyler yapıyor gibi görüneyim denir, bilirsin işte, “Ben var sandım ama ah yokmuş.” gibi hayalkırıklıkları yaşamak sanırım.

ADAMUS: Evet. Çok ilginç bir gerçek var bırakanların yüzde 93.75’i başka bir yere gidiyor. Onlar başka bir gruba gidiyorlar. Onlar başka bir guru buluyorlar. Onlar başka bir yere gidiyorlar. Onların dikkatleri dağılıyor. Onlar aslında bırakmıyorlar, onlar Kırmızı Çember’den başka bir şeyi bırakmıyorlar ama başka bir yere gidiyorlar. Ve bu ne kadar sürüyor biliyor musunuz? Ortalama 2,5 yıl ve ondan sonra başka bir yere gidiyorlar ve sonra başka bir yere ve sonra başka bir yere. Onlar arayanlar ve bu iyi. Ama biz burada arayanı, o arayan veçheyi öldürüyoruz. Baam! Gitti. Yeter. O, ne de olsa bir illüzyondu, yani biz gerçekte bir şey öldürmedik.

İşte şey var - şüphe, biliyorsunuz gerçekten oluyor – ve onlar kendi bildiklerine karşı dürüst olacaklarına, öğrendiklerine ya da buna benzer şeylere karşı değil ama onlar kendilerine karşı dürüst olacaklarına başka bir şekilde dkkatlerini dağıtıyorlar. Çoğu öyle yapıyor.

Bazıları ormanda kendi başlarına dolaşıyorlar metaforik olarak, onlar, “Benim bunların hepsiyle işim bitti. Bana yeterli geldi. Artık yeter. Fazla geldi. Ben bir saat fabrikasında işe gireceğim, ben küçük dişlilerin üstüne küçük dişlileri koyacağım, tek yapmak istediğim şey bu. Ve ben eve gideceğim ve… ”- bugünlerde ona ne diyorsunuz -… “ben IPAD’imi veya ona benzer bir şeyimi alacağın ve o kadar.” diyorlar. Ve ben aslında bu tür insanları seviyorum çünkü onlar gerçekten dürüst oluyorlar, onlar, “Ben her şeyin arayı kapatmasına ve yerleşmesine izin vermeliyim ve kendime geri dönmeliyim” diyorlar. Ben onları seviyorum çünkü onlar geri döndüklerinde müthiş oluyorlar. Onlar hakikate geri dönüyorlar. Onlar bir sürü şeyi temizleyip gelmiş oluyorlar.

Birkaç kişi daha. Birkaç kişi daha. Birisi neden bırakır? Siz bu işe başlıyorsunuz, siz bunun için bir yaşam ya da yaşamlar harcıyorsunuz ve sonra – baam! – bırakıyorsunuz. Evet. Bunun olacağını biliyordun.

TESS: Ahh (içini çeker)

ADAMUS: Sakıncası yoksa burada hızlıca bir soru sormak istiyorum. Sen neden sezgisel yeteneklerini daha çok kullanmıyorsun?

(kadın duraklar)

Ah, bu kadar kişisel bir şey sorduğum için özür dilerim Ah, bana sanki, “Seni öldüreceğim.” der gibi baktı. (kıkırdamalar artar) Ben sadece merak ettim. Senin sezgilerin gerçekten çok iyi, senin gerçekten duyumsama yeteneğin var. Sen onları neden kullanmıyorsun?

TESS: Biliyorsun ben gerçekten büyü gibi bir şeyler yaptım ama farklı bir şekilde.

ADAMUS: Tamam.

TESS: Ve ben sadece kendi içime dalmak ve bunları kendim için kullamak istedim.

ADAMUS: Tamam.

TESS: Çünkü ben bazı yeteneklerle başkaları için bir şeyler tuttuğum veya onlara öğrettiğim yaşamlar harcamaya başladım.

ADAMUS: Evet. Evet, evet.

TESS: Ama o zaman bir oyun oynuyor, bilirsin işte, bir dans yapıyor oluyorsun.

ADAMUS: Doğru, doğru.

TESS: Ve ben, “Deneysel olarak kendime biraz enerji getirsem nasıl olur?” diye düşündüm.

ADAMUS: Peki. Harika. Bunu sevdim. Peki sen kullanacak mısın – senin çok, çok sezgisel becerilerin var.

TESS: Doğru. Ve ben gerçekten – şimdi bile sarsılıyorum – iyice geçmeden yeniden ilerleyeceğimi hayal edemediğim fiziksel olarak ağrılı bir dönem geçirdim. Ve bu şimdi oluyor ve bana çok yaşam gücü geldi ve çok içsel keşiflerim oldu ve bu neredeyse benim şunu... tamam. Ben o kelimeyi söylemeyeceğim.

ADAMUS: Teşekkür ederim.

TESS: Ben zihnin ötesine geçtiğim noktada, bu dünyada hatta spiritüalizm konusunda bile ne yapacağımı bilemedim.

ADAMUS: Doğru, doğru.

TESS: Çünkü o zaman düalitenin ötesine geçiyorsun ve oyun sona eriyor.

ADAMUS: Evet, öyle.

TESS: Yani...

ADAMUS: Orası kalınması zor, zor, zor bir yer.

TESS: Doğru.

ADAMUS: Evet. Güzel. O zaman insanların neden bıraktıkları sorusuna nasıl cevap vereceksin?

TESS: Bana göre bunun nedeni, zihnin düalite için programlanmış olması ve onun asla tatmin olmayacağı. O her zaman karıştıracağı, ayarlayacağı, programlanacağı bir şeyler isteyecek...

ADAMUS: Harika.

TESS: … ve o farklı bir felsefeye sahip başka bir gruba gidince bir süre orada ölçüp biçecek ve bilirsin işte sonsuza kadar öyle yapacak.

ADAMUS: Harika bir cevap.

TESS: Ve bir kere sıfırın içine düşünce – “Artık düalite yok, ben bitirdim.” dediğinde - oyun sona eriyor. Arama işi bitiyor.

ADAMUS: Peki ya sonra?

TESS: Sonra keşif başlıyor.

ADAMUS: Evet.

TESS: Sonra öyle, evet.

ADAMUS: Haklısın. Oyun bitiyor, sıfır noktasında oluyorsun, hiçlikte oluyorsun.

TESS: Ah, evet.

ADAMUS: Bu korkutucu!

TESS: Sahip olduğun tüm insani tutkular hatta spiritüel tutkular kayboluyor.

ADAMUS: Her şey!

TESS: Hepsi – pırrrr!

ADAMUS: Ve içeride bunlar olurken dışta insan, olanlara çok kızıyor...

TESS: Ah.

ADAMUS: … ve aşırı hassas oluyor. Sizin bu derin dalışı yapmanız gerek. Siz kendi içinizde sıfır noktasına gideceksiniz, siz kendi içinizdeki hiçliğe gideceksiniz. Her şey paramparça oluyor ve siz bunu biliyorsunuz. Siz öyle değilmiş gibi yapıyorsunuz ama öyle değil. Siz buna engel olmaya çalışıyorsunuz ama engel olamazsınız. Siz dışşal olarak bir kaltak oluyorsunuz. Biliyorsun – sen değil (kahkahalar) ama demek istediğim hepiniz, sizi kaltaklar! (kahkahalar artar) Hayır, öylesiniz.

TESS: Teşekkür ederim! (kahkahalar)

ADAMUS: Hayır öylesiniz ve buna hakkınız var – hayır, öylesiniz – ve öyle olmaya her türlü hakkınız var. Ve eğer öyle olmadığınızı iddia ediyorsanız gerçekten kendinizi kandırıyorsunuz demektir. Demek istediğim, siz huysuzsunuz. Siz şirretsiniz. Siz aşırı hassassınız. Sizin çevrenizde olmak hoş değil. Sizden neredeyse nefret ediliyor ve bunda sorun yok. Demek istediğim, hayır, gerçekten, öyle olun çünkü içeride her şey paramparça oluyor. Siz hiçliğe gidiyorsunuz. Bu tıpkı, tıpkı...

LİNDA: Adamus, bunlar kaydediliyor.

ADAMUS: Püff! Şeyimde bile değil... (izleyenler “Aah! derler ve bazıları kıkırdar) Bu herkesin duyabileceği en iyi şey, bilirsiniz işte, siz dışarıdan sanki bir açıdan neredeyse savunmada gibisiniz. Ve eğer siz sevimli olduğunuzu iddia ediyorsanız yakında nasıl bir kaltak olduğunuzu keşfedeceksiniz. Hayır çünkü çok, çok zor. Artık hiçbir şey çalışmıyor. Siz sadece – bu böyle – sevimli olmaya çalışıyorsunuz ve güneş ve lolipop ve sevgi – ıyy! – çok daha zor olacak. Siz içeriden direnç gösteriyorsunuz. Siz sığ sulara dalış yapıyor gibisiniz. Sizin burnunuz yere çarpıyor ve siz oranın bir sonu olduğunu görüyorsunuz. Hiçbir şey yok ve siz dalışı durduramıyorsunuz ve siz bildiğiniz tüm numaraları ve tüm o kilişeleri ve lagaluga sözleri söylemeyi ve diğer saçmalıkları deniyorsunuz ve bunlar işe yaramıyorlar. Siz dibe vuracaksınız. Siz parçalanacaksınız.

Ya da siz kendi hiçliğinize zarafetle, onurla gitmenize izin verebilirsiniz. Siz oraya hiçliğe gidiyorsunuz ve siz ne kadar uzun bir zamandır ne kadar çok maskaralığın oynandığını fark edeceksiniz. Ama siz sonra hiçliğe ulaşacaksınız ve “Sırada ne var? Sırada ne var?” diyeceksiniz. Ve siz o hiçlikte olacaksınız ve siz farkında olduğunuzun farkında olacaksınız.

Ve ben şunu söyleyecek kadar ileri gideceğim ve Cauldre bunu düzeltmeye ve sözleri teyit etmeye ve buna benzer şeyler yapmaya çalışıyor ve bunlar işe yaramayacak. Sizin Farkındalığınız o hiçliğe gelecek, hiçliğe, hiçliğe; öyle bir hiçlik ki siyah renk bile yok. Siz bunun böyle olmayacağını düşünmekten hoşlanıyorsunuz. Siz parkta bir yürüyüşe çıktığınızı sanıyorsunuz ve güzel bir gün ve tavşanlar koşuyor ve siz onları ellerinizle besliyorsunuz ve buna benzer şeyler. Gerçekleştirim... (kadın kıkırdar) şeyde oluyor... (ikisi kıkırdar)

TESS: Ben seni kafamda... (kıkırdar) … yaramazlık yaparken canladırdım.

ADAMUS: Hiçlikte.

TESS: Evet.

ADAMUS: Ve o hiçlikte, o akıl almaz nokta var – (Adamus içini çeker) ve bu bir film çekmeye değer ama ben şimdi ona girmek istemiyorum – ama siz o hiçlikte oluyorsunuz ve farkında olduğunuzu fark ediyorsunuz. Siz şunu fark ediyorsunuz,“Kahretsin! Benim eski her şeyi salıvermem gerekti. Benim sadece Ben’im’in içinde olacağım yere gelmem gerekti.” ve Ben’im birçok açıdan büyük bir hiçliktir. Enerji anlamında konuşursak, Ben’im’in içinde hiç enerji yoktur. İşte siz oraya gidince hiçbir şey yoktur ama yine de bir şey vardır. Enerji yoktur ama bir şey vardır. Ve olur da bu o anda sizin içinizdeki bir tele dokunursa, size metaforik olarak Ateş Duvarı’ndan hiçliğe geçtiğiniz ve “Ben Varım”ı ilk kez hissettiğiniz zamanı hatırlatır, buna çok benzer. Ama o şimdi sadece sizinledir.

Ve siz o hiçlikte, “Ben neden o kaltak halime geri dönmek isteyeyim ki?” dersiniz. (Adamus kıkırdar) “ Benim ortalıkta sinir bozucu bir şekilde dolaşan ve mutsuz ve bedeni ağrıyan bir insanım var. Ben neden geri döneyim ki?”

Ve siz sonra içinizdeki insandan eski bir şey yankılandığını duyarsınız, “Çünkü ben ölmek istemiyorum!” Siz şunu fark edersiniz, “Ben zaten öldüm ve bu bir şey değildi. Bir şey değildi.” Ve şunu duyarsınız, “Ama ben bedenli bir varlık olarak gezegende kalacağıma dair bir söz verdim.” Ve siz pat diye, “O insan söz verecek, yemin edecek ve buna benzer şeyler yapacak kadar aptaldı. Bunu unut.” dersiniz. Ve siz o hiçlikte, “Ben gerçekten oraya geri dönmek istiyor muyum?” diye sorarsınız.

TESS: Hayır.

ADAMUS: (kıkırdar) Hayır. Ama farklı bir şekilde. Sen bedenli bir Üstat olarak kalmak istiyor musun?

TESS: Evet.

ADAMUS: Ama sonra bu konuda düşünmen gerekiyor ve bu zor bir iş. Bu öyle bir iş ki – kameralar kayıt mı ediyordu? Bunlar bizim gerçek kayıtlarımız. Bu, tüm zamanların en can alıcı anı. Tüm zamanların.

Sizin Gerçekleştiriminiz olacak. Siz dibe vuracaksınız. Siz paramparça olacaksınız. Siz hiçliğe gideceksiniz. Sizi sırada bekleyen şey, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz, keşfedilmemiş bölge olacak. Her şey bir açıdan yazılıdır. Demek istediğim, her küçük hareket ya da sözcük yazılı değildir ama bilirsiniz işte, her şey kitapta var. Siz Tam Farkındalığa ulaşacaksınız. Biz bunun tam olarak nasıl olacağını bilmiyoruz, siz bunun nasıl olacağını tam olarak bilmiyorsunuz ama siz oraya ulaşacaksınız. Bu yazılıdır.

Sıradaki şey kitapta yer almıyor. Kitapta yok. Asla yazılmadı. Öyle bir başlık yok. Ve ben geçenlerde Cauldre ve Linda’ya bizim kitabın son bölümünü Kehak VIII ve Keahak IX’da tamamlayacağımızı bildirdim. Biz sonra yazılı olmayana geçeceğiz ve biz onu bilmiyoruz. Siz başardıktan sonra, siz tam farkındalığa ulaştıktan sonra ne olacak? Ve mutlaka sizin düşündüğünüz gibi bir karar verilecek diye bir şey yok. İnsan orada oturuyor ve “Ah, evet ama ben kalacağım.” diyor. Bilmiyorum. Ama kesin olan bir şey var ki kalırsanız çok farklı olacak ve dikkatiniz hep sıradaki şeyde olacak gibi, her şey Canlı Enerji ile ilgili olacak. Sonunda her şey canlı – ve canlı diri, yaşayan anlamında canlı - olmakla ilgili olacak.

Ben o nedenle geçen ay, “Tutku mu yoksa özgürlük mü?” diye sordum – ya da tutkulu misyon mu diye – çünkü ben sizinle Canlı Enerji üzerinde çalışıyorum ve bunun birkaç anlamı var. Bu, sadece bedende sıkışmış olan enerji değil, canlı olan enerjidir. Yaşayan enerji. Erdem ve onur içeren enerji. Bu, Canlı Enerjidir. Ama o şimdi aynı zamanda yaşayan enerjidir. Enerji dolu bir yaşam yaşamak, ondan kaçarak yaşamak değil. Canlı Enerji. İşte biz oraya gidiyoruz. Ah, teşekkürler. Harika bir yanıttı. Çok teşekkür ederim. (Adamus kıkırdar)

TESS: Çok rica ederim.

ADAMUS: Hayır, mükemmel bir konuşmaydı.

 

Enerji

İşte ben bu soruyu sordum – lanet olası soru neydi? Ah, bir insan neden bırakır? Bir insan neden bırakır? Derin bir nefes alın ve bunu bir anlığına hissedin.

(duraklama)

Enerji fazla yoğun oluyor. Nedeni bu. Demek istediğim, biz diğer nedenleri söyleyebiliriz – kayboldular, şüpheye düştüler, dikkatleri dağıdı – ama gerçek yanıt enerjinin fazla yoğun olması ve siz geçen ay bunu yaşadınız. Enerji gerçekten yoğun. Siz onunla başa çıkamazsınız. Zihin onunla başa çıkamaz.

Bakın, siz Gerçekleştirime ulaşırken ve Üstat olurken enerjinin her zamankinden daha çok farkındasınız ama sizin onunla ilişkiniz hala eskisi gibi. Siz yoldaki tümseklerin daha çok farkındasınız. Siz şimdi enerjinin her zamankinden daha çok farkındasınız ve ne yapıyorsunuz? Siz ondan gizlenmeye çalışıyorsunuz. Siz onu çevirmeye çalışıyorsunuz. Siz onu yadsımaya, orada yokmuş gibi yapmaya çalışıyorsunuz. Siz kendinize her şeyin iyi olacağını söyemeye çalışıyorsunuz ve öyle değil. Hayır, öyle değil. Her şey darmadağın oluyor ve bunda bir sorun yok. Ama siz şunu söylemeye çalışıyorsunuz, “Ben bunu şu şekilde yapacağım.” Üzgünüm ama bazen gülmem geliyor. “Ben şu şekilde yapacağım. Ben bunu şu şekilde güçlendireceğim. Ben kararıma sadık kalacağım.” Ve ben size söyleyeyim... (Adamus kıkırdar) Cauldre buna kanallık yapmak istemiyor. (bazı kıkırdamalar) Ben, “Kapa...” gibi bir şey söyleyecektim.

Siz enerjiyle, kurduğunuz eski ilişki şekliyle devam etmek istiyorsunuz. Bu işe yaramayacaktır. Ve Şambra’nın bırakmasının nedeni – onların çoğu geri dönecektir ama onların Kırmızı Çember’i bırak malarının nedeni – enerjinin fazla gelmesi. Bu, onların hayatını, onların hayatlarının her alanını vurur ve o gerçekten gidip zayıf noktaları bulur – bolluk sorunlarını, sağlık sorunlarını, her şeyi. Enerji çok fazladır. Ali’nin daha önce söylediği gibi bedeni vurur. Beden devam edebilecek mi? O kadar çok enerji geliyor ki canınız yanıyor ve insanlar bu yüzden bırakıyorlar.

İşte biz ilerlemeden önce, ben burada biraz özel bir şey yapacağım. Hadi bir masaj yaptıralım. (kahkahalar) Sizin buna ihtiyacınız var. Sizin geçen aydan sonra buna gerçekten ihtiyacınız var. Ve bilirsiniz işte, bu daha önce planlanmış bir şey değildi ama sizin enerjiyle eski ilişkini değiştirmen gerek demesi için sizi biraz sarsacak bir doz gerçek enerjiye ihtiyacınız vardı ve siz buna karşı koyuyorsunuz. Siz neredeyse onunla ilişkinizi değiştirmekten kaçınıyorsunuz. Siz, “Ben eski şekilde devam edeceğim.” diyeceksiniz ve bundan sonra bu mümkün değil. Ben yeni Keahak’a önceden hazırlanmadan, önceden yazmadan başlayacağımızı özellikle söyledim ve eski ilişki işe yaramayacak. Bu sizin bedeninize gerçekten çok acı verecek ve bu sizin beyninizi gerçekten karmakarışık yapacak. Ve bunların üstüne biz bir de ejderhayı çağırdık. Siz bunlardan lolipop yer gibi geçeceğinizi düşünüyor olsanız bile ejderhanın sizi paramparça ettiğini keşfedeceksiniz. Ya da sizin yapacağınız şey bunu gerçekten harika bir deneyime dönüştürmek olacak.

Ejderha sizin – (Adamus içini çeker) – belki de varlığından bile habersiz olduğunuz, enerjiyle eski ilişkiniz gibi bazı eski ıvır zıvırları aşmanız için burada. Siz geçen ay karşı karşıya geldiğiniz en büyük veçhenin farkında bile değilsiniz. O çok büyüktü, o, odanın ortasında oturuyordu. Ve siz, “Ah, ben eski yaşam veçhesiyle karşılaştım.” veya “Ben karanlık bir veçhemle ya da korkan veçhemle karşılaştım.” dediniz. Bunların hepsi saçmalık. Siz enerji veçhenizle yüzleştiniz, bu oydu. Sizin enerji veçhenizdi. O, enerjiyi eski haliyle kullanma konusunda eğitilmiş bir veçheydi.

Siz geçen ayki çalışmalar sırasında enerji veçhenizi hissediyordunuz. Enerji sizin yaşamınızda daha da, daha da çok mevcut olurken siz onun daha fazla farkında oldunuz. Ama sizin zihniniz o veçhe konusunda – onun değersizlik veçhesi olması ve buna benzer şeyler – gibi bir sürü şey uydurdu. Hayır, o, sizin enerji veçhenizdi.

Ejderha şu anda o enerji veçhesinin ayaklarını ısırıyor. Ejderha onu gerçekten harekete geçiriyor. O, büyük bir enerji damlası, o, büyük – nasıl denir - odanın ortasındaki büyük mor fil ama enerji ağır ve sıkışmış ve pek canlı değil. Biz Canlı Enerjiye geçiyoruz.

Hadi derin bir nefes alalım ve bir masaj yaptıralım. Biraz müzik lütfen.

 

Üstat Masajı

Bedeninize zor geliyor ve ben de bu yüzden bu masajı yaptırmak istedim.

Derin bir nefes alın ve gerçekten gevşeyin. İnternetten izleyenler derin bir nefes alın ve gevşeyin.

(müzik başlar)

Size bu masajı yapmak için gelen... biliyorsunuz, sizin bedeniniz bazen kasılıyor ve size sanki kaslarınızı gevşetemeyecekmişsiniz gibi geliyor. Masaj yaptırın. Beden çalışması. Size gerçekten iyi gelir.

Üstat, bilgelik bugün burada size masaj yapmak istedi ve senden istenen tek şey sevgili insan buna izin vermen.

Siz masaj masasına yatıp kendinize masaj yapmaya mı çalışırsınız? Hayır. Başka birine yaptırırsınız. Buna izin verirsiniz.

Siz o masaya yattığınızda önce biraz gergin ve stresli hissedersiniz ve çok geçmeden o nazik eller size dokunur...

Zorlayarak değil yavaş yavaş ve siz o sıcak dokunuşları bedeninizde hissedersiniz. Ah, özellikle omuzlarınızda ve boynunuzda.

O zaman genellikle ritmik bir new age müzik çalar ve bazen de tütsü yanar.

Siz derin bir nefes alın. “Ah! Bunu neden daha önce yaptırmadım?”

Siz o ellerin size dokunduğunu hissediyorsunuz. Ah! Sıcak yağ. Bunu kim keşfetti? Ne kadar harika bir fikir! Sıcak yağ şimdi sırtınızda, kollarınızda, omuzlarınızda.

Sizin bir şey yapmanız gerekmiyor. Siz orada sadece yatın. Bu, neredeyse ağlamak istemenize neden oluyor.

Siz sadece bir mola verdiniz ve izin veriyorsunuz.

Ama bu durumda bunu uygulayan bir masaj terapisti veya bir masör değil. Bu, Üstat, Ben’im.

Sizin yapmanız gereken tek şey izin vermek. O kadar.

Sadece izin verin.

(duraklama)

Üstat her şeyi yapacak, o, sizin bedeninizin her tarafına masaj yapacak.

Sizin bir şey yapmanız gerekmiyor.

(duraklama)

Üstat bu konuda gerçekten uzman çünkü Üstat enerjiden anlıyor, enerjinin nereleri acıttığını, nerelerde sıkışmış olduğunu, gevşemek için neye ihtiyaç olduğunu anlıyor.

Üstadın elleri nazikçe çalışırken, bedeninize olabildiğince zarafetle dokunurken siz Üstadın belli belirsiz büyük bilgelik içeren bir söz söylediğini işitiyorsunuz, Üstat büyük bilgelik içeren bir şey fısıldıyor. Ve o söz, “İzin Ver.”

Sadece, “İzin Verin.”

(duraklama)

Bu aslında eğlenceli çünkü Üstadın sizin ayaklarınıza ve ayak parmaklarınıza masaj yapması – ah, iyi geliyor – siz o fısıltıyı duyuyorsunuz, “Sadece İzin Ver.” O kadar.

Sanki şey gibi, şey, sanki Üstadın elleri fiziksel ötesi gibi. Üstadın kaslara ve kemiklere ulaşması biraz tuhaf hissettiriyor. Ama o buna rağmen sizsiniz. O sizin bizim Üstat diye adlandırdığımız parçanız, o nedenle pek tuhaf değil. Biraz tuhaf.

Üstat sizin bedeninizin tamamında çalışıyor.

Tuhaf. Vay. Kalbime masaj yapıldığını hissediyorum. Ve kalçalarıma, sanki Üstat kalçalarımın tam içine girdi.”

(duraklama)

O, omuzlarınızda ve ensenizde çalışıyor. Bu tam beden masajı. Demek istediğim, o sadece derinin üstünde değil, içeride de çalışıyor.

Sonra siz bir şey fark ediyorsunuz. Üstat sadece enerji üzerinde çalışıyor. O kadar. Bu, sizin teniniz, kemikleriniz veya kalbinizle pek alakalı değil. Üstat şu anda enerji üzerinde çalışıyor.

(duraklama)

Üstat giriyor ve kelimenin tam anlamıyla bu enerjilere masaj yapıyor, ben geçen ay bu konuda çok sorun yaşadım. Vay! Üstat enerji denilen şeyin ya da her neyse onun üzerinde çalışıyor.”

Bu, birçok insanın bırakmasına, gittikleri yoldan sapmasına ya da dikkatlerinin dağılmasına neden olan şey.

Enerji, ah, bazen çok yoğun olabiliyor. Ama işte Üstat onun üzerinde çalışıyor, ona dokunuyor, yapması gereken her şeyi yapıyor. Siz içinizden (kıkırdar) şöyle düşünüyorsunuz, “Ben Üstadın enerji üzerinde çalıştığını biliyorum. Ben Üstadın ne yaptığını bilmiyorum ama bunun bir önemi yok. “

Bunun bir önemi yok.

(duraklama)

O zaman insan olarak sadece güzel, derin bir nefes alın ve izin verin.

Üstadın bu nazik masajına izin verin.

(daha uzun duraklama)

Ahh...

(duraklama)

Ve ne biliyor musunuz, siz bu masajı istediğiniz her zaman yaptırabilirsiniz. Ben size şimdi yine de bir şey söyleyeceğim: Siz bunu kendiniz yapmaya çalışmayın. Demek istediğim, siz kendinize masaj yapmıyorsunuz. Masaj yapan insan değil. Eğer size masaj yapan insan olmuş olsaydı bu çok rahatsız edici, etkisiz, belki ağrılı, beceriksizce olacaktı.

Siz bunu istediğiniz zaman yaptırabilirsiniz. Siz sadece uzanın ve Üstadın gelmesine izin verin.

Üstat bilgeliktir. O, bilir. O, her tutulmanın, her sıkışmış enerjinin, her gizli enerjinin nerede olduğunu bilir, onların nerede olduklarını bilir ve siz sadece Üstadın oralara masaj yapmasına izin verin.

(duraklama)

Güzel, derin bir nefes.

Peki.

Ne kadar kolay gördünüz mü?

(müzik durur)

Ve bu bir nedenden dolayı kolay oldu. Siz izin verdiniz. Sadece bir nedenden dolayı kolay oldu, siz izin verdiniz. O kadar.

Hadi biz devam ederken derin bir nefes alalım. Ah, hayır, bitirmedik. Birisi demin, “Ah! Bitti mi şimdi? Biz henüz bir merabh yaptık dedi.” Hayır, bitmedi! (bazı kıkırdamalar) Biz sizinle henüz ikinci bölüme geçmedik. Biz devam edeceğiz.

 

Kuthumi ile Konuşma

İşte ben geçen Kuthumi ile bir tartışma yaptım. Ben her zaman yapmadığım gibi kendi işimle ilgileniyordum, Kuthumi geldi ve bana, “Adamus, sen yakında kendin için düzenlediğin Santa Fe, Yeni Meksika – Adamus’ın On Yılı etkinliği için hiç endişelenmiyor musun?” diye sordu. Şunu söylemem lazım, sanırım o biraz kıskanıyor (bazı kıkırdamalar) çünkü siz onun için bir şey yapmadınız. O yüzden ben bir şey yapacağım – o şu anda buralarda değil, o yüzden ben bir şey yapacağım – birisi onun için bir şey yapabilir mi, örneğin onun için bir kek pişirir mi? Bilmiyorum. Ama o biraz kıskanıyor. Biliyorsunuz, on yıl önce Tobias’ı harika bir şekilde uğurladık. Ben Şambra ile on yılımı dolduruyorum. Ama sanırım o sadece beni sinirlendirmeye çalışıyordu. Yükselmiş Üstatlar sinirlenebilirler. Biz çok sinirlenebiliriz ama biz Ve’deyizdir, o nedenle aynı zamanda çok sakin ve keyifli olabiliriz.

Ama o bana sanki şöyle demeye çalışıyordu, “Biliyorsun onlar şu alay etme olayını yapacaklar. Biliyorsun, onlar orada çıkacaklar ve seninle eğlenecekler. Bu konuda hiç endişe etmiyor musun Adamus?”

Ben, “Neden öyle yapsınlar ki? Neden eğlensinler? Demek istediğim, ben onların orada çıkıp beni methedeceklerini hayal ediyorum.” dedim. (bazı kıkırdamalar) Ben, “Ben onların oraya çıkacaklarını ve bunun beni biraz... mahçup hissettireceğini hayal ediyorum, onlar bana ne kadar müthiş bir iş yaptığımı, beni ne kadar sevdiklerini, neden Yükselmiş Üstatlar Kulübü’ne sonsuza kadar başkan seçilmeliyim bunları anlatacaklar.” dedim. Benim orada sadece 2.000 yıl sürem var, “Ama sonsuza kadar.” olsun.

O bana, “Bu konuda hiç kaygılanmıyor musun?” diye sordu.

Ben de, “Hayır, hayır. Hayır, kaygılanmıyorum. Güzel geçeceğini biliyorum.” dedim.

Sonra Kuthumi, “Sana bir şey söyleyeceğim” dedi – orada bana övgüler yağdıran dört kişi olacak (Adamsu kıkırdar) - Kuthumi, “Beşinci kişi ben olacağım.” dedi. (izleyenler, “Ahh! derler) Ah! Ah! Ben de ona tamam dedim. Ona, “Bu iyi. Sen orada ol.” dedim ama şunu da dedim, “ Güzel olan ne biliyor musun, tahmin et bu konferansta son sözü kim söyleyecek?” O kişi ben olacağım.

İşte biz biraz daha konuştuk ve biz Şambra hakkında konuştuk ve Kuthumi kendisinin dikkatini çeken bir şeyi dile getirdi. O, “Biliyorsun, şimdi senin için zor oldu çünkü ben Şambra’da bir şey fark ettim. Onlar insanın Gerçekleştirim üzerinde çalıştığını düşünüyorlar. Bu neden böyle?”

Ben güldüm ve “İnsan işte. İnsan işte.” dedim.

O, “Biliyorsun, onlar kendilerini düzeltmeye ve kendilerini iyileştirmeye ve kendileri gerçekleştirmeye çalışıyorlar.” dedi. O, “Sen onların bunu yapamayacaklarını anlamaları için bir şey yapamaz mısın? Onlar yapamazlar. Onlar bunu düşünerek yapamazlar. Onlar bu şekilde yapamazlar. Onların yapabilecekleri tek şey bunu deneyimlemek ve buna izin vermek. O kadar.” dedi.

Ben, “Biliyorsun Koot, biliyorsun...” dedim. (kahkahalar) Biz ciddileştik. Ve ben ona, “Biliyorsun, ben bunu onların aklına nasıl sokacağım bilmiyorum. Biz bu konuda konuşmaya devam ediyoruz ve onlar, bilirsin işte, İzin Vermek ve deneyimlemek ve enerji konusunda konuşunca benden sıkılıyorlar. Ama biz onların bunu yapamayacaklarını akıllarına sokmalıyız. Onlar buna izin verebilirler.” dedim. Tıpkı Üstadın size masaj yapmasına izin verdiğiniz gibi.

Siz kendinize masaj yaptığınızı hayal edebilir msiniz? Eh, her şeyden önce sizin sapık olduğunuzu düşünürler (bazı kıkırdamalar) – bu çok etkili olmaz. Ve sonra Üstadın yaptığı şekilde yapmak, içe girmek – bu çok tuhaf olurdu – ve enerjiye gerçek anlamda isabet etmek. Hayır, yapamazsınız ve bu hiçbir şekilde sizin sorumluluğunuzda değil. Değil. Benim buradan nereye gittiğimizi sizin aklınıza sokmam lazım, aydınlanmak sizin sorumluluğunuzda değil. Siz onun üzerinde çalışmaktan sorumlu değilsiniz. Siz deneyimleyebilirsiniz ve izin verebilirsiniz, o kadar. O kadar.

Şimdi, bazılarınız burada bir dengesizlik olduğunu düşünüyorlar biliyorum, onlar katkıda bulunmaları gerektiğini, yaptıkları veya düşündükleriyle bunu etkilemeleri gerektiğini düşünüyorlar. Hayır, hiç de öyle değil. Bu, sizin sorumluluğunuzda değil.

Ve Kuthumi, “Bilirsin işte, ben senin geçenlerde ejderhayı biraz erken getirdiğini düşündüm.” dedi. O, “Ben Şambra ile çok çalışıyorum ve ben bunun büyük bir sıçrama olduğunu düşünüyorum çünkü ejderha geldiği zaman oldukça acımasız oluyor ve ben birçok Şambra’nın buna hazır olup olmadığını merak ediyorum.” dedi.

Ben, “Biliyorsun, ilk birkaç ay cehennem gibi olacak” dedim, öyle de başladı ama ben, “Ben onların hazır olduklarını düşünüyorum. Ben zamanıydı diye düşünüyorum.” dedim.

Ve Kuthumi sonunda kabul etti. O, sonunda, “Biliyorsun, ben senin o ejderhayı şimdi getirmeni, ejderhanın insanın yapmasının mümkün olmadığı şeylerin arkasından gitmesini doğru buluyorum. İnsan aslında kendi inançlarını ve düşüncelerini pek değiştiremez. İnsan enerjiyle nasıl çalışacağını tek başına anlayamaz. İnsan kesinlikle kendini affedemez ve insan Gerçekleştirimi yapamaz.”

Ve ben, “Biliyorsun, onlar yine de bunu yapmaya çalışacaklar, yapmaya çalışacaklar ve yapmaya çalışacaklar ve onlar çok çabalayacaklar ve onlar bir şeyi yanlış yaptıklarını sanacaklar çünkü ne yapsalar da işe yaramayacak ve onlar sonunda bunun kendilerinin sorumluluğunda olmadığını anlayacaklar. Onlar çabayı bırakacaklar ve sonunda izin verecekler.” dedim.

Kuthumi, “Evet ve senin çok sayıda kalın kafalı, inatçı Şambran var, çok var.” dedi.

Ben, “Biliyorum. Onlar bana miras kaldı. Onlar çabalamaya ve çabalamaya devam edecekler ve sonra bana kızacaklar. Onlar sana asla kızmayacaklar Kuthumi ama bana kızacaklar ve bir gün anlayacaklar, ‘Bunu yapmak benim, insanın işi değil. Benim sorumluluğum deneyimlemek ve izin vermek. Yaşadıklarımı deneyimlemek.” diyecekler. Bu, eğer kendi yolunuzdan çekilirseniz harika bir deneyimdir. Bu, harika bir deneyimdir.

İç tarafa masaj yapmak sizin işiniz değil ve ben burada sorunlardan bahsediyorum. Ben burada sıkışmış ve dengesiz enerjilerden bahsediyorum. Zihne girip, onarmaya çalışmak sizin işiniz değil. Siz bunu yapamazsınız. Siz. Buna muktedir değilsiniz. Nokta. Ama siz yine de denemeye devam ediyorsunuz. Siz yine de oraya girmeye devam ediyorsunuz. Siz yine de o zihin karışıklığına girmeye devam ediyorsunuz ve onu çözmeye çalışıyorsunuz ve bunu yapamazsınız. Bunu yapamazsınız. İşte ejderha bu yüzden geldi.

 

Ejderha

Ejderha, bu arada biz terim olarak “ejderha”yı kullanıyoruz. Bu eski bir terim ve insanlar onu uzun bir zaman önce pulları ve kanatları olan ve ateş püsküren bir şey şeklinde popüler yaptılar. Ejderha basitçe mutlak berraklık, saflık anlamına geliyor. Anlamı bu kadar. Ve siz onu ateş püsküren bir hayvan olarak hayal edebilirsiniz. Siz onu çikolatalı kurabiye olarak hayal edebilirsiniz, gerçekten fark etmez. Ama o mutlak berraklıktır ve Ben’im’den gelir. O, enerji içermez. Ejderha’da hiçbir şekilde enerji yoktur. İnsan onun çok enerji içerdiğini düşünmekten hoşlanır. Onun buna ihtiyacı yoktur. Onun yaptığı şey için buna ihtiyacı yoktur ve böyle olması daha iyidir.

Ejderha, sizin enerjiyle çalışma şeklinizin yeniden uyarlanmasından sorumludur. Ejderha, ölü enerjinin temizlenmesinden sorumludur. Sizin çok enerjiniz var ama onlar ölü enerji. Ejderha onları temizler. Sizden istenen tek şey izin vermeniz.

Ejderha şimdi içeri giriyor çünkü siz zihninizin içine girip zihninizi düzeltemezsiniz. Siz şu anda bedeninizle bedeninizi, zihninizle zihninizi düzeltemezsiniz. Bunu yapamazsınız.

Siz bunu deneyeceksiniz. Siz kendinizi affetmeyi deneyeceksiniz. Siz başka şeyler yapmayı deneyeceksiniz. Beyhude. Bu işe yaramayacaktır. Siz kendinizi daha iyi bir hale getirmeye çalışabilirsiniz ama bu işe yaramayacaktır çünkü siz bunu yaptığınızda sınırlı bir perspektiften veya sınırlı bir bilinçle yapıyorsunuz, o nedenle sınırlamaların üzerine sınırlamalar koyuyorsunuz ve o yüzden hiçbir şey elde etmiyorsunuz. Bu tıpkı -3 ve -2’yi toplamak gibi bir şeydir, siz ne elde edersiniz? Eksi 5. İnsanın kendi zihnini ve kendi bedenini düzeltmeye çalışması da böyle bir şey. Siz bunu yapamazsınız.

Bizim sırada yapacağımız majör şey yaşayan beden, Özgür Enerji bedeni. Ben, birçok nedenden ötürü “ışık beden” terimini sevmiyorum – ben bu terimin yanlış kullanıldığını ve manipüle edildiğini düşünüyorum – o nedenle yaşayan beden ya da Özgür Enerji Bedeni sözcüklerini kullanıyorum.

Ali, o, eğer izin verirsen bedenin yerine geçecek ve sen süreci yönetmeye çalışmaya devam ediyorsun ve sen bunu insan zihninin içinde, insan sınırlamalarıyla yapıyorsun, eski kalıplarla kendine fiziksel olarak acı veriyorsun ve bu işe yaramayacak. Eğer çabalamaya devam edersen kendinde fiziksel bir yıkıntıya neden olacaksın. Eğer sadece izin verirsen o kendi kendine olacak. O zaman senin yaşayan bedenin, ışığın, senin Özgür Enerji Bedenin içeri girecek. Sen şimdi bunları işitiyorsun ama sen sonra gidip daha önce yaptığın şeyleri yapacaksın. Sen bedenin için endişelenmeye devam edeceksin, onun için bir ilaç mı, bir takviye mi alsan, ne yapsan merak edeceksin. Senin düşünmen senin bedenini daha da kötüleştiriyor çünkü düşünmek ölü enerjinin, eski enerjinin olduğu yerden kaynaklanıyor ve işe yaramıyor.

İzin vermek ve deneyimlemek, o kadar. Kendi yolundan çekil. Ejderha, “Bunu senin için ben yapacağım. O şeyleri ben bulacağım.” demek için geldi çünkü siz kendi başınıza bulamayacaksınız. Her şey insan tarafından çok güzel bir şekilde gizlenmiştir. Siz insanı yolundan döndüren şeyin yoğun enerji olduğunu fark etmediniz. Size kalsa siz kafanızda bunu yapmaya devam eder ve devam ederdiniz, bu da bir tür makyo. Enerji çok yoğun. O kadar. Ejderha ya da Üstat adına ne derseniz deyin bunu size o anlatacak. Ama sevgili insan biz şimdi şöyle deme noktasına geldik, “İzin ver ve deneyimle. Ve kendi yolundan çekil.”

Sizin bedeninizde şu an dönüşümsel bir süreç meydana geliyor – demek istediğim, şu anda, şu anda – eski biyolojinin çok, çok zarif, yaşayan Özgür Enerji Bedeni ile yer değiştirdiği bir süreç. Sizin elektriğin kablodan nasıl geçtiğini anlamanızın bir önemi yok, sizin onu ne kadar incelediğinizin bir önemi yok, siz bunu yapmaya muktedir olacaksınız.

Öncelikle, zihniniz şu anda neler olduğunu asla anlamayacak ve anlasa bile, siz bir mühendis anlayışına sahip olsanız bile biyolojik DNA temelli biyolojinin tamamen size ait olan gerçek Özgür Enerji Bedenine dönüşümünü etkileyemeyecektiniz. Zihin bunu yapamaz ama bu yine de meydana geliyor. Bu, ben konuşurken meydana geliyor. Bu, sizin içinizde her düzeyde meydana geliyor ve eğer siz buna izin verirseniz ve bunu deneyimlerseniz ve bunun hakkında düşünmeyi keserseniz meydana gelmeye de devam edecek.

Onun olmasını sağlamaya çalışmayı kesin. İnsan asla ve kat’a Gerçekleştirimi yapamaz – o, bunu asla düşünerek, öğrenerek ya da disipline ederek yapamaz – asla. Gerçekleştirim yolunda bir sürü ölü asker var. Onların yapmaları gereken tek şey izin vermek iken, onlar kendileri yapmakta ısrar ettiler. Biz şimdi bu yöne doğru gidiyoruz.

Siz devamlı İzin Vermekten bahsedilmesinden yoruldunuz ve siz, “Ah, ben izin veriyorum.” diyorsunuz. İzin vermiyorsunuz. Siz kendi yolunuzu kapatıyorsunuz. Ve ben ejderhayı şimdi gelip size kendi yolunuza nasıl engel olduğunuzu göstermesi için çağırdım.

Ben hep şunu duyuyorum – “Ah, ben izin vermeyi biliyorum. Ben her gün izin veriyorum” – ve siz bana kontrolcü kaltaklar gibi geliyorsunuz! (kahkahalar) Siz İzin vermiyorsunuz. Sizin yaptığınız tek şey o sözcüğü alıp, o kutsal “İzin Vermek” sözcüğünü alıp zihne yerleştirmek ve zihnin onu manipüle etmesine izin vermek. Siz onu kontrol ediyorsunuz. Siz onun üzerinde otorite kuruyorsunuz. Bunu bırakma zamanı geldi.

Devam eden büyük bir oyun var, harika, büyük bir oyun ve oyunların devam ettiğini fark edin ve onlara izin verin ve onları deneyimleyin ama onları kontrol etmeyin. Ve işte o oyun.

 

Mavi Ülke

Biliyorsunuz, ben bir süre önce Üstadın Anıları kitabında (Memoirs of the Master) Mavi Ülke öyküsünü anlattım. Bir zamanlar herkes her rengi biliyordu. Onlar yeşillerin ve sarıların farkındaydılar ve gidip renklerin içinde oynuyorlardı. Onlar pembelerin ve kırmızıların ve turuncuların ve altın renginin ve siyahların ve beyazların içinde oynuyorlardı. Onlar her rengin içinde oynuyorlardı ama bildiğiniz gibi mavi onları gerçekten büyülüyordu. Mavi konusunda bir takıntı oluşmuştu.

O nedenle bir noktadan sonra insanlar mavi renge dönmeye başladılar. Onların evleri mavi oldu. Çimen mavi oldu ve – gökyüzü zaten maviydi – ama çimen ve kısa bir süre sonra otomobilleri mavi oldu. Yemekleri mavi oldu ve her şey mavi oldu. Mavinin tonlarında biraz farklılık vardı denilebilir ama gün sonunda her şey yine de maviydi. Onlar maviye o kadar çok bulanmışlardı ki çok kısa bir zaman sonra diğer renkleri unuttular. Ve sonra tabii onların çocukları mavi doğdu, tabii... (bazı kıkırdamalar) Öykü böyle devam etti. Onların çocukları mavi doğdu ve çocukların asla diğer renklerden haberi olmadı. Ve diğer renkler konusunda hiç kitap yazılmamıştı çünkü tüm renkler saf dışı bırakılmış ve her şey masmavi olmuştu.

Mavi battaniye ve mavi yastık üreten ve mavi bir patron tarafından yönetilen bir işletme vardı ve bu mavi patron – ah! – çok karışıklık yaşıyordu. Çok karışıklık, onun mavi çalışanları vardı. O, çok karışıklık yaşıyordu çünkü o, bir grup çalışanı ve ekipmanı idare etmeye çalışıyordu. Ekipmanlar devamlı bozuluyor ve çalışanlar hep hastalanıyordu. Onlar bunalımdaydı. (ç.n: İngilizcede to have the blues; mavi hissetmek, bunalımda olmak anlamına geliyor) (kahkahalar) Böyle bir şey söyleyeceğimi biliyordunuz. Böyle bir şeyin geldiğini biliyordunuz. Ve onlarla olmak zordu ve onları yönetmek zordu ve onun mavi kafası aşırı dolmuştu. Demek istediğim kafası... (bazı kıkırdamalar) Bir şey mi diyecektin?

LİNDA: Patlamıştı!

Adamus: Patlatmıştı, doğru. (kahkahalar) Ağzında patlatmıştı. (ç:n: Adamus burada kelime oyunu yapıyor. Patlamak anlamına gelen “blow” yerine porno terimi olan ve argoda erkeğe yapılan oral seks anlamına gelen “blow job” kelimesini kullanıyor)

LİNDA: Hayır ben, “Patladı” dedim.

ADAMUS: Ben daha önce kanallık aracılığıyla sizlerden biriyle görüştüm. Hanginizdi bilmiyorum. Şimdi saklanıyor ama... (Adamus kıkırdar) Bakın, kısa bir izin verme ve gülme faslından sonra biraz dikkat dağılmış oldu – belki çok kibar bir şekilde olmasa da bir dikkat dağıtmaydı – siz bu şekilde bir şeylerin içeri girmesine izin verdiniz, bir şeylerin olmasına izin verdiniz.

O zaman öyküye geri dönelim. Yani mavi patronun işi başından aşkındı ve o iyi bir yönetici değildi. O, aslında pek iyi bir insan değildi. O, her şeyin darmadağın olacağını biliyordu ama her şeyi toparlamaya çalışıyordu ve bunu bölücülük yaparak yapıyordu, birilerine birilerini korkutuyordu ve o da birilerini korkutuyordu, o grup hakkında, öbür grup hakkında bilgi alıyordu. O, herkesi birleştireceğine ve güzel, küçük, mavi bir şirket işleteceğine herkesi farklı bir tarafa yönlendiriyordu. Ve kötü bir yönetici olduğu için dikkatini böyle dağıtıyordu. Ve bilirsiniz işte, müşteriler gelip mavi yastıklar konusunda şikayette bulunuyorlardı, ürünler ya yırtık ya kesiktiler ya da kötü kokuyorlardı ve müşterilere her zaman kaba davranılıyordu. Bilirsiniz işte, o, müşterilere nazik davranmaları için müşteri hizmetlerini eğitmeliydi ve korkunçtu. O, her şeyin darmadağın olduğunu biliyordu ama bunu kabul etmeyi reddediyordu. O, her şeyin sonunun geldiğini biliyordu, bu mavi maskaralık bitmişti.

O, patron olmak, yönetici olmak, her şeyi kontrol etmek, her şeyi yapmak, çalışmak gibi bir kimliğe kilitlenmişti. Uzun saatler boyunca çalışıyordu çünkü mavi patronlar öyle yapardı; uzun saatler çalışarak her şeyin yürümesini sağlarlardı ama o bir şeylerin berbat bir şekilde yanlış gittiğini biliyordu. Her şey sona yaklaşıyordu.

Ve bir gün gizemli bir yabancı kapıda belirdi ve bu yabancı mavi patrona mavi renkte göründü ama patron daha sonra aslında bunun hiç de böyle olmadığını öğrenecekti. Aslında çok açıktı. Bu gizemli yabancı bir gün kapıda belirdi ve, “Ben devralıyorum.” dedi.

Mavi patron, “Lanet olası sen de kimsin?” dedi. O, “Ben Dr. Agone’im ve burayı ben devralıyorum. Bizim yapacağımız ilk şey bu işletmeyi havaya uçurmak olacak.” dedi.

Eh, bunlar oldu. Dr. Agone geldi ve tüm işletmeyi havaya uçurdu ve o bunu yaptığında birden bire o her şeyi mavi yapan, her şeyi küçük ve sınırlı tutan enerjinin sıkı dokusu havaya uçtu. O, her şeyi havaya uçurdu ve tabii mavi patron dehşete düşmüştü. O, işletmeyi kontrol etmekten sorumluydu ve işletme havaya uçurulmuştu. Her şey gitmişti.

O, yıkıntıların, duman çıkan yıkıntıların arasında dolaşırken aşağı baktı ve oldukça ilginç bir şey gördü. Bu altın rengi bir benekti. O bunu ilk önce sanrı görüyor sandı, kendisinin uydurduğunu sandı ama sonra yeşil renkte bir şey gördü ve kırmızı renkte başka bir şey daha gördü. Ve o, bunca zaman boyunca mavi işletmeyi yönetirken ve çalıştırırken aslında sadece her şeyi sınırladığını, sadece her şeyi kapattığını, sınırladığını ve mavi yaptığını gördü. Ve bu gizemli yabancı gelmiş ve her şeyi yıkmıştı ama mavi patron orada otururken aslında yıkılan tek şeyin sınırlamalar olduğunu anladı. Yıkılan tek şey bütünüyle inanç, kontrol ve sahip olduğu düşüncelerdi. “Yapmam gerekti.”

O, kalıntılar arasında yürümeye devam ederken, renkleri fark etti. Sonra gitti ve sevgili Dr. Agone'yi buldu ve “Burayı nasıl benim her şeyi kontrol etmek zorunda kalmayacağım, kendi başına çalışacak ve sayısız rengin olacağı bir yer haline getirebiliriz. Tüm renkler var. Biz tüm o renkleri bu Mavi Ülkeye nasıl geri getirebiliriz?” dedi.

Dr. Agone, “Bu, doğal bir şekilde olacak. Senin yapman gereken bir şey yok. Ben senden sadece burada oturmanı ve olanları izlemeni istiyorum. Bu kadar. Sadece gözlemle ama yoldan çekil çünkü olacak.” dedi. Ve oldu.

Mavi patron aniden artık sadece mavi değildi. Renkler değişti. O artık birçok renk kullanıyordu ve oradan birkaç kişi, buradan birkaç kişi bunu fark etti; “Renkleri var. O, mavi kot pantolon giyiyor tabii ama onun beyaz bir tişörtü ve kırmızı bir şapkası ve yeşil ayakkabıları var.” Ve bir anda herkes değil, herkes değil ama eninde sonunda fark etmeye başladılar, önce birkaç kişi sonra birkaç kişi daha ve bu daha sonra giderek daha da, daha da arttı ve aniden mavi olmayan bebekler dünyaya geldi.

İnsanlar önce bunun tuhaf, çok tuhaf olduğunu düşündüler ama bebekler doğdu ve onlar çok renkliydiler. Ve değişim Mavi Ülkeye yayıldı ve her şeyin Canlı Enerjiye geri dönmesi, rengarenk olması çok uzun bir süre almadı. Mavi patron ilk başta salıverirken her ne kadar zorlansa da ve Dr. Agone’den nefret etse de – ben bunu heceleyeceğim d-r-a-g-o-n-e (ç.n: İng dragon; ejderha) (bazı kıkırdamalar); Bunu söylememeliydim, bunu siz tahmin etmeliydiniz ama çok fazla vaktimiz yok – iyi doktora teşekkür etti. O, ortaya çıkıp tüm işletmeyi havaya uçurduğu için doktora teşekkür etti. Evet, dragon (ç.n: ejderha), doktor, eh. Evet. Bizim...

İşte size de şimdi bunlar oluyor. O, her şeyi havaya uçuruyor. Sadece durun, gözlemleyin ve izleyin ve bunun en büyük armağan olduğunu fark edin. Siz Mavi Ülke’den çıkıyorsunuz. Siz onunla mücadele etmeye çalıştınız, siz onu yönetmeye çalıştınız, siz tüm veçheleri denetlemeye ve kontrol etmeye çalıştınız. Bu bir kaostu. Bir karmaşaydı. Bunun gitmesinin zamanı gelmişti.

Hadi biraz müzik açalım ve günü bir merabhla sonlandıralım. Günü şu anda içeri giren Dr. Agone ile bitirelim. Ah, o gelecek.

 Neden İlk Siz Yapıyorsunuz

Hadi ışıkları azaltalım ve bunu merabh diye mi adlandırsam bilmiyorum ama biz bir şey yapacağız.

(müzik başlar)

Ben size yalnızca izin vermenin ve deneyimlemenin ne kadar önemli olduğunu şu anda yeterince vurgulayamıyorum.

İnsan aydınlanmasından veya ışık bedeninden sorumlu değildir. O, sezgilerinden sorumlu değildir. O, enerjiyle yeni ilişkisinden bile sorumlu değildir. Biz bunu konuştuk, biz bunun artı ve eksilerini konuşacağız ama insan gerçekte sorumlu değil.

(duraklama)

Ben bunu gündeme getirsem mi getirmesim mi diye düşünüp taşınıyordum ama ben bunu er ya da geç gündeme getirecektim. Ama hadi söyleyeyim. Geri tutmaya gerek var mı?

(duraklama)

Ben sizin için bir terim kullanıyorum Şambra. Bu aslında tatlı bir sözcük ama siz ilk başta bunun böyle olmadığını düşünebilirsiniz.

Hadi biraz müzik açalım. Benim buradaki şoku yatıştırmam için bir şeye ihtiyacım var. (bazı kıkırdamalar)

Ben sizi Atlantisli Headbangerlar diye adlandırıyorum. (kahkahalar) (ç.n: İng Headbanger; rock veya metal müzik eşiliğinde kafa sallayan çılgın müzikseverler) Hayır, gerçekten öyle diyorum. Ah, bunun iyi bir nedeni var.

(duraklama)

Zihnin saltanat sürmediği bir zaman vardı. Mavi Ülke’nin sadece mavi olmadığı bir zaman. Çok şey vardı. Zihnin her şeyi kontrol etmediği, sınırlamadığı bir zaman vardı.

Sonra, Headbangerlar geldiler, onlar enerjiyi, gerçekten çok yoğun bir enerjiyi alıp insanların çocuklarına ve onların çocuklarının çocuklarına geçecek şekilde, nesilden nesile geçecek şekilde insanların zihinlerine soktular .

Enerjiler zihne o kadar güçlü etki yaptı ki zihin mavi oldu. Tüm renkler mevcut olmasına rağmen zihin sadece maviyi algılayabiliyordu.

Ve benim Atlantisli Headbangerlar olarak adlandırdığım sizler bu işin bir parçasıydınız. Kötü bir niyet yoktu. Bu, kötü bir niyetle yapılmadı. Bu, eh, zihin aracılığıyla, herkesi birbirine benzetmek için, Bir olma Topluluğu’nu oluşturmamız için yapılmaya çalışıldı.

Ama bu en sonunda yalnızca zihnin aşırı odaklanmasına yol açmadı, öyle bir ayrılık inancı yarattı ki bu inanç neredeyse asla silinemeyecek bir inanç haline geldi – bu inanç, sizin kendinizden, sizin bedeninizden, sizin mutlak ruhunuzdan (spirit) ayrı olduğunuz inancıydı. İnsanların zihinlerine yoğun enerjiler sokuldu ve bu arada çok fazla bir şey de yapılmadı. Onların Atlantis’te yaşayan herkesin yanına gitmeleri gerekmedi. Çok fazla bir şey yapılmadı ama bu her şeyin mavi olmasına neden oldu.

Sanırım buna bir olma diyebiliriz. Ben buna aşırı sınırlama ve ayrılık diyorum.

Bu ayrılığı ve sınırlamayı yaratan Headbangerlar ve insanlar o zamandan bu yana böyle yaşadılar. Bu bir açıdan bir amaca hizmet etti. Bu, Ben’im’in yaşadığı bir ayrılık deneyimiydi.

Eh, evet, Ben’im bunu deneyimlemek isteyebilir biliyorsunuz. O, sadece kendini tam anlamıyla deneyimlemek istemiyor ama ayrılığı da deneyimlemek istiyor.

Yani sanırım siz Headbangerlar harika bir şey yarattınız - ayrılığın güzelliğini yarattınız. Ama sanki her şey mühürlendi ve o mühürü açacak sadece tek bir şey var ve bu siz değilsiniz. Bu, insan değil. Sizin düşünceleriniz değil. Siz düşüncelerle bariyeri yıkmaya çalıştıkça sizin düşüncelerinizin rengi giderek daha da, daha da mavi olacak. Siz bunu yapamazsınız. Siz bunu yapamazsınız. Ama o gizemli yabancı ortaya çıktı, o Dr. Agone, ejderha. Bunu o yapacak.

Evet siz felsefi olarak onun siz olduğunu iddia edebilirsiniz ama gerçekçi olursak içeri giren insan olan siz değil.

Siz her şeyi kontrol etmeye çalışan ama her şeyin dağılacağını bilen mavi patronun öyküsünü biliyorsunuz, ejderha gelecek ve her şeyi paramparça edecek.

Ejderha sizi Canlı Enerjiye geri döndürecek çünkü siz her şey mavi olunca enerjinin koyulaştığını, yoğunlaştığını, neredeyse artık canlı değilmiş gibi olduğunu biliyorsunuz.

Ejderha gelecek ve her şeyin yeniden canlanması için bunların hepsini havaya uçuracak.

İşte sevgili Atlantisli Headbangerlar, hepiniz ne yaptığınıza bir bakın.

(duraklama)

Bu yoldan – adına ruhsal yol ya da başka bir şey deyin - ilk sizin geçmeniz gerekiyor çünkü başlangıçta her şeyi maviye boyayan sizsiniz.

Sizin tutkulu misyonunuz bu. (ç.n: Adamus’ın İng passion; tutku ve mission; misyon’dan türettiği massion; tutkulu misyon) Bu kadar.

Hadi hep birlikte derin bir nefes alalım.

Sen sevgili insan, senin işin deneyimlemek ve izin vermek. O kadar.

Ejderhanın içeri girmesine ve işini yapmasına izin ver. Canlı enerjiye dönmene izin ver. Siz maviden her zaman var olan ve sonra yenileri gelecek olan renk spektrumuna geçmenize izin verin. Ama lütfen bunu kendiniz yapmaya çalışmaya bir son verin.

Bunu kontrol etmeye ve işletmeye ve düşünmeye çalışmaya bir son verin. Çünkü yapamazsınız.

Ben sizden buna gerçekten bir bakmanızı istiyorum. Kendine bir bak sevgili insan. Sen bunu yapamazsın. Sen kendini affedemezsin ve sen kendini etkin bir şekilde değiştiremezsin.

Ama sen izin verebilirsin... ve sonra bunun nasıl bir şey olduğunu deneyimlemene izin verebilirsin. O kadar.

Hadi hep birlikte bu muhteşem güzel günde derin bir nefes alalım.

Benim sevgili Atlantisli Headbangerlarım. Bu konuda kendinizi suçlu hissetmeyin. Sadece... affediciliği kabul edin. Bunu yapma mücadelesine girişmeyin. Ben bu konuda önmüzdeki Şaudlarda daha çok şey açıklayacağım, neler olduğunu ve olanları nasıl hiç olmamış gibi yapacağımızı anlatacağım.

Hadi hep birlikte güzel, derin bir nefes alalım.

Bugün son bir not daha. Birisi Kuthumi’yi onurlandırmak için bir şey yapabilir mi? (bazı kıkırdamalar) O çok kötü hissediyor.

Bunun yanı sıra benim sevgili arkadaşlarım, Ben Ben’im, bir grup zorba Headbangerın hizmetinde Adamus. (birisi, “Oley!” diye bağırır ve izleyenler alkışlarlar)

Ve tüm yaratımda her şeyin yolunda olduğunu hatırlayın. Teşekkürler. Teşekkürler.



İngilizceden çeviren: Meltem Taban